Ana SayfaGüncel YazılarLaiklik Moda Günlerinde…

Laiklik Moda Günlerinde…

Laik Nuray Mert ile laik Kemal Okuyan karşı karşıya

 

Bu yazı, varlığını, Kemal Okuyan’ın kendi konumunu güçlü ve cesur bir şekilde koyduğu kısacık bir yazıya borçlu. (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/laiklik-aniden-neden-moda-oldu-107686) Okuyan, şimdi herkesin laikliği savunduğunu ve laikliğin şimdinin modası olduğunu söylüyor.

Doğru, bugün laiklik Türkiye’de devlete karşı mücadele verenler açısından öne çıktı. Ama bunu laiklik ilkesinin zaferi olarak görebilen sosyalistlerin, sadece burjuvazinin tarihsel devrimci misyonu esprisine gönülden ve yürekten inanmış kimseler olduğunu savunacağız.

Bugün, bu tip sosyalistlerle omuz omuza laiklik mücadelesi veririz. Ama bizim laiklik pratiğimizle onlarınki arasında değil de, laiklik anlayışlarımız arasında dağlar kadar fark olacaktır.

Her ne olursa olsun, devleti geriletecekse, burjuvazinin laiklik tezlerine canı yürekten sarılanlarla da birlikte oluruz.

Devleti geriletecekse, laiklik modasına kapılanlar olmayı da sineye çekeriz.

“Şimdi laikliği savunma zamanı” demenin oportünizm anlamına geldiğini anlatıyor Okuyan. Ona göre, laiklik pazara kadar değil mezara kadar savunulmalıdır.

“Laikliği her zaman savunmalıyız” bir ilke politikası anlayışını göstermektedir, politikaya öngelen bir ilke… Ama “laikliği şimdi savunmalıyız, dün ise dindarı savunmalıydık”, bir taktik politika mantığını göstermektedir.

Laikliği her zaman savunan sosyaliste göre, bu ilke, özü ve etkisiyle ilericidir. Onu kimlerin savunduğu, kimlerin silah yaptığı ikincil önemdedir. Laikliği her zaman savunanlar, örneğin, 28 Şubat generallerinin arkasında alkış safı tutmaktan gocunmamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle, başından beri kesintisiz mücadele yürütmeyi öngören bir devrimcinin, bazı dönemlerde laiklerle de mücadele etmiş olması gerektiğini göze almalı mıyız ilkeci laik sosyalistler açısından? Bu dönemde laikliği topluma ihdas etme mücadelesi veren burjuvazi mi ilericidir, yoksa bizzat bu laiklere karşı dövüşen ezilen mi?

Örneğin, Mustafa Kemal’in laiklik inkılabı zamanında Kürt isyanlarını bastırmaya asker olmamak için ilkesel bir neden bulabilir mi ilkeci laik sosyalist?

28 Şubat ve son yılların Tayyip iktidarında devletin karşısında olan, ama AKP’nin ilk hükümetlerine destek veren Nuray Mert mi ilerici sayılmalıdır ilkeci laik bir sosyaliste göre, 28 Şubat generallerini destekleyen ve Tayyip iktidarlarına karşı çıkan Kemal Okuyan mı?

Bu ele alınacak, ama bugün davranış açısından önemli olan bu sorunun yanıtı değil, içinde bulunduğumuz konjonktürde her ikisinin de devletin karşısında yer almasıdır.

*

İlkeci laikler, burjuvazinin laikliğinden söz ederken sınırlardan, eksiklerden söz etmeyi pek seviyorlar. Böylece kendilerine sınırsız, eksiksiz laiklik kalıyor. Pek güzel ve başarılı bir akıl yürütme örneği! Okuyan’a göre, “Kapitalizm gerici ideolojilerle hesaplaşmada tarihsel sınırlara sahip”miş! Her ikisi de birbirinden kapitalist, hatta “gerici” sayılan ideolojiyi edinen Tayyip Erdoğan kanadının, kapitalizmin evrensel yönelimlerine uyum bakımından kuşkusuz daha da kapitalist olduğunu göremeyen basit ve anakronik bir Aydınlanmacı akıl yürütme örneği. Tarihsel ilerleme ölçütüyle değerlendirildiğinde, geride kalmış bir kapitalizm dönemini savunanları savunmayı ilericilik sanıyor ilkeci laiklerimiz.

Türban yasağı, muhafazakâr bir toplumsal dokuya dokunamayan bir rejimin alan sınırlama girişimiymiş Okuyan’a göre. İlkeci laik sosyalistin derdi, söz konusu toplumsal dokuyu değiştirmekmiş! Bu sözler, Fransa’nın, sömürgesi Cezayir’deki çarşaf yasağı kampanyasını hatırlatıyor. Okuyan, kapitalizmin feodalizmi tasfiye etmede zayıf kaldığını söylemek istiyor, ama o, feodalizmin emekçisini ve ezilenini de düşman görüyor. Düşmanlık, varsayılan iki ayrı toplumsal formasyonun ezen ve ezilenleri arasında değil, iki ayrı toplumsal formasyon arasında inşa ediliyor.

Türkiye’deki Müslüman kültürün ağlak mağduriyet edebiyatının zerre kadar değeri yok. Mücadele etmeyen, direnişi egemene yaltaklanarak kendine alan genişletmekte bulan ezilene kahırdan başka bir dileğimiz olamaz. Kemalist diktatörlüğün Müslümanları, Kürtleri ve komünistleri ezdiği sözü, başta Kürtler, ardından komünistler aleyhine söz konusu ağlak Müslümanlığa yaltaklanan liberallerin uydurmasıdır. Başını kaldırmayan ezilen özel bir baskı görmez.

Başörtüsüyle kamu hayatına katılamayan kadın, bugün devletinin yüksek inayetiyle katılıyorsa kamusal hayata, daha da değersizleşmiş demektir ancak. Namaza boynu eğik giden, çocuğunu Kuran kursuna korkarak yollayan Müslümana herhangi bir saygı, hoşgörü ve acıma bulunamaz burada. Bu tür ezilen davranışı sadece aşağılama konusu olur.

Açık mücadelesiyle kendine yer edinmeyen hiçbir hak yoktur. Açıkça mücadele etmeyen hiçbir öznenin varolma hakkı yoktur. Bu türden sinizmi, Marx’ın sosyalist akımlara getirdiği özgül tarzla tanıyor ve reddediyoruz. Ezilenler mağduriyeti, ezilenler edebiyatı Marksizmin dışındaki sosyalizm dallarına aittir.

Mücadele etmeyen başörtülünün hiçbir hakkı bizi ilgilendirmiyor, patronajla kazanılmış türban serbestisi devletliye ait biz kazanımdır –“başörtülü bacı”ya değil. Aynı şekilde, mücadeleyle kazanılmayan “demokratik hak” veya “çağdaş kıyafet” de bizi hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. Egemenlerin tarihsel yürüyüşünün kırıntılarından nemalanma politikası, devrimi ve komünizmi hedefleyenlere mi kaldı?

Okuyan’ın sağlam anlayışından uzak laiklik örnekleri de var. Her çocuğun dini ya da dinsizliği reşit olduktan sonra seçmesi türünden cin fikirli süper laik liberal önerileri ciddiye alacak kimse var mıdır bilmiyoruz. Her insanın “medeni kıyafet”le laik ve akıllı olarak doğduğu, aklını ancak reşit olduktan sonra kaybedebileceği fikri bile izleyici bulabiliyor mu?

Tarih bilgisi yoksunları, gerçeklik duyusu fukaraları! “Medeni kıyafet”i normal sanmak hangi dünyanın insanına özgü olabilir? Normaliteyi egemene göre tanımlarsanız bu dünyadaki yeriniz hazırdır, kendinize egemenin uygun gördüğü –muhalif de olabilir- bir yer beğenmekte serbestsiniz.

Hiçbir kıyafetin tarihsellikten ve dolayısıyla politiklikten azade olmadığını anlatmak zorunda kalınan bir sosyalizm evreninden bahsediyoruz. Burjuvazinin bir kesiminin hakimiyetini hava gibi su gibi normal kabul etmiş sosyalizmden devrim namına ne çıkacağını sormak bile abestir.

Laiklik değil mücadelenin özgürleştirici gücü

İlke olarak laikliği savunmuyoruz, ama çeşitli gerekçelerle laikliği savunan ve mücadele edenlerin derdiyle dertleniyoruz. Şu ya da bu neden ve yolla ayrılmış, kendini ayrı gören her topluluk, kendini her türlü şekilde yaşama hakkına sahiptir. Hiçbir inanç topluluğuna egemen inanç, hiçbir ulusal topluluğa egemen ulusallık dayatılmamalıdır… Üstelik bu sözlerin, mücadele ederek taşıyıcısı özneleri yoksa hiçbir anlamı olmayan kuruntular olduğunu an be an göz önünde tutmak zorundayız.

Bunun yolu, her türlü dinin, ulusallığın, mezhebin görünmez “özel hayat” dehlizlerine çekilmesi, ve bunlar üzerinden güya hoşgörülü mutabakatlar aramak değildir. Yol, tam aksine, mücadele eden ezilenden başlamak üzere, mücadelecileri bulunmak kaydıyla, her ayrımın ana kulvarlarda, “kamusal yaşamda” gösterilmesi ve yaşanmasıdır. Buradaki normali de muktedir olarak biz tayin edeceğiz elbette.

“Butik çok-kültürcülük” kadar butik özgürlükçülük ve butik sosyalizm de egemen liberalizmin şu veya bu kanadının kibar hizmetkârıdır sadece ve devrimcilik alanının bunlardan arınması öncelikler arasındadır.

Mesele, laikliğin tezini izleyerek, herhangi bir dinin veya ulusallığın politika alanına taşınmaması değildir… Tam tersine, bu öğelerin politika alanına göstere göstere taşınmasıdır. Her din, her inanç, şu ya da bu yolla belirmiş her topluluk, kendini politik kurumlarda ve hukukta ifade etmeli, kendini uygulama olanağı bulmalıdır.

İnsan toplulukları arasındaki ayrımlar, ezilenler açısından, onları gizleyerek değil, açığa çıkararak, özgülleştirerek egemenlik konusu olmaktan çıkabilir. Yoksa, ezenler zaten söz konusu ayrımları ya homojenize ederek ya da iktidarsız olacak denli heterojenleştirme yöntemiyle egemenlik konusu olmaktan çıkarmaktaydılar.

Okulların bilim yuvası olduğu, Marksistlerin savunacağı bir tez olamaz. Eğitim kurumlarının devletin temel aygıtlarından olduğunu, sosyo-politik formasyonun kendi sivil askerlerini yetiştirmek için küçük insan bireylerini yıllar boyu beton kalıplara dökme operasyonunun icra edildiği yerler olduğunu anlatmak gerekiyor başka bir dünya hayal eden sosyalistlere. Her devlet, devlete hakim olan her ekip, elbette kendi ideolojisini okullardan başlayarak vazedecektir.

Buna karşılık, Marksistler, toplumsal yaşamın her bölmesini olduğu gibi okulları da birer mücadele mevzisi haline getirecek, ama okulların misyonuna ilişkin bir hayale kapılmayacaklardır.

Okulların bilim ve rasyonel kültürün verildiği kurumlar olduğu, ayrı toplum ya da toplulukların özel inanç ya da görüşlerini çocuklarına kendi özel kurumlarında vermesi gerektiği tipik ilkeci laik Aydınlanmacı görüştür. Din dersi, Alevi ve Sünnilere –ve öteki inanç topluluklarına- ayrı ayrı olmak üzere okutulmalıdır. Ulusal tarih dersi, Kürtlere ve Türklere –ve öteki etnik ya da ulusal topluluklara- ayrı ayrı olmak üzere okutulmalıdır…

İddiası olan her toplumsal kesimin, politika alanında yetkili temsilcileri olmalı, bunlar çekişmeci bir mutabakatla –yani “halk içindeki çelişkiler”in çözülme yöntemiyle-, farklılıklarını diledikleri kadar ve şekilde yaşamalıdır. Sorun çıkarsa?.. Sorun çıkar ve çözülemezse, çözücü etmen kuvvetin kendisidir, hak değil. Hak; ezilenlerin yarınki sosyalist iktidarında da, koparıp almaya özgü bir hakikattir. Tarihte hep olduğu ve olacağı üzere…

Böyle bir yaklaşım açısından laikliğin “katı”sı ya da “ılımlı”sı, “özgürlükçü”sü ya da “tutarlı”sı veya iyiden saçmalık olan “sınıfsal”ı artık geride kalmış tartışma konuları olacaktır.

*

Gün olur devran döner, başka bir konjonktür gelir. Ve ilkeci laikler, yanlarından uzaklaşarak başka bir konjonktürde başka bir form alışımıza, ağızları açık ve laik burjuvazinin temsilcilerine daha sıkı sarılmış halde baka kalır.

Meselemiz bugün, bu anlayışı yetkiyle ortaya koymak değildir; meselemiz, bu anlayışı gücüyle etkili kılmaktır ve asıl yoksunluk budur.

 

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar