Ana SayfaArşivSayı 7Politika Üzerine Bir Ayrıştırma Denemesi

Politika Üzerine Bir Ayrıştırma Denemesi

Mehmet Ali Tütüncüler

Marksizmin bütünlüklü sürecinin başlangıcı Genç Marx’ın onu önceleyen ideolojik-felsefi kavram ve kavrayışların dışına çıkmasıyla gerçekleşti. Bunu epistemolojik kopuş olarak ifade ediyoruz.

          Marx’ın bilime yönelişi veTarih Biliminin kuruluşu, bu kopuşa denk gelen toplumsal tarihsel nedenselliklerle birlikte, onun felsefe dışına çıkması/itilmesi ile başladı.

Önce Bilim Doğdu

Marx’ın kurduğu Tarih Biliminin ardından Marksizmin felsefesi doğdu. Ama sistematize edilmemiş ve edilemez bir biçimde… Marksizmin felsefesini önemli oranda Marx’ın çalışmalarının satır aralarında buluruz. Marksizmin sistematize edilmiş bir felsefesinin olmayışı / olamayışı, karşı felsefelerin sınır ihlallerini ve sabotajlarını mümkün kılıyor. Bu türden girişimlerin engellenmesi ve karşı saldırıların yolu, bu satır aralarının yoğun bir biçimde ayıklama ve ayrıştırma sürecine tabi tutulmasından geçiyor.

Kopuşun Gerçekleşmesi

Felsefeye sorulan ve bu kategorik alana ilişkin olmayan kimi sorular, onun dışına çıkmayı zorunlu kılar. Esas olarak soru sorulduğu andan itibaren kategorik değişiklik gerçekleşmiştir. Yanıtın beklenmesine gerek yoktur. Bir anlamda felsefeye sorulan ve yanıtı felsefeye ilişkin olmayan bilimsel bir sorunun sorulduğu andan itibaren, felsefenin sınırlarından çıkılıp bilimin kategorik alanına girilmiş olunur. Epistemolojik düzeyde kopuş, böylece, sistematiğin dışına çıkmayı sağlayan sorunun sorulmasıyla başlar. Bu kategorik bir alan değişikliği biçiminde gerçekleşebileceği gibi (bilimden felsefeye ya da felsefeden bilime), aynı kategorik alan içinde farklı alt kategorilere geçiş şeklinde de gerçekleşebilir.

            Burada önemle üzerinde durulması gereken konu bu sorunun nasıl sorulabildiğidir. Çünkü herhangi bir ideolojik-felsefi sistem kurulurken sorunsala ilişkin tüm soruların yanıtı belirlenmiştir.

            Soruyu sorduran ve dolayısıyla kopuşu gerçekleştiren, ‘düşünsel üretim biçimi’ndeki değişikliktir. Bunun için, bilgiyi bir ‘üretim’, ortaya çıkan ürünü ise ‘yeni bilgiler’ biçiminde belirtmek gerekir. Bilim kategorisi içindeki ‘bilgi’nin karşılığını, felsefe kategorisi içinde ‘tezler’ şeklinde ifade etmek mümkündür. Bilginin, gerek bilimsel bilgiye ilişkin üretimi, gerekse felsefede tezler biçiminde üretimi, bir düşünsel üretim sürecinden geçen düşünsel üretim tarzı ile belirlenir. Bilimsel gerçekle, gerçek gerçek arsındaki dolayımlı ve sonuşmaz ilişkinin bilgi içi tarihi, düşünsel üretim tarzının belirleyicisidir. Bundan dolayı özneden bağımsızdır.

         Felsefe bilimi izler. Marksizmin bilim olan yanı kurulmakla birlikte Marksist felsefenin sistematik biçimde kurulamamış ve kurulamaz olması, Marksizm içinde felsefenin konumuna ilişkin önemli problemlerin belirleyicisidir. Önce bilimlerin kuruluyor ve felsefenin onu izliyor olmasının yanı sıra, materyalist felsefenin sistematik imkansızlıkları ile yakından ilişkili olan bu sorun kuruluşundan bu yana genel olarak Marksist akımlar içinde önemli kafa karışıklığına yol açmıştır. Marksizmin sistematik felsefesini arayanlar yanlış sorulan bu sorunun cevabını Genç Marx’ta bulurlar. Bu onları sonuçta Hegelci felsefenin değişik kategorilerine götürür.

Felsefenin İşlevi

Bilimin kuruluşu sırasında kategorik sınırlar dışında duran ama onunla teğetsel bir ilişki içinde olan felsefenin bilime ilişkin bir bekçilik görevi vardır. Felsefe, bilime sürekli sızmaya çalışan ideolojiyi ve karşı felsefeleri sürekli sınır dışı etmek zorundadır. Bilimdeki krizler sırasında felsefenin yardıma çağrılması esprisinin kaynağı budur.

            Aynı yaklaşımlar bilime ilişkin okumalar için de geçerlidir. Bilimsel bir yapının okunuşu ile çıkarılan sonuca ilişkin yorumlar (politika bağlamında) onu okuyanın ideolojik-felsefi kavrayışının dışında yer almaz. Bu alanda bilim, ideoloji ve felsefe birbirine karışır ve bu durum yoğun bir ayıklama-ayıklanma süreci gerektirir. Sistematize edilmemiş bir felsefenin onu önceleyen bilimi okuması ve bütünlüğün politikada kuruluşu karmaşık bir sürece denk gelir. Bilime ilişkin okumayı gerçekleştiren felsefenin (politikaya ilişkin olarak) her iki kategorik alan bakımından birbiriyle uyumluluğu bir zorunluluktur.

         Başka bir biçimde ifade etmek gerekirse, bilim materyalizme ilişkin iken onu okuyan felsefe de materyalist olmak durumundadır. Tersi durumda bilimden politikaya ilişkin sonuçlar çıkarılamayacak ya da çıkan sonuçlar ideolojik olacaktır. Bu ideolojik sapmanın yönünü de, bize, onu okuyan felsefe verir. Pusula kimi zaman sağı kimi zaman solu gösteriyor olsa da, ona kaynaklık eden felsefi anlayış aynı olabilir.

          Kısaca örnekleyelim: Marksizmin teorik bir bütünlük olduğu yollu teorik teze, bu derginin sayfalarında sıkça rastlamak mümkündür. (Bütünlüğün ısrarla vurgulanması Marksizme ilişkin bütünlüğün yitimi ile eş zamanlıdır. Teori ve Politika‘nın kurmaya çalıştığı ve bizce tüm Marksistlerin önünde duran en temel teorik sorun bu bütünlüğün yeniden kurulmasıdır.) Bütünlük, Marksizme Hegelci felsefeden aktarılmış bir kavramdır. Hegel’de karşılığı, kabaca öz ile biçim, özne ile nesne arasındaki temel dolayımsız ilişkidir.

            Bu dolaysızlıkta (Her ne kadar diyalektik bir dolayımlılık biçiminde ifade edilmişse de kavranışı dolayımsızdır) görüngülerin tümü, özden yansıyanın, biçimdeki merkezsel ifadesidir. Özsel çekirdeği kaplayan kabuk görüngünün biçimini verir. Kabuk kırılıp parçalandığında çekirdek öz halinde karşımızda durur. Bu felsefi bütünlük anlayışı ile Kapital‘i okuyan kimi gözler orada kurulmuş olan bilimde ‘ekonomizm’i (siyasal iktisadı) buldular. Öz ile biçim arasındaki ilişkinin Hegelci Tarih Felsefesi ile bu tarz kavranışı, Marksizmin ve onun baş yapıtı Kapital‘in siyasal iktisat gözüyle anlaşılmasına yol açtı. Kabaca, öz ile biçim arasındaki ilişki alt yapı-üst yapı ilişkisi şeklinde ele alınacak olursa özde belirleyici olanın alt yapı olmasından hareketle, sınıf çelişkilerinin ve onun yol açtığı sınıf savaşımlarının kendiliğinden sosyalizme götüreceği fikri ‘determinizm’i doğurdu. Bu anlayışın politik sonuçları da, açık bir biçimde karşımızda duran sınıf uzlaşmacılığı oldu. Günümüzde kimi devrimci yapıların hareket tarzlarını incelediğimizde aynı felsefi anlayışın izlerini görmek mümkündür.

           Türkiye Devrimci Hareketi tarihi, bunun örnekleriyle doludur. Ülkemizde geleneksel olarak devrim tipinin tartışılmasındaki yöntem sosyo-ekonomik yapı adı altında ekonomik yapı çözümlemesi olmuştur. Üç onyılı aşkın bir süredir “Demokratik devrim mi sosyalist devrim mi?” tartışmaları bu temel ekonomik eksen üzerinden yürütülmüştür. Gerçeklik işte bu öz’de gizli olan ekonomist anlayışların körlüğüne hapsedilmiştir. Bilim olarak anlaşılan, siyasal iktisat olmuştur.

Zıtların Birliği

Determinizmin bilimi okuyuşu siyasal iktisatken, bunun politik karşılığının sınıf uzlaşmacılığı olduğunu belirttik. Tam tersi olarak determinizme ve 2.Enternasyonal uzlaşmacılığına karşı önemli oranda da buna tepkinin bir ifadesi olarak ortaya çıkan politik kulvarda devrimci bir iradeyi temsil eden ‘tarihselcilik’in bilimi okuyuşu da bunlardan hiç farklı olmayarak siyasal iktisattır.

            Gramsci-Lukacs çizgisinde ifade olunan tarihselcilik akımı önemli oranda özne-nesne bütünlüğünün özne lehinde bozulması ve nesnelliğin öznelliğe kurban edilmesiyle kurulmuştur. (Burada önemli bir noktayı belirtmek gerekiyor, Determinizmin her şeyi altyapıya- öze indirgeyen sistematiği içerisinde üstyapıya ilişkin önemli bir boşluk doğar. Buna karşın özellikle Gramsci’nin üst yapıya ilişkin olarak ideoloji ve hegemonya konularında bu boşluğu doldurmaya yönelik önemli katkılarını gözardı etmemek gerekir.) Tarih biliminin bize sunduğu temelde bir üretim biçiminde yer alan sınıfların üretim ilişkileri içerisinde birbirleriyle girdikleri sınıf savaşımlarının belirleyiciliği yerini tarihselcilikte tarihi yapan, yaratan, özne-insan, özne-sınıf ve özne-partinin belirleyiciliğine terkeder. Bu anlayışın ardındaki gerçeklik, bilimin (ki onlar siyasal iktisat olarak anlar) okunuşunu sağlayan felsefenin idealist olmasıdır.

           Hem de öylesine bir idealizm ki, Ekim Devrimini bile “Kapital‘e karşı devrim” olarak görecek kadar.

          Bu anlayışın politik sonuçları ise ilginç bir yelpaze oluşturmaktadır. Belirleyiciliği, öznenin iradi dönüştürücülüğüne yükleyen kavrayış politik alanda önemli oranda devrimciliği temsil etti. Öncü savaşından hareketle hazırlanan P.A.S.S.’ın(Politikleştirilmiş Askeri Savaş Stratejisi) dayandığı temel anlayış budur. Kitlelerin beyninde yer eden devletin yıkılmazlığı, düzenin değişmezliği fikri başlangıçta bir avuç yiğit devrimcinin vereceği öncü savaşı ile kırılacak, yığınlar devrime kazanılacak ve iktidar ele geçirilecektir. Kazanacak olan öznel iradenin kendisidir. Latin Amerika devrimciliğinin tarihini bu anlayış belirledi ve belirlemeye devam ediyor. Burada ilginç bir noktayı vurgulamak gerekiyor: Gramsci’nin tarihsel blok anlayışında ifade olunan sağduyu, ortakduyu tanımlamaları. Toplumsal bütünlüğün üst yapısında gerçekleşen bu ortakduyuları; kadın sorunu, çevre sorunu, insan hakları sorunu şeklinde karikatürize edebiliriz. Bu ise toplumsal mücadelede belirleyiciliği sınıfsal olmayan temaya indirgemektir. (Bu konuda bkz. M.Serdar,”Marksist Parti Teorisi Üzerine”,Teori ve Politika 6, Bahar 1997)

         Politik alanda son 30-40 yıldır tüm dünyayı etkileyen Latin Amerika tipi devrimciliğin geldiği son nokta budur. Gramsci’de felsefi ifadesini bulan volantarizmle, başlangıçta P.A.S.S. öncü savaşı çizgisinde önemli oranda silahlı mücadele pratiği sergileyen bu anlayışlar, seksenli yıllarla birlikte bu hattı terkettiler. Yine aynı felsefi anlayışın “ortakduyu”, “sağduyu” gibi tezleri ile ilişkilendirilebilecek biçimde herkes için barış, herkes için demokrasi söylemlerini öne çıkararak legalleşip “demokratik” seçimlere girdiler. Küçük meta üretimini desteklediler ve bunu toplumsal dayanışma biçimleriyle örtüştürüp kapitalist sistem içinde kendilerince kollektifleştirilmiş yeni toplumsal projeler geliştirdiler. Marksist olmaları bir yana, onları düzene karşı devrimci kılan mücadele biçimlerine önemli oranda sekte vurdular.

           Önemli olduğunu düşündüğümüz bir başka ilişki de; sınıf savaşımlarının tarihin dönüştürücü gücü olduğu yollu bilimsel tezleri reddederek, her türlü sınıfsal aidiyeti görmezden gelen, genel toplumsal muhalefeti her şeyin üzerine koyan, toplumsal mücadeleler alanında sınıf mücadelesini her sınıftan ezilenler hareketine eşitleyen post-Marksizmin ortakduyusudur. Gramsci’nin tarihsel blokunda ifade olunan ortakduyuların sınıflar üstlülüğü ile post- Marksistlerin toplumsal muhalefetin sınıfsal aidiyetlerini ortadan kaldıran genel eşitlemecilikleri örtüşür. Kesiştikleri nokta Marksist bütünlüğün bilime ilişkin öğesinin reddedilişidir. Kaldı ki, özneci-iradeci felsefi anlayışların beslediği Latin Amerika topraklarında boyveren Zapatist hareketin, post-Marksizmin teorik tezleri ile buluşmuş olması hiç de tesadüf değildir.

           Marksizmin, bütünlüğü içinde yeralan tarih bilimi ve onu okuyan felsefesi bize devrimci politikanın imkanlarını sunuyor. Bütünlük bu gün önemli oranda yitirilmiştir. Bütünlüğün kurulması bilimi yeniden üreterek felsefenin bekçiliğinde her türden anti-Marksist teorik ve politik akımla dişe diş bir mücadeleyi gerekli kılıyor. Ayrıştırma ve ayıklanma süreci Marksizm adına ortaya çıkan her tür teorik ve pratik akımın izini sürmeyi zorunlu hale getiriyor.        

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar