Ana SayfaArşivSayı 30Kapitalizm ve savaş

Kapitalizm ve savaş

Kapitalizm ve savaş

Çatışma Teorileri

Çeviri: Ali Pınarbaşı

Anti-kapitalist hareketin savaş ve devlet baskısına karşı duruşu nedir? Luca Casarini ve Alex Callinicos tartışıyor.

Alex Callinicos: Prag’da ve çok değişik bir yoldan Cenova’da, Tute Bianche (Beyaz Tulumlular) ve Uluslararası Sosyalist Akıma mensup sosyalistlerin iki açıdan ortaklaştıkları ortaya çıktı. İlki, yeni bir mücadele ve yeni bir direniş dönemine girdiğimiz fikri, ikincisi de geleneksel solunkinden daha farklı örgütlenme isteği. Cenova’dan önce de bütün dünyada strateji konusunda bir tartışma yürüyorsa da savaşla birlikte iş daha fazla ciddiyet kazandı. Sanırım, hangi konuda ortak olduğumuzu, hangisinde ayrıştığımızı ve birbirimizden ne öğrenebileceğimizi araştırmamız gerekiyor.

Luca Casarini: Beyaz Tulumlular şimdi, eskiden olduğu gibi değil. Amaçlarla yolları karıştırmamak önemli. Bizim için yol, otonomistlerin yarattığı bir ağ idi; ama bu otonomistleri aştı, çünkü 1970’lerin ve 1980’lerin politik tecrübesinin sona erdiği sonucuna vardık. Beyaz Tulumlular deneyimi, paradigmaları değiştirme gayretinde, dili değiştirme gayretinde ve direniş kadar diğer politik güçlerle ilişkimizi değiştirme gayretinde önemli olmuştur.

Beyaz Tulumlular Cenova’da amacına ulaştı ama bu sadece kısmi bir amaçtı. Bizim için asıl amaç sivil topluma, her zaman çatışma olduğu ve olacağı fikrini götürmekti. Bu sadece çatışma temasını yükseltmek değil, fakat insanlar arasında daha büyük bir oydaşma temasını da yükseltmekti. Zapatistalardan kendini yayma ve sağlanan oydaşmanın alanını genişletme düşüncesini öğrendik. Bu şekilde geliştirdiğimiz şeylerden biri sivil itaatsizlik kavramıdır –bir araya geliş ve çatışma fikrini yükseltme–, ama aynı zamanda bir düzeyde oydaşma gayretidir.

Önemli olan bu itaatsizlik pratiğidir. Bu bizim, özelleşmiş bir ordu ya da insanların bizi takip ettiği bir öncü kol olduğumuz anlamına gelmiyor. Bu, yeniden üretilebilir ve başkalarınca sahiplenilebilir bir ilkedir. Eskisi gibi ağların içinde hegemonya sağlamak ve öncü kol olmaya çalışmaksızın, bu ağlara girmekle ve bunların içinden gelişmekle, eski soldan farklı şeyler yapmaya çalıştık. İnsanları ikna etme yolunun pratikten, katılımdan ve insanlarla tartışmaktan geçmesini istiyoruz.

Şimdi, Cenova’dan sonra Beyaz Tulumlular yeni bir dönem içindeler. Aslında Beyaz Tulumlular artık yok. Bizim için Cenova, beyaz Tulumluları çıkarmakta önemli bir kavşaktı. Beyaz tulum giymeden de sloganların, vizyonun ve fikirlerin herkesçe kabul edildiği açıktı. Şimdi İtalya’daki sosyal forumlar şemsiyesi altında, ‘itaatsizlik’ dediğimiz yeni bir alan yaratmaya çalışıyoruz. İnsanların dikkatini çekmeye çalıştığımız şeylerden biri, her çeşit kitle hareketinin belli noktalarda karşı karşıya gelmek zorunda olduğu, illegalite konusudur.

Alex Callinicos: Marksist geleneğin bugünkü durumla ilgili temel öğeleri olduğuna inanmaya devam ediyoruz. Marksizmin bozulmuş Stalinist çarpıtmaları olarak gördüğümüz şeyle, Marx’ın kendi politikasının kalbi olarak gördüğümüz, işçi sınıfının kendiliğinden özgürleşmesi kavramı arasında keskin bir ayrım vardır. Bizim için, dahil olduğumuz her kavgada önemli olan şey, insanları kendileri için savaşmaya sevk eden, kendiliğinden eylemdir. Sanırım burada bizim ve sizin yaklaşımlarınız arasında açık bir kesişme var.

Ama hala birtakım klasik sorular cevaplanmamış halde. Bunların ikisini söyleyeyim: biri devlet, ikincisi öncülük. Cenova, devletin askeri yüzünü ve sermaye ne derece küreselleşmiş ve merkezsiz olursa olsun, temel olarak gücün merkezileşmiş oluşumlarına dayandığını gösterdi. Konuşmalarınızda ve literatürünüzde, Antonio Negri ve Michael Hardt’ın güncel çalışması olan İmparatorluk’taki çokluk, merkezsizlik ve fark kavramlarına sık sık referans yaptığınızı fark ediyorum. Fakat direnişin merkezsiz ağ karakteri bize, uğraşacağımız şeylerden biri olan merkezi gücü unutturabilir. Öte yandan terörizm gibi yadsınan çözümler de var. Kızıl Tugaylar’ın tarihi, devletin gücünün ne derece korkunç olabileceğini bize gösterdi –askeri çözümleri ne kadar denersen dene, ezilirsin. Fakat, devletle nasıl karşılaşılacağı sorunu, zamanında Lenin ve Rosa Luxemburg için olduğu gibi sürüyor.

İkinci olarak, öncülük konusunda bir şey söyleyeyim. Öncü kol olmaktan kaçınmayı istediğinizi söylediğinizde, bu, ne kastettiğinize bağlıdır. Eğer öncü kolla, işçi sınıfını seçim projeleri için hammadde olarak kullanan komünist parti yaklaşımını ya da radikal sol gruplar gibi, varlığından habersiz bir işçi sınıfının öncü kolu olması iddiasını kastediyorsanız, bunlar tabii ki reddedilmesi gereken modellerdir. Öte yandan Beyaz Tulumlular da bir bakıma öncü kol gibi işlev gördü. İnsanların size baktığını ve sizin girişimlerinizi takip ettiğini söylediniz.

Her harekette anlaşmazlıklar ve kitle kültürü ya da baskın sınıf tarafından az ya da çok etkilenenler olacaktır ve bu da hareket içinde bir mücadele anlamına gelecektir. Biz SWP (Sosyalist İşçi Partisi [İngiltere]) içindekiler, ilişkiler nedeniyle, kendimizi öncü hareket olarak tanımlamıyoruz ama politik öncülük fikrini de reddetmiyoruz. Öncülükten, politik bir argümanın kitle içinde alması gereken yöne doğru geliştirilmesini anlıyoruz. Bu, insanlara ne yapmaları gerektiğini söylemek değil, onlarla tartışmak ve yanımızda olmalarına çalışmaktır. Sanırım, Beyaz Tulumluların hareket içinde oynağı gibi bir rol söz konusu olduğunda, bu konularda açık olmak gerekir, çünkü bir sorumluluğunuz ve size bakan ve sizden bir şeyler bekleyen insanlar vardır.

Luca Casarini: Öncülük ve öncü koldan başlayalım. Yapmadığımız şeylerden biri, klasik Marksist geleneğe göre sizin yapmanız gereken, destabilize etmek için çelişkilerden faydalanmaktır. Şimdiki akım bunun ötesine geçti. Bu hareketlerin içindeyiz ama rolümüz kendi fikirlerimizi kalıcılaştırmaktır. Ayrıca hareketten öğreneceklerimizin oldukça farkında ve bilincindeyiz.

Ama öncülükten bahsedeceksek, bu, yüz yüze kaldığımız yeni bir durumdur. Eğer öncülükten, parti öncülüğü açısından bahsedeceksek o zaman, kesin ve açık bir şeyden konuşuyoruz demektir. Ama bir ağ açısından, deniyor olduğumuz yeni bir biçim açısından öncülük hakkında konuşuyorsak, bu çok farklı bir şeydir.

Ağın bir merkezi olduğunu sanmıyorum, çünkü o birçok merkezden oluşmuştur. Bir ağın diğer kısımlarını etkileyen ve en iyi kısmını kendine çeken geçici bir merkezi olabilir. Bu durumda her türlü öncülük ifadesi ve eylemi yalnızca geçicidir. Ama her şeyden öte, yalnızca geçici olsa bile, insanları kendine çekebilecek kapasitede olması gerekir. Bir örgütlülük olarak, kendine-yeter olamayız. Ağı inşa ve idame etmeliyiz ve ağ içinde çalışabilecek ama onu yok etmeyecek bir tür öncülüğe sahip olmalıyız.

Bilinen nedenlerden dolayı –kitlelerden ziyade– çoklukları bir araya getirmek gibi sorunları da ifade etmeliyiz. Eğer öncülüğün ve kitlelerin üstesinden geldiğimizi söylüyorsak bunu ilaç almaya benzetebiliriz. Mesela Cenova’da Kara Blok bir tür öncülük sergiledi ve kendileri dışındakilere kitle olarak davrandı. Böyle davranırsanız hareketi yok edeceğinizi düşünüyoruz.

Önemli olan kültürel hegemonya kavramıdır. Bu ağ içinde öyle davranmalıyız ki devletle ya da iktidarla olan çatışmayı ilerletelim.

Son yıllarda, zayıf düşünce –iktidardan, sistemden uzak olma ve böylece her türlü çatışma tezine son verme– diye bilinen bir bakış ortaya çıktı. Bu 1970’lerin yenilgisine reformist bir tepkiydi. 1970’lerin yenilgisine bir çözüm bulmak gerektiğini düşünüyoruz. Bu devrimci tepki, çatışma olmadan başka bir dünyanın mümkün olmadığı şeklinde olmalıdır. Seattle’da başlayan hareketin bu sorunu dünya çapında bir ölçeğe yerleştirdiğini düşünüyoruz, çünkü bu sadece temaları değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda demokrasi temasını diğerlerinin üstüne taşıdı.

Küreselleşmenin getirdiği bu dünya çapındaki değişim, kendi ülkemizdeki büyük değişimlerle ilgilenmemiz gerektiği anlamına geliyor –mesela kendi ülkemiz ve küresel sistemin arasındaki sorunlarla. Cenova’da gördüğümüz yalnızca devletin, ya da İtalyan devletinin askeri eylemi değil aynı zamanda onyedi ulusal polis gücünün de eylemidir –onları görmemiş olsak da. Polis Cenova’da, Gothenburg’da olduğu gibi, küresel sisteme bir ek durumundaydı. İsveç’te polis göstericilere doğal olarak ateş etmez. Blair ve Bush’un izni olmasaydı Cenova’da da polisin ateş açacak olduğunu sanmıyoruz. Blair ve Bush’un yolu gösterdiğini ve Berlusconi’ye ne yapılması gerektiğini emrettiğine inanıyoruz. Bu, dünya’da olan şeyin bir sembolüdür. Zengin Birinci Dünya’da bile birtakım ulusüstü yapılar ulusal devletlere bazı yöntemleri dayatıyor ve bunlar o şekilde ki, artık ekonomik ve ticari sınırlar yok.

Küresel pazarın bu mekanizmasına direnen kıtasal gruplaşma, Euro ve benzerleri gibi bir eğilim var. Üç kıtadan bahsediyoruz: Nafta Amerika’sı, Avrupa ve Asya. Bu çeşit bir bakış mantıksal sınırlarına taşınmalı. Küreselleşmeyi salt bir pazar olgusu ya da emperyalist çokuluslu devletlerin büyük geri dönüşü olarak değil, kapitalist sömürünün yeni, küresel bir yöntemi olarak görmek gerekir. Bu bizim için büyük bir sorundur.

Vahşi serbest pazarın ve Keynesyanizmin bütün biçimlerinin sonu olan Thatcherizm aşamasını gördük. Sermayenin, politik bir hükümet ve politik kontrol sağlaması gereken bir sonraki aşamasına geldik, çünkü daha önce hükümetsiz bir pazara tanık olmamıştık. Bu, 1999’da Seattle’da başladı. Büyük liderler bu küresel değişimin olası aktörleri haline geldiler. Cenova’dan bile önce, bu aşamanın Cenova’da sona ereceğini söylemiştik çünkü bu büyük zirveler dalgası üstüne oldukça büyük bir hareket doğmuştu ve bu zirveler hareket yüzünden yapılamıyordu. Hareket Kalküta ya da Kabil’de değil Seattle’daydı ve bu, sistemin iki kere ve oldukça derin şekilde düşünmesine neden oldu. Bu noktada Karl Marx’ın devrimin Britanya ya da Amerika’da olacağını söylemiş olması düşünmeye değer. Bu aşama sona erdi, çünkü 1995 – 1996 yıllarında liberalizmin sonunu gördük.

Ama sonra New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırı gerçekleşti. Ve bu bizi tamamıyla yeni bir aşamaya soktu. Bu aşamadan önce ABD’ye saldırı yapılamazdı. Bu üçüncü aşamada, dünya liderlerinin politik bir dünya liderliğine ihtiyaç hissettiğini daha iyi anlıyoruz. Sadece dünya üzerinde politik kontrole daha fazla ihtiyaç hissetmiyorlar; sadece en güçlü, en zengin hükümet olmaya ihtiyaç duymuyorlar ama aynı zamanda en adil olmaya da ihtiyaç duyuyorlar. Kendilerini en adil uygarlık olarak ortaya sürmek istiyorlar –ki bu etik bir kavramdır. Şimdi harcadıkları çaba, Filistin’i de kapsayan anti-terörist bir kulüp yaratma çabasıdır. Bu, devasa bir etik yapılanmadır. Ve bu şekilde yapılan şey, gerçek bir politik saldırı ve manevradır. Bu, emperyalist yaklaşımdan çok bir imparatorluğun göstergesidir.

Alex Callinicos: Geçmişle olan süreklilik, söylediğinizden daha fazla. Ana kapitalist iktidarların müdahalelerinde ortaklaşmasının, geçmişe göre daha fazla olması kesinlikle doğru. Ulusal devletin, kartellerin adına davrandığı birçok örneği gördüğümüz de kesinlikle doğrudur. Cenova’da polis sadece İtalyan kapitalizmi değil küresel kapitalizm adına ateş ediyordu.

Büyük iktidarların müdahalelerinin adalet ve insan hakları kavramlarıyla haklı çıkarılması da doğru. Ama bu son noktanın 11 Eylül’den önce başladığını düşünüyorum. İlk hümanist savaş Kosova’ydı, ve Blair, ekonomik küreselleşmenin, önde gelen devletlerin evrensel değerler adına uğraştığı politik küreselleşmeyi gerektirdiğini ifade ediyordu. Bu yüzden Blair’e göre Kosova bir değerler savaşıydı. Birçok başka ülke de evrensel değerler adına parçalanacaktı.

Hardt ve Negri’nin İmparatorluk’unda benim için sorun olan şey, önde gelen devletler arasında hala var olan ulusal çatışmaların göz ardı edilmesidir. Örneğin üç bölgesel bloktan bahsettiniz. İlginç olan şey ABD’nin kendini bu üç blokun lideri olarak kabul etmesidir –Avrupa’nın entegrasyonuna ve Asya-Pasifik Ekonomik Forumu’na oldukça derinden müdahale etmiştir. Bu durum, Amerika’nın bu çeşitli uluslar arası kuruluşları, Amerikan sermayesinin çıkarlarının devam etmesi açısından kritik önemde görmesinin bir yansımasıdır. Amerika, merkeziyetçi olmayan bir imparatorluk içinde kaybolmadı. Hala dünyanın en büyük kapitalist iktidarıdır. Süregiden kriz bu açıdan ilginçtir, çünkü bizim liderlerimizin evrensel değerlere –sonsuz adalet ve sürekli özgürlük– başvurması karşısında Amerika’nın temel uğraşlarından biri, hangi askeri operasyon yapılırsa yapılsın, bu Amerikan çıkarlarının korunması adına yapılacaktır. Bu kısmen, onların kendini çok taraflı yapılarla sınırlandırmamak istemesindendir. Bunun ötesinde, Manhattan’ın aşağılanması ve Pentagon’un bombalanmasından sonra Amerikan gücünü olabildiğince vahşi ve kaba şekilde göstermek zorundalar.

Bu durum, çağdaş kapitalizmin yerellik özelliğini gösteriyor –kapitalist sınıfın iç çelişkileri ve bu sınıfın çeşitli bölümleri kendi ulusal devletinin gücüne dayanıyor. Bu iddia, batı kapitalizminin ötesine, ABD, Rusya ve Çin arasındaki rekabete baktığımızda daha da güçlenir. Amerikan kurumları Çin’i potansiyel ekonomik ve stratejik tehdit olarak görüyor ve bu ülkeyi kontrol etmek için her çeşit stratejik planı hazırlıyor. Şimdi, bu, emperyalizmin 1914 ile 1945 arasındaki dünyası değildir, ama klasik emperyalizm teorisinin temel öğesi olan dünyanın ekonomik ve politik olarak birbirine rakip merkezler arasında bölünmesidir. Hardt ve Negri’nin söylediği gibi bunun ötesindeyiz demek bizi yanıltabilir.

Liderliğin organizasyonu konusuna dönersek, aynı şeyi farklı kelimelerle ifade edip etmediğimizden emin değilim.

Seattle’dan sonra gelişen hareketten oldukça çok şey öğrendik. Bugün uğraştığımız yollar dört ya da beş sene öncekinden radikal şekilde farklı. Hareket bizi değiştirdi, zaten hareketten öğrenmeyen bütün politik akımlar ölür. Tabii ki öncülük hakkı sizindir ve bu, süreklilikle kazanılan bir şeydir. Öncülüğü sadece iddia eden ve bunu geçmişine dayanarak temellendiren hiçbir hareket yaşayan bir hareketin parçası olamaz. Bu konularda aynı fikirdeyiz.

Luca Casarini: Liderliğin benim için önemli olduğunu düşünüyorum, ama bunu söylemenin değil… Bunu başkalarının söylemesi önemlidir, kendinin değil. Bizim için yalnızca söylemek değil, yapmak da önemlidir.

İmparatorluk ve emperyalizm tartışması oldukça ilginç. Söylediğiniz şeyler doğru ama imparatorluk emperyalizmi kapsadığı için, imparatorluk kavramı bunlarla çelişmiyor. Bu zorunlu bir gerçekten çok bir eğilim. Bu, hiçbir şeyin aşikar olmadığını anlamaya yardım eder. Örneğin, Dünya Ticaret Merkezi’nden sonra Keynesyen bir tepki gelişeceğini söylemek mümkün değildi. Afganistan’ın bombalanmasından önce uluslar arası anti-terör kulübünü kuracakları da ilk bakışta açık değildi. Bu tartışma, kapitalist devletin daima ilerlediğini ve bizim bunu takip etmemiz gerektiğini anlamamıza yardımcı oluyor.

Şimdi, günlük politikaya dönersek, küreselleşme bağlamında, imparatorluk hakkında konuşmayı oldukça kullanışlı bulduk çünkü Amerikan emperyalizmini analiz eden klasik gelenekteki insanlar öncülüğe ve kitlelere inanıyor. Bunlar aynı zamanda bu hareketlerin, yani anti-kapitalist hareketlerin reformist hareketler olduklarına inanıyorlar; bu yüzden yeni kategorizasyonların devreye girmesi oldukça işlevli.

Konuştuğumuz bütün süreçlerde büyük çelişkilerin var olduğunu da göstermemiz gerekli. Sadece hareketin değil, sistemin de evrensel olduğu fikrini bilmemiz gerekli. Örneğin, Birinci, İkinci ve Üçüncü Dünya fikrinin ötesine geçmemiz gerekiyor ve bu kavramsallaştırma, küreselleşme hakkındaki tartışmalar açısından bir başka önemli unsur olan sürekli küresel savaş konusuyla uğraşırken oldukça yararlıdır. Şimdiye kadar bu hareket savaşı hiç tartışmadı –aslında pazar, pazarın politik yönetimi, finans ve para konusunda tartıştı. Ordu hakkındaki çok temel tartışma eksiktir.

Bir başka konu da sürekli küresel savaştır. Savaşsız bütün bu süreç bir arada anlaşılamaz. Bu konuda dördüncü savaştan –yani savaşın daimi koşulu olan düşük yoğunluklu savaş– bahseden Zapatista lideri Marcos’a gitmek önemli.Bu teorizasyon savaş konusunda revaçta olan akımı anlamaya ve barış sorunuyla –bütün bunlar barış kavramının kendisini değiştiriyor– uğraşmaya çalışırken oldukça yararlı olmuştur. Sürekli küresel savaş nedeniyle barış kavramının kendisi yeniden düşünülmelidir, çünkü barış artık savaşın yokluğu anlamına gelmiyor. Düşük yoğunluklu savaş hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek çok ilginç olur.

Alex Callinicos: Birinci, İkinci, Üçüncü Dünya arasındaki ayrımı hala kabul edip etmememiz bir yana, 1989’a kadar zengin ülkelerde barış olduğu, ama dünyanın geri kalanının büyük kısmında dehşetli savaşlar olduğu doğru. Sadece bir örnek – Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde, 1998’den bu yana iki buçuk milyon insanın öldüğü, kaynaklar üzerine, ülkenin devasa zenginliği üzerine bir savaş vardı. Kimse üç dakika bile düşünmedi. Manhattan’da olan şey tabii ki gaddarlıktı ama bunun, dünyanın geri kalanındaki savaşların sistemin kalbine sıçradığı bir moment olarak anlaşılması da oldukça anlamlıdır. Bu yüzden ABD egemen sınıfı onu ait olduğu yere, sistemi tehdit edemeyecek şekilde sürmek zorundadır.

Sakin bir dünyada yaşadığımız fikri saçmalıktan ibarettir. Bu, bütün bu savaşlar ve sistemin yapısı arasındaki ilişkiye dair önemli soruları ortaya çıkarır. Kapitalist küreselleşmeye karşı hareket açısından önemli bir testtir, çünkü Seattle Kosova savaşından sonraydı ve hareket, başladığında, savaş ve emperyalist güce karşı bir pozisyon almadı. Şimdi asıl test, hareketin, etkili bir anti-kapitalist hareket olmanın aynı zamanda anti-emperyalist bir hareket olmak gerektiğini anlayıp anlayamamasıdır. Şimdiye kadarki işaretlerin olumlu olduğunu sanıyorum. Bunlar Seattle’dan önce olsaydı ne olurdu bilmiyorum. Biriken tecrübe dolayısıyla, özellikle de Gothenburg ve Cenova tecrübeleriyle, insanlar kapitalizmin yalnıza para değil, silahla da geldiğini öğrendiler. Eğer bu krize iyi bir cevap verebilirsek, hareketin yalnızca destek anlamında değil, aynı zamanda daha derin bir politik anlayış anlamında da daha güçlü olacağı konusunda umutlar var.

Socialist Review, Sayı: 258, Aralık 2001

Luca Casarini Tute Bianchi (Beyaz Tulumlular) hareketinde önde gelen İtalyan bir aktivisttir. Alex Callinicos SWP’nin (Sosyalist İşçi Partisi / İngiltere) önde gelen bir üyesi ve York Üniversitesi’nde politika profesörüdür.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar