Ana SayfaArşivSayı 30Savaşa Marksist Yaklaşım

Savaşa Marksist Yaklaşım

Savaşa Marksist Yaklaşım

Edward Hallett Carr

Çeviri: Özgür Yakupoğlu

Fransız devrimcileri, halkları baskıcı monarşilerin egemenliğinden kurtarmak için yapılan savaşlarla monarşinin egemenliği altına sokmak için yapılan fetih savaşları arasında net bir ayrım tesis etti; ve ilkini tüm kalpleriyle onaylarken ikincisini lanetlediler. Kendi başına savaşa karşı veya popüler anlamıyla savaşı ilk başlatan olma “saldırganlık”ına karşı hiçbir itiraz görülmedi. Sorgulanan, savaşın “halklar” veya “uluslar” lehine mi yoksa otokratlar lehine mi yürütüldüğüydü.[1] 1815 ila 1848 arası Avrupa demokratik hareketi bu geleneğin mirasçısıydı. O dönemde, sonraları Avrupa’daki otokrasi ve gericiliğin ana odağı haline gelecek olan Metternich Avusturya’sına karşı yürütülen neredeyse bütün savaşların, demokratik sempatiyi ve desteği hak ettiği düşünülebilirdi. Marx ve Engels’in erken dönemlerinde benimsedikleri ve tüm kalpleriyle paylaştıkları tutum da bu yöndeydi. 1848 yılından sonra doktrinde iki küçük ayarlama yapılması gerekti. Sosyal demokrasi veya sosyalizmin, liberal demokrasi veya demokrasiden ayırt edilmesi gerekli hale geldiği için desteklenmeye değer savaşlar demokratik davadan ziyade sosyalist davayı ilerletmesi muhtemel olanlardı; ve Rusya baş düşman olarak Avusturya’nın yerini aldı. Marx ve Engels’in yazılarından, 1848 sonrasında bir savaşın arzu edilebilir olup olmadığını belirlemek için uyguladıkları temel kriterin Rus otokrasisini zayıflatma veya yıkma ihtimali taşıyıp taşımaması olduğunu gösteren sayısız pasaj aktarılabilir.[2]

Bununla birlikte sosyalist gelenekte başka ve oldukça farklı bir akım daha vardı. Ütopyacı felsefelerine sadık ilk sosyalistler insanlığın evrensel kardeşliğini vurgulayarak savaşı canavarca ve doğal olmayan bir şey kabul ediyordu. Miras aldıkları gelenek, “ebedi barış” görüşünü destekleyen Saint-Pierre ve Leibnitz’den Rousseau ve Kant’a kadar uzanan on sekizinci yüzyıl filozoflarının geleneğiydi; ardılları ise, savaşa karşı muhalefetleri politik temellerden ziyade hümanist temellere oturan on dokuzuncu yüzyıl liberal “pasifistler”iydi.[3] Ancak sınıf mücadelesi sayesinde sınıf bilinci gelişip sosyalizm proleter bir kimlik kazandığında savaşa karşı muhalefet de, savaşın, kapitalizmin zorunlu sonucu olduğu argümanıyla güçlendiği görülen proleter bir renk kazandı. Kapitalistlerin çıkarları doğrultusunda ulusal savaşlar yapılıyordu ve bu savaşlar sadece onlara avantaj sağlıyordu. Sosyalizmin gelişi savaşın temel nedenini ve yegane dürtüsünü ortadan kaldıracaktı. Savaşmanın ağırlığıyla bunalan, bundan hiçbir kazanç elde etmeyen işçilerin barış dışında hiçbir şeyden çıkarları olamazdı.

Sosyalist gelenek, işçilerin barışın korunmasındaki özgül çıkarı temelinde her zaman güçlü bir savaş karşıtı unsur barındırdı; bu yüzden savaşı otokratik iktidarlara atfeden ve demokrasiyi barışın garantisi olarak gören on dokuzuncu yüzyılın geç dönem liberalizmine paralel bir seyir izledi. Tüm bu görüşler, savaşı nedenleri veya hedeflerine bakmadan mahkum ettiği için potansiyel olarak “pasifist”ti. Marx ve Engels sürekli olarak tüm pasifizm biçimlerini doğal bir toplumsal çıkar inancını ima ettiklerini söyleyerek açıkça kınadı; Marx özellikle Cobden ve Bright’ın Kırım Savaşına muhalefetlerini küçümsüyordu.[4] Marx ve Engels genel olarak savaşın devrimci potansiyelleri konusunda, onu koşulsuz olarak kötü ilan etmeyecek kadar bilinçliydi; 1848 sonunda İngiltere’yi “devrim dalgalarının üzerinde kırıldığı kaya” olarak tanımlayan Marx, “eski İngiltere sadece bir dünya savaşıyla yıkılacaktır” sonucunu çıkarmıştı.[5] 1859’da Engels, Prusya’yı Avusturya’nın tarafında İtalyan savaşına girmeye zorlayacağı düşüncesi temelinde “Fransız-Rus ittifakı”nı alkışladı:

Biz Almanlar, toplu olarak furor teutonicus’a taşınabilmemiz için boğazımıza kadar suyun içinde olmalıyız; ve bu anlamda boğulma tehlikesi yeterince yaklaşmış görünüyor. Ne kadar olursa o kadar iyidir… Bu tür bir mücadelede sadece en kararlı partinin, hiçbir şeyden kaçınmayan partinin ulusu kurtaracak bir konumda olacağı an gelmelidir.[6]

Bu çeşitli dalları savaş hakkında tutarlı bir doktrin yapısında bir araya getirmek kolay değildi.

Birinci Enternasyonal’in savaş ve dış politika üzerine oldukça az sayıdaki beyanatı bu çelişkileri ve belirsizlikleri yansıtır. Marx tarafından maharetli bir şekilde kaleme alınan 1864 tarihli “Uluslararası İşçi Birliğinin Kuruluş Çağrısı” okurlara, işçilerin “halkın kanını ve malını” boş yere harcayan savaşları önlemedeki çıkarlarını, “köleliğin sürdürülmesi ve yaygınlaştırılması”na bel bağlayan egemen sınıfların suç kabilinden ahlaksızlığını” ve St. Petersburg’un “barbarca gücü” karşısında eğilmenin kötülüğünü hatırlattı. Ancak argüman açık ve net olmaktan çok belagatliydi; ve yazar muhtemelen, Marksist doktrini ortaya koymaktan ziyade, kafası karışmış İngiliz sendikacılarının sempatisini kazanmakla ilgileniyordu. İzlemekten ve gerekirse protesto etmekten, yani devletler arası diplomasiden başka bir eylem de önerilmiyordu. Savaşla ilgili somut sorunlar Birinci Enternasyonal’i kafası karışmış ve bölünmüş olarak yakaladı. 1866 tarihli Prusya-Avusturya savaşının arifesinde Paris’te, savaş karşıtı ajitasyon başladı. Marx’ın kelimeleriyle “Parisli öğrenciler arasındaki Proudhon kliği barış vazediyor, savaşı demode ve ulusları saçma olarak niteliyor ve Bismarck ve Garibaldi’ye saldırıyor”du. Kuşkusuz “şovenizm karşıtı bir polemik olarak” bu “faydalı ve açıklanbilir”di. Ancak yine de Proudhon’un bu müritleri “acayip”ti (grotesque);[7] ve Genel Konsey Lafargue tarafından “tüm ülkelerin öğrencileri ve gençlerine” savaşa karşı yapılan duygusal çağrıyı onayladığında, Marx, yokluğunda kabul edilmiş bu çağrıyı aşağılayıcı bir biçimde, “aptalca bir iş” olarak niteledi.[8] Savaşın patlamasını en nihayetinde, tümüyle teslimiyet ifade etmeyen bir kararda mutabık kalan Genel Konsey’deki bir dizi sonuçsuz tartışma izledi:

Enternasyonal İşçi Derneğinin Genel Konseyi kıtalar arasında süren mevcut savaşı devletler arası bir savaş olarak görmekte ve işçilere, tarafsız kalmalarını ve sendikaları aracılığıyla güç kazanma amacı doğrultusunda birbirlerine kenetlenmelerini ve bu şekilde kazanılan gücü toplumsal ve politik özgürleşmeleri için kullanmalarını tavsiye etmektedir.[9]

Sadowa’da sona eren kısa kampanya bu karar yayınlanmadan önce bitmiş olduğu için işçilere yapılan tavsiye hiçbir pratik sonuç yaratmadı. Ancak Prusya’nın zaferi ve bir sonraki bahar mevsiminde Prusya ve Fransa arasındaki savaş paniği önemli bir sonuç doğurdu. 1867 yazında, büyük batı Avrupa ülkelerinin burjuva demokratları ve ilericilerinden oluşan bir komite o yılın 9 Eylül günü Cenevre’de toplanan bir barış destekçileri kongresi düzenledi.

Bu adım, Birinci Enternasyonal’de temsil edilen işçi grupları arasında dikkate değer bir sempati yarattı; ve Marx, 13 Ağustos 1867’de Genel Konsey’de “barış rüzgar balonu”na yarım saatlik bir konuşma ayırmayı zorunlu gördü. Kongreye katılacak olan tek tek delegelere karşı çıkmamakla birlikte Enternasyonal’in herhangi bir şekilde resmi katılımına karşı durdu. Enternasyonal’in kendisi zaten çeşitli ülkelerin işçileri arasında birlik kurmak için çalışan bir barış kongresiydi; ve Cenevre kongresini düzenleyenler ne yaptıklarını biliyor olsalardı Enternasyonal’e katılırlardı. Emekle sermaye arasındaki ilişkileri değiştirmeye yardımcı olmayan kişiler evrensel barışın gerçek önkoşullarından bihaberdi. Mevcut ordular esas olarak işçi sınıfını altta tutmak üzere tasarlanmıştı ve “askeriyeyi iyi durumda muhafaza etmek için” arada bir uluslararası çatışmalardan yararlanılıyordu. Son olarak, her koşula rağmen barış, silahsız Avrupa’yı Rusya’ya karşı bir av haline getirecekti; Rusya’ya karşı bir savunma aracı olarak orduları muhafaza etmek zorunluydu.[10]

Marx’ın önerileri Genel Konsey günü kabul edildi. Ancak Enternayonal’in, Cenevre kongresinden önce gerçekleşen ve Marx’ın bulunmadığı Lozan kongresinde saflar arasındaki bölünme yeniden baş gösterdi. Kongre tarafından kurulan bir komisyon Cenevre projesini “enerjik bir biçimde destekleme” ve “tüm yükümlülüklerine katılma” doğrultusunda coşkulu ifadeler içeren bir rapor sundu. Tüm kongre boyunca süren etkili bir tartışmanın ardından Tolain adında Proudhoncu Fransız bir delege, “Savaşı ortadan kaldırmak için sadece orduları dağıtmanın yetmeyeceğini, toplumsal örgütlenmeyi üretim dağılımının hiç olmadığı kadar adil hale gelmesini sağlayacak şekilde değiştirmenin de zorunlu olduğunu” ve bu ilkeyi onaylasın ya da onaylamasın, Cenevre kongresine katılmak gerektiğini beyan eden bir karar almayı önerdi ve kabul edilmesini sağladı.[11] Bu karar, bir Genel Konsey temsilcisinin Cenevre kongresine katılmasının ve yüksek sesli protestolar arasında “toplumsal devrimin kalıcı bir barışın zorunlu ön koşulu” olduğu yönünde bir açıklama yapmasının yolunu açtı.[12] Borkheim adlı coşkulu bir delege kongrede Rusya’ya karşı yapılacak savaşın önlenmesini savunan ve Marx’ın kendi fikirlerini karikatürize eden (verkladderadatscht) bir konuşma yaptığında Marx oldukça sinirlenmişti.[13]

1868 yazında Brüksel’de Enternasyonal’in bir sonraki yıllık kongresi toplandığında, yine Marx ve Engels’in yokluğunda, bir adım daha atılmıştı. Uluslararası gerilim sürekli tırmanıyordu ve savaş sorunu daha fazla görmezden gelinemezdi. Enternasyonal’in bir Alman-İsveç seksiyonu kongreye, tüm ülkelerin işçilerini “katliam ve yıkıma hizmet etmeyi ve savaş orduları için kaynak yaratacak çalışmaları” reddetmeye davet eden bir karar taslağı sundu. Sonuç olarak karar yalnızca, bir savaş durumunda “tümüyle iş bırakmayı” –“savaşa karşı halkların grevini”– öneren kongre tarafından kabul edildi.[14] “Savaşa karşı grev” Enternasyonal’in Bakuninci muhalif seksiyonu tarafından 1873 yılında Cenevre’de düzenlenen kongrede kabul edildi ve bu, daha sonraki yıllarda, politik eyleme bir alternatif olarak gören Fransız ve diğer sendikalistlerin önemli bir prensibi haline geldi. Ancak o an için Brüksel kararı hiçbir etki yaratmadı ve çabucak unutuldu. Savaşı bu şekilde yasaklayan veya hiçbir ayrım gözetmeden tüm savaşlara yöneltilen tüm formüllere tutarlı bir biçimde karşı duran Marx ve Engels tarafından ise hiçbir zaman onaylanmadı.

Fransa-Prusya savaşı bu çatışan görüşleri şiddetli bir teste tabi tuttu. Her iki ülkede de işçiler veya sosyalist parti ve gruplar adına temsiliyet içeren herhangi bir bildiri sunulmadan iki tarafta da seferberlik tamamlandı ve düşmanlıklar patlak verdi. Bu nedenle savaşa karşı herhangi bir pratik muhalefet içeren hiçbir sorun çıkmadı; ve kampanyaya o kadar hızlı karar verildi ki her iki tarafta da seyrini etkileyecek hızda bir kamuoyu oluşması mümkün değildi. Sosyalist politika bildirileri ise yapıldıkları andaki acil sorunlar üzerinde değil gelecekteki savaşlara dönük sosyalist tutumların şekillenmesinde etkili oluyordu. 1914 tarihli Alman bölünmesi daha 1870 yılında öngörülüyordu. Bebel ve Liebknecht 21 Temmuz 1870 Reichstag’ında (zaten bir haftadır yürütülmekte olan) savaşa karşı bir protestoda bulunurken Alman Sosyal Demokrat Partisinin komitesi Brunswick’teki oturumda III. Napoleon’un “haksız saldırganlığını” mahkum eden ve dolaylı olarak Prusya davasına destek veren bir açıklama düzenledi. Marx ve Engels’in konumu ise karmaşıktı. Savaşı, Napoleon ve Bismarck’ın her ikisi nezdinde eşit düzeyde bir fetih savaşı olarak mahkum ettiler. Her iki tarafın Alsace-Lorraine’in ilhakını da içeren ilhakçı tasarılarına tutarlı bir şekilde karşı çıktılar. Ancak savaş başladıktan sonra Prusya’nın zaferi, çeşitli nedenlerden ötürü onlara daha az kötü göründü. İlk elde, Napoleon’un düşüşünü işçiler için arzu edilen bir durum olarak görme eğilimindeydiler. Bu başarıldıktan sonra durum değişecekti; Engels, 15 Ağustos 1870’de Marx’a “şovenist olmayan cumhuriyetçi hükümet Paris’te yönetimi ele alır almaz” yapılması gereken “onurlu bir barış için bu hükümetle birlikte çalışmaktır” diye yazıyordu.[15] İkinci olarak, milliyetçi isteklerin meşru bir tatmini ve gerici kleinstaaterei’den [küçük devletçikler] bir ilerleme olarak, tıpkı İtalya’nın birliğini savundukları gibi Almanya’nın birliğini de savunuyorlardı. Bu, geçmişe bakıldığında Prusya’nın hedefleri ile Almanya’nın hedefleri arasında oldukça abartılı bir ayrım gibi görünen değerlendirmeye yol açtı. Engels, daha 22 Temmuz 1870 gibi erken bir tarihte Bismarck’ın Prusya için ilhak tasarılarına başladığını düşünüyordu. “Ancak işler çoktan onun kontrolünden çıkmıştı ve aşikardır ki beyefendi Almanya’da tümüyle ulusal bir savaşa yol açmayı başarmıştır”.[16] Marx, -duygusal bir Fransız taraftarı yurttaşın kışkırtmasıyla yaptığı doğru olsa da- “Almanların (Prusya’nın demeyeceğim) lehinde savaşın savunmaya dönük karakteri”nden bahsetmekle çok ileri gitmiştir[17]; ve konumlarını parti bakış açısından açıklayan Engels “ulusal Alman çıkarları ile hanedanlık Prusya’sı çıkarları arasındaki farkı vurgulamanın” önemli olduğunu düşündü.[18] Son olarak Alman birliğinin sağlanması halinde “kıtasal işçi hareketinin ağırlık merkezinin Fransa’dan Almanya’ya kayması” gibi faydalı bir sonuçla “Alman işçilerinin bugüne kadar görülmemiş kadar geniş ulusal temellerde örgütlenebileceğine” inanıyorlardı.[19] Son olarak, geleneksel düşman Rusya’ya yeni bir darbe indirilmiş olacaktı: Marx umutlu bir biçimde “Prusya ve Rusya arasındaki anlaşmazlığın çözülmesinin kesinlikle imkansız” olacağı ve Almanya’nın “yeni yeni güçlenen ulusal duygularının” kendisini Rusya’nın hizmetine sokmasına izin vermeyeceği çıkarsamasında bulundu.[20]

Birinci Enternasyonal artık sonuna yaklaşıyordu; ve artık ondan savaş sorunu üzerine başka hiçbir açıklama talep edilmedi. Ancak Marx’ın kendisi, 1875 yılında Alman Sosyal Demokrat Partisinin Gotha programına ilişkin meşhur eleştirisini yazdığında, partideki pasifist yanılsamaların nüfuzunu son bir kez kırmayı denedi:

Ve Alman işçilerinin partisi, enternasyonalizmini neye indirgiyor? Çabalarının sonucunun “halkların uluslararası kardeşliği” –egemen sınıf ve onun hükümetlerine karşı ortak mücadelesinde işçi sınıfının enternasyonal kardeşliğinin kurulmasında görev alması gereken burjuva özgürlük ve barış birliğinden alınmış bir deyim– sonucunu  yaratacağı bilincine. İşçi sınıfının uluslararası yükümlülükleri hakkında tek bir kelime etmiyor![21]

İşçi hareketi, durumun da gösterdiği gibi savaş sorununda ümitsiz bir şekilde bölünmüş olarak kaldı: Kendileri de konu üzerindeki tutarsızlıklardan tümüyle azade olmayan Marx ve Engels, işçiler üzerinde herhangi bir belirgin enternasyonal bakış açısı yaratmayı başaramadılar.

İkinci Enternasyonal için ikilemi yok saymak çok daha zordu. 1914 öncesindeki yirmi yıl boyunca küçük savaşların birbirini izlemesi büyük sorunlara yol açmadı; çünkü bunlar Marksistlerin o tarihe kadar çok fazla ilgilenmediği sömürge savaşlarıydı. Ancak Avrupalı iktidarlar arasında patlaması yakın bir savaş ihtimali ufukta karanlık bir şekilde hortlayıverdi. Engels sorunu 1891 tarihli bir makalesinde kesin bir şekilde ortaya koymuştu:

“Savaş”ın bugünkü anlamını herkes biliyor. Bir tarafta Fransa ve Rusya diğer tarafta ise Almanya, Avusturya ve muhtemelen İtalya. Kendi iradeleri dışında askere çağrılan tüm bu ülkelerin sosyalistleri birbirleriyle savaşmaya zorlanacaktır. Bu durumda Alman Sosyal Demokrat Partisi ne yapacaktır? Ona ne olacaktır?

Ne yazık ki Engels’in son kırk yılın Marksist geleneğine dayanan cevabı, etkili bir şekilde 1914’de kullanılabilecek ve kullanılmış olan bir cevaptı. 1871’de mevcut durum için Almanya’nın Alsace-Lorraine’i ilhakını kınadı ve 9 Eylül 1870 tarihli bildirisinde Birinci Enternasyonal konseyinin, Prusya’nın açgözlülüğünün sadece “Fransa’yı, kendisini Rusya’nın kollarına atmaya zorlayacağı” yönündeki öngörüsünü gururla aktardı. Fransa ve Almanya arasında Fransa hala devrimi temsil ediyordu –“doğrudur, sadece burjuva devrimi, ama hala bir devrim”. Ancak Fransa, Rusya ile ittifak kurduktan sonra “devrimci rolünü terk etmiş” olacakken “resmi Almanya’nın arkasında Alman Sosyal Demokrat Partisi, geleceğin, yakın geleceğin ya da ülkenin ait olduğu parti duruyor”. Savaşı ne Fransa ne de Almanya başlatacak. İlk hamle Rusya’dan gelecek; ardından Fransa Ren’e doğru ilerleyecek; ve “bu durumda Almanya sadece varoluşu için savaşacak”.[22] Ve tüm uygunluğuna rağmen makale, savaş çıkması durumunda ilgili ülkelerdeki sosyalistlerin görevleri hakkında İkinci Enternasyonal’e neredeyse hiç yol göstermeyen genel bir öngörüyle sona eriyordu.

Uyruğu ne olursa olsun hiçbir sosyalist ne mevcut Alman Devletinin ne de burjuva Fransız Cumhuriyetinin ve hepsinden öte Avrupa’nın bağımlı hale gelmesiyle eşanlamlı olan Çar’ın zaferini isteyemez, bu yüzden tüm ülkelerin sosyalistleri barıştan yanadır. Ancak yine de savaş çıkarsa sadece tek bir şey kesindir: bu savaş, on beş ya da yirmi milyon silahlı insanın birbirini katledecek olduğu ve tüm Avrupa’yı daha önce hiç olmadığı kadar güçsüzleştirecek olan bir savaştır –bu savaş ya hemen sosyalizmin zaferiyle sonuçlanmalı ya da eski düzeni altüst etmeli ve bu harabe yığınını eski kapitalist toplumu hiç olmadığı kadar imkansızlaştıracak şekilde geride bırakmalıdır; on-onbeş yıl geriye atılan toplumsal devrim ise bu sürenin sonunda kesinlikle son derece hızla ve tam anlamıyla bir zafer kazanacaktır.[23]

Engels’in makalesi İkinci Enternasyonalin takip eden yirmi yıl boyunca yaşadığı ikilemin bir örneğiydi. Bir taraftan Avrupa devletleri arasında patlak verecek bir savaşın hiç görülmemiş ölçekte bir yıkım ve felaket getireceğinin giderek farkına varılması, sorunu görmezden gelmeyi ya da üstü kapalı protesto deklarasyonlarına sığınmayı giderek zorlaştırdı. Diğer taraftan sendikaların ulusal olarak tanınması ve işçilerin giderek ulus çatısı altına çekilmesi işçilerin, kendi ülkelerinin zaferi ya da yenilgisi karşısında kayıtsız kalabileceğini iddia etmeyi giderek zorlaştırıyordu. Daha önce alıntılanan makalesinde 1900 yılında Alman ordusunun çoğunluğunu muhtemelen sosyalistlerin oluşturacağını hesaplayarak Alman Sosyal Demokratları arasında oldukça rahatsızlık verici bir sansasyona yol açan da Engels’ti.[24] Ancak İkinci Enternasyonal, dikkat çekici Marx figürünün birinci Enternasyonal üzerinde sahip olduğu düzeyde bir liderlikten yoksundu. Bu savaşın kapitalizmin ekonomik çelişkilerinin sonucu olduğu ve sadece toplumsal örgütlenme biçimi olarak kapitalizmin yerini sosyalizm aldığında ortadan kalkacağı, tüm kongrelerin kararlarında yerini bulan kabul edilmiş doktrindi. Ancak bundan ortak hiçbir sonuç çıkarılmadı. İkinci Enternasyonal bilinen her türden pasifistlerden (esasen İngiliz) “savaşa karşı genel grevi”[25] savunanlara (temel olarak Fransızlar) ve politikası barışçıl ajitasyon ile sınırlı olanlarla (Almanlar) saldırıya uğraması halinde işçilerin kendi ülkelerinin savunmasına katılma hakkını şu ya da bu şekilde güvenceye almayı isteyenlere kadar, Sol kanat düşüncesinin birçok tonunu temsil etti. Daha kapsamlı bir düşünce akımı enjekte etmek Rus sosyal demokratlarına, Bolşeviklere ve Menşeviklere kaldı. 1905’deki Rus-Japon savaşı ve Port Arthur’un düşüşü Lenin’in kaleminden net bir bildiriye neden oldu:

Proletaryanın sevinecek nedeni vardır. En kötü düşmanımızın katastrofik yenilgisi sadece Rusya’nın özgürlüğünün yakınlaştığı anlamına gelmez: O aynı zamanda Avrupa proletaryasının yeni bir devrimci uyanışının habercisidir… İlerici, gelişmiş Asya geri kalmış ve gerici Avrupa’ya telafi edilemez bir darbe vurmuştur.[26]

Bolşevikler ve Menşevikler ve ayrıca SD’lerin büyük bir kısmı tarafından paylaşılan bu teşhis, bir haftadan biraz daha uzun bir süre sonra, “Kanlı Pazar”, Rus devriminin başlangıcına işaret ettiğinde yeterince onaylanmış gibi göründü. Avrupa’nın başka yerlerindeki Sosyal Demokratlar Rusya’nın yenilgisinin söz konusu olduğu bir durumda ulusal yenilginin, devrimci dava için değerli bir varlık olabileceği görüşünü tartışmaya yönelmedi. Ancak aynı ilkeyi diğer ülkelere de uygulama yönünde hiçbir istek yoktu. Aslında, savaş sırasında kendi ulusal devletlerine karşı çıkmayı ve bu sayede kendi uluslarının yenilgisi için çalışmayı sosyalist partilerin evrensel görevi haline getirmek tümüyle yeni bir ilke ortaya koymak olacaktı; Marx ve Engels ve onlardan sonraki Marksistler her zaman, savaş çıktığında savaşan taraflardan birinin sosyalistlerce desteklenmeyi hak ettiğini varsaydılar. Tercihte bulunmak için kullanılan doğru kriterler bazen şüpheyle karşılansa da bir tercihte bulunulabileceği ve bulunmak gerektiği her zaman veri kabul edilmiştir.

İkinci Enternasyonal, 1907 Stuttgart kongresinde kendisini savaş sorunu üzerine temel bir politika ilan etmek zorunda hissettiğinde de geçerli varsayımlar bu yöndeydi. Stuttgart kongresine Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi adına Lenin, Martov ve Rosa Luxemburg[27] katıldı. Bu önemli bir olay oldu. Avrupa’da savaşa doğru sürüklenme her yerde kitlelerin bilincine nüfuz etmeye ve geniş çaplı pasifist tepkiler yaratmaya başlıyordu. Savaşın, kendi içinde temel olarak işçilerin çıkarlarına ters bir şey olarak kavramsallaştırılması ve Enternasyonal’in savaşı mahkum etmeye ve önlemeye dönük eylemde bulunmaya çağrılması çoğunluğun desteklediği bir görüştü. “Militarizm ve uluslararası çatışmalar” ile ilgili kararında kongre, büyük düşünce ayrılıklarının hüküm sürmesi nedeniyle “Enternasyonal’in işçi sınıfının militarizme karşı mücadelesi için önceden kesin bir şekilde tanılanmış biçimler tesis edecek durumda olmadığını” itiraf etti. Ancak yine de şaşırtıcı bir şekilde net bir açıklama yaptı. Karar, “deniz ve karada silahlanmaya karşı tüm güçleriyle mücadele etmenin ve bu doğrultudaki araçları reddetme”nin –ünlü askeri kredilere ret oyu verme taahhüdü- işçi sınıfı ve parlamento temsilcilerinin görevi olduğunu deklare etti. Fakat, esasen Rus delegasyonu tarafından büronun öne sürdüğü taslağa düzeltme olarak önerilen ve Bebel ve Alman delegasyonunun bazı itirazlarının ardından kabul edilen en coşkulu ifade son iki paragrafa kalmıştı. Burada, sınıf mücadelesi ve toplumsal devrim sorunu bu bağlamda ilk kez özgül olarak ortaya atılıyordu:

Tehditkar bir savaş deklarasyonu durumunda ilgili ülkelerin işçileri ve parlamentodaki temsilcileri savaşın çıkmasını önlemek için, uluslararası büronun birleştirici faaliyetlerinin desteğiyle, kendilerine en etkili görünen ve doğal olarak sınıf mücadelesinin ve genel politik durumun ağırlığına göre değişecek olan tedbirler yoluyla tüm güçlerini ortaya koymalıdır.

Yine de savaş ilan edilmesi halinde görevleri, halk kitlelerini ayağa kaldırmak ve kapitalist sınıfların sınıf hakimiyetinin yıkılmasını hızlandırmak için savaşı hızla sona erdirmeye çalışmak ve savaşın yol açtığı ekonomik ve politik krizden faydalanmak için tüm güçlerini seferber etmektir.[28]

Hiç kimse dikkat çekmemiş olsa da bu paragraflar, Marx ve Engels’in savaş durumunda sosyal demokratların savaşan karşıt taraflar arasında bir tercih yapması gerektiği ve bu tercihin sosyalizmin nihai çıkarı doğrultusunda yapılabileceği sabit varsayımının terk edilmesiydi. Dünyanın artık girmiş olduğu tarihsel dönemde sosyal demokratlar savaşan tüm kapitalist devletlere karşı eşit derecede karşı olmalıydı. İki yıl sonra, uzun süredir partinin önder teorisyeni olarak kabul edilen Kautsky, Der Weg zur Macht adlı kitabında yeni tezi sadece kabul edip geliştirmekle kalmayıp teorik bir kanıtlama da eklemiştir. Uluslararası savaş artık kapitalist sistemin bir krizi ve buna bağlı olarak işçilere kapitalizmi alt etmek için en iyi fırsatı sunan bir olay olarak teşhis ediliyordu. Stuttgart’ta onca zorluğa rağmen ulaşılan formül İkinci Enternasyonal’in 1910’daki Kopenhag kongresinde ve Balkan Savaşının ortaya çıkardığı sorunları değerlendirmek için Kasım 1912’de Basel’de toplanan özel bir konferansta tekrarlandı ve kabul edildi. Bu tekrar, doktrine kesin bir resmiyet kazandırdı. Tüm ülkelerin sosyalist ve sosyal demokrat milletvekilleri düzenli olarak askeri bütçelere ret oyu verme tutumunu sürdürdü fakat bulundukları parlamentolarda küçük bir azınlık olarak kaldıkları için bu tutum pratik bir etki yaratmadı.

Gerçekte, İkinci Enternasyonal vasıtasıyla dünyanın birleşmiş işçileri adına konuşan bu uluslararası sosyal demokrasi fotoğrafı bir soyutlama olarak kaldı. Türdeş ekonomik gelişim ve fırsatlar dünyasında ulusal farklılıklar, Komünist Manifesto’nun da öngördüğü gibi giderek kayboldu. Ancak gelişimin son derece eşitsiz olduğu bir dünyada, farklı ülkelerin işçilerinin tutumlarında büyük ayrılıklar doğmak durumundaydı. İşçilerin görece yüksek bir yaşam standardına ulaştığı ve ulusal politikada yer edindiği özellikle İngiltere ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerde ulusal sadakatin çekim gücü, yirminci yüzyılın ilk on yılında sınıfsal sadakati zorlaştıracak kadar güçlüydü. Tüm batı Avrupa ülkelerinde işçi önderlerinin savaşa ve militarizme karşı beyanatları ulusal savunma hakkının saklı tutulmasına ilişkin açık veya dolaylı ifadeler taşıma eğilimindeydi; ve bu durum, zaferi sosyalist davayı ilerletecek tarafı destekleme yönündeki Marksist kritere dönüş değil, (Marx’ın her zaman bir yanılsama olarak alay ettiği) saldırmaya ve savunmaya dönük savaşlar arasındaki burjuva liberal ayrımın söylenmeden kabulüydü. Sosyal demokrasi sadece, işçilerin çok az avantaja sahip olduğu geri kalmış Rusya’da bir ulus devlete sadakat iddiasından etkilenmiyordu. Lenin 1915’de, Rus işçilerinin “şovenizm”e ve “oportünizm”e karşı bu bağışıklığını doğru bir şekilde, “bizdeki ayrıcalıklı işçiler katmanının çok zayıf olması”[29] olgusuna bağlıyordu.

Bununla birlikte bu, Rus devriminin temel ikilemine yeni bir içerik kazandırdı. Marksist devrim şemasında Rusya ile batı Avrupa’nın ekonomik gelişimi arasındaki fark devrimci süreçte ulaştıkları aşamalar arasındaki farkla ifade edildi. Stuttgart Kongresinin “kapitalist sınıfın sınıf hakimiyetinin yıkılmasını hızlandırmak için” savaştan yararlanma emri, açık konuşursak, sadece burjuva devriminin tamamlandığı ve kapitalizmin olgunlaştığı ülkelerde bir anlam ifade etti; ve bu varsayım Kautsky’nin çağdaş dönemdeki savaşları kapitalizmin krizi olarak yorumlamasında çok daha belirginlik kazandı. Herkesin kabul ettiği gibi Rusya’da, burjuva devrimi henüz tamamlanmamış ve kapitalizm henüz olgunlaşmamıştı ve bu yüzden Stuttgart kararı Rusya için sadece, kapitalizmi olgunlaştıracak burjuva devriminin tamamlanmasının ve kapitalizmin “yıkılmasını hızlandıracak” sosyalist devrimin doğuşunun tek bir süreç olarak iç içe geçmesi halinde bir anlam taşıyordu. Troçki (Stuttgart’ta bulunmamıştı) dışında kimse henüz bu olasılıkla açık bir şekilde yüzleşmemişti. Ancak doktrinel “sürekli devrim” arındırmalarına saplanılsın veya saplanılmasın, özellikle 1905’den sonra, kendi kaynaklarıyla baş başa bırakılmış geri kalmış Rusya’nın bir proletarya devrimi için olgunlaşmamış olduğu pratik bir önerme olarak yeterince açık görünmekteydi. Batı Avrupa’daki sosyal demokratlar başka yerlerde neler olduğuna çok fazla dikkat etmeden kendi ülkelerinde sosyalizmin nihai zaferini umut edebilecek ve bunun için çalışabilecekken Rus sosyal demokratları Rusya’da sosyalizmin erken bir zaferini sadece, sosyalizmin bir ya da daha fazla gelişmiş Avrupa ülkesinde zafer kazanması koşuluyla umut edebilirdi. Proletaryanın uluslararası kardeşliğinde daha zayıf kardeşlerin daha güçlü kardeşlere göre daha büyük bir pratik çıkarı vardı. Rus sosyal demokrasisi, artık batı Avrupa sosyal demokrasisi için geçerli olmayan bir anlamda inatçı ve açık sözlü bir şekilde enternasyonal kaldı.

1914’te savaşın patlak vermesi bu gizli ayrımı açığa çıkmaya zorladı. Bazı ilk bölünme ve çekincelerden sonra batı sosyal demokratları birkaç istisna dışında kendi ulusal devletlerini desteklemeye koştu; Stuttgart kararı sessiz bir şekilde ihlal edilmiş ve unutulmuştu. 4 Ağustos 1914’te Reichstag’taki geniş Alman sosyal demokrat grubunun savaş bütçesini onaylama kararı hayati bir andı. Kautsky, daha sonra Internationalismus un der Krieg adı altında toplanan bir dizi makalede Marx ve Engels’in sosyal demokratların, zaferi sosyalist davaya yardım etmesi daha muhtemel olan tarafı desteklemesi gerektiği yönündeki bakış açısına geri döndü; ve herhangi bir tartışma yaşanmadan Almanya’nın zaferi ve Rusya’nın yenilgisinin durumun tam aksi şekilde gelişmesi karşısında tercih edilebilir olduğu sonucuna ulaşıldı. Rusya’da sosyal demokratlar arasındaki ilk tepki savaşa her aracı kullanarak karşı çıkmaktı: Duma’daki sosyal demokratlar, Bolşevik ve Menşevikler benzer bir şekilde, savaş kredilerine karşı ortak ifadeler içeren konuşmalar yaptı ve ret oyu verdi.[30] Ancak Plekhanov ve yurt dışındaki bazı Menşevik önderler batı sosyal demokratları örneğini izledi ve ulusal savunmayı destekledi; ve Rusya’da özellikle parti aidiyeti esasen Menşevik olan, örgütlü ve görece olarak ayrıcalıklı küçük işçi grupları arasında “vatansever” tutum yaygın olmayan bir şey değildi.[31] Baskı ve zulüm başladığında Rusya’daki birçok Bolşevik –Kamanev aralarındaki dikkat çekici unsurdur– tereddüt etmeye başladı;[32] ve yurtdışındaki Bolşeviklerin arasında bile bir fikir birliği yoktu. Bu kafa karışıklığından dolayı Rus sosyal demokratları arasında üçlü bir bölünme yaşanması gecikmedi. Sağ kanatta bir grup Menşevik, vatansever ulusal savunma görevini ilan etti. Sol kanatta, İsviçre’deki küçük bir Bolşevik grup tarafından –başta neredeyse tek başına Zinoviev ve daha sonra kimi çekincelerle birlikte Bukharin, Sokolnikov, Pyatakov, Safarov ve diğerleri– desteklenen Lenin ulusal yenilgi ve iç savaş hedefini korudu. Bu iki uç arasında hem Menşeviklerden hem de Bolşeviklerden oluşan ve “ortacı” (centrist) bir tutum sergileyen çeşitli unsurların bulunduğu geniş bir grup, savaşı kınadı ve ilhakların veya tazminatların söz konusu olmadığı “demokratik” bir barış talep etti fakat ulusal yenilgi veya iç savaş vazetmekten kaçındı; devrimci olmaktan ziyade pasifist eğilimler sergileyen bu grubun merkezi Paris’teydi ve Martov ve Troçki’nin önderliğini yaptığı, (periyodik sansür yasaklamaları nedeniyle) adını sırasıyla, Golos, Nashe Slovo ve Nachalo olarak değiştirmek zorunda kalan bir dergi tarafından temsil ediliyordu. Bu grup, diğer sol partilerde de ortaya çıkmaya başlayan -özellikle Kautsky önderliğindeki Alman Sosyal Demokrat Partisinin bir seksiyonu ve İngiltere’de Ramsay MacDonald önderliğindeki ILP grubu– benzer “ortacı” gruplarla uyuşuyordu.

Lenin konumunu belirlemekte hiç vakit kaybetmedi. 1914 Eylülünün ilk günlerinde Bern’deki küçük bir Bolşevik grubuna okunan tezlerde “İkinci Enternasyonal’in çoğunluğunun sosyalizme ihanetini” kınadı, Rusya’nın yorulmadan çalışan tüm halk kitleleri açısından en iyi şeyin Rus monarşisi ve ordularının yenilgisi” olduğunu iddia etti ve tüm savaşan ordulara “toplumsal devrim için, silahlarını kardeşlerine, diğer ülkelerin ücretli kölelerine değil tüm ülkelerin burjuva ve gerici iktidarlarına yöneltmeleri için propaganda yapılmasını talep etti.[33] Tezler, iki ay sonra partinin merkez komitesi adına yayınlanan ve Lenin’in “mevcut emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi” sloganını içeren bir manifesto haline getirildi.[34] Lenin, ulusal savunmayı reddeden ancak ülkesinin yenilmesini ve iç savaşı bunun mantıklı sonuçları olarak kabul etmeyen ve bu nedenle bir ayağını “demokratik” savaş hedefleri ve burjuva pasifizminde tutan “ortacılar”a karşı giderek sabırsızlanıyordu. 1915 Martında yurtdışındaki Bolşevik örgütleri Bern’de bir konferans düzenledi. Burada Lenin, Bukharin’in etrafında toplanan grupla arasındaki farkları geçici olarak çözdü ve Bolşevik politikasına dair önemli bir deklarasyon hazırladı. Savaş, emperyalist bir savaş, sömürgelerin İngiltere, Fransa ve Almanya arasında paylaşılması ve Rusya tarafından da bezer toprakların (İran, Moğolistan, Türkiye, vb.) elde edilmesi için yapılan bir savaş olarak tanımlandı: bu, “kapitalizmin en yüksek aşamasına ulaştığı… ve sosyalizmin gerçekleştirilmesi için nesnel koşulların tümüyle olgunlaştığı” bir çağın karakteristik özelliğiydi. Bu yüzden 1789–1871 döneminin “milliyetçi” savaşlarından ayrılıyordu; Sırbistan’ın Avusturya’ya karşı mücadelesindeki ulusal öğe savaşın genel karakterini etkilemeyen bir istisnaydı. Bu nedenle, emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi “tek doğru proleter slogan”dı. Bu sloganın eşlik etmediği barış propagandası bir yanılsamaydı. “Özellikle bir dizi devrim yaşanmadan demokratik bir barışın mümkün olduğu fikri tamamen hatalıdır.”[35]

Aynı yıl içerisinde ilerideki bir tarihte Lenin ilk kez, savaş sırasında her yerden önce Rusya’da proleter bir devrim ortaya çıkması halinde meydana gelebilecek pratik durum üzerine düşünmüştür. Parti gazetesi Sotsial-Demokrat’ta alçakgönüllü “Bazı Tezler” başlığını taşıyan kısa bir açıklama yayınladı; bu tezlerden sonuncusu gelecekteki devrimci iktidarın ilk politika bildirimi olarak tanımlanabilir:

Mevcut savaşta devrimin iktidara gelmesi halinde proletarya partisinin ne yapacağı sorusuna cevabımız şudur: sömürgelerin ve tüm haklarını kullanamayan bağımlı ve ezilen halkların özgürleştirilmesi koşuluyla savaşan tüm taraflara barış önermeliyiz. Ne Almanya ne İngiltere ne de Fransa, mevcut iktidarları dahilinde bu koşulu kabul edecektir. Bu durumda devrimci bir savaşa hazırlanmak durumundayız, yani sadece tüm asgari programımızı tüm kati tedbirleriyle birlikte uygulamakla kalmayıp şu anda Büyük Ruslar tarafından ezilen tüm halkları, Asya’nın tüm sömürge ve bağımlı ülkelerini (Hindistan, Çin, İran, vb.) sistematik bir şekilde isyana teşvik etmeli ve ayrıca -ve de hepsinden önce- Avrupa proletaryasını kendi devletlerine karşı isyana ve kendi sosyal şovenistlerine meydan okumaya teşvik etmeliyiz. Hiç şüphesiz ki Rusya’da proletaryanın zaferi hem Asya hem de Avrupa’da devrimin gelişmesi için alışılmadık düzeyde elverişli koşullar yaratacaktır.[36]

Çizgi netti. Rusya’da iktidarı fethetmiş proletarya, ilk önce, demokratik sloganları kullanarak burjuva devriminin sınırları dahilinde kalacaktı –Avrupa’da, kapitalizmin artık tümüyle gelişmiş çelişkileri nedeniyle burjuva demokratik bir barışı bile gerçekleştiremeyecek durumda olan burjuva iktidarlarını gözden düşürmek; Asya’da, hala kapitalizm öncesi aşamada takılmış kalmış olan uluslar arasında burjuva devriminin standartlarını yükseltmek ve onlara, Avrupalı emperyalist devletlerin boyunduruğunu fırlatıp atmakta öncülük etmek. Gerekirse devrimci savaşla güçlendirilen bu süreçler sayesinde Rus proletaryası sosyalist devrimin Avrupa’da, ve bu sayede Rusya’nın kendisinde zaferi için yolu hazırlayacaktı.

Bu esnada, savaşa karşı sosyalistler, İsveç’te uluslararası konferanslar düzenlemek amacıyla birçok girişimde bulundu. 1915 Martında Klara Zetkin, Bern’de bir sosyalist kadınlar konferansı düzenledi; sonraki ayda Sosyalist Gençlik Enternasyonali’nin sekreteri Willi Münzenberg de Bern’de bir sosyalist gençlik konferansı düzenledi. Lenin’in grubundan gelen Bolşevikler her iki konferansa da katıldı ancak “emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi sloganı”nı ortaya attıklarında hiçbir destek bulamadılar.[37] 1915 Eylülünde savaş karşıtı sosyalistler Zimmerwald’da genel bir uluslararası konferans düzenlediler. Çok sayıda üye içeren ancak çok daha bölünmüş olan Rus delegasyonunda Lenin ve Zinoviev, Martov ve Axelrod, Troçki ve SD önderi Chernov bulunuyordu. Romanya sosyal demokratlarını Rakovsky, Bulgaristan sosyal demokratlarını ise Kolarov temsil etti. Almanların büyük bir kısmı, savaş kredilerini onaylamaktan kaçınmaya hazır olan ancak parti disiplinini bozmaya niyetli olmayan Sol Kanat sosyal demokratlarından oluşuyordu. Diğer katılımcılar ise Fransız, İtalyan, İsveçli, Hollandalı, İskandinav, Letonyalı ve Polonyalılardan (Bunlar arasında Radek de vardı) oluşuyordu.[38] Otuz kadar delegenin yaklaşık yirmisi konferansın Sağ kanadını oluşturuyordu; Lenin’in “iç savaş” politikası altı ya da sekiz delegenin onayını aldı; aralarında en dikkat çekici unsur Troçki olan diğer delegeler ortada bir konumlanış sergiledi ve iki uç kanat arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı. Konferans tarafından oybirliği ile kabul edilen manifesto taslağı Troçki tarafından hazırlanmış ve savaşın genel olarak kınanması ile sınırlandırılmıştı. Altı delege –bir İsveç, bir Norveç ve bir Letonya delegesiyle birlikte Lenin, Zinoviev ve Radek– manifestonun yetersizliğine karşı bir protesto deklarasyonu imzaladı: Bu grup “Zimmerwald Solu” olarak anıldı.[39] Konferansta, Bern’de daimi bir uluslararası sosyalist komite ve sekreterlik kurma kararı alındı. Bu organlar, 1916 Nisanında Kienthal’da çok daha fazla sayıda delegenin katılımıyla “İkinci Zimmerwald” konferansını düzenledi. Geçen sonbahardan bu yana meydana gelen en önemli değişiklik Alman hareketinde gözlendi. Sadece Alman Sosyal Demokrat Partisinin Sol Kanadı (yıl içerisinde sonraki bir tarihte ayrılacak ve Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisini kuracaktı) güç kazanmakla kalmayıp içinde, görüşleri Lenin’inkilere yakın olan bir grup ortaya çıktı: bu grup Spartaküs Birliği olarak anıldı. Kienthal konferansında ortaya atılan ve onaylanan tasarı Zimmerwald’a göre Sol’a doğru önemli bir kayma içermekle birlikte Bolşevik programa hala uzaktı.[40] Bu dönem boyunca Lenin’in destekçileri uluslararası sosyalist hareketin savaş karşıtı kanadında önemsiz bir azınlık olarak kaldı ve hayati iç savaş ve ulusal yenilgicilik sorununda Rusya’daki Bolşevikler ve hatta yurtdışındaki Bolşevik gruplar arasında bile tam anlamıyla bir uyuşma sağlanamadı.

Kienthal konferansı ile Rusya’daki Şubat devrimi arasındaki dönemde uluslararası bir sosyalist konferans düzenlemek için hiçbir girişimde bulunulmadı. Lenin’in bu dönemdeki esas çalışmaları ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunda Bolşevik saflardaki bir tartışmaya;[41] İsveç Sosyalist Partisini ulusal savunmaya verdiği destekten vazgeçirmeye dönük sonuçsuz bir girişime; ve bir savaş çıkması halinde işçilerin, sosyalizm davasını ilerletmesi en muhtemel tarafın zaferini desteklemesi gerektiği yönündeki orijinal Marksist görüşten Lenin’in mevcut konumuna geçişin teorik temellerini teşkil eden Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması adlı kitabın yazılmasına yönelmişti. Lenin’in tahliline göre kapitalizm, büyük Avrupa devletleri arasında yaşanan savaşların sadece sömürge toprakları ve pazarları için bir mücadele olduğu nihai veya emperyalist aşamasına ulaşmıştı. Bu koşullar altında savaşan taraflardan hiçbirinin işçilerce desteklenmesi kabul edilemezdi; ve kapitalizmin artık nihai aşamasında olması, içinde bulunulan anın sosyalizme geçiş ve bütün ülkelerin işçilerinin bu geçişi hızlandıracak eylemi için olgunlaşmış olduğunu gösterir. Bu sayede, toplumsal devrimin varsayılan yakınlığı, Marx’ın kapitalist devletler arasındaki savaşa karşı “oportünist” tutumunun tüm kapitalist devletlerin yenilgisini aynı düzeyde arzu edilebilir kabul eden konumlanış lehine terk edilmesini haklı çıkardı. Savaş uzayıp gittikçe değişen iyimser ve kötümser ruh halleri içerisinde Lenin yol gösterici mantık çizgisini hiç kaybetmedi. Şubat devrimi patlak verdiğinde Rusya’ya gitmek üzere ayrılmadan önce kaleme aldığı İsviçreli İşçilere Veda Mektubu’nda bir zafer notu dile getirdi:

Emperyalist savaşın nesnel koşulları devrimin, Rus devriminin ilk aşamasında durmayacağının, devrimin Rusya’yla sınırlı kalmayacağının garantisidir. Alman proletaryası Rus ve dünya proleter devriminin en inançlı ve güvenilir müttefikidir… Emperyalist savaşın iç savaşa dönüşmesi bir gerçek haline geliyor.

Yaşasın başlamakta olan Avrupa proleter devrimi.[42]

Rus devriminin burjuva demokratik evresinden proleter sosyalist evresine geçişini ve devrimin savaşan diğer ülkelere sıçramasını içeren bu çifte öngörüde Lenin, emperyalist savaşın proletaryanın burjuvaziye karşı iç savaşına dönüştürülmesi sloganının hayata geçirilmesini dört gözle bekliyordu.

“The Marxist Attitude To War”, The Bolshevik Revolution 1917-1923 V.3, Macmillan&Co, London, 1953, pp. 549-566

 



[1] Savaşa dair benzer bir görüş Clausewitz’in savaşı, “politikanın başka araçlarla sürdürülmesi” olarak tanımlamasında da dolaylı olarak paylaşılır; aynı yargılama kriterleri politikanın diğer eylemlerinde olduğu gibi savaşlar için de geçerliydi.

[2] Bu pasajlardan en erkeni Temmuz 1848’de Neue Rheinische Zeitung’da görülür. “Sadece Rusya’yla yapılacak bir savaş devrimci Almanya’nın savaşıdır, Almanya’nın geçmişin günahlarının bedelini ödeyebileceği, erkekliğini ispat edebileceği, kendi otokratlarını alt edebileceği, uzun ve uyuşuk kölelik zincirlerinden kurtulma sürecindeki bir ulusa yaraşır şekilde uygarlığın propagandasını oğullarının kanıyla satın alabileceği ve başkalarını özgürleştirerek kendini de özgürleştirebileceği bir savaş.” (Karl Marx-Friedrich Engels: Historisch-Kritische Gesamtausgabe, 1er Teil, vii, 181).

[3] Marksist anlamda pasifizmin en iyi tanımı Max Beer’in çalışmasındadır, Krieg und Internationale (Vienna, 1924) s.8: “Savaşı mutlak kötü olarak gören ve burjuva toplumda ulusların birliği, tahkim mahkemeleri, kutsal ittifaklar, serbest ticaret, demokrasi, silahsızlanma, vb. sayesinde savaşları önlemenin ve ebedi barışı kurmanın mümkün olduğunu kabul eden politik eğilim”.

[4] Karl Marx-Friedrich Engels: Historisch-Kritische Gesamtausgabe, IIIer Teil, i, 385; ii, 84.

[5] Marx i Engels, Sochineniya, vii, 108-109.

[6] Ibid.xxv, 262: orijinal metin Der Briefwechsel zwischen Lassalle un Marx içindedir, ed. G. Mayer, iii (1922), 184-185.

[7] Karl Marx-Friedrich Engels: Historisch-Kritische Gesamtausgabe, IIIer Teil, iii, 336.

[8] Çağrının bir çevirisi Neue Zeit gazetesinde yayınlanmıştır (Vienna), xxxiii (1914-1915), ii, 440-441; Marx’ın yorumu için bkz., Karl Marx-Friedrich Engels: Historisch-Kritische Gesamtausgabe, IIIer Teil, iii, 341.

[9] Neue Zeit (Vienna), xxxiii (1914-1915), ii, 442, VOL. III

[10] Marx’ın konuşmasının özeti Karl Marx-Friedrich Engels: Historisch-Kritische Gesamtausgabe, IIIer Teil, iii, 417’dedir. Birinci Enternasyonalin Cenevre kongresine karşı tutumunun en iyi izahatı Ryazanov tarafından verilmiştir, Neue Zeit (Vienna), xxxiii (1914-1915), ii, 463-469; 1915’de yazan Ryazanov Alman sosyal demokratlarının 1914’te eylemlerini haklı çıkartmak için Marx’ın Rusya karşıtı ifadelerini kullanmalarını geçersiz kılmak için Marx’ın tutumundaki pasifist öğeleri haddinden fazla vurgular.

[11] Ibıd. xxxiii, ii, 466-468.

[12] Annales du Congrés de Genéve (Geneva, 1868), s.172

[13] Marx i Engels, Sochineniya, xxv, 496.

[14] Brüksel’deki tartışma belgelerini inceleyen Ryazanov (Neue Zeit (Vienna), xxxiii (1914-1915), ii, 509-518) isyana teşvikle aynı anlama geldiğinden dolayı savunucularını kanun zoruyla karşı karşıya getirebileceği için ilk taslaktan vazgeçildiğini tespit etmiştir; diğer taraftan sadece bir grev önermek hiçbir yerde kanun dışı değildir.

[15] Karl Marx-Friedrich Engels: Historisch-Kritische Gesamtausgabe, IIIer Teil, iv, 366.

[16] Birkaç gün sonra Marx, savaşta 1812 ulusal kurtuluş savaşının dirilişini ve 1848’in bastırılmış arzularını gördü ve bunun Bismarck’ta vücut bulmasıyla sarsıldı: “Kabalığıyla övünen Alman, doğuştan gelen köleliğine artık son verebileceğinden ötürü tümüyle büyülenmiş görünüyor. 1848’den yirmi yıl sonra Almanya’da bir ulusal savaşın bu tür bir teorik anlatıma sahip olmasının mümkün olduğunu kim düşünebilirdi ki?” (ibid, iV, 346). Yine de daha sonra “İkinci İmparatorluktan bu yana çevrilen tüm dolaplar en nihayetinde 1848’de hedeflenen şeye ulaşılmasını sağladı -Macaristan, İtalya, Almanya” (Ibid, iv, 358).

[17] Ibid, iv, 354.

[18] Ibid. iv, 366.

[19] Ibid. iv, 365, 382. Fikir, Marx’ın sürekli mektuplaştığı Kugelmann’a aitti ve Kugelmann 7 Ağustos 1870’de şunları yazmıştı: “Politik birlik sayesinde (birkaç yüzyıl gecikmiş olsa da) tüm burjuva gelişim hızlanacak ve Alman proletaryası ilk defa ulusal ölçekte örgütlenebileceği bir zemine kavuşacak ve genel işçi hareketi içerisinde kısa zaman içinde kesinlikle önemli bir yer kazanacaktır.” (Neue Zeit (Vienna), xxxiii (1914-1915), ii, 169).

[20] Karl Marx-Friedrich Engels: Historisch-Kritische Gesamtausgabe, IIIer Teil, iv, 358.

[21] Marx i Engels, Sochineniya, xv, 278.

[22] Marx i Engels, Sochineniya, xvi, ii, 245-247.

[23] Ibıd. xvi, ii, 249-250.

[24] Ibıd. xvi, ii, 244.

[25] Savaşa karşı genel grev politikası Fransız Sosyalist Partisi tarafından 1894 yılında Nantes’deki kongrede kabul edilmişti. Fransız delegeleri İkinci Enternasyonal kongrelerinde sürekli olarak bunu savundu ancak ya çok az destek gördü ya da hiç destek görmedi (1910 yılındaki Kopenhag kongresinde İngiliz ILP’si tarafından desteklendi); Fransız Sosyalist Partisi, 16 Temmuz 1914’teki olağanüstü kongresinde, Jaurés’in önergesi üzerine bir kez daha, “savaşı engellemek ve önlemek ve devletleri tahkime başvurmaya zorlamak için” bir araç olarak “ilgili ülkelerde eş zamanlı ve uluslararası ölçekte örgütlenmiş bir genel işçi grevi” önerdi.

[26] Lenin, Sochineniya, vii, 45.

[27] Delegasyonun karışık karakteri Bolşevikler ile Menşevikler arasında resmi birliğin kurulduğu 1906 tarihli dördüncü parti kongresinin bir neticesiydi. (Bkz., Vol. I, s. 49).

[28] Karar, Internationaler Sozialisten-Kongress zu Stuttgart, 18 bis 24 August 1907 (1907) içinde ve hepsi tam anlamıyla doğru olmasa da birçok çeviride yer almaktadır. Lenin’in sonradan yaptığı bir açıklamaya göre (Sochineniya, xii, 380), Bebel, Ruslar tarafından başta önerilen daha güçlü bir ifadeyi, Alman Sosyal Demokrat Partisini yasal sorunlarla karşı karşıya bırakacağından hareketle kabul etmeye yanaşmadı. Kongrenin eksiksiz kayıtları Rusça baskısında yer almaktadır: Rubezhom: Mezhdunarodnyi Sotsialisticheskii Kongress v Shtuttgarte (1907): Bebel’in orijinal taslağı s. 68-69’da, son iki paragrafın Rusça taslağı s 81-82’de son hali s. 85-86’da yer almaktadır ve son iki paragraf Rusça taslağa göre sadece küçük farklar içermektedir. Son paragraf Komintern’in 1919’daki ilk kongresindeki bir kararda alıntılandığında Martov anılmadan Lenin ve Rosa Luxemburg’a atfedilmiştir –bu durum rahatsızlık veren bir adın gizli tutulması yoluyla erken bir tahrif örneğidir. (Kommunisticheskii Internatsionalv Dokumentakh (1933), s. 73).

[29] Lenin, Sochineniya, xviii, 209.

[30] Bkz. Vol. I, s. 65.

[31] Savaş başladığında Petersburg’daki gösterilerin Menşevikler tarafından yapılan değerlendirmelerine göre “vatansever cümbüş, etkilenmeyen işçileri dahi terk etmedi; dün grevde olanların büyük bir kısmı bugün vatansever gösterilerinin saflarındaydı”. (Y. Martov, Geschichte der Russichen Sozial-Demokratie (19126), s. 274).

[32] Bkz., Vol. I, p.67.

[33] Lenin, Sochineniya, xviii, 44-46

[34] Lenin’le Bukharin grubunun arasındaki temel fark Bukharin grubunun, emperyalist savaşın nihai hedef olarak iç savaşa dönüştürülmesi sloganını kabul ederken Rusya’nın yenilgisini isteme sorununda tereddüt etmesi ve propaganda araçları olarak burjuva demokratik barış sloganlarını tümüyle bırakmamış ya da mahkum etmemiş oluşudur: görüşlerini temsil eden belge Proletarskaya Revolyutsiya,No.5 (40), 1925, ss. 170-172’dedir. Birçok Bolşevik hala burjuva demokrasisi ve burjuva devriminin arazisini terk etmemişken Lenin’in, savaş ve uluslararası durumun enerjisiyle hızla ileri, 1917 “Nisan Tezleri”nde alacak olduğu konuma doğru atılması önemlidir. Bununla birlikte Bukharin ve Pyatakov 1916’da ulusların kendi kaderini tayin hakkı sorununda Lenin’den yine ayrıldılar (Bkz., Vol. I, s.427).

[35] Lenin, Sochineniya, xviii, 124-128. Deklarasyon aynı zamanda, ilk kez “savaşan ulusların askerlerinin siperlerde kardeşliği”ni öneriyordu; Lenin, 1914 Noel’inde basında çıkan kardeşlik raporlarından etkilenmişti (ibid. Xviii, 94, 136).

[36] Ibid. Xviii, 313. Kısa bir zaman önce, daha sonra “tek ülkede sosyalizm” üzerine tartışmalarda üzerine düşen rolü oynayan “Birleşik Avrupa Devletleri” adlı bir makaledeki ünlü bir pasajda Lenin, proleter devriminin tek bir kapitalist ülkede başarılı olması halinde ortaya çıkabilecek durumu genel terimlerle öngörmüştü: “Ekonomik ve politik gelişimin eşitsizliği kapitalizmin zorunlu bir yasasıdır. Bu yüzden sosyalizmin zaferi başlangıçta sadece birkaç kapitalist ülkede ve hatta tek bir kapitalist ülkede mümkündür. Bu ülkenin, kapitalistlerinin mallarını kamulaştırmış ve toplumsal üretimini örgütlemiş muzaffer proletaryası, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendine çekerek, onlar arasında kapitalistlere karşı isyan çıkartarak, gerekirse sömürücü sınıflar ve bunların devletlerine karşı silahlı kuvvet çıkartarak kapitalist dünyanın geriye kalanına karşı ayağa dikilebilir.” (Ibid.232-233).

[37] Her iki kongrenin belgeleri de çevrilmiş ve ana kaynaklar aktarılmıştır, O.H. Gankin ve H. H. Fischer, The Bolsheviks and The World War içinde, (Stanford 1940), ss. 280-308; her iki kongre de, bu kongrelere katılmış olan A. Balabanov tarafından açıklanmıştır, Erimerungen und Erlebnisse (1927), ss. 100-103.

[38] ILP ve Sosyalist Parti tarafından atanan İngiliz delegelerin pasaportu reddedildi.

[39] Belgeler ve kaynaklar için bkz., O. H. Gankin ve H.H. Fischer, The Bolsheviks and World War (Stanford, 1940), ss. 320-354; konferansın manifestosu ve Bolşeviklerin reddedilen taslağı için bkz., Lenin, Sochineniya xviii, 412-420.

[40] Belgeler ve kaynaklar için bkz., O. H. Gankin ve H.H. Fischer, The Bolsheviks and World War (Stanford, 1940), ss. 407-438;

 

[41] Bkz., Vol. I, ss. 424-428.

[42] Lenin, Sochineniya, xx, 70.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar