Ana SayfaKürsüGÜVERCİN ya da TUTSAKLIK ALEGORİSİ

GÜVERCİN ya da TUTSAKLIK ALEGORİSİ

 

GÜVERCİN ya da TUTSAKLIK ALEGORİSİ*

Hem devrimcilik hem de Aydınlanmacılık ile kurtuluşçuluk/özgürlükçülük arasında ömür tüketenlere

Güvercini, “egemenlerin o kadimleşmiş zalimâne dünyasında bir türlü ele geçirilememiş özgürlüğün nasıl kazanıldığı”nın göstergesi olarak neredeyse sonsuz sayıdaki ideolojik ufuk çeşitlemeleri arasındaki bir oydaşma sembolü halinde uçurup dururuz tepemizde…

Çeşitli sınıflardan ve ideolojilerden “insanlar” ve hatta siyasal “özneler”, güvercini yemleyip koruyarak huzur bulurlar muhtemelen: Egemen sınıflar, madun sınıflar, ‘sınıfsal’ özneler, sınıfların temsilcileri, her kesimden militanlar ve tutsaklar, gerillalar, emniyet müdürleri, teknolojik üstünlüğüne ve ateş gücüne güvenerek gerilla “avlayan” helikopter pilotu, hapishane girişinde çıplak arama yapmaya daima hevesli gardiyanlar, ayrıca işkenceciler, cumhurbaşkanları, başbakanlar, genelkurmay başkanları (liste sonsuza kadar uzayabilir) … hepsi de güvercinin özgürlüğü temsil ettiğine inanır ve fırsat bulduklarında da güvercinin misyonuna sahip çıkmaktan geri kalmaz, güvercin uçurarak tarihsel ve o malûm etik gösteriye katılırlar. Ezcümle güvercinin herkes tarafından özlenen özgürlük temsiliyetini daim kılma rolüne sahip çıkarlar. Bu anlamda güvercin sembolünün sağladığı “özgürlük sembolü uzlaşması” bir apaçıklığa teslim olur.

Nedense güvercinin özgürlüğü temsil edişi konusunda bir karşıt bilgi söz konusu değildir. Burada şaşırtıcı olan şudur: Zaten kendisi de epeyce problemli olan “insan özgürlüğü” düşüncesinin güvercinle temsil edilme ânının kuşun azat edilmesinden sonraki aşaması hiçbir zaman yoktur; hiç görülmez, bilinmez, merak edilmez muhtemelen de üstünde düşünülmez –bizi o kadim tutsaklığımızdan özgürlüğe taşıyacak kesin adımın yani özgürlüğün, güvercinin kanat çırpışlarıyla gerçekleştiği “tasavvur” edilir. Güvercin kafesten bir “kul-madun” tarafından salıverildiğine göre, sorgulayacak/eleştirecek bir olgu yoktur ortada ya da niye olsun ki?

Güvercinin uçurulması oydaşmasında egemenlerin kadim dünyasına bir başkaldırı unsuru yoktur: Kuşu salıveren “kul” yani herhangi bir birey, insanlığın bütün erdemlerini üstünde toplayan özgür bırakan, azat etme büyüklüğünü gösteren “özgürleştirici kimlik”i üstlenir. Güvercinin salıverilmesi-azat edilmesinin üstlendiği işlev ikilidir: İlki azat etme cömertliğinin gösterilmiş olmasıdır –  azat etme cömertliğinin gösterilmesi tutsak varlığımızın temellerini sarsan başkaldırı fiilinden güvercin özgürlüğü oydaşmasına dâhil olmakla sonuçlanır ki, bu, başkaldırıdan arınmadır aynı zamanda. Güvercinin uçurulması, azat edilmesi hem egemenin sistematik fizikî ve psikolojik şiddetini hem de başkaldıranın daimi kör ve de histerik intikamcı şiddetini bertaraf etmiş olur: Güvercinin azat edilmesi yani ilk kanat çırpma ânı; demokratik hakları, insan haklarını, onuru, evrensel zorbalık karşıtlığını, insanî mutluluğu ve saygıyı temsil eder.

Güvercin kafesinde azat edildi ve kanat çırparak özgürlüğüne doğru uçtu: Kuş artık kafeste değil! Uçtu işte…  Kuşun kafesten çıkmış olması yeterlidir seyirci için. Kafeste değil artık..! E nerede peki! Uçtu, nereye uçtu! Uçtu ya..! Uçmuş olması, o gördüğümüz kafesinden çıkması, tanık olduğumuz meşum kaderinden kurtulmuş olmasını gösterdi ya, bu durum yeter bize… Çünkü güvercinin meşum kaderinden kurtulmuş olmasına da oydaştığımız herkesle, bütün kesimlerle birlikte tanıklık etmiş olmadık mı zaten? Görmek istediğimizi görmüş olduk. Özgürlüğe tanıklık ettik. Oyun bitti. Oyuncuların nerede olduğunun bir önemi yok artık.

Güvercin bir “kul”-birey tarafından kafesinden bırakılır. “Kul” azat eden olarak sadece kuşun bırakıldığı yanılsama ânının yarattığı etkisiyle ilgilenir.

Güvercinin kafesinden bir kul-birey tarafından salınarak özgürleştirilmesi elbette özgürleşme durumunun kendi hakikatidir: Güvercin özgürleşirken eşzamanlı olarak bir yanılsamalar/yanlışlar indeksini de göstermiş olur. Ve bu yanlışlar indeksi bize başka bir hakikat alanını açmış olur. Daha doğrusu bu yanılsamalar/yanlışlar indeksi alanı bize, “özgürleşme” aleyhine işleyen, özgürleşme düşüncesini tahrip etmiş olan pür/sade popüler ideolojik alanı gösterir.

Güvercinin özgürlük timsali kabul edilişi, gündelik ideolojiler alanındaki en büyük tarihsel uzlaşmalardan birini ifade eder.

Güvercini özgürlük ve barışla simgelemeyen kimler vardır? Tabiî sınıfsal ve ideolojik temsiliyetler olarak. Hele bir de o güvercin beyazsa ve de o güzelim beyaz gövdesini renklendiren zarif gagasında bir de zeytin dalı taşıyorsa… Hangi sınıftan olursa olsun hangi “birey” itiraz eder bu kuşun özgürlüğün simgesi olduğuna…

Egemenlerin kullanışlı kuşu

Üstünde uzlaşılan en önemli sembollerden ilki güvercin, ikincisi zeytin dalıdır. İdeolojiler üstü bir uzlaşmanın simgesidir güvercin ve ayrıca zeytin dalı. Her ikisi de estetik ve etik temsiller harikasının simgeleridir aslında.[1]

Tutsaklığımızı ya da tutsaklıklarımızı fark edemeyişimiz güvercine sevdamız, güvercinin beyazlığına tutkumuz, o beyazlığın anlamını bilemeyişimizden, aynı zamanda bütün sıfatlandırmalardan ziyade tek başına güvercin sevdamızdan bile bellidir.

En çok beyaz güvercinin simgelediği özgürlüğe vurgunuz

Daha (Marx’ın boy boy sıralamış olduğu üretim tarzlarına göre) kölecilikten itibaren beyaz renk, tanrı değişimine delalet etmiş ya da tanrı değişimine/geçişine âlet edilmiştir ‘zaman içinde’. Tanrılar ocağın koruyucuları ve temsilcileridir; babalar yani: Soy kurucular… Tabiî köleci aklın önemli simgelerinden olan beyaz renge en çok kadın “varlığı” âlet edilmiş kölecilik zamanında. Köleci hukukta hiçbir hakkı olmayan kadına geçmişiyle tüm bağları kopsun diye evlendirilirken beyaz giydirilmiş. Baba ocağından “koca” ocağına giden “gelin”e giydirilen beyaz gelinlik, birçok şeyin temsilcisi sayılmış: Gelin yeni tanrısına ait olan ocağa/eve giderken arındığını gösteren beyaz/ak elbisesiyle ya da verili katarsisle donatılmış. Gelin giydiği (“katarsisle”) beyaz elbiseyle, eski tanrısına yani babası tarafından temsil edilen baba ocağına/tanrısına itikadından ‘gönlüyle’ vazgeçtiğini beyan etmiş olan beyaz elbisesi/gelinliğiyle ve kendisine eskiden olduğu gibi hiçbir hak tanımayacak olan yeni ocağa yani yeni tanrısına “kocası”nın tanrısına/kocasının babasına biat edeceğini ilân etmiş olur böylece. Gelenek devam eder kısacası ve verili maddî hayatın belirlediği malûm dünya, bu beyazlığın mesajını lütufkârlıkla kabul eder. Kabul edişle birlikte kadın, eski tanrısından arınmış ve yeniye biat etmiş sayılır: Buna ister üstüne hiçbir şey yazılmamış, “lekelenmemiş”, işaretlenmemiş yani yeni tanrısının oğlu tarafından nakşedilecek/kazınacak boşluk/beyaz kavramı deyin, isterse de gelenek… Her ikisi de aynı kapıya çıkar.

Türk, Kürt solunun popüler ideolojilere tutsaklığı da güvercin sevdasıyla özetlenmiştir. Tutsaklığın simgesi güvercindir. Tutsaklık dediysek tabiî kastettiğimiz aslında egemen kavramlara tutsaklıktır. Egemen kavramından kastımız da elbette, idealizmin tarihe içkin sonsuzluğunda yer alan her döneme özgü popüler ideolojilerdir.

Solun tutsaklığı, kendi özgürlük kavramını/kavramlarını burjuva kavramlar aracılığıyla ifade etme tutkusudur. Ayırt edebilme becerisi özgürlük kavramının ayartıcılığıyla sakatlanmıştır. Sakatlanmışlığı da ayırt edemediği güvercin sevdasından bellidir.

Güvercinler tuhaf şehirli kuşlar. Küçük köylerde, köy yerinde beslenemediği ve dağ yamaçlarındaki mağaralara yuva yaptığı için “yabana” diye de anılır. Başta İngiltere olmak üzere birçok “medeni Batı” ülkesinde uçan fare-ler olarak anılmaktadırlar.

Yere paralel olarak en hızlı uçan kuşlar arasındadır. Düz uçuşlarda avcıları olan şahinden ve şehirlerde yaşamayı becerebilen nâdir yırtıcılar olan kerkenezlerden daha hızlıdır. Ama şehirlerde yaşayan şahinler ve kerkenezlerin en kolay avları arasındadır.

Ulak olarak kullanılmıştır. Bunun iki nedeni vardır: Çoktan evcilleşen ve egemene/efendiliğe sığınan güvercin, avcı tehlikesini çoktan unutmuştur. Biri avlansa bile ne olacak ki, kafesten başkası uçurulur/azat edilir. Onun efendisinin olduğu yerde avcı olabilemez. Ulak olarak kullanılmasının bir başka nedeni evine sadâkatidir elbette. Yön bulma “kabiliyetleri” yüksektir.

En belirgin özelliği bir kafesten çıkıp başka bir kafese son sürat uçma çabasıdır. Hoş, kafese bir ân önce ulaşma istediği de zaten o kafesi evi sanmasıdır. Ayağına sarılı olan şeyin mektup olduğunu da bilmez bizim güvercin: Son sürat evine, öteki kaledeki, şehirdeki kafesine ulaşmaktır tek isteği.

Eski zamanların tutsaklarının kaleden yani köle sahibinin kontrol gücünün sonsuz olduğu bir yerden/kafesinden salıverilme sayesinde uçup giden kuşun özgürleştiğini sanması normal olabilir. Ama o kuş zaten asıl tutsaklığına; ya da başka bir tutsaklığa doğru uçar özgürce. Belki sadece uçtuğu, havada kaldığı sürede tutulamaz, ele geçirilemez olduğu için “özgürdür”. Ama herkes kafesine uçtuğunu bilir, herkes aklının hep tutsaklıkta olduğunu bilir. İçine doğmuş olduğu evi/yuvasına/kafesine malûm tutsaklığına doğru uçar son hızla.

Hapishanelerden dışarıya yollanan kartlarda özgürlük simgesi olarak beyaz güvercin kullanılır. Devletin esiri, o güvercini yapabilmek, özgürlük tasavvurunu gösterebilmek için binbir güçlükle edinebildiği kâğıdı, muhtemelen kendi imal ettiği boyayı da kullanır.

Değer mi buna? O kâğıdı-boyayı güvercin özgürlüğünü resmetmek için harcamaya değer mi?

Gerçekten değer mi buna..!

Güvercin ki, o sol her ne ise o solun tutsaklığını, mevcudiyetini, ufkunu, tutsak aklını simgeler aslında. En çok da beyaz olan güvercin.

Yan sınırlamalardan (popüler ideoloji diline saygı: ekoloji, kadın sorunu, feminizm, özgürlükler vs., vs…) bile geri bir tutsaklık hali güvercin sevdası. Tarihten sirayet eden Aydınlanmacılığın tezahürüdür güvercin özgürlükçülüğü.

GÜVERCİN tutsak olduğunu bilmez; yeter ki yemi, suyu verilsin. Onun tutsak ve özgür olduğunu sadece biz/’akıl’ biliriz.

Kırk katır mı kırk satır mı? Ya da popüler ideolojiler mi, güvercine sevda mı?

 

1 Nisan 2019

 

* Bu yazı, 2011 yılında aramızdan ayrılan Resul Ekici’ye ve TKP-ML/Hareketi’nin bir kadrosu ve militanı olan ama her nedense TKP-ML/Hareketi’nin mirasçıları tarafından bir kadirbilmezlik örneği olarak adı pek anılmayan ve hatta TKP-ML/Hareketi’nin hatırlanmıyor olsa bile çatışarak şehit düşen tek/biricik/eşsiz militanı olan Ekrem İnelaş’a atfedilmiştir. Ekrem İnelaş, 16-17 Kasım 1980 gecesi Antep’te şehit düştü. Ağır silâhların ateşine maruz kalmış kan ve toz toprakla yoğrulmuş şehit bedeni, şehrin tam kalbindeki Atatürk Heykeli’ne bitişik olan Antep siyasî şubede tutulan yoldaşlarına gösterildi.

[1] Güvercini Türkiye’de en çok “Karaoğlan” olduğu yıllarda Ecevit kullanmıştı: Tabiî “halkın” güvercinle özdeşleştirdiği şair Ecevit, ne başbakanlığı zamanındaki Maraş Katliamı’na ne sıkıyönetim icrasında kullanılan yöntemlere ne de uygulamalarına ses çıkarmıştı. 19 Aralık 2000’de hapishanelerdeki devrimcilerin maruz kaldığı en büyük katliamlardan ve devletin en ciddî iç operasyonlarından biri olan Hayata Dönüş Operasyonu’nun da isim babasıydı aynı zamanda.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar