Ana SayfaGüncel Yazılar1 Kasım Aynasında Devlet, PKK ve Sol

1 Kasım Aynasında Devlet, PKK ve Sol

 

1 Kasım seçim sonuçlarıyla birlikte iki politik kuvvet, karşımıza bir kez daha ‘kale gibi’ dikilmiş oldu. Tayyip devleti ve PKK Kürdistanı. Türkiye ve Kürdistan adlarıyla bir devlet ve bir devletleşme girişimi, seçim sonuçlarıyla varlıklarını tahkim etmiş bulunuyorlar. 1 Kasım seçiminin temel politik sonucu budur.

 

Başında Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu Türk devleti, 1 Kasım’da sağladığı Sünni-Türk toplumsal tahkimatla büyük bir başarı kazanmıştır. Bu tahkimat, esas olarak, PKK’nin Temmuz/Ağustos-2015 devrimci özyönetim hamlesine karşı Türkiye tarafından verilmiş bir cevap biçiminde gerçekleşmiştir. 7 Haziran-1 Kasım arasında gelişen bütün politik olaylar bu sonucu teyyit eder niteliktedir. 1 Kasım sonucuna gerçek bir politik bakış, yani toprak ve nüfusla kaim bir politik bakış Türkiye ve Türkler ile Kürdistan ve Kürtler biçimindeki kategorik ayrımı görmek zorundadır. Tayyip Erdoğan, PKK’nin Kürdistan’da üst üste yaptığı devrimci hamlelere karşılık olarak Türk devlet kudretini harekete geçirmiş, PKK Kürdistanına karşı adlı adınca bir savaş açmıştır. 1 Kasım’da ezilen Sünni-Türk ‘kara kalabalıklar’ Tayyip Erdoğan’ın şaha kaldırdığı devlet kudretine canlarıyla, kanlarıyla rıza göstermişlerdir.

 

Şimdi bir kez daha karşımızda toprak, millet, din ve devletten mürekkep kapkara bir düşman kalesi yükselmektedir. Tayyip devleti bu sonuçla birlikte ideolojik, toplumsal ve politik dağılmanın eğik düzlemindeyken PKK Kürdistanı karşısında, kendisine, güçlü bir tutunma, toparlanma olanağı yaratmıştır. Tayyip devletinin 7 Haziran-1 Kasım arasındaki politikası, Kandil’i vurmak için bir gecede kalkan 75 uçak, Suruç, Diyarbakır ve Ankara bombalarıdır, yani tamı tamına şiddet-politikadır. Tayyip devletinin ideolojisi ise stadyumlarda Ankara katliamına gösterilen sevinç tekbirlerine yön veren bir ideolojidir.

 

Tayyip Erdoğan’ın zaferi, Bahçeli’nin ‘hayır’cılığıyla, Kılıçdaroğlu’nun cılızlığıyla, Merkel’in desteğiyle, Davutoğlu’nun sevimliliğiyle gölgelenemez. Tayyip Erdoğan, 7 Haziran-1 Kasım arasında açtığı sıcak savaş cephesinden zaferle çıkmıştır. Tayyip Erdoğan’ın zaferi, Türkiye tarafının liberal-demokratik muhalefetini ezici bir nitelik arz ediyor.

 

PKK’nin Devrimciliği HDP’nin Demokratlığı

 

2 Kasım sabahı beklenen yorumlar, beklenen demokratlardan geldi. Nuray Mert ve Murat Belge, Tayyip Erdoğan’ın ezici zaferinden PKK’yi de sorumlu tuttular. Mealen, “PKK silaha sarılmasaydı bu kadar kötü bir sonuç alınmazdı” diyorlar. Yaygın sol bir kanaat olduğu tahmin edilebilir bu yorumun. Hatırlanacaktır, 1990’larda Türkiye tarafında beliren devletli şoven saldırılardan da PKK’nin ‘Türk milliyetçiliğini kışkırtan Kürt milliyetçisi eylemleri’ sorumlu tutulurdu. O dönem bazı devrimci yapılar bile bu anlayışa prim vermişlerdi. PKK, ‘Kürt milliyetçisi eylemleriyle’ büyük bir Kürdistan coğrafyasına hükmeder, Batı devletleri tarafından ‘kabul edilebilir’ hale geldi ama Türk demokratlarının hışmından, demokrat olmadığı için kurtulmadı.

 

PKK bugün, merkezinde silahlı ordusunun bulunduğu yeni bir politika düzlemine erişmiş görünüyor: Devletleşmek ve özgür Kürdistan. Gündelik, konjonktürel politik eğilimlerine, söylem ve teorizasyonundaki liberal demokratik tercihlerine karşın PKK, gayet bilinçli bir biçimde, silahın hükmüyle ilerleyen bir devletleşme stratejisi izlemektedir. Bu çerçevede ‘Türkiyelileşme ve demokratik siyaset’, PKK’nin şiddet-politikayla yürüttüğü devletleşme stratejisinin enerji depoları, nefes boruları, destek alanları olarak şekillenmektedir.

 

1 Kasım seçim sonucu, PKK’nin devletleşme stratejisinin bir parçası olan devrimci öz-yönetim girişiminin Kürtlerin ana gövdesi tarafından sahiplenildiğini yüzde seksenler düzeyinde net bir sayıyla göstermiştir. Ve, evet, PKK, ‘demokratik siyaset’ çizgisinin bir milyon oyunu, silahla inşasına giriştiği ve Kürdistan’ın kurucu ve taşıyıcı nüfusunun ezici ağırlığıyla sahiplenilen devrimci-özyönetim çizgisine feda etmiştir. Helal olsun!

 

Türkiye Solu

 

Peki Türkiye Solu, Tayyip’in kara bir kale gibi yükselen ve ‘Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ zaferi karşısında ezilen Türkiye Solu, Ankara’da Türk devlet tarihinin en kanlı saldırısyla katledilen, katli, statlarda Sünni-Türk kalabalıklara alkışlatılan Türkiye Solu, beş yıldır Kürdistan Özgürlük Hareketinin ‘demokratik siyaset’ kuytuluklarını yurt belleyen Türkiye Solu, devletlileşen sünni-Türk Anadolu bozkırından, muhalefete evrilen Kemalist-cumhuriyetçi kıyılara kaçma eğilimindeki Türkiye Solu, ideolojisi, bağımsız politik doğrultusu, örgütsel karargahı olmayan Türkiye Solu, şimdi ne yapacak? Kürdistan Özgürlük Hareketinin büyük ve koyu gölgesinde, liberal demokratik eylem pratiğinde ve cumhuriyetçi ideolojik evrende ‘bağımlı değişken’ olarak savrulup durmaya devam mı edecek?

 

Kırk yıllık düzen içi solculuğu 1971’de bitirip Türkiye’de devrimciliği başlatan kadrolardan olan Mustafa Yalçıner 2 Kasım sabahı ‘yeni bir platformla yola devam etmek gerektiğini’ yazdı. Yalçıner’in yeni platform çağrısı, ’71’de yapılmaya çalışıldığı gibi Anadolu bozkırı, devlet ve Sünni-Türk milletle örülmüş kara bloğu ezilenler ve ezenler adıyla yarmaya girişecek bir devrimcileşmeyi mi işaret ediyor, yoksa Alper Taş’ın yine 2 Kasım sabahında bininci kez dile getirdiği ‘Kürtler, sosyal demokratlar, ve sosyalistlerin birliğiyle’ seçimlerde elde edileceği umulan yüzde otuzluk hedefi mi işaret ediyor? 

 

Ankara katliamının ardından Ferda Koç, Yaşar Ayaşlı, Metin Kayaoğlu, Erkan Baş, Mehmet Güneş gibi isimler devrimcileşmenin zorunluluğunu ileri süren yazılar yazdılar. Evet, bunları düşünmek ve başlamak için güzel, ezici bir yenilgi alınmadı mı?

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar