Ana SayfaArşivSayı 51-52AKP’yi Durdurun ya da Kardeşlik-Laiklik-Üretim

AKP’yi Durdurun ya da Kardeşlik-Laiklik-Üretim

 

TEKEL Direnişi:

AKP’yi Durdurun ya da Kardeşlik-Laiklik-Üretim
 

Uğuray Aydos – Mustafa Yurtdaş – Çağdaş Balcı

“Kızılay’da bir hayalet dolaşıyor!”[1]

Sibel Özbudun TEKEL işçilerinin günlerdir devam eden direnişini selamlamak için yazdığı yazıya bu başlığı koydu. Cümle kolayca tahmin edileceği üzere Marx’ın Manifestosuna atıfta bulunuyor. Sosyalistlerin bazen hayal kırıklığına uğradığı bazen de önemli dersler çıkarttığı ama sürekli umutla bekledikleri geniş çaplı emekçi eylemlilikleri “hayalet” soyutlamasıyla bilince çıkarılıyor, egemenlere uyarı mesajı veriyor. Özbudun devamını yazmamış, tahmini okuyucuya bırakmış: Komünizm Hayaleti! Görmek istediklerimiz, aklımız ve mücadelemiz bu yönde!

Evet, orta-alt sınıfların eğlence yeri olan, Türkiye’nin başkentinin orta yerindeki Sakarya Caddelerinde “barlar sokağının” hemen dibinde kiminin tiksindiği, kiminin acıyıp yiyecek, içecek ve kıyafet yardımı yaptığı kiminin de büyük heyecan duyup gece-gündüz alanda yer aldığı görüntüler yaşanıyor. Meclisin, Genelkurmayın ve Bakanlıkların birkaç kilometre ötesinde; lüks işyerlerinin, büyük binaların ortasında demir varillerin içinden yakılan odunların dumanları yükseliyor. Derme çatma çadırların, kat kat sarılmış battaniyelerin ve ortaklaşa yemek yenen sofra bezlerinin arasından işçilerin ve destekçilerin yorgunluktan ve zor koşullardan hastalanmış nefesleri duyuluyor.

Sahiden de Kızılay’da neler oluyor? Yaşananların “komünizm hayaleti” etiketini hak ettiği çabukça söylenecek cinsten değil. Gerçekte somut olarak var olan, işçilerin 1100 TL ile 1400 TL arasında değişen maaşlarının 600 TL’ye kadar düşmesinin ve özlük haklarının 4-C vasıtasıyla ellerinden alınmasının onları Kızılay’da adeta bir kamp kurma noktasına getirmeye yetmiş olmasıdır. Şimdilik nesnel olarak görülebilen sadece budur.

Aşağıdakiler, Türk-İş binasının birinci katındaki konferans salonunda sonradan oluşturulmuş revirde birinci basamak sağlık hizmeti veren gönüllü hekimlere yardım eden tıp öğrencilerinin gözlemleridir. Bizim konumlanışımız, nihai hedef olarak işçiyi örgütleme amacıyla onunla ilişkiye geçen sosyalist çevrelere göre daha içeriden; ama emek-gücünü bir kapitaliste satarak asgari geçimini sağlayan işçi kategorisinden uzak olduğu için de bir o kadar dışarıdandır. Gözlem yapmak ve yazmak için yeterli!

Bu yazı, direnişin 42-45. günlerine tekabül eden zamanlarda yazıldı. Hiçbir şeyin net olmadığı, eylemin TC politikasındaki yerinin doğru dürüst sezilemediği, direnişin geleceğine dair tahminlerin epey farklı olduğu evredeyiz. İşçilerin mücadeleye daha ne kadar devam edebileceği, Türk-İş ve AKP’nin hangi yeni tekliflerle geleceği, polisin müdahale edip etmeyeceği, ederse bu müdahalenin işçiler ve sosyalist gruplar tarafından nasıl karşılanacağı merak ediliyor. Bu yazı, merak edilen soruların cevabı için kaleme alınmadı; TEKEL işçilerinin mücadelesine bu soruların dışından bir yerden yaklaşılacak. Aşağıdaki metinde tepeden bakan kehanetler yer almayacak onlardan da bahsedilmeyecektir. Olup bitmiş olayların, anıların ve yorumların sözcüklere dökülmüş biçimleri yer alacaktır. Dolayısıyla direnişin büyümesi veya bir anda sönümlenmesi bizim cephemizden hiçbir şeyi değiştirmeyecektir.

Post-devrimcilik döneminde birbirinden iyice farklılaşan politik çıkış arayışları

Melik Kara, “Ölüm orucu eyleminin bittiği tarih, bir bakıma, ‘devrimcilik süreci’nin 2000’de başlayan uzun bitişi olarak değerlendirilebilir.”[2] iddiasıyla post-devrimcilik dönemini başlatıyor. Kara’nın devrimci veya devrimci olmayan dönemlerin karakteristik ayrımlarını belirlerken emek hareketlerini referans almadığının farkındayız. Ancak, sol çevrelerin isimlendirmeler farklı olsa da bir kriz ortamını kabullendikleri ancak halen kurtuluşu emekçilerin isyanı üzerinden grev/genel grev/iş bırakma başlıklarında değerlendirdikleri açıktır. O halde, emek hareketlerinin –sosyalist örgütlerin bu işe fazla ilgisi dolayısıyla– post-devrimcilik döneminden doğrudan etkilendikleri iddia ediyoruz.

Tespitimizin ilk ciddi örneği ise TEKEL eylemidir. Nedeni sadece bu eylemin son yılların en büyük işçi hareketi olması değil; sosyalist örgütlerin bizzat direnişin aktif öğesi olmasıdır. TEKEL’i devrimciler açısından orijinal kılan yön burasıdır. TEKEL işçilerinin hareketi bu konuda yıllardır beklenen bir ortamı yaratmış görünüyor; sosyalist hareketin işçici, Aydınlanmacı, reformist ya da devrimci kanatlarının tamamı işçi hareketine dönük pratik sergileme gayreti içindeler. İşçilerin direnişinin uzaması ve bunun AKP haricinde diğer burjuva partilerinde de yarattığı sıkıntıların hafiften gözlenmesi, sistem içi mücadelede yedeklenmeye karşı bir panzehir olarak görünüyor. Bunun da ötesinde, sosyalist hareketin üzerindeki ölü toprağını kaldıracak bir kurtarıcı olarak algılanıyor TEKEL direnişi.

Geçmişte Bahar eylemlerini ıskalayan sol ölüm orucuyla cisimleşen devrimci sürecin bitişinden itibaren 2001 esnaf ayaklanmasını, Seka direnişini de kaçırdı. TEKEL farklı oldu: İşçilerin Abdi İpekçi Parkı’nda işe koyuldukları günden beri devrimciler onların yanında oldular. Sayısı unutulacak kadar çok eylem, yürüyüş ve destek gösterileri düzenlediler. Kaçamak sloganlarla değil; örgüt isimlerinden, komünist sloganlardan ve orak-çekiçli bayraklardan taviz verilmeden! Yakın geçmişe kadar proletarya, komünizm vb. kelimelerden ödü kopan emekçiler de yandaş tarafın bu ilgisine olumlu cevap verdi. Bizim kavramlarımız, bizim yazılarımız, bizim fikirlerimiz merak uyandırdı ve tartışıldı. “TEKEL işçisi Vatan bekçisi!”[3] gibi ciddi rakipler varken başarılan kan uyuşması oldukça olumludur. Başarı, ciddi sonuç alınamadığı aşamada bir sınav olma özelliği taşıyor. Yalnızca dışsal bir öğenin teorik açıdan yakıştırması olan bir sınav tanımı söz konusu değil, bizzat eyleme içrek olarak post-devrimcilik döneminde politik çözüm arayışı içindeki örgütler TEKEL’i kendileri için bir imtihan alanı olarak gördüler.

İşçilerle yaşanmış olumlu kaynaşma teorik ve pratiğin bütünselleşmesine yoruldu. Kitaplarda yazanların ne kadar da gerçek olduğunun sarhoşluğu, hayatlarında ilk kez geniş çaplı işçi eylemi gören genç sosyalistleri geleceğe dair umutlandırdı. Kitaplarda okudukları “tarihin öznesi proletarya” işte tam da karşılarında duruyordu! Sıra onlara bilinç aktarmaya gelmişti. Proletarya bilinçlenecek ve kudretini diğer ezilenlere bahşedecek, onları yedekleyerek iktidara yürüyecekti. Tarihte ideolojiler çağı kapandı, büyük anlatılar dönemi artık bitti çığlıkları atanların yüzüne tokat olarak inmeliydi bu eylem. Sınıf hala vardı ve direniyordu!

Maalesef devrimciler kendilerini krize sokan yukarıdaki argümanları, krizden çıkmak için bir daha tekrarladılar. TEKEL direnişi, sol hareket içinde okunması ve değerlendirilmesi bakımından hala ders alınmayan ve belirli kalıpların gözden geçirildiği, doğrulanmaya çalışıldığı bir deneyim oldu. İşçi hareketi ile sol hareketin teması, post devrimcilik dönemi sonrasında genç sosyalistlerin ilk ciddi pratiği olması bakımından önem taşıyordu. Bu noktada şu tespit yapılabilir: Bir ezilen hareketi olarak işçi hareketinin kendisi değil, sosyalist hareket tarafından okunuşu temel problemleri içinde barındırıyor ve alışıldık teori ve pratik kalıplarını yeniden üretiyor.

Sınavın sonucunu söylemek için daha erken! Görünen o ki, pasifçe işçilerin eylemini bekleyen devrimci yine bu davranışını sürdürmeye devam edecek. İşçilerden fersah fersah uzun yol kat etmiş olan ezilenleri –hem de politikaya ciddi müdahaleler yapıyorlarken– küçük görme cüretini göstererek işçilere bir ayrıcalık tanıyacak. Marksizmin devrimci politika bileşeni eyleyenler arasında ayrıcalık gözetmez. Eylemeyenlerin sadece seyirci olduklarını teslim eder: işçi bile olsalar! Karl Marx adlı bireyin kitaplarını okuyanların, okumayanlar üzerinde bir yeri yoktur. Okuduklarının da eylemler karşısında bir hükmü yoktur. TEKEL işçileri politik bir eylem yapıyorlar; sosyalistlerin görevleri doğru kanalları aramaktır, yol bulmak ve yol açmaktır.

“Bize öğretilen dil
Okuduğumuz kitaplar
Ezberlediğimiz şiirler
Beş para etmiyor
Bir tüfek karşısında.”
Nizar Kabbani

Gözlemler…

Geniş çaplı eylemlerde bireysel düşünceleri taban alıp üzerine binayı inşa etmeye kalkışmak nesnel bir değerlendirme yapmaya engel olabilir. Sözgelimi bir işçiden duyduğumuz, “Biz PKK’lı mıyız ki bize biber gazını layık görüyorlar. Hükümet dağdan inenlere iş veriyor, bizim de ekmeğimizi elimizden alıyor. AKP’ye yaranabilmek için ille de terörist mi olmak gerekiyor.” safsatasının veya “Biji azadiya Kürdistan” diye haykıran Kürt emekçinin gözlem kapsamında değeri azdır. Bu cümlelerin teorik zayıflıkları değil; otobüste, okulda, tarlada veya işyerinde duyulabilecek türden olmaları sorunlu olan. Yani öznel manada eylemin değil, sokağın veya çeşitli ideolojik aygıtların yankılarıdır bu cümleler. Aynı kapsama Kürt işçilerin kendi aralarındaki “Bize Amed’te devlet, burada ise AKP vuruyor” ifadesiyle başlayan uzun teorik-politik sayılabilecek sohbetleri de alınabilir. 

Derinlikli bir bakış açısı sağlayacak olan şema iki ana başlık altında toparlanabilir:

Genel eğilimi yansıtan düşünceler versus direnişin motor gücünü oluşturan düşünceler.

Sosyalistlerin sınavı da bahsettiğimiz iki ayrı cephede gerçekleşiyor. İşçilerin genel eğilimi “AKP’yi durdurun!” şeklinde özetlenebilir. Slogan, eylemin amacıyla da gayet uyumlu. İşçileri 4-C isimli kölelik koşullarına mahkûm eden AKP hükümetidir. Eğer hükümet bu yasayı yürürlüğe sokmaya çalışmasaydı, TEKEL işçileri de eylem yapmayacaktı. Eylemin her aşamasında sezilen duygu yalın bir AKP karşıtlığıdır. Eylemin var oluş sebebi AKP’dir.

Sosyalistler arasında genel eğilimi arkasına almak isteyen, bu slogana yönelik politika yapan en büyük ve en ciddi örgütlenme TKP’dir. Herkesin hakkını vereceği bir kalabalıkla TKP, büyük miting başta olmak üzere yazılı-görsel kaynaklar da dâhil her alanda kendini gösterdi. Yetkili sendikacıların ve etkiledikleri işçilerin sol gruplar içerisinden kendilerine TKP’yi yakın görmeleri, küçük gruplara gidin demeye gönüllerinin elvermeyip ama fazla da işin içine katılmamaları gerektiğini düşünmeleri, genel eğilime yönelik politika yapmanın olağan sonucudur. TKP açısından vaziyet hayırlıdır, başarılıdır. Teorik argümanları olan aydınlanmacılık, pratik politikada cumhuriyetle barışık Kautskyist tarzda bir işçicilik ile bütünleşmiş, AKP karşıtlığının genel eğilim olduğu bir direnişte üreme imkânı bulmuştur. Vücut buldukları verimli alanı çok ciddiye aldıkları, yazdıklarından belli oluyor.

TC egemenlerinin yıllardır süregelen çatışmalarına çözümdür TEKEL işçisi: “TEKEL işçisi suçludur… Bir ucunda askerin, diğer ucunda sivil otoritenin yer aldığı bir gerilimin üzerini bir ölçüde olsa da örtüp, memleketin içine itildiği girdaptan tek çıkış yolunu gösterdiği için suçludur.”[4] Bizce en önemli çıkış yolunu sadece göstermekle kalmayıp bizzat uygulayan Kürtlerin sorunlarına da bir çözümdür TEKEL işçisi: “TEKEL işçisi suçludur… Kürt kimliği üzerinden kurgulanan bir uluslararası stratejiyi, “öteki” edebiyatına yaslanan bir siyaset kültürünü, bunlara karşı konumlanarak meşruiyet alanını genişletmeye çalışan Türkçü, faşizan yapılanmaları bir ay boyunca kuşatıp büyük ölçüde hareketsizleştirdiği için suçludur.”[5]

TEKEL işçisi her hastalığa ilaçtır onlara göre. Devrimci Kürt hareketinin mücadelesi karşısında devletin yanında yer almak için teorik açıdan “sınıf” ve “neoliberalizm” gibi kelimelerin ardına sığındıklarını biliyorduk. Ancak yalnızca bir direnişte içlerini dökecek kadar da hızlı olduklarını tahmin etmiyorduk

Türkiye siyasal hayatının en önemli meselelerine böylesine vurucu darbeler yapan işçilere TKP ne anlatıyor? Kendinde sınıf olmaktan çıkıp kendisi için sınıf haline gelen ileri işçi sınıfı (!) TKP’den ne öğreniyor?

Hangi bilinç kimlere nasıl aktarılıyor?

Aydınlanmacı sol TEKEL direnişinde yıllardır beklediği işçi sınıfını buldu. Sıra pratik politikaya gelmişti. İşçi hareketiyle kendi meşrebince bağ kurdu; epistemoloji alanından ontoloji alanına bilinç aktarma çabalarına devam etti. İşçilerin bir kesiminin, sendika temsilcilerinin bu “yapıcı katkıları” olumlu buldukları veridir, ancak bu verinin tutarlı olması, yaşananların ya da yapılanların doğruluğunu göstermez; sadece yaklaşımların, beklentilerin ve görülen karşılıkların kendi içinde mantıksal olarak tutarlı olduğunu söyler bize.

Aydınlanmacı sol, işçilere bıkmadan evrim teorisini anlatıyor. İnandıkları Allah’ın aslında var olmadığını, bu boş inanışların bilinçli bir biçimde onları afyon gibi uyutmak için türetilmiş olduğunu söylüyor. Sınıf dayanışmasının her türlü milliyetçiliği reddettiğini, bu noktada kendilerinin şu anda yapıyor olduğunun “gerçek bir açılım” olduğunu vurguluyor. Hayatında kapitalizm, sosyalizm, feodalizm gibi terimleri belki de ilk defa duyan Kürt işçi tercihini hiç çekinmeden söylüyor: “Ben o zaman sosyalist olamam. Ben laik değilim, ben her şeyi işçi sınıfına göre açıklamam. Bizim orada herkes eziliyor. Bütün ezilenlerin yanında olduğumdan dolayı ben feodalizmi savunuyorum.”

Ezilenlerin mücadele pratiklerini edinmek yerine, pratik politikada sınıf hattını mihenk noktası olarak alan Aydınlanmacı sol, teorilerinin doğrulandığını, pratik mücadeleyi gereği gibi yaptıklarını sevinç içinde anlatıyor. Burada bahsedilen, tek bir döneme özgü olan tek bir akım değildir. Bahsedilen akım, bugünün politikasını Amerikancılık-gericilik-piyasacılık karşıtlığı üzerine kuran ve Türkiye tarihini de bu üçlünün zuhur ettiği dönemsel kesitlerle okuyan,  AKP’ye karşı politika yapma anlayışını yeterli gören, neoliberalizme ve onun sol varyantlarına saldırırken, Kemalizm’in sol hareket üzerindeki yıkıcı etkilerini göz ardı eden, kurumsal Kemalizmin devamlılığını görmeyen bir akımdır. Bu “bir tür Marksizm”, etkisini Türkiye sosyalist hareketinin her döneminde bir şekilde göstermiş; devlete karşı devrimciliğin varlık bulduğu koşullarda, soyut “kapitalist üretim ilişkilerini” değiştirmenin peşinde olmuştur, hem de bunu “Kemalizmin –ya da cumhuriyetin–kazanımlarını” savunarak yapmıştır ve yapmaktadır.[6]

Aydınlanmacı geleneğin tasallutu, işçi hareketine yaklaşımında da kendini dayatıyor: Genel olarak sol, ezilenleri sınıf hattıyla dik bir doğruda ayırırken, laiklik hattıyla da yatay bir doğruda ayırmaktadır. Bu ayrımlar, politik ontolojinin gerçekliğine göre yapılan ayrımlar değildir; belirli teorik önkabullerle çizilen çizgilerdir. Bu çizgiler de teori-pratik birliği adına yapılan bir kısa devre ile ontolojik alana taşınıyor. TEKEL direnişinde takınılan tutum, Aydınlanmacı solun bu politikasızlığını tekrar sergilediği bir pratik olarak bizce değerli.

Cumhuriyete aşı yapmak isteyen bu çizgi kıyasıya eleştirilmeli! Marksizmin laiklikle bir bağı olmadığı, teizm-ateizm ikilemini kabul etmediği bilinmeli. İslam materyalizminin Aydınlanmaya nazaran Marksizm ile daha çok bağı vardır. Bizim “feodal ve orta-çağcı” Kürt işçi, kendisine komünizmi anlatan kişiye nazaran daha komünisttir. Ezilmektedir; isyan etmiştir, örgütlenmiştir ve bir şeyler yapmaktadır. Ezilenlerin kendisini Marksist bayraklarla tanımlaması için öncelikle Marksizm onlara doğru anlatılmalı.

Aydınlanmacı sol, kapitalizmin yaptığını tersinden yeniden üretiyor. İşçiyi sistemi yıkacağı için değil, ürettiği için övüyor. Kapitalizm, kendi egemenliğinin temelinin işçinin üretiminden geldiğini çok iyi bilir. “İşçiler üretmediğinde dünya ne hale gelir” düşüncesi liberaldir. İşçinin kendisinde üretme yeteneği var olduğu halde üretmeyerek iktidara geleceği fikri yine kapitalizmin yedekte tutmasında fayda göreceği çizgidir. Gerçekte “Sistemi yıkmak için politik özne biçiminde örgütlenen ezilenler eğer başarılı olurlarsa dünya ne hale gelir” sorusu devrimcidir. Marksizm yapıcı yönlerinden, üretim vurgusundan arındırılmalıdır. Kapitalizmin yasalarına, kapitalizmin teorilerine, kapitalizmin yeniden üretimine ihtiyacımız yoktur.

AKP karşıtlığında birleşmiş görüş, eylemde kendisine düşmanını seçti: Türk-İş yönetimi. İşçilere Türk-İş’in eylemi baltalayacağı ve AKP ile anlaşacağı anlatıldı. İşçiler de AKP/Türk-İş bağını kavradılar. İşte genel eğilimin ve sürekli yıkmaya değil de üretime vurgu yapmanın getireceği tek kazanç budur. Yaklaşık 60 yıldır Türk-İş, devletin politikalarının asli temsilcilerinden biri oldu. Bugün işçiler bu apaçık gerçeği daha yeni görüyorken, “emperyalizme göbeğinden bağlı” ve “feodal kültürlerinden arınamamış milliyetçiler” olmakla itham edilenler, bırakalım Türk-İş’i devletin çoğu temel direklerini sarstılar, en büyük muhalefet hareketi oldular. Aydınlanmacıları işçilere aktardıkları “sarı sendika” bilinci konusundaki başarılarından dolayı tebrik etmek gerek! İşçiler artık Türk-İş karşıtı sözler söylüyorlar, hayırlı olsun!

Keşke aktarılan bilinç sendikal yapılanmayı da biraz olsun değiştirse en azından etkileseydi. Başbakanın Türk-İş başkanıyla görüşmeyi kabul ettiği anda, Tek Gıda-İş Başkanı sürecin durgunluğundan kaynaklı memnuniyetsizliklerini belirten işçilere hitaben bir konuşma yaptı. Onları Sami Evren ve Süleyman Çelebi yanlılığıyla suçladı, sendikalarına ihanet ettiklerini söyledi. Eğer tek bir ses bile ona katılmıyorsa hemen istifa edeceğini belirtti. İşçiler, sendika patronu bu tehditleri savururken cebinde kendi aylıklarından kesilen 70’er liraların yer aldığını gayet iyi biliyordu; ama tek bir ses dahi başkana karşı gelemedi. Bunun derdine kendinden bilinçsiz gördüğü işçiye bilinç aktarmak için ezberledikleri tüm metotları deneyenler yansın.

Burada asıl sorun, ezilenleri a priori kategorilere ayıran ve ezilenlerin mücadelesini “işçi sınıfına ne kadar yaradığı” kriteri altında değerlendiren politik öznelerin konumunda. Kürt hareketinin temsilcilerini “faşist” olmakla suçlayanların, Kürt hareketine milliyetçi-burjuva hareketi diyerek burun kıvıranların, TEKEL direnişini “sınıf hareketi Türk-Kürt birleşmesini sağlıyor” diyerek selamlamaları, Marksist politikanın devrimci kuruluşu açısından ciddi bir problemin varlığına işaret ediyor. Bizim dışarıdan tespitini yaptığımız bu sorun, Aydınlanmacı sol açısından elbette sıkıntı yaratmayacaktır; zira onların içinde yer aldıkları sorunsal, pratikteki tutum ve cevaplarını da belirlemektedir. Ancak, adı geçen yaklaşım tarzı, solun teorik ve özellikle de pratik krizinin çözümüne yönelik adım atma bağlamında bir arpa boyu yol gitmemiş olacaktır.

Şu nokta vurgulanmalı: Bu ülkede işçilerin diğer ezilenlerden bir farkı yok. Ezilenlerin politik örgütleri gerekli mesajları sürekli veriyorlar, TEKEL direnişi de mümkün olduğu ölçüde o damara yöneltilmelidir. Bunu başaracak bir özne ise görünürde yok.

Direnişin motor gücü ve küçük gruplar

İşçici düşüncenin Kautskyist tarzda bir yorumundan öte devrimci politik edinimi de mümkünüdür. Özellikle Avrupa’da Sovyetik yozlaşmadan uzak durmak isteyenlerin teorik sığınağı olmuştur işçi sınıfını tarihin öznesi yapmak. Pratik uğruna yapılan girişimler krizi çözümlememiştir, zaten bu yönelim krizin en önemli bileşeni durumundadır. Ancak ütopik-romantik gelenek övgüyü hak etmektedir.

Bu geleneğin yorumundan harmanlanmış Türkiye devrimcileri de krizin en önemli bileşenleri olmalarına rağmen, politik devrimci edinimi olabilecek davranışlarda bulunuyorlar. Direnişin motor gücünü arkalarına almaya, sonraki süreçte de onu yönlendirmeye çalışıyorlar. Sendika patronlarının onları fazla içlerine almak istemeyişi de, başbakanın onları hedef göstermesi de hayırlıdır. Teşhis küçük gruplar tarafından doğru şekilde yapılmış ve ona uygun politik adımlar da atılmıştır. Direnişi devam ettiren, Abdi İpekçi Parkı’nda direnen, büyük mitingte kürsüyü işgal eden, Türk-İş genel merkezini işçiye hizmet vermeye mecbur bırakanlar çoğunlukla Kürt işçilerdir. Direnişin itici gücü Kürt kimliğini çekinmeden söyleyen emekçilerdir. Bunun nedeninin de Kürt Yurtsever Hareketinin kazanımı olduğu konusunda hemfikir olmak gerekiyor.

Kürt hareketinin ve onun politik öznelerinin TEKEL hareketinde doğrudan yer almamaları bir ulusal hareket için elbette sorun edilemez. Ama Kürt hareketinin, devletin politik tasallutunu kırma, yıpratma bağlamında ezilenlerle kurduğu ilişki ve pratik politika alanından aktarılan bilinç, TEKEL direnişinin ana gövdesini oluşturan Kürt işçilerde gözlenmektedir. Görüldüğü gibi politika alanında, an’da, sınıflar saf halleriyle karşılaşmış olarak konumlanmazlar. Devletin şiddet tekeli karşısında uzun soluklu bir mücadele pratiği sergileyen bir ezilen hareketi, kendisi doğrudan gözükmese bile işçi direnişinin bileşenlerinden biridir. Kimse kusura bakmamalıdır; Marksizmin ezilenleri önsel olarak seçme lüksü yoktur. Eyleyen, ezenlerin şiddet tekelini kıran ezilenlerin pratiği, Marksizmin doğrudan ilgi alanıdır.

Küçük grupların, işçilerle samimi bir ortam kurmayı becermeleri umut vaad ediyor. Biz işçiciliğin bu iki ayrı eğilimi arasındaki farkın önemli olduğunu vurguluyoruz.[7] Ancak onların da işçilere ontolojik bir ayrıcalık tanımaya devam ettikleri sürece, Türkiye çapında Kürt Yurtsever Hareketinden dünya ölçeğinde ise İslamcı direnişlerden kopacağını iddia ediyoruz. İşçicilik/sosyalizmcilik olarak adlandırılabilecek çizgi her zaman “devletle barışık reformcu öze” dönüş tehlikesini içinde barındırır. İşçi hareketlerinin de ezilen hareketlerinin diğerler öğeleri gibi sömürüsüz ve eşitlikçi bir dünya için denizi besleyen yalnızca birer ırmak olduğu akıldan çıkarılmamalı.

Türkiye politik ortamının etkili unsurlarından olan İslamcı hareketten ise TEKEL direnişine doğrudan bir destek gelmedi. Direnişin yaşandığı günlerde, İslamcı hareketin bir kanadı askeri darbe planlarına karşı sokaktaydı; şiddet pratiği sergileyen bir grubu ise devletin operasyonlarıyla karşılaştı. Bu noktadan bakıldığında, Türkiye İslamcılığının hatırı sayılır mevcudunun ezenler arası mücadele hattında politika yapmaya öncelik verdiği görülecektir. Bu tutum, bu hareketin devletlü karakteriyle –bir nebze– açıklanabilir. Bunun yanında sistemin modernist ve laik yapısının eleştirisi, İslamcı grupların birincil gündemidir; devlet egemenleri arası çatışma da bu politik yönelimi kolaylaştırıcı etki yapıyor. Silahlı radikal İslamcılık ise Türkiye’den daha çok, Ortadoğu ve dünya İslamcı hareketiyle bağları bakımından önem taşır; bu yüzden Türkiye İslamcı hareketine ciddi bir katkısının olduğu söylenemez. Bu konuda bir parantez açılarak –tekrara düşme pahasına– şu söylenebilir: Sosyalist hareketin Aydınlanmacılık ve laiklikten ödün vermez tutumu, Marksizmi 300 yıllık burjuva devrimleri geleneğine sıkıştırmaktadır. Tarihe miyop bakan bu yaklaşım, ezilenlerin pratikleriyle kurulacak ilişkinin imkânlarını oldukça daraltıyor. Türkiye sol hareketinin –kopulduğu iddia edilse de– Kemalist Aydınlanmacılıkla olan bağları, mevcut politikasızlığı daha da derinleştiriyor.

Dolayısıyla bazıları için akıllara zarar sayılabilecek bir karşı slogan öneriyoruz:

“İşçilerin birliği sermayeyi yenecek” cümlesine karşı “İşçiler de bölünmeli, sol da..!”

Devletin ve ordunun bekasını kendilerine dert edinenlerin, ezilen mücadelesinden kaçmak amacıyla sürekli vurgu yaptıkları Kardeşlik-Laiklik-Üretim üçlüsüyle nitelenebilecek “teorik engele” karşı, TEKEL dâhil olmak üzere her yerde Kürt-İslam-Şiddet bileşenlerinin dinamiği aranmalıdır, yaratılmalıdır.

 



[1] Sibel Özbudun, “Kızılay’da Bir Hayalet Dolaşıyor”, www.sendika.org

[2] Melik Kara, “Post-Devrimcilik Dönemi (Teori ve Politika İçin Durum Misyon Gelecek)”, Teori ve Politika 46

[3] Bu sloganı eylem sürecinde İP kullandı. Ergenekon operasyonuyla Kemalist solda açılan boşluğu doldurmaya aday sloganlar da göze çarpıyor: TKP: “TEKEL İşçisi Yan Gelip Yatmadı Vatanı Satmadı.”

[4] Kemal Okuyan, “TEKEL İşçisi Suçludur”, www.sol.org.tr

[5] Kemal Okuyan, “TEKEL İşçisi Suçludur”, www.sol.org.tr

[6] Bkz. Kemal Okuyan, “Devrimci Siyasi Görevlere Dair”, www.sol.org.tr: “Bu anlamda AKP iktidarının bir-iki yılından sonra, Türkiye’de devrimci mücadelenin bu partide cisimleşen iradeyle hesaplaşmak üzerine kurulması gerektiğini söyleyenler, bu sadeleşmeye götüren öngörülerinde haklı çıkmışlardır.(…) AKP’nin elde ettiği siyasal mevziler ve kendisine yüklenen ve kendi misyonlarında katettiği yol ile onun toplumsal meşruiyetindeki erozyon arasındaki çelişkiyi esas almak durumundayız. (…) Bir başkası, söz gelimi bir liberal için AKP ile ordu arasındaki gerilim dönemi tanımlamada hareket noktası olabilir. AKP ile ordu arasında bir gerilim olmadığı söylenemez ama biz buraya bakmıyor, AKP’nin toplumsal meşruiyetinin azalmasına odaklanıyoruz. “

[7] Genel eğilimi örgütlemeye çalışan “Birinci tür işçiciliğin” devletlü politikalarıyla devrimciliğin / Marksizmin bırakalım radikal çekirdeğine, geniş çaplı çizilecek çeperlerine bile dâhil edilemeyeceği görülüyor. “İkinci tür işçicilik” ise kendilerine koydukları bir takım teorik engellere karşın, Kürt Yurtsever Hareketine olumlu yaklaşımlarıyla devrimcilik alanını oluşturuyorlar.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar