Ana SayfaArşivSayı 55Devrimci-‘Blok’ (ve Boykot)

Devrimci-‘Blok’ (ve Boykot)

12 Haziran Seçimleri
Devrimci ‘Blok’ (ve Boykot)

Melik Kara

12 Haziran milletvekili genel seçimlerine Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku bağımsız adaylarla giriyor. Oylar, seçimdeki düzen dışı tek seçenek olan Blokun adaylarına verilmelidir.

22 Temmuz 2007’de yapılan seçimle Meclis’te grup oluşturan ve elbette yasal muhalefet dışındaki dinamik varlığıyla bu grubu işlevlendiren Kürt Hareketi, toplam varlığıyla, Türkiye’nin ülkesel ölçekte gördüğü tek devrimci muhalefet hareketi olarak bir kez daha tarihsel ufkun karşısında.

12 Haziran seçimleri, Kürt Hareketi sayesinde ve bu hareketin katılımıyla, devrimci etkilere sahip pozitif bir olay niteliği taşıyor. Seçimle ilginin yegâne nedenini bu durum oluşturuyor.

Seçimin, içinde bulunduğumuz konjonktürde, Kürt Hareketinin varlığı dışındaki boyutu herhangi bir ilgiyi, katılımı değmeyecek bir özellik gösteriyor.

Blokun adaylarını destekleme devrimci davranış, ve Blokun aday çıkarmadığı yerlerde düzeni reddederek boykot veya sandığa gitmeme devrimci tutumdur.

***

Kürt Özgürlük Hareketi, tarihsel devrimci rolünü bir konjonktürde daha icra ediyor.

Türkiye sol hareketine düşen, bu büyük hareketin tarihsel rolüne koşul ileri sürmeden destek vermektir.

Bu sürecin şu veya bu yolla karşısında yer almak, gerici bir rol oynamayı göze almak anlamına gelecektir kaçınılmaz olarak… Bu seçeneğin somut karşılığı, Blokun adaylarının olduğu yerlerde adaylar çıkaran politik kesimlerdir.

Bu sürecin dışında yer alınması politik bir karşılığa sahiptir. Seçimlerin, boykot veya başka bir yolla, dışında yer almak, günümüzde ezilenlerin devrimci hareketini gözeten bir niyet ve çaba bakımından öne çıkarılması gereken bir tutum olarak belirlenmelidir.

Kürt Hareketinin devrimci yürüyüşü

Kürt Hareketi için fazla söze gerek yok. Bir devrimin adım adım yürüyüşüne tanıklık ediliyor.

Kürt ulusal özgürlük hareketi, sürekli gelişen bir dinamik gösteriyor. Son yıllarda herhalde hiçbir alanda gerilemeyen ve bilakis bütün alanlarda sürekli olarak gelişen bir hareketi izliyoruz.

Bağımsız adaylar açıklandı. Kürt Hareketi bölgede yüzde 50 sınırını aşmaya oynuyor. Daha önceki bir yazıda, Kürt Hareketi için Kürdistan’da yüzde 50 sınırının bir zirve olduğu ve aşılmasının öngörülen koşullarda mümkün görülmediği ifade edilmişti. Gelişen bir hareketin öngörü ve saptamaları yıkması kadar hayırlı bir şey olamaz!

Kürt Hareketinin parlamentoda bir köprübaşı tuttuğu ve burada bulunmasının mücadelenin seyri açısından göz ardı edilemez bir özellik taşıdığı, bitmek üzere olan dönemdeki deneyimlerle görülmüş olmalıdır. Ancak, Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresinin bir başka “kurucu meclis” rolünü giderek belirginleştirdiği görülüyor. Bu, Ankara’daki Meclis’in ağırlığını elbette dengeleyecektir.

Seçim atmosferine büyük bir moral üstünlükle giren Kürt Hareketi, her sorunu avantaj haline dönüştüren bir pratik sergiliyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun Blokun adaylarını reddetmesi üzerine Kürdistan’da ortaya çıkan patlama, ve devletin açık geri adımı, seçim atmosferine yüksek irtifadan giriş anlamına geldi.

“Sivil cumalar”da simgelenen ve belki bir başka simgesini gösterilen bazı milletvekili adaylarında bulacağımız inisiyatifli kapsayıcı konumlanma, “AKP olarak devlet”in her hamlesini boşa çıkarmaya ve karşı-hamle yapmaya imkân sağlıyor.

Şimdi hedef, bu gelişmenin seçim sonuçlarına yansımasıdır.

Seçime katılan soL!

Seçimde Türkiye solunu adlı adınca TKP temsil etmektedir.

TKP, açık bir politik ve toplumsal karşılığı olan, bir ihtiyacı ve tepkiyi temsil etmeyi hakkıyla iddia eden, organik ve ciddi bir politik örgüttür. Türkiye solunun öteki katılımcı yönelimleri, siyaseten, ÖDP nezdinde düşük, ESP nezdinde kadüktür. Solun geniş yelpazesinin bir ucunu, merkezinde İşçi Partisinin bulunduğu Cumhuriyet Güçbirliği oluştururken, zirvedeki ucunu TKP, öteki bir ucunu ise Blok içinde yer alan ufak tefek gruplaşmalar oluşturmaktadır. Bu kadar aykırı ve heterojen “şey”e sol demekteyiz.

“Bağımsız” varlığıyla kitleler nezdinde solun TKP tarafından temsil olunması ve Blok içinde yer alan hiçbir örgütün bir simge anlamının olmaması, “sol hareket” adıyla anmayı sürdürmek durumundaki kümelenmelerin içinde olduğu ağır sorun yumağının bir simgesi mahiyetindedir. Hiçbir zaman devrimci olamayacak karakteri ve burjuva Aydınlanmacı niteliğiyle TKP, kendi için olumlu özellikleriyle, uzakta durulması gereken bir sol kimliği simgelemektedir.

Ancak, Blokun İstanbul adaylarından Sırrı Süreyya Önder şahsında Türkiye sol hareketinin, Aydınlanmacı olmadığı gözlenen, Kürt Hareketiyle hakkıyla ilişkilenen, İslamı önsel bir ideolojik engel görmeyen, halkın diliyle dillenen, derdiyle dertlenen bir özgün kimlik kazandığı söylenebilir.

İçinde bulunduğumuz konjonktürde Kürt Hareketi dışında seçime katılım düzene katılımdır.

Şu konjonktürde, politik katılımın genel olarak iki gerici devletli kanadın büyük kavgasının alt-unsurları olarak şekilleneceği, hiç olmazsa nesnel olarak bu şekilde işlevleneceği söylenebilir.

Özel bir çaba harcanarak bu atmosfere girileceğine hiç girilmemesi ve bu yolda iyi-kötü birtakım politik faaliyetlere imza atılacağına, bundan mahrum olunması evladır.

Seçime katılan sol, aslında bir ezilenler politikası olanağını zorlamayı da es geçmekte ve politika-dışı olmayı içine sindirmektedir. Seçime katılım, ezenlerin politik oyun sahasına çıkmak ve onların politikasına katılmaktır. Seçime katılarak ezilenler için devrimci politikanın olanaklarını yaratma çabası karşılıksızdır.

Seçimlere Blok dışında katılan sol hareket üyelerinin nesnel konumlarının Kürt Hareketinin “karşısı” olduğu açık ve dramatik bir gerçektir.

Zaman geçmiş, ve şimdiki zamana özgü olmayan gerekçeler ve şimdiki zamana uymayan doğrular boşlukta kalmıştır. Soyut doğruların, soyut hukukların bu dinamikte yeri yoktur. Bir dönem en ilerideki bu konjonktürde en geriye düşmüştür.

Türkiye sol hareketinin mensuplarının seçimdeki bağımsız –yani Kürt Hareketi karşısındaki– katılımcı tutumu, düzenin güçlenmesine ve yerleşmesine hizmet edecektir. İki seçenek var: Ya Kürt Hareketinin devrimci etkisi çerçevesinde yer alınmalı, ya da seçim konjonktürü özgül bir olay olarak tanınmamalı.

Kürt Hareketi dolayısıyla politikaya katılım

Türkiye sol hareketinin devrimci niyet taşıyan kesimlerinin bugünkü halde seçim gibi politik olaylara katılım koşulu bulunmamaktadır.

Bir başka ifadeyle, bugünkü güç dengesi koşullarında, seçimlerin çevresinde dönen politik olay, ezilenler için politik bir muhtevaya sahip değildir. Seçim politikasının, içinde bulunduğumuz yıllarda, ezenlerin açık politik sahası olduğu ve bu oyunun, sol hareketin verili gücü bakımından bağımsız politik olarak oynanamayacak kuralları olduğu belirginlik kazanmıştır. Bu oyuna giren, ezenlerin oyununun verilen rolünün oyuncusu olmaya mahkûmdur.

Kürt Hareketi ise bambaşka bir takvim yaşamaktadır. Türkiye solu için geçerlik taşıyan önerme, Kürt Hareketine uymayacaktır. Bu hareket olgun bir aşamadadır ve girdiği sahnede kendine bir oyun alanı açmaya ve bir rol yaratmaya yetecek kapasitededir.

Kürt Hareketi için, parlamenter politika dâhil günlük legal politika, mücadelesinin önemli ama kesinlikle tayin edici olmayan bir bileşenidir.

Günümüzde Türkiye’de günlük politikaya katılımın yegâne koşulu Kürt Hareketinin yarattığı etkinin açtığı boşluklarda bulunuyor. Türkiye solunun ortamı, devrimci bir açıdan, politikaya katılım bakımından yetmezlik içindedir.

Geçmişte Türkiye devrimci hareketi, legal politik faaliyet imkânlarını genel olarak reddetmedi. Bazı devrimci özneler bunu parlamenter politik alan açmaya kadar götürdüler. Ama bu hareket açısından, devrimci niteliklerini koruyarak günlük politika yapmanın iki başlıca koşulu vardı.

Bunlardan biri, iç-neden olarak, devrimciliğin pratikte eşzamanlı sürdürülebilmesiydi. Devrimciliğin sürdürülebildiği koşullarda yeni bir faaliyet alanı açmanın ancak kapsayıcı etki ve sonuçları olabilirdi. İkinci ve dış koşul, Kürt Hareketinin ülkesel etki yaratan devrimci ilerleyişiydi.

Günümüzde birinci etmen düşmüştür. Türkiye’de devrimcilik, sürdürülebilen bir nitelik arz etmemektedir.

1990’lar boyunca devrimcilik yapılabiliyor ve devrimci bir yükseliş için politik faaliyetin karşılığı söz konusu edilebiliyordu. Devrimcilik döneminin geride bırakılan onyıl içinde çözülmesiyle artık sadece Kürt Hareketi pozitif bir faktör olarak varlığını sürdürüyor ve geliştiriyor.

Türkiye’de 1991’de Kürt Hareketinin Meclis boyutu başlatmasıyla legal politikanın da zemini bir yandan genişledi öte yandan farklılaştı. Mücadelesinin son yükseliş yıllarında Kürt Hareketi, 22 Temmuz 2007’de genel seçimlerde, 29 Mart 2009’da yerel seçimlerde, 12 Eylül 2010’da referandumda, kesintisiz devrimci etkiler doğuran politik katılım örnekleri sergiledi. Kürt Hareketinin varlığının ne ölçüde somut devrimci etkiler yarattığının en son kanıtı Anayasa referandumuydu. Egemenlerin her iki gerici kanadının kesinkes dışında yer alınmalıydı ve bu, başarıyla gerçekleştirildi.

Bu yıllar boyunca, Kürt Hareketini gözetmeyen bir legal politik faaliyet ve duruşun “olumlu” karşılığı olmuyordu. Bu durum, şimdiki seçim konjonktürüne kadar varlığını sürdüregelmiştir. Kürt Hareketinin Batıdaki kentlerde Türkiyeli sosyalistlere açtığı politik alan sonuçlarını vermektedir.

Bugün, etkilerinin devrimci gücü sayesinde, Kürt Hareketi dolayısıyla politik katılımın liberal reformist denebilecek örnekleri bile olumlu bir rol oynamaktadır.

İki ‘yer’li Blok

Türkiye siyasal coğrafyasında iki ayrı politik yersellik bulunduğu açıktır.

Kürtlerin nüfus olarak önemli bir kısmının artık Batı’da yaşadığı argümanının bu gerçeği değiştirmeye gücü yetmemektedir. Politikanın belirli bir özgül konumla / yer ile kaim olduğu ortadadır ve Kürt Hareketi de öncelikle bir Kürdistan hareketidir. Hareketin dünyaya bakışı, olaylar çoğulluğu karşısındaki tepkisi ve ardıl tutumları hep bu nitelik tarafından tayin edilmektedir.

Bu bakımdan, Bloku desteklemeye, Kürt Hareketine destek olmak dışında bir anlam yüklenmesi, örtük bir boy ölçüşme niyetini barındırmaktadır. Oysa Türkiye sol hareketinin söz konusu oluşumlarının, seçimleri, Kürt Hareketinin varlığı paranteze alındığında, bir özgül politik olay haline getirme kapasitesi bulunmamaktadır.

İki ayrı politik yerselliğin tek bir kronolojide üst üste düşmesi olayı, gerçekte, Kürt Hareketinin özgül dinamiklerini anlamak için de yeni bir olanak sunmaktadır. Şerafettin Elçi gibi politik zihniyet olarak gerici birinin aday olduğu bir sandıkta oy kullanmanın, Türkiye’nin “doktriner” kültürden gelen solcusuna ne kadar zor ve uzak olduğu açıktır. İşte bu açıklık, Blok’un, iki ayrı yersellikte farklı zeminler inşa etmesine yol açmış ve Batı’da da, Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel gibi –herhalde– itiraza mahal bırakmayacak adaylar çıkarılmıştır. Bu geniş yelpaze, elbette Türkiyeli tipik bir solcunun meşrebine aykırıdır ve Bloku yekpare bir yapı olarak görürse, Türkiyeli solcunun eli sandığa gidemeyecektir. Ancak sorun, gayet kolayca çözülmüştür zaten. Kürdistan bambaşka dinamikleri olan bir yerdir ve orada başka bir politik davranış manzumesi geçerlidir.

Kürt Hareketinin, açık tehlike olarak görülebilecekleri dışında, tercihleri üzerine söz etmenin anlamı, gereği ve etki gücü bulunmuyor. Hareket, çok karmaşık bir ortamda ve karmaşık iç bünyesinde bir hal tarzı belirlemeye çalışıyor. Öte yandan, Blokun Türkiye’deki birtakım bileşenlerinin olumsuz politik niteliğinin de herhangi bir politik önemi olmadığını belirtmek yeterlidir. Adlarını anmaya gerek olmayan birtakım oluşumların bu koca kazanda kaybolmak dışında bir varlıkları olamaz.

Kürt Hareketinin büyük devrimci rolü, onu istismar etmeye çalışanları bile tarihen olumlu bir rol oynamak durumunda bırakıyor. Kaşarlanmış reformcu bir oluşumun kim bilir hangi hesaplarla Blok bileşeni olması kayda değmez.

Düzeni ret ve boykot

Türkiye’nin devrimci solunda düzeni ret, baştan beri sürdürülen bir politik tutumdu.

Türkiye’de zayıflayan ve gerileyen sol harekette, üstelik, politikaya katılım yönündeki genel akıma aykırı bir şekilde, bu eğilimin yeniden canlanma belirtileri verdiğini gözlemliyoruz.

Türkiye sol hareketi açısından artık seçimlere katılım düzenin meşruiyetini güçlendirmekten başka bir anlama gelmez. Rejimin güçlendiği doğru. Devrimci hareketin, kısmi devrimci nabızlar vermekle birlikte, bir hareket olmaktan geriye düştüğü de doğru. Bu durumda, külli bir ret tavrının “solcu” olduğu söylenebilir. Ancak, tam tersi, bu durumda, katılım anlamına gelecek her tavır, düzenin meşruiyetinin, bu tavrı izleyenlerin eylemli varlığında ve zihniyetinde kurulmasına hizmet edecektir.

Türkiye sol hareketinin devrimci tutumlar izleyen kesimleri, taktik uygulamalar içinde olacak durumda bulunmuyor. Taktik ancak bir tutum olarak işlevlenebiliyor.

Devrimcilik dönemi sürerken, bir kesimin, devrimci varoluşu eşliğinde seçimlere katılımı savunması meşru ve ilerletici olabilirdi. Nitekim, devrimci hareketin, 1980’lerin son yıllarından başlayarak devrimcilik döneminin bittiği yıllara kadar bu politik tutumu izleyen özneleri olmuştur. Ancak artık bu tavrın “yerleşik” bir hal alması söz konusu. Seçimleri ret, pratik devrimci boyutta değil elbette ama tutumsal devrimcilik bakımından tayin edici bir önem kazanmıştır.

Bu seçimde ve görünür vadede, Kürt Hareketinin büyük politik dinamiği bağlamında yer alan bir politik manevra sahası bulunuyor. Bu hareketin alanı dışında Türkiye’de şu dönemlerde artık bir günlük politika sahası olduğu söylenemez. Aksi bir yönelimle, bir devrimci öznenin pekâlâ izleyebileceği reformlar politikasından artık nitelik haline gelmiş bir reformcu politikaya evrilinmesi kaçınılmaz görünüyor.

Seçim konjonktürleri halkın politik duyarlığının arttığı günler olarak değerlendirilir. Bunun, içinde bulunduğumuz dönemde, devrimci politikaya dolaysız açıklık taşımadığını göstermeye bile gerek yok.

Seçimler özellikle bugün sistemi meşrulaştırma aracıdır. Seçimlere katılmayı bir politik karakter haline getiren politik örgütler, bu işlevin aracı haline gelmektedir.

Seçimle ilgilenmeme tutumunun ayrıştığı görülüyor. Bir tutum, seçimlerde aslında sosyo-kültürel temele bağlı kalan nitelik göstermektedir. Politik nitelik “sağcı” olduğu ilan edilen partilere karşı işlemekte, ama “solcu” olduğu kabul edilen partiler karşısında devreden çıkmakta, ve sosyo-kültürel niteliğe yol verilmektedir. Gerçi, bir politik öznenin yaptıkları kadar yapmadıkları da politiktir. Bu tutumu, özellikle Halkevlerinin temsil ettiği söylenebilir. Halkevleri, seçimle ilgilenmeyen bir politik tutumu, CHP’ye dönük bir oy davranışına ilişkin değerlendirmekte, en azından bunu hiçbir zaman bu partiye oy vermeme çağrısına dönüştürmemektedir. Bu sorunun, devrimci tutumunu sürdüren diğer örgütlenmeler bir yana, devrimci nitelik bakımından en önde olan Parti-Cephe açısından bile aktif bir geçersizliği olmadığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla, sessizliği bir tutuma işaret olan seçim anlayışlarını da bu şekilde seslendirmek gerekiyor.

Bu seçim çalışmasıyla halk kitlelerinin düzeni reddeden devrimcilere kulak verip sandığa gitmeyeceği –hatta bazı aklıevvellerin yapacağı gibi, sandığa gitmeyenleri düzeni reddedenler olarak ilan etme– beklentisi içinde olunamaz. Bu “taktik” –kitleler-için olmamak anlamında– tam anlamıyla bir kendi-için nitelik taşımaktadır.

Yeni bir politik tarzın işaretleri

Seçim konjonktürü, Türkiye’de döneme özgü bir politik tarz için vesile haline gelmiştir.

Bu imkânı, Kürt Hareketi sayesinde Türkiye solunun bazı kesimleri elde etmiş bulunuyor.

 

Sırrı Süreyya Önder’in şahsında giderek simgeleşeceği öngörülen bir ezilen politikası tarzı, Teori ve Politika’nın Marksizm anlayışına yakın görünmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar