Ana SayfaKürsüZararlı Hayaller, Devrimci Gerçekler

Zararlı Hayaller, Devrimci Gerçekler

 

Türkiye Devrimci Hareketi’ni oluşturan siyasal öznelerin bir kısmı ve “irili-ufaklı” kimi bileşenleriyle Türkiye sol hareketi, farklı ton ve ağırlıkta olsa da Kürdistan devrimi ile “birleşik mücadele”den ve “stratejik ittifak”tan, daha ilerisinde olanlar ise Kürdistan Devrimi’nin partisi ile yoldaş parti olmaktan bahsediyor. Bu kulvarda en “ihtiyatlı” davrananlar dahi “Kürtler olmadan bu iş olmaz” demek zorunda hissediyor kendisini.  

Mao’nun üslubuyla bir belirleme yapmak gerekirse “böyle olması kötü değil iyidir”. Çünkü Kürdistan Devrimi, onunla ilişkilenmek isteyen her kişi, örgüt ya da partiyi devrimci eksende tutabilecek kadar politik devrimcilik üretme kapasitesine sahip bir hareket. Bu ilişkiyi en geriden tarifleyenler bile, bir ölçüde demokratizmin ileri sınırlarına yakınlaşmak zorunda kalıyor. Ya da tersten söylemek gerekirse devlet, Kürdistan Devrimi’nin “legaliteyi istismar” etmesine dahi tahammül gösteremiyor. Kürdistan Devrimi ile ilişkilerini “legal solculuğun” çerçevesinde tarif etmek isteyenler, bu işlemin sonucu olarak istemedikleri halde devletle karşı karşıya düşüyor.

Türkiye sol hareketinin kimi bileşenleri, Kürdistan Devrimi’nin gelmiş olduğu aşama ve bu aşamanın dolaysız sonucu olarak ortaya çıkan “legal nimetler” bahçesine destursuz dalmaya çalışırken devletle karşı karşıya gelmiş ve zaman zaman bahçe sahibine yakalanmışlardır. Ne gam! Buradan Kürdistan Devrimi için ancak övünç çıkar. Devrim, kendisiyle ilişki kurmak isteyen en reformcu ve pasifist hareketi dahi, devletin karşısına çıkarabilecek yetkinliktedir.

Türkiyeli devrimcilerin önemli bir kısmı, özellikle Rojava Devrimi’nden bu yana Kürdistan devrimcileri ile birlikte ölüyor ve öldürüyor. Öyle ki Türkiyeli devrimcilerin yakın tarihine bakacak olursak şehit düşen savaşçı ve kadroların neredeyse tamamı, Kürdistan Devrimi’nin etkinlik sahası içerisinde toprağa düşmüştür. Bu, devrimci kararlılığa işaret etmesi bakımından değerlidir. Bu hususta politik olmak kadar ideolojik de davranmak gerekiyor. Zira Türkiyeli devrimci hareket kendi yolunu açacaksa ideolojik olarak liberal basıncın etki alanından kendisini kurtarmak zorundadır. İşte Kürdistan Devrimcileri ile birlikte girilen bu mücadele, her türlü reformculuğun etki ve kuşatması altında “can çekişen” Türkiyeli devrimcilik için ideolojik olarak “devrimci kalma”nın yolunu sağlıyor.

Kürdistan Devrimcilerinin izlediği yol

Türkiyeli devrimciliğin içerisinde bulunduğu krizi daha anlaşılır kılmak ve bu krizin somut olgularını yakalayabilmek amacındaysak yanı başımızda özgün bir gelişim çizgisi gösteren Kürdistan Devrimi’ne ve onun gelişimine bakmakta yarar var.

Özgürlük hareketinin, bölgenin ve hatta an itibariyle dünyanın sayılı devrimci özneleri arasında başı çekiyor olmasını sağlayan nedir? Milyonlarca insanın “yönetildiği” belediyeler, doğrudan yönetiminde bulunan “kitlesel” kurumlar mı, yoksa sınıfın sözcüsü “sendikalar”da, devleti teşhir etmeye olanak tanıyan dernekler ya da demokratik kitle örgütlerinde var olmak mı? Doğrudur, bu topraklarda “devrimcilik” iddiası taşıyan hiç kimse burada sayılanları devrimciliğin ölçütleri arasında sayamayacaktır. Ancak burjuva parlamento dahil yasal olanakları kullanabilmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmayan, temsiliyetin önemine vurgu yapmayan kimse de kalmamış bulunuyor.

Bilineni bir kez daha yinelemek gerekiyor. Kürdistan hareketini kuruluşundan bu güne devrimci kılan ve onun devrimci varlığını garanti altına alan etmen, kurumsallaşmış gerilla ordusudur. Gerilla ordusunun kurumsallaşmış varlığı demek politik dilde ezilenin devlete yönelik şiddetinin her koşulda sürdürülebilmesi demektir. Burada bahsedilen gerilla, Türkiye devrimci hareketinde görülen örnekleri gibi yalnızca “silahlı devrimci” olarak düşünülmemeli. Gerilla, bir devrimci örgütü stratejik ya da taktik görüşlerine yakınlaştıran, devrimci hareketi ezilenlerle buluşturan, konjoktüre müdahale etme olanakları tanıyan ve o konjonktürde kendisine yer açmayı başaran politika yapma biçimidir. Baştan aşağıya şiddet politikasıdır. Ve Kürdistan Devrimi’nin temel yön verenidir. Özgürlük hareketinin örgütsel ve politik olarak vazgeçemeyeceği yegane şey şiddet politikası ve onun yürütücüsü gerilladır. Üstelik bu önerme Kürdistan Devrimi’nin zaman zaman öne çıkan “şiddet karşıtı” tüm söylemlerine rağmen geçerlidir.

Şimdilerde birileri Kürdistan Devrimi’nin “her ipte oynayabilmesini” kendileri için fevkalade cezbedici bir örnek olarak değerlendirebilir ve aynısını yapmakta devrimcilik adına beis görmeyebilir. Bu görüşü savunanlar Kürdistan Devrimi’nin gelişimine daha yakından baksınlar.

Ankara’daki ilk grup döneminden başlayarak Kürdistan devrimcileri yalnız ve yalnızca tek bir şeye odaklanmıştır. “Kürdistan sömürgedir ve sömürgecilik ancak devrimci savaşla alt edilecektir”. Kürdistan Devrimcileri yalnızca bu halkaya sıkıca tutunmuş ve kendilerini bu halkadan uzaklaştırabilecek, ya da ilgilerini dağıtabilecek her şeyi bir süreye kadar ellerinin tersiyle itmiştir. Dergi, yasal dernek, kitle örgütü hiçbiri ama hiçbiri Kürdistan devrimcileri için asıl sorun değildir ve asla da olmamıştır

İhtiyaçlarını savaşçı bir gerilla ordusu yaratmak olarak belirleyen Kürdistan devrimcileri, örgütsel-politik çalışmalarını da pek tabii buna göre şekillendirdi. “Elinde çekiç olan her şeyi çivi görür” sözünü çağrıştırırcasına, Kürdistan devrimcileri savaşmak istemiştir ve her şeye savaşın gözüyle bakmıştır. Kürdistan devrimcileri, ilk grup dönemi olan 1974 yılından başlayarak yirmi yıla yakın bir süre savaş dışında hiçbir mücadele olanağıyla ilişkilenmemiştir.

Başta yasal parti olmak üzere yasallığa dayalı diğer mücadele araç ve biçimlerinin geniş ölçekli kullanımı ise gerillanın Kuzey’e yerleşmesi ve başta Botan olmak üzere binlerce savaşçının Kürdistan dağlarını yurt edinmesiyle gündemleşir. Başka biçimde söylenecekse, “düzen içi” mücadele biçimleri ancak düzen dışındaki devrimci varlık garantilendikten sonra gündeme girer.

Şimdilerde Kürdistan’ın batısında devrimin kuruluş aşamasına ait bütün zorlukları üstlenen, diğer yandan kendi tabiriyle “devrimci halk savaşı”nı Kuzey sahasında sürdüren bir devrimci özne varsa ve bu özne Türkiye’de parlamentodan başlayarak bütün yasal olanakları kullanabiliyorsa bunun ancak varlığını garanti altına alan devrimci şiddet sayesinde olduğu unutulmamalıdır.

 

Türkiyeli devrimcilik, Türkiye’de devrimcilik

Kürdistan Devrimi, şimdilik Türkiye’de devrimci değil demokratik bir odak yaratmayı amaçlıyor. Bu bir özne olarak tamamen onun tercihidir. Eğer önsel olarak bu hareketin varlık sahasının Kürdistan olduğunu kabul edecek olursak bu hususta söylenecek fazla söze de gerek kalmaz.

Elbette bu, Kürdistan Devrimi’nin Türkiye’ye dönük her politikası tamamıyla doğrudur anlamına gelmiyor. Hatta bu tercihler zaman zaman Türkiye Devrimi ile çelişmektedir. Türkiye devrimci hareketinin güçlü varlığı koşullarında bu çelişki büyüyebilir. Ancak Kürdistan Devrimcileri için bu konudaki ölçü her şeyden önce Kürdistan Devrimi’nin yarar-zarar cetvelidir. Kürdistan Devrimi’nin yürütücüsü, Türkiye sahasındaki “demokratik” varlığıyla devrimin alanını büyütüyorsa “demokratik” biçimleri tercih etmesinden ötürü eleştiremez. Doğrudur, bu “demokratik” tercih, liberalizmin varlık sahasında kanlı canlı var olmak demektir. Ancak özgürlük hareketi, bu durumu Kürdistan’daki devrimci varlığıyla dengeleyecek kapasitesiye sahiptir.

Peki ya Türkiye devrimcileri? Türkiye devrimcilerinin kendi varlık sahalarında devrimci olmaktan başka şansı bulunuyor mu? Ya da şöyle soralım: Türkiyeli devrimciler, Türkiye’de devrimcilik üretebilmek için Kürdistan devrimcilerinin bu sahada “demokratik”likten devrimciliğe geçiş yapmasını mı bekleyecek? Yoksa kanlı canlı varlığıyla kendi devrimciliğini inşa ederek Kürdistan Devrimi ile gerçek bir ittifak zemini mi yaratacak?

Kolaydan ve somut olandan devam edelim. Türkiye’de (ve aslında her yerde) devrimciliğin temel belirleyici ölçütü bellidir. Bu ölçüt, devrimci şiddetle ilişkilenme ve bu şiddeti kullanabilme düzeyidir. Üstelik bu ölçüt bizzat devrimciler tarafından konulmuştur. Devrimci örgütler kendi dışında kalan siyasal öznelerin karakterini belirlerken en çok bu metodu kullanıyor ve devlet karşısında şiddet seçeneğini tercih edenleri devrimci olarak belirliyorlar.

Bu tanım kimi ek güçlendirmelere ihtiyaç duyabilir ama esasen yerindedir. Mahir Çayan’ın Kübalı devrimcilerden ödünç alarak harcımıza kattığı formülasyondaki gibi, “Devrim için savaşmayana devrimci denmez”.

Peki, bu bahiste Türkiye devrimci hareketinin durumu nedir? Niyet sorgulaması yapmadan ve devrimci kalmak için ödenmekte olan onca bedelin baskısını hissetmeden cevaplayalım. Devrimci hareket, Türkiye sahasında politik ve örgütsel varlığıyla savaşacak bir güç olmanın ve dolaysız olarak da devrimcilik üretmenin uzağına düşmüştür. Bu durumun kısa sürede tersine çevrileceğine dair bir işaret de gözükmüyor. Bugünün devrimci militanı “işlerin yolunda gitmediğini”, “mevcut haleti ruhiye ile devrimci bir çıkışın mümkün olmayacağını” tüm izleyici ve yorumlayıcılardan daha açık görüyor.

Elbette ki devrimci örgütler ya da partiler kendi tarihleri içerisinde sürgit ileri yürüyemezler. Kimi zaman devrimci mücadeleyi tırmandırabilecekleri gibi, kimi zaman da devrimci şiddeti paranteze alıp diğer mücadele araç ve biçimlerinin kullanımına ağırlık verebilirler. Üstelik ikinci olasılık sadece tercihen değil, devletin karşı saldırıları sonucunda da olabilir. Bunların hiçbiri tek başına mesele değil.

Mesele, Türkiyeli devrimciliğin gözünü devrimci şiddetten daha çok onu devrimcilikten alıkoyacak mücadele biçimlerine, liberalize edebilecek ideolojik kavrayışlara ve onu sağcılaştıracak politik yönelimlere dikmesidir.

 

İzlenen yol

Geçtiğimiz günlerde Teori ve Politika, bir sosyal medya hesabında, Lenin’den uyarlayarak şöyle diyordu: “Türkiye devrimci hareketinin ilerlemesi, elde edebileceği şu ya da bu olumlu kazanımda değil, zararlı hayallerden kurtulmasında yatıyor.”

Bu sözler yerden göğe kadar haklı. Çünkü Türkiyeli devrimcilik, kendi gelişim güzergâhını tam da zararlı hayallerin içerisinde, şu ya da bu olumlu kazanımı elde etmesinde görüyor.

Elbette bu zararlı hayallerin son kertede gelip dayandığı bir teorik ifadelendirme de yok değil. Zaten bu hayallerin tüm tüketiciliğine rağmen kendisini yeniden üretebildiği yer burasıdır:

“Kitlelerin içine girerek, acil gereksinmeleri etrafında, kitleleri örgütleyip, eyleme sokma ve kitlelere siyasi bilinç götürüp örgütleme, yani ekonomik ve demokratik hak ve istemleri etrafında kitleleri örgütleyip, siyasi hedefe yönlendirme.”

Bugünün Türkiyeli devrimciliği esas olarak bu yolu takip ediyor. Ve her yol gibi bu yolun da takipçilerini kendisine bağlayan kimi kuralları mevcut. Eğer her solcuyu kapsayabilecek nitelikte bir kültür merkeziniz yoksa, bir dergi çıkartmıyorsanız, “önemli” kitle örgütlerinde temsiliyetiniz bulunmuyorsa kitleleri örgütlemenize müsaade yoktur. Bu yolda parlamento olmazsa olmaz kabilindendir. Düzenli kampanyalar, bildiri dağıtımları, sayısız basın açıklamaları ve daha sayılabilecek birçok şey…

Bugünün devrimci pratiği ‒üç aşağı beş yukarı‒ buraya sıkışmış durumda. Ama daha tehlikelisi bunların devrimci hareket için “esas” yöntemlere dönüşüyor olması.

Şimdi kimi okuyucu bu satırların hemen ardından öfkelenip, şu uyarıyı yapma ihtiyacı hissedecektir: Marksizm hiçbir mücadele biçimini reddetmez.”

Sonuna kadar doğru. Yukarıda sayılanlar gelişkinliği ölçüsünde her devrimci hareketin kullanabileceği ve hatta duruma göre kullanması zorunlu olan yöntemlere dönüşebilir. Aklı başında olan hiç kimse “biz bunlara tövbe el sürmeyiz” demeyecektir.

Ama bugün Türkiyeli devrimciliğin düzen dışı varlığı risk altındadır. Ve ne yazık ki Türkiyeli devrimcilik sınırlı enerjisini, düzen dışı varlığını güçlendirmek yerine düzen içindeki “yokluğunu” kurumsallaştırmak için heba ediyor. Mesaisini kendini devrimci kılan yerlerde değil, reformculuğun egemenliği altındaki sahalarda tüketiyor.

Che Guevara’dan aktararak söyleyelim. Biraz uzun olsa da okumakta yarar var. Siz sadece sözü edilen yerin Türkiye olduğunu varsayarak okuyun:

“Dar kapsamlı seçim çekişmeleri; şurada burada seçimi kazananların başarıları; iki milletvekili, bir senatör, dört belediye başkanı, halkın üzerine ateş açılarak dağıtılan büyük çapta bir gösteri; bir öncekine göre bir iki oy farkıyla kaybedilen yeni bir seçim; kazanılan bir grev, kaybedilen on grev; bir adım ileri, on adım geri; belli bir kesimde zafer, bir diğerinde on kez bozgun… Sonra birden bire oyunun kuralları değişir, her şeye yeniden başlamak gerekir.

“Bu tutum neden ileri geliyor? Halk enerjisini neden hep böyle boşuna harcıyor? Bunun tek nedeni var: Bazı Amerika ülkelerinde ilerici güçler taktik hedefler ile stratejik hedefleri korkunç bir şekilde birbirine karıştırıyorlar, küçük taktik sorunlarda büyük stratejik hedefler görmek istiyorlar. Bu önemsiz saldırı mevzilerini ve elde edilen küçük kazançları, sınıf düşmanının temel hedefleri olarak göstermeyi bilen gericiliğin akıllıca davrandığını kabul etmeliyiz.

“Böylesine büyük hatalar işlenen ülkelerde, halk hiçbir değeri olmayan eylemler için son derece büyük fedakârlıklar pahasına her yıl alaylarını seferber eder. Bunlar düşman topçusunun ateşine maruz kalan geçici mevzilerdir.

“Bu mevzilerin adı, parlamentodur, kanuniliktir, yasal ekonomik grevdir, ücret artışıdır, burjuva anayasasıdır, bir halk kahramanının serbest bırakılmasıdır… Ve işin en kötü tarafı şudur ki, bu mevzileri elde etmek için bile, burjuva devletinin oyun kurallarını kabul etmek ve bu tehlikeli siyasal oyuna katılmak iznini alabilmek için de uslu ve aklı başında insanlar olduğumuzu, hiçbir tehlike arz etmediğimizi; örneğin kışlalara ve trenlere saldırmak, köprüleri uçurmak, katilleri ve işkence uzmanlarını cezalandırmak, dağlara çıkıp ayaklanmak ya da yumruklarımızı sert ve kararlı bir biçimde kaldırarak, Amerika’ya son kurtuluş mücadelesinin kesin müjdesini vermek gibi tehlikeli işlerle bir alış-verişimizin olmadığını ispat etmek lazımdır.”

İzlenmesi gereken yol

Hikmet Kıvılcımlı, devrimciliğin sıkıştığı zamanları ve o zamanların devrimcisini anlatırken şöyle der: “Sosyal devrimcilik başı sıkıştığında tarihsel devrimciliği yardımına çağırır. Tıpkı başı sıkışan peygamberlerin Allah’tan yardım istemesi gibi…”

Bunun anlamını günün devrimci militanı çok iyi biliyor. Türkiyeli devrimciler, devrimci görevlerini yerine getiremedikleri her durumda, nesnel koşulların ne kadar iyi olduğundan, kitlelerdeki hareketlilikten, devrimci durumun varlığından bahsediyor.

Sahiden gerçek durum nasıl? Eğip bükmeden söylemek gerekirse Türkiyeli devrimcilerin, demokratik kazanım ve olanakları kullanabildiği her şey ağırlıklı olarak Kürdistan Devrimi’nin eseridir.

Burada yalnızca Gezi Haziranı’nı ayırmakta fayda var. Bu işlemi haklı olarak uygulamak durumundayız. Gezi Haziranı, Türkiye devrimci ve sol hareketinin müdahale menzilinde bulunan ancak kendiliğinden gelişen kitle hareketiydi. Lakin hareketin kendisini Türkiyeli devrimcilerin başarı hanesine yazabilmemiz de olanaklı değil.

Ancak Gezi’nin dışıda kalan ve Türkiyeli devrimcilerin “devrimci durum”a dayanak gösterdiği her ne varsa Kürdistan Devrimi’nin varlığıyla mümkün olmuştur. İster “demokratik” biçimlerde isterse de savaş yöntemiyle olsun zafer de kazanım da, yengi ve yenilgi de Kürdistan Devrimi’nindir.

Türkiye devrimci hareketi ise, bir süredir zafer kazanacak ya da mağlubiyete uğrayacak güç olmanın uzağında bulunuyor. Her ikisi için de başını kendi omuzlarında taşıyan, bağımsız poltik özne olmak gerekiyor. Bunun başarılacağı yer zararlı hayallerin içerisi değil, devrimciliğin ve düzen dışılığın teminatı olan yollara sıkıca bağlanmaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar