Ana SayfaArşivSayı 30Savaşlar Devrime Nasıl Yol Açar?

Savaşlar Devrime Nasıl Yol Açar?

Savaşlar Devrime Nasıl Yol Açar?

Sosyalist İşçi Partisi (İrlanda)

Çeviri: Anahid Hazaryan

“Batı demokrasisinde halkla temasınızı kaybederseniz seçimleri kaybedersiniz. Monarşilerde ise kellenizi.” Bu sözler, Suudi Arabistan’ın ABD elçisi Prens Bandar’a ait.

Devrim genellikle çoğu insan için uzak bir olasılıktır. Kendimizi sadece var olanla kısıtlamamız, en fazla marjinal reformların hayata geçirilmesi için çaba göstermemiz gerektiğini düşünürüz.

Ütopya

Çevremizdeki herkes devrimin “uygulanamaz” ve “ütopik” olduğunu söyler. Bu tür görüşler özellikle de savaş karşıtı hareket içinde yer alan ve Afganistan, Ortadoğu’daki sorunlara “doğru bir çözüm” bulunması için liderlerin BM ya da birtakım uluslararası mahkemeler aracılığıyla davranmasını isteyen kesimler arasında yaygındır.

Oysa bu liderlerin entrikaları Afganistan’ın yıkımına, Ortadoğu’nun darmadağın olmasına neden oldu. Aslında, bunların birdenbire barış havarilerine dönüşmelerini beklemekten daha ütopik ve daha absürd bir şey olamaz. Öte yandan, son 100 yılın tarihine baktığımızda savaş trajedisinin devrimci ayaklanmalara yol açabileceğini görüyoruz.

Yenilgi

1903’te Japonya ve Çarlık Rusyası kuzeydoğu Çin’in emperyalist kontrolü için korkunç bir savaşa girişti. Devrim, iki yıl sonra, yenilen Rusya’nın her yerine yayılmıştı. 1914’te tüm Avrupa devletleri Birinci Dünya Savaşı gibi kitlesel bir kıyım için bir araya geldiler. Şubat 1917’de devrim Rus Çarı’nı devirip, Ekim’de Bolşevikler’in başını çektiği işçi sınıfını iktidara getirdi. Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorlukları 1918’de çöktü. İkinci Dünya Savaşı’nda da benzer bir durum gözlendi.

1939’da Batı Avrupalı güçler arasında patlak veren savaş iki yıl içinde dünya üzerindeki belli başlı devletleri de kapsayarak yayıldı. 1943 ve 1944’te, İtalya, Yunanistan ve Fransa’da neredeyse devrimci bir değişime yol açacak sol bir direniş hareketi patlak verdi; üç yıl sonra da devrimci ordu Pekin’i ele geçirdi.

1948’de İsrail ordusu Filistin’deki, Mısır da dahil olmak üzere, Arap ordularını yenilgiye uğrattı. Dört yıl sonra Mısır ordusundaki hoşnutsuzluk monarşinin devrilmesini, yerine Abdül Nasır liderliğinde ulusalcı, anti-emperyalist bir hükümetin kurulmasını sağladı.

1956’da İngiltere, Fransa ve İsrail bu hükümete saldırdı, İngiliz uçakları Mısır kentlerini bombaladı. Bunun ardından ortaya çıkan huzursuzluk tüm Ortadoğu’ya yayıldı ve 1958’de Irak’ta İngiltere yanlısı kralın devrilip halkın gözü önünde asılmasına tanık olundu.

1962’den itibaren Portekiz’deki faşist yönetim Afrika’daki Angola, Mozambik ve Guinea-Bissau gibi ülkelerde korkunç savaşlar başlattı. 1974-75’te bu savaşları kazanamaması Portekiz içinde devrime neden oldu.

Her durumda savaş farkında olmadan devrimin ebesi rolünü üstlendi. Savaş başladığında kimse böyle olacağını tahmin etmemişti. Savaşın yarattığı ilk etki genelde, daha önce politika hakkında pek fazla düşünmeyip, büyük medyadan aldığı haberlerle fikir sahibi olan insanlar arasında aşırı milliyetçi eğilimlerdi.

Savaş karşıtları, çevrelerindeki sonu gelmeyen barbarlıktan dolayı kendilerini tecrit edilmiş hissediyorlardı. Bu nedenle, 1914’te büyük Alman-Leh devrimci Rosa Luxemburg intiharın eşiğine gelmişti.

Ancak savaş insanların bilinen yaşam biçimlerini bozup onları kapitalist toplumun acı gerçekleriyle -cephedeki ölü sayısının akıl almaz boyutlara varması, artan fiyatlar ve uzun çalışma saatleri, buna karşılık ulusal birliği övenlerin kazançlı çıkmaları- karşı karşıya bırakınca durum değişti.

Durumun ciddileşmesi

Eğer mevcut savaş uzarsa, Doğu Akdeniz’den Bengal Körfezi’ne uzanan bölge devrimci isyanın merkezi olacaktır. Afganistan’ın geleceğiyle ilgili Hindistan ile Pakistan arasındaki ciddi sürtüşmeler Keşmir’le ilgili kavgalarını daha da ciddi boyutlara vardırıp Pakistan’daki askeri diktatörlüğün devrilmesine yol açabilir.

Batı kapitalizmi açısından daha tehlikeli olan ise Ortadoğu’daki durum. Arap Yarımadası’nda petrol zengini ülkelerin yöneticileri geçmişte böl ve yönet sistemini uyguladılar.

Petrol gelirlerinin çok az bir bölümünü halklarına istihdam ve bir tür sosyal devlet güvencesi sunmak amacıyla kullandılar. Mısır, Filistin, Hindistan, Filipinler’den gelen göçmen işçileri en pis ve ağır işlerde çalıştırdılar.

Ancak on yıl süren ekonomik kriz bu sistemin altını oydu. Bu ülkelerden en önemlisi olan Suudi Arabistan’da kişi başına düşen ulusal gelir eski yıllardaki rakamların dörtte birine düştü. Artık eğitimli orta sınıf için bile iş güvencesi yok; yoksulluk ise ülke yöneticilerinin lüks saraylarının yanı başında.

Topraklarından petrol çıkmayan ülkelerin en önemlisi olan Mısır’da ise durum daha da vahim. Hükümetin izlediği “neo-liberal” politikalar toplumun çok küçük bir azınlığının lüks içinde yüzmesini sağladı.

Buna karşılık köylüler arasında yoksulluk hızla artarken işçi sınıfının yaşadığı bölgelerde işsizlik hızla yayılıyor.

Hatta kamu işlerine güvenen orta sınıflar bile yoksullaşıyor. Şimdiye kadar acımasız bir baskıyla insanların hoşnutsuzluklarını dile getirmeleri engellenmeye çalışıldı.

Ancak bu yöntem gittikçe daha az etkili oluyor. Son derece baskıcı bir sistemde kıvılcım genellikle büyük bir patlamaya yol açar.

Nitekim, Ortadoğu’nun en son büyük devrimi olan 1978-79’daki İran devriminde bu durum yaşandı.

Entelektüeller, öğrenciler ve din adamlarının protestoları olarak başlayan hareket birkaç ay içinde büyüyüp milyonlarca yoksulu ve özellikle de petrol endüstrisinde çalışan işçileri kapsayan bir harekete dönüştü. Ordu da taraf değiştirince İran’ın yöneticisi şah kaçmak zorunda kaldı.

Bu tür devrimci başkaldırılarda halklar sadece hoşnutsuzluklarını dile getirmekle kalmayıp toplumları yönetmek için yeni yöntemler de geliştirmeye çalışırlar. Buna karşı yöneten sınıflar ise kitlelerin amaçlarına ulaşmalarını engellemek için eski fikirlerin etkisinden yararlanmayı denerler.

Katliam

Örneğin, Almanya’da 1918 yılından sonra kapitalist sınıf işçi konseylerini dağıtıp egemenliğini yeniden kurmaya çalışırken binlerce solcu eylemciyi katletti. İran’da 1978 yılından sonra kapitalist sınıfın bir bölümü, karşı devrime dinsel bir boyut katmak amacıyla bu kez İslami kesimin bir bölümüyle işbirliği yapıp bu amaca ulaşmayı başardı.

İslam aslında diğer dinlerden daha gerici değil. İnsanlar genelde baskılara karşı bir umut mesajı sunduğu için dine yönelirler. Ancak mesaj genellikle belirsizdir ve dinsel bir söylemle sunulduğu için baskılara karşı mücadeleyi yönünden saptırmak isteyenlerin kötü niyetlerine alet olabilir.

Günümüzde, muhalefetin ancak din aracılığıyla sesini yükseltebildiği Suudi Arabistan’da bu durum çok önemli. Bu muhalif tepki kolaylıkla, yozlaşmış monarşinin devrilmesi, ABD askeri varlığına karşı çıkılması ve Filistinlilere destek verilmesi için dinsel bir söylem kullanan Bin Ladin’e yönelik bir hayranlığa dönüşebilir.

1980’lerde ve 1990’ların başlarında Mısır’da benzer fikirler, silahlı grupların öğrenciler arasında fazla sayıda sempatizan bulmasını sağladı.

Değişimin alttan gelen kitlesel bir mücadeleden değil toplumu “çürümüş” etkilerden temizlemek isteyen üst kesimden kaynaklandığı görüldü. Devlet silahlı grupların liderlerini idam edip binlerce eylemciyi de çöldeki toplama kamplarına göndererek bunları kolaylıkla tecrit edebildi. Günümüzde bu örgütler var olmasalar da fikirlerinin hala etkili olduğu bir gerçek.

Bu örgütlenmeler sadece, mevcut devlete ve baskılara destek vermeyip kesin bir devrimci seçenek sunanlar ortaya çıkarsa ortadan kalkar.

Bu da her şeyi, dünyadaki tüm sömürülen sınıfların, tüm dinlerin ya da hiçbirinin kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelesi bağlamında değerlendiren bir solun oluşumu anlamına geliyor.

Çatırdama

Arap rejimlerinden herhangi birisi çatırdamaya başlarsa bu tür fikirler tabana yayılabilir. Sanayi işçileri bölge nüfusunun küçük bir bölümünü oluşturuyorsa da stratejik açıdan önemli noktalarda toplanmış bulunuyor. Bunlar kendi çıkarları için mücadeleye giriştikleri takdirde tüm ezilenler için bir umut kapısı olabilirler.

Dünyanın geri kalan kısmında devrimci anti-kapitalist solun oluşturulması bu sürece katkıda bulunacaktır. Medya savaş karşıtı gösterilerimizi görmezlikten gelse de Ortadoğu’daki TV’ler bunları yayınlayacaktır.

İnsanlar uluslararası anti-kapitalist ve anti-emperyalist bir hareketin varlığını ne kadar çok görürse, iletilen mesaja da o kadar çok ilgi duyacaktır.

Savaş trajedisi bir kez daha, özellikle de Ortadoğu’da devrimi besleyen bir zemine dönüşüyor.

 

Socialist Workers Party in Ireland’ın web sitesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar