Ana SayfaArşivSayı 46Ulusal Sorun ve Partizan’ın Kaypakkayacılığı Üzerine Notlar

Ulusal Sorun ve Partizan’ın Kaypakkayacılığı Üzerine Notlar

Ulusal Sorun ve Partizan’ın Kaypakkayacılığı Üzerine Notlar

Serhat Yıldırım

Partizan Dergisinde, “Ezen Ulus Milliyetçiliğinin Panzehiri Ezilen Ulus Milliyetçiliği Değildir” başlıklı bir yazı yayımlandı.[1] Yazıda Atılım Gazetesi ve Yürüyüş Dergisi, ulusal sorunu ele alışları bakımından eleştiriliyor. Partizan, bu iki “olumsuz” örnek üzerinden, Kürt ulusal sorununa ilişkin kendi tavır ve görüşünü ortaya koyuyor.

Yazı, eleştirilerini İbrahim Kaypakkaya gibi bir temel ve ilk referans üzerinden yapıyor. Bu yazıda bizim Partizan’ı eleştirimizin meşruiyeti de temelini Kaypakkaya referansında buluyor.

Partizan’daki yazı, muhataplarını eleştirmenin dayanağını Kaypakkaya’nın ulusal sorun üzerine eserinde buluyor: “İbrahim Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu tespitler ve görüşler sorunun gerçekliğini ve devrimdeki rolünü aydınlığa çıkarmış olsa da ve aynı zamanda bu sorunun sınıflar arasındaki mücadelede ne derecede belirgin çizgiler oluşturduğunu apaçık belli etmişse de, çok açık doğruların dahi eğilip büküldüğünü anlaşılmaz hale getirildiğini görmekteyiz.” (s. 17) Partizan, “Ulusal Sorun(un), Türkiye’deki devrimci hareketin/hareketlerin kendilerini görme, sınama anlamında uğraşmak durumunda kaldıkları/oldukları en önemli konulardan biri” olduğunu da isabetle kaydediyor. Partizan’ın vurguladığı gibi, Kaypakkaya’nın ulusal sorun üzerine geliştirdiği görüşler ve politik tutum, bir nirengi noktası olmuştur ve bu soruna ilişkin ondan sonraki görüş ve gelişmeler bu nirengiye vurularak değerlendirilmelidir. Biz burada, Kaypakkaya nirengisine bizzat Partizan’ı vuracağız. Partizan yazarı, başlangıçta haklı olarak, Kürt ulusal sorununu ele almada sarsılmaz bir referans olarak aldığı Kaypakkaya’nın görüşlerinin gelip kendi görüşlerini de vurduğunu görmemektedir.

Aşağıda öncelikle yazıda ifade edilen görüşler özetlenecek daha sonra da ulusal sorun ve “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” konusunda ardılı oldukları İbrahim Kaypakkaya ile yazarın görüşleri arasındaki farklılıklar ve çelişkiler ortaya koyulmaya çalışacaktır.

Partizan yazarının iddiasını şu ifade formüle etmektedir: “Yürüyüş yazarları ulusal sorunun özünü görmemekten muzdariptirler. Bu hastalık onların ezilen Kürt ulusunun burjuvazisinin ulusal baskıya karşı mücadelesini inkar etmelerine neden olmaktadır. Atılım ise aynı dertten muzdarip olduğu halde ezilen ulusun burjuvazisine gereğinden fazla misyon yüklemektedir ve gerçek çözümü burjuvaziye bırakmaktadır.” (s. 19) “Atılım, Kürt burjuvazisine karşı Kürt işçi ve emekçilerinin mücadelesini inkar etmekte ve her zaman yaptığı gibi Kürt milliyetçiliğinin değirmenine su taşımaktadır. Atılım Yürüyüş’ü Türk şovenizmine düşmekle eleştirirken kendisinin Kürt milliyetçiliğine destek oluşunu perdelemektedir.” (s. 20)

“Her koşulda Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı savunmak komünist olmanın bir gereğidir” diyen Partizan yazarı sözlerini şu şekilde sürdürmektedir: “Ancak bu, her koşulda ulusların ayrı bir devlet kurmasını savunmak değildir.” (s. 20)

“Son zamanlarda PKK’nin de savunduğu biçimiyle Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı ille de ayrılmak biçiminde yorumlamak ise apayrı bir konu olarak gündeme taşınmaktadır. (…) Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı ayrılıp ayrı devlet kurmak biçiminde formüle etmek düpedüz burjuva çıkarlarına göre davranmaktır. (…) (İ)şçi ve emekçiler arasına ulusal çitler çekmek komünistlerin savunacağı bir yaklaşım olamaz. Bu gibi yaklaşımlara ezilen ulustan geliyor diye güven beslemek ve destek olmak komünistlerin esas görevini, tüm ezilenlerin çıkarını esas almak sorumluluğunu unutmak demektir.” (s. 21) Demek ki Partizan yazarı ‘Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı her koşulda savunmamaktadır.

Partizan yazarı, Yürüyüş’te çıkan bir yazıyı eleştiren Atılım’ın, Yürüyüş dergisinin söz konusu ilkeyi “Ulus”ların değil “Halk”ın Kendi Kaderini Tayin Hakkına dönüştürdüğünü iddia ettiğini dile getiriyor: “Oysa bizim bundan anladığımız Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın devrim sonucunda Kürt ulusuna devrimin tanıdığı bir hak olacağı iddiasıdır.” (s. 23)

Partizan yazarına göre, “Yürüyüş ezilen ulusun burjuvazisi üzerindeki ulusal baskıyı görmeyerek, bu kesimin verdiği mücadelenin demokratik içeriğini inkar ederken, Atılım da ezilen ulus burjuvazisi ile ezilen ulusun işçi ve diğer emekçileri arasındaki çelişkiye gözünü kapamakta ve böylece ezilen ulus burjuvazisinin ayrıcalık elde etme yönelimini, amacını inkar etmektedir.” (s. 24) “Nihayet her iki akım da işçi ve diğer emekçilerin birliğini baltalayıcı yönde tavır geliştirmektedir.” (s. 24)

Partizan yazarı gerek Atılım’ı gerek Yürüyüş’ü eleştirirken, bazen, Yürüyüş ile aynı argümanlardan hareket etmekte ve aynı kavramlar üzerinden “işçi ve emekçiler arasına ulusal çitler çekmek” gibi saptamalarla Atılım’ı eleştirmektedir.

İbrahim Kaypakkaya, “Türkiye’de Ulusal Sorun” yazısının “ ‘Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı’, Ayrı Bir Devlet Kurma Hakkından Başka Bir Şey Değildir” başlıklı bölümünde şöyle demektedir: “Bir yandan ulusun kendi kaderini tayin hakkı kaşla göz arasında halkın kendi kaderini tayin hakkına dönüştürülüyor, (…) öte yandan kendi kaderini tayin hakkı ayrı bir devlet kurma hakkından başka bir şey sayılıyor.”[2] “(K)endi kaderini tayin hakkı (…) ayrılma hakkı, ‘ayrı bir devlet kurma hakkı’ anlamına gelir. Komünistlerin her koşul altında ve kayıtsız koşulsuz savundukları şey, ‘kendi kaderini tayin hakkı’ yani ayrı bir devlet kurma hakkıdır.“[3]

Kaypakkaya, ulusal sorun ile ilgili yazısının bütün bölümlerinde “kendi kaderini tayin hakkı” ile “ayrı devlet kurma hakkı”nı sürekli birlikte kullanmaktadır. Onun, kendi kaderini tayin hakkı ibaresinden ayrı devlet kurma hakkından başka bir şey anlamadığı belirsizliklere yer vermeyecek kadar açıktır.

Oysa Partizan yazarına göre, “Her koşulda Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı savunmak komünist olmanın bir gereğidir. Ancak bu her koşulda ulusların ayrı bir devlet kurmasını savunmak değildir.” (s. 20) Partizan yazarı böylece Kaypakkaya ile farklı şeyler söylediği gibi, aynı zamanda, “Komünistlerin her koşul altında ve kayıtsız koşulsuz savundukları şey”i kayıt ve koşula bağlamış olmaktadır. Partizan yazarı bununla da yetinmeyip, “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı ayrılıp ayrı devlet kurmak biçiminde formüle etmek düpedüz burjuva çıkarlarına göre davranmaktır” (s. 21) diye iddia edebilmektedir!

Partizan yazarı, “işçi ve emekçiler arasına ulusal çitler çekmemek” onların mücadelede bütünlüğü ve birliğini savunmak adına Kürt hareketinin ayrılma talebine karşı çıkmaktadır. Oysa Kaypakkaya, 1972’de, Kürt ulusal mücadelesinin günümüzdeki düzeyinin çok gerisinde olduğu bir dönemde bu ihtimalleri düşünmüş ve komünistlerin alması gereken tutumları belirtmiştir. Kaypakkaya’ya göre komünistler, “Kürt ulusunun ayrılmasını, ‘bir bütün olarak toplumsal gelişmenin ve sosyalizm için proletaryanın sınıf mücadelesinin çıkarları açısından yargılar’, bizzat ayrılmayı destekleme veya desteklememe yolunda bir karara varırdı. Eğer ayrılmayı proletaryanın sınıf çıkarlarına uygun buluyorsa, Kürt işçileri ve köylüleri arasında bunun propagandasını yapardı; özellikle Kürt komünistleri kendi halkı arasında birleşmenin propagandasını yapardı ve ulusal baskılara karşı mücadeleyi toprak ağalarının, mollaların, şeyhlerin, vb. durumunun güçlenmesiyle bağdaştırma çabasında olanlara karşı mücadele ederdi. Buna rağmen Kürt ulusu ayrılma yönünde karar verirse, Türk komünistleri buna razı olur, ayrılma isteğinin karşısına zor çıkarma eğilimleri ile kesinlikle mücadele ederlerdi. (…) Eğer komünist hareket, Kürt ulusunun ayrılmasının proletaryanın sınıf çıkarları açısından yararlı olacağına karar verirse, örneğin ayrılma halinde Kürt bölgesinde devrim olanağı artacaksa, o durumda bizzat ayrılmayı savunurdu; hem Türk işçi ve emekçileri arasında, hem de Kürt işçi ve emekçileri arasında ayrılmanın propagandasını yapardı.”[4]

“Ayrılmanın, devrimin gelişmesini olumsuz yönde etkilemesi durumu” söz konusu olursa komünistler ne yapmalıdır? Kaypakkaya’nın yanıtı şu: “Komünistler böyle bir durumda zor kullanmayı kesinlikle reddederler. Kürt işçileri ve emekçileri arasında ‘birleşme’ lehinde propaganda yürütmekle birlikte, ayrılma isteğinin önüne asla zor çıkarmazlar. ‘Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’nı tanımak, bir ulus bu hakkı kullanmak, yani ayrılmak istediği zaman onun karşısına asla engel ve güçlük çıkarmamak demektir. Komünistler, Kürt ulusunun ayrı bir devlet kurup kurmayacağı kararını tamamen ve kesinlikle Kürt ulusuna bırakır. Kürt ulusu isterse ayrı bir devlet kurar, istemezse kurmaz. Buna karar verecek olan, başkaları değil, Kürt ulusudur.”[5]

Kaypakkaya, Kürt ulusunun ayrılma isteği konusunda kararı Kürt ulusuna bırakır ve buna peşinen razı olur. Fakat öte yandan, Kürt ulusu tarafından alınan ayrılma ya da ayrılmama kararına karşı da devrimin olanaklarını arttırmasına göre tavır alır. Oysa Partizan yazarının, ‘işçilerin ve emekçilerin birliği’ gibi sebeplerle, Kürt ulusu adına ayrılmama kararını çoktan vermiş olduğu anlaşılmaktadır.

Kaypakkaya, “Sorunu bulandırmaya yarayan ‘Kürt halkı, emekçileri’ gibi Leninizm öncesi yaklaşımlara karşı son derece uyanıktır.”[6] Kaypakkaya’nın ölçüsü nettir: devrimin olanakları! Kaypakkaya, ulusal meselenin tartışıldığı bir platformda, ‘Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin birliği’ adına Kürtlerin ayrılma talepleri konusunda yargıya varmaz. Oysa Partizan yazarı, bu kararı Kürt ulusuna bırakmadan çoktan vermiştir. Ayrılmak yok! İşçileri ve emekçileri ulusal çitlerle bölmek yok! Oysa Kaypakkaya bu meselede oldukça hassastır. Gerek Mihri Belli’nin gerekse de “Şafak Revizyonistleri”nin birlik ve kardeşliğe dayanan tezlerinin ‘bölücülük’ demagojisi olduğunu saptar. Kaypakkaya Şafak revizyonistlerinin, “Hareketimiz Türk ve Kürt halklarının devrimci birlik ve kardeşliğine düşmanlık güden her milliyetten egemen sınıflarla ve onların bölücü politikası ile mücadele eder” tezine, “Bunların ‘bölücü politika’ tabiri Türk egemen sınıflarının şoven milliyetçilerinin ve feodallerinin siyasi sözcüğünden ödünç almıştır. (…) Bölücülüğün Türkiye’de taşıdığı anlam ‘toprakların bölünmesi’, ‘devletin birliğinin ve bütünlüğünün bölünmesi’dir”[7] sözleriyle yanıt verir.

Partizan yazarı, Güney Kürdistan yönetiminin emperyalistlerle işbirliğini de anıyor. Doğru; Güney’deki başlıca Kürt özneler, ABD’nin Irak işgaline karşı çıkmamakta, hatta ABD ile işbirliği yapmaktadır. Emperyalizm ile işbirliği yapan bir ezilen ulus hareketi karşısında tavrımız nasıl olmalıdır?

Bu konuda da Kaypakkaya referansına başvurmakta yarar var. Kaypakkaya önce genel bir tutum ifade eder: “Bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı, emperyalizme alet oldukları veya olabilecekleri iddiasıyla kısıtlanamaz veya ortadan kaldırılamaz.”[8]

Ardından Kaypakkaya’nın bir tarihsel olay bağlamında emperyalistlerle işbirliği sorununa nasıl yaklaştığını izleyebiliriz: “Bir de Şeyh Sait ayaklanmasının arkasında İngiliz emperyalizminin parmağı olduğu iddiasıyla, Türk egemen sınıflarının ulusal baskı politikasını savunmaya yeltenen sözümona ‘komünistler’ var. (…) Şeyh Sait isyanının arkasında İngiliz emperyalizminin parmağının olduğunu varsayalım. Bu koşullarda bir komünist hareketin tutumu ne olmalıdır? Birinci olarak, Türk egemen sınıflarının Kürt ulusal hareketini zorla bastırma ve ezme politikasına kesinlikle karşı çıkmak, buna karşı aktif bir şekilde mücadele etmek, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesini istemek, yani ayrı bir devlet kurup kurmamaya bizzat Kürt Ulusunun karar vermesini istemek.“[9] O, ayrıntılı ve çeşitli olasılıkları gözeten bir açıklama yapar.

Böylece “Kaypakkaya, Kürt hareketinin gerisindeki emperyalizme ve karşısındaki devlete karşı nasıl somut politik mücadele verilebileceğini, ama esas hedefin emperyalist ülke değil yerel düşman olduğunu açık ifadelerle anlatır”.[10]

Durum böyle iken, Partizan yazarı, Barzani yönetimine ilişkin, AB ve ABD tarafından desteklendiği gerekçesi ile Kaypakkaya’nın görüşlerinin ve tutumunun tam tersini salık vermektedir.

71 devrimcileri arasında Kürt meselesi söz konusu olduğunda Kaypakkaya’nın tezleri kuşkusuz ve kesin olarak Marksisttir. Oysa bugün Kaypakkaya’nın ardılları olarak varlığını sürdüren Partizan Dergisinin, ulusal sorun konusundaki değişen şartları Kaypakkaya’nın yöntemi doğrultusunda izlemeyerek, orijinal kaynağından uzaklaşmış olduğunu söyleyebiliriz.

71 devrimciliği döneminde ve onu izleyen birkaç yılda Kaypakkaya’nın ulusal soruna ilişkin görüşleri bir yıldız gibiydi –hem göz kamaştıran, hem yol aydınlatan… Fakat bugün bu tutarlı komünist devrimcinin izinde olduğunu savunan Partizan’ın ulusal soruna ilişkin görüşlerinin bir öbek içinde herhangi bir özgünlüğü bulunmamaktadır. Özellikle PKK’nin 1984’le başlattığı yeni devrimci sürecin ilişkileri ve gerekleri karşısında Kaypakkayacıların önderlerinin misyonunu izleme ve yeni koşullarda üretme konusunda özel bir yükümlülük üstlenmesinin beklenmesi normaldi. Fakat, bir dönemde ileride olan her zaman ileride kalamıyor!

Partizan, Atılım ve Yürüyüş ile tartışmadan önce Kaypakkaya ile hesaplaşmalıdır!

 



[1] “Ezen Ulus Milliyetçiliğinin Panzehiri Ezilen Ulus Milliyetçiliği Değildir”, Faşizme, Emperyalizme, Feodalizme, Şovenizme ve Her Türden Gericiliğe Karşı Partizan, Mayıs-Haziran 2008, Sayı: 65, ss. 16-24. Bu yazıdan yapılan aktarmalarda sayfa numarası metnin içinde verilecek.

[2] İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık, İstanbul 1992, s. 248

[3] Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 249

[4] A.g.e., s. 228

[5] A.g.e., s. 254

[6] Metin Kayaoğlu, “Marksizmin Kaypakkaya’da Özgülleşen Devrimci Diyalektiği”, Teori ve Politika 42-43, Yaz-Güz 2006, s. 104

[7] Kaypakkaya, Seçme Yazılar, s. 256

[8] A.g.e., s. 229

[9] A.g.e., s. 227

[10] M. Kayaoğlu, a.g.e., s. 105

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar