Ana SayfaGüncel YazılarTebriz’in Yiğit Oğlu Ali Reza Nabdel’i (Oktay) Hatırlamak - Şair ve Devrimci

Tebriz’in Yiğit Oğlu Ali Reza Nabdel’i (Oktay) Hatırlamak – Şair ve Devrimci

Halkın Fedaileri

1971 Martında İran polisi olağanüstü teyakkuz durumundaydı. Bir ay önce kuzeydeki ormanlarda birdenbire beliren küçük bir gerilla grubu, üzerine gönderilen on binlerce askerle yirmi gün süren çarpışmalardan sonra imha edilmişti. Ancak, bu beklenmedik olay, 1953 darbesinden beri politik eylemin adının bile unutulduğu İran’da eylemin askeri boyutlarını aşan bir etki yaratmıştı.

Gerilla hareketinin başladığı gibi bastırılmasına rağmen olayın ardından başta başkent Tahran olmak üzere büyük kentlerde beliren duvar yazıları, yoksul mahallelerde dağıtılan yasak bildiriler, geceleri işlek meydanlara gizlice yapıştırılan afişler, aydınlar, öğrenciler ve işçileri birden sardığı gözlenen heyecan ve beklenti havası, yüzeydeki durgun görüntünün altında bir şeylerin harekete geçtiğine, darbeden sonra ezilmiş, dağıtılmış ve artık marjinalleşerek ülke gündeminden kesin olarak çıkmış olduğuna inanılan İran komünist hareketinin yeniden başını kaldırdığına işaret ediyordu. Polis, olayın ardından yapılan kitlesel tutuklamalar ve sorgulamalara rağmen, gelişmelerin ardındaki yeni örgütlenmenin yapısını çözmekte başarılı olamamıştı.

Bu atmosfer içinde rutin arama ve kontrol faaliyetlerini iki katına çıkaran Tahran polisi, gece yaptığı yol kontrollerinden birinde üzerinde iki kişi bulunan bir motosikleti durdurmaya çalıştı. Motosiklettekilerin dur emrine silahla karşılık vermesinin ardından çıkan kısa çatışmada yirmili yaşlardaki şüphelilerden biri öldürülürken diğeri karnından ve bacağından vurulmuş olarak baygın halde yaralı ele geçirildi. Üzerlerinde bulunan bildiriler, şüphelilerin, yazının başında söz edilen gerilla eylemini de gerçekleştiren, adı yeni duyulmaya başlayan Halkın Fedai Gerillaları adlı örgütün üyeleri olduklarını gösteriyordu.

Kurşun Sizin, Söz Benim

Durumu ayrıntılı bir sorgulamaya el vermediğinden, yaralı, polis gözetiminde hastaneye kaldırıldı. Ancak, burada başındaki polis bir anlığına odayı terk ettiğinde kendisini pencereden dışarı attı. Peşinden koşan polisler tarafından engellendiğinde, düşme sonucu bir elinin kemikleri kırılmış olduğu halde, açık yarasından içeri soktuğu sağlam eliyle iç organlarını parçalamaya çalışıyordu.

Şahlığın gizli polisi SAVAK’ın tecrübeli sorgucuları, konuşmamak için yapılan intihar girişimlerinin çoğu kez tutuklunun direncinin sonuna gelmiş olduğuna işaret ettiğini biliyorlardı. İntihar girişimi engellendiğinde çoğu kez enerjilerinin son kırıntısını da tüketmiş olan tutuklular moral çöküntüsü içinde konuşmaya başlıyordu. Bu yüzden işi sıcağı sıcağına bitirmek için, acılarına son verilip tedavi görebilmesi için konuşmasını önerdiler. Yaralı, bu öneriye sonraları devrimci çevrelerde bir slogan haline gelecek olan şu cevabı vermekle yetindi: “Kurşun sizin, söz benim.”

Tebriz Çevresi

Kısa süre sonra, yaralının adının Ali Reza Nabdel olduğu ve solcu kimliği yüzünden SAVAK tarafından çoktandır fişlenmiş bulunduğu ortaya çıktı. Nabdel, birkaç yıl önce SAVAK tarafından tertiplendiğine inanılan beklenmedik bir ölümle genç yaşta hayata veda eden ünlü yazar ve araştırmacı Samed Behrengi önderliğindeki “Tebriz Çevresi” denen genç Azeri aydınlar grubunun tanınmış adlarından biriydi. Tebriz Çevresi, baskı altındaki Azeri kimliğine olan bağlılıkları ve sol düşüncelere karşı fazla gizleyemedikleri yakınlıkları yüzünden başından beri SAVAK’ın titiz gözetimi altındaydı. Ancak, Marksist eğilimleri bilinmekle birlikte, faaliyetlerini edebiyat, Azeri folklor araştırmaları ve eğitim sistemiyle ilgili incelemelerle sınırlamış görünen grubun doğrudan politikayla ilgilendiğini gösteren bir kanıt bulunamamıştı.

Hukuk eğitimi almasına rağmen bu alanda kariyer yapmak yerine halka hizmet adına arkadaşı Behrengi’nin örneğini izleyerek ilkokul öğretmenliğini seçen Ali Reza Nabdel, Tebriz Çevresi’nin bütün üyeleri gibi edebiyatla yakından ilgileniyordu. “Oktay” mahlasıyla kaleme aldığı Türkçe şiirleri, yaşamayı başarmakla birlikte, sistemli devlet baskısı ve dünyanın en büyük şiir dillerinden biri olan Farsçanın gölgesinde kalmak yüzünden gelişimi engellenmiş olan İran Azeri şiirine biçim ve içerik açısından getirdiği yenilikle dikkat çekiyordu. Ne var ki Şahlığın Azeri kültürüne uyguladığı ağır baskı yüzünden yayımlanma şansı bulamayan bu şiirler, sadece dar bir arkadaş çevresi tarafından tanınıyordu. Kaldı ki, yavaş ve temkinli tartışmalar sonunda, emperyalizmle tam bir bağımlılık ilişkisi içinde İran’ı ezen polis devletine karşı koymanın tek yolunun silahlı mücadeleden geçtiği inancına varan Tebriz Çevresi, edebi ve bilimsel çalışmaları ikinci plana itip Şahlığa karşı açık savaşa girmenin yollarını aramaya başlamıştı.

Küçük Kara Balık’ın Çağrısı

1953 darbesinden sonra, ulusalcıların dağılması ve önderliğinin teslimiyeti yüzünden komünist partisinin (Tude) utanç verici bir yenilgiye uğramasıyla, Ayetullah Humeyni gibi radikal din adamlarının çevresinde toplanmış bazı İslami gruplar dışında İran’da Şahlığa karşı örgütlü muhalefet kalmamıştı. Bununla birlikte, sol ve ilerici güçlerin yenilgisi İran ile sınırlıydı. Dışarıda devrimler ve ulusal kurtuluş savaşları yükselmeye devam ediyordu. Yenilginin ardından bütün bir eylemciler kuşağı sahneden çekilmişken, 1960’lar İran’ında dünyada yükselen sol dalgadan (Küba devrimi, Cezayir ve Vietnam kurtuluş savaşları vb.) etkilenen ve yeniden mücadelenin yollarını arayan yeni bir kuşak yetişiyordu. Tebriz Çevresi de bu kuşağa aitti. Bu kuşak, Behrengi ağır sansürü atlatarak “Küçük Kara Balık” kitabını yayınlatmayı başardığında, masalın dört dörtlük edebi biçiminin ardındaki keskin pratik politik bildiriyi hemen anladı. Küçük Kara Balık, tarihe bilinçli müdahalesiyle kitlelerin ataletini kırarak devrimci mücadelenin önünü açacak bir öncü devrimci parti için yapılmış bir çağrıydı.

Çağrıyı alan başka kentlerdeki devrimci grupların Tebriz Çevresiyle temasa geçmeleriyle, 1970’lerde dünyanın en etkin kent gerilla gruplarından biri olacak Halkın Fedaileri’nin temeli atıldı. Yani, alışılmışın aksine bu kez edebiyat siyasal eylemin önünü açmıştı. Üniversiteyi orada okuduğundan Tahran ile bağları ve edebi ilgileri sayesinde pek çok çevreyle ilişkileri olan Nabdel, Tebriz Çevresi’nin diğer devrimci gruplarla tanışmasında ve örgütün kurulmasıyla sonuçlanan birleşmede önemli rol oynamıştı. Ne var ki, devrimci mücadelenin başlamasıyla şair Oktay, militan Nabdel adına geri plana çekilecek, bütün enerjisini siyasal pratiğe yönelterek edebi çalışmalarını bir yana bırakmak zorunda kalacaktı.

Ülkeyi örümcek ağı gibi saran ajan ve muhbir teşkilatına rağmen yeni hareketin ortaya çıkmasını engelleyemeyen SAVAK, örgüt hakkında bilgi edinme fırsatı olarak gördüğü Nabdel’i kolay bırakmayacaktı ama bilgi verebilecek duruma gelmesi için önce tedavi edilmesi gerekiyordu. Oktay’ın mirası bu sayede elimize ulaşabildi. Nabdel’in tedavisi İran’ın en tanınmış doktorlarından Profesör Cevat Heyet tarafından yapıldı. Kendisi de Tebrizli bir Azeri olan Dr. Heyet, edebiyatla ilgilenen sanatçı bir kişiliğe sahipti. Tartışılmaz tıp bilgisi sayesinde Şah sarayından da hastalar edinmişti. Mesleki uzmanlığı ve siyasetten kesinlikle uzak durması sayesinde, Azeri kökenine gösterdiği sadakate rağmen Şahın güvenini kazanmış ve bunun ayrıcalığıyla Türkçeye uygulanan kesin yasağa rağmen, özel izinle “Varlık” adıyla Türkçe bir edebiyat dergisini yıllarca yayımlayabilmeyi başarmıştı. Siyasal bakımdan muhafazakâr, en fazla apolitik denebilecek bir konumda olan doktor, tedavisine verilen genç devrimcinin kararlılığından etkilenmişti. Hasta ile doktor arasında kurulan yakınlık edebiyat üzerine sohbetlerle ilerledi. Nabdel’in edebi bilgisine saygı duyan doktor, polisin sorguya çekmek için sabırsızlandığı bu gözü kara savaşçının bizzat birçok şiir yazmış hatırı sayılır bir şair olduğunu öğrenince daha da şaşırdı. Oktay’dan geri kalan edebi mirasın büyük bölümü Dr. Cevat Heyet’in polis gözetiminden kaçırmayı başardığı şiirlerden oluşmaktadır.

Sabırsızlıkla bekleyen SAVAK, Dr. Heyet’in kaçınılmaz sonu geciktirmek için başvurduğu bütün çarelere rağmen, sorguya dayanacak kadar iyileştiğine kanaat getirdiği anda Nabdel’e el koydu. Nabdel’in sorgusu SAVAK’ın en tanınmış işkencecilerinden (ki bu meslek aşkı yüzünden birkaç yıl sonra Fedailer tarafından ölümle cezalandırılacaktır) Nikteb tarafından bizzat yürütüldü. Nikteb, bir başka sorgu üstadı Perviz Sabeti’den aldığı teknik yardıma rağmen, yaralı devrimciden bilgi almayı başaramadı. Haftalar, aylar süren sonuçsuz sorguların ardından, göstermelik mahkemelerde altı kez idam cezasına çarptırılan Nabdel 13 Mart 1972 günü dokuz yoldaşıyla birlikte katledildiğinde 28 yaşındaydı.

Oktay’ın şiirlerinin bilinen tek yasal toplu basımı Şah rejiminin devrilmesinin ardından gelen kısa özgürlük ortamında1979’da yapılabilmiştir. Uzmanlar, “’Işık” adıyla yayımlanan kitaptaki şiirlerin, biçim ve içerik açısından getirdiği yeniliklerle, genellikle geleneksel kalıplara dayanan Azeri (İran’daki) şiiri için, ne yazık ki İran’ın siyasal tarihi yüzünden arkası gelmeyen, yeni bir çığır açtığını belirtirler.

Ne var ki, Oktay’ın eseri yeterince tanınmamış, çağdaş Azeri şiiri üzerinde hak ettiği etkiyi yapamamıştır. Bunda, Oktay’ın edebî kişiliğinin Ali Reza Nabdel’in siyasal kişiliğinin gölgesinde kalması ve şiirlerinin gerek Şah gerek İslam Cumhuriyeti iktidarlarında tehlikeli madde olarak görülmesi etkili olmuştur.

*

Aşağıdaki, Oktay’ın şiir mirasının (aslında ağıt ve koçaklama formunda geleneksel halk şiiri kalıpları içinde yazıldığından şiirindeki yenilikçi tavrı pek yansıtmayan) bir örneği olarak arkadaşı, hocası ve yoldaşı Samed Behrengi için yazdığı ağıt. (Şiirin sonunda sözlükçeye yer verdik.)

Semed Könlümdedir

Ohudu garanguş* ayrılık sözün

mürüvvet ehlinin gözü yoldaken

cumdu* tufanlara unuttu özün

Ulduz’a* ne cevab vereceğem men?

Gışda garlı dağlar sorağlaşsalar

Tebriz’in gül oğlun, mehriban oğlun

bir heray çekerem ey uca dağlar

ahtarın* Araz’ın çenli* belinden.

Düşmen te’ne vursa Semed hardadır*

elimi sineme çalıp diyerem

Semed könlümdedir üreğimdedir

döğüşür ölse de dönmez elinden.

Onun sadakatı can verir bize

alevli eşginden ilham alırıg

her dakika baş çekir üreğimize

mugayetlik edir öz ektiğinden.

Söyleyen gidecek sözü kalacag

edalet nagılın* el doğruldacag

zülm evi adl ile berbad olacag

Semed’i karşıda görecek düşmen.

Bu bir nagıldır ki eller söyleyer

biri sesden düşse obirsi diyer

nagılçı dayanar söz devam eder

el için yaşayar burda beslenen.

Niyaran galmasın Ulduz’a deyin

könlüme almışım Semed’in eşgin

Semed könlümdedir, üreğimdedir

Vurgun’un* adaşı ciğerimdedir

İntigam alacak el düşmeninden.

Garanguş: Azerbaycan folkloründe görünmesi ya da sesinin duyulmasının olumlu ya da olumsuz büyük tarihsel toplumsal olayların habercisi olduğuna inanılan efsane kuşu.

Cumdu: Daldı.

Ulduz (Yıldız): Behrengi’nin bazı masallarının kahramanı olan Azerbaycanlı küçük öksüz kız. Arkadaşı Yaşar ile birlikte zulme boyun eğmeyen ezilen halkların ve sınıfların mücadelesini, dayanışmasını ve kurtuluş umudunu simgeler.

Ahtarın: Arayın.

Çenli: Sisli, puslu.

Harda: Nerede.

Nagıl: Nakil, aktarım, dilden dile, kuşaktan kuşağa devredilen anlatı, gelenek.

Vurgun: Çağdaş Azeri (Sovyet) şiirinin ustalarından Samed Vurgun’a ve bölünmüş Azerbaycan’ın temeldeki birliğine gönderme.

23 Ağustos 2006’da Sendika.Org’da yayımlandı ve küçük değişikliklerle TvP için düzenlendi.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Travmadan Sonra…

Aynı kategoriden yazılar