Ana SayfaArşivSayı 63Gezi’nin Ardından...

Gezi’nin Ardından…

Gezi’nin Ardından…

Hasan Selim

Gezi Parkı Ayaklanması bitti, ayaklanma ânı geride kaldı. Ân içindeyken birlik ve eylem vardı, bu birlik ve eyleme ilişkin söylenecek sözler, yazılacak yazılar birlik ve eylemi pekiştirmek üzerine olmalıydı, çünkü ân devrimciydi. Eylemi ve birliği baltalayacak sözler, gözlem ve analiz yazıları -–içeriği doğru olsa bile– söyleyenini ya da yazanını, ânda, devrimcilik dışına atacaktı. Ân devrimciyken, devlet zor duruma düşmüşken, ânı tersten eleştirmek devrimci olmayan bir işlev görecekti. Ancak ayaklanma bitti, ân bitti, bundan sonra ayaklanma sonrası konjonktür başlamıştır. Ân bittikten, tarihe mal olduktan sonra bu âna dair söylenecekler, yazılacaklar olmalıdır.

***

Gezi Parkı Ayaklanması’nda devrimci bir ân, tarihi bir ân yaşandı. Bu ânın içinde olmak gerekliydi. Devlete karşı fiilen ayaklanmışların içinde olmak, dışında kalmamak gerekliydi. Böylesine büyük ve devrimci bir ânın içinde –ne türden gerekçelerle olursa olsun– bulunmayanlar tarihsel bir suç işlemiş oldular.

Ayaklanma konjonktüründe devrimci bir ân, tarihi bir ân yaşanmasına rağmen, ortada devrimci bir durum yoktu. Kitleler devrime yürümüyordu, devrimci barbarlık yoktu, kitleleri devrim davasına bağlayacak ve devrime yürütecek bir özne de yoktu. Gezi Parkı Ayaklanması’nda, özel bir momentte, devlete karşı birleşmiş, heterojen ve kendiliğinden kitleler vardı. Gezi Parkı Ayaklanması; hayatlarına, yaşam alanlarına, vücutlarına, ideolojilerine müdahale edilen orta sınıf asilerin ayaklanmasıydı. Hareket tepkiyle ortaya çıkmıştı ve tepkisini dile getiriyordu, devrime yürümüyordu.

Bir ayaklanmanın devrime yürümesi için, kitlelerin devrim fikriyle ayaklanması gerekmez. Bir ayaklanmanın devrime yürüyebilmesi için önsel olarak gerekli olan şey yıkıcılıktır, devrimci barbarlıktır. Önsel olan sağlandıktan veya kendiliğinden varolduktan sonra gerekli olan, bu devrimci barbarlığın rüzgarını arkasına alabilecek kudrette ve büyüklükte bir devrimci öznenin varlığıdır. Gezi Parkı Ayaklanması’nda ne müdahale edebilecek büyüklükte ve kudrette devrimci bir özne vardı, ne de kitlelerde devrimci barbarlık vardı. Gezi Parkı Ayaklanması bu bağlamda kendiliğinden bir devrimci asilik örneğiydi.

***

Ânda olan, birliği ve hareketi sağlayan, kendine has her unsur olumluydu: Mizah da, kendiliğinden-yatay hareketler de, liberterlik de… Ancak bu unsurlar kendiliğinden değerli değildir: Mizah; ânın içinden çıktığında, besleyici bir öğe olduğunda değerlidir. Kendiliğinden-yatay hareketler; refleks olarak ortaya çıktığında, ânın içinde doğduğunda değerlidir. Liberterlik; heterojen kitleleri birleştirdiğinde, bir tür nakarat olduğunda önemlidir. Kendiliğinden bir mizah ezenin yanında yer alıp ezilmeyi savunabilir, düşman olabilir, kendiliğinden-yatay hareketler güçler ilişkisinde başka güçlere yedeklenebilir, kendiliğinden liberterlik kötü birçok liberalizm örneğiyle devlet tarafında olabilir.

Ayaklanmanın içinde yaygın olarak kullanılan “orantısız şiddete karşı orantısız zeka” ifadesi bu bağlamda bir örnek olarak verilebilir. “Orantısız şiddete karşı orantısız zeka”, devletin bir tutumuna karşı refleks olarak ortaya çıkmış ve işlevli olmuştu; hepsi bu. Devletin hegemonik ideolojik bir ifadesine yine ideolojik olarak cepheden, karşıdan saldırıyordu. İfade, devlet karşıtlığı işlevini yerine getirdiği için değerliydi. Yoksa ne eylemciler zekiydi, ne devlet yetkilileri aptaldı. Devletin benzer durumlarla ilgili bir hafızası ve buna uygun bir aklı, bir davranış biçimi vardı, ayaklanmanın da karşıtlığı sürdürecek biçimde kendiliğinden bir aklı oluşmuştu. Ayaklanmanın bireyleri başka olsaydı ayaklanma yine bir akla sahip olacaktı. Burada bireyi öne olan, boş liberal zırvalıklara yer yoktur.

‘Duran İnsanlar’ eyleminde de benzer bir durum söz konusudur. Ayaklanmanın dinamizmi düşerken, polis Taksim’e hakimken ortaya çıkmış bu eylem tarzı, bir ânda boşluktaki insanları tekrar alanlara kanalize etti. ‘Duran İnsanlar’ bu bağlamda güzeldi, harikaydı. Eylemin yarattığı dinamik unsura yaslanmak gerekiyordu, eylemin kendiliğinden halindeki liberal tınıya değil! Dinamik unsurda devrimcilik bulunabilirken, kendiliğinden halde ise ancak liberalizm bulunur!

***

Ayaklanma rüzgarı esip geçtikten sonra, ayaklanma sonrası konjonktürde ayaklanmayla ilgili sınıfsal ve sosyolojik düzeyde de birçok değerlendirme yapıldı, yapılıyor. Değerlendirmelerde, ‘yeni orta sınıflar’, ‘değişen proleterya’ keşfediliyor! Orta sınıfların yaşam şekli değişmiş, alım gücü düşmüş olabilir, mülksüzlere yeni mülksüzler eklenmiş olabilir. Veri olarak bunlara itirazımız yok, ama veri olarak… Teorik veya politik değerlendirmelere ise itirazımız var.

Ayaklanan orta sınıflar, ayaklananları kapsama girişimi ihtiyacıyla, değerlendirme sahiplerini teorik bir ‘yeni orta sınıf’ tanımına itti.1 Yakın dönemlerde yaşanan başka ayaklanmalardaki orta sınıf özellikler de, genelde, bu tanımın gerekliliğine dayanak olarak sunuldu. Benzer bağlamla, değerlendirmelerde eylemcilerin genelinin ‘yeni proleterya’ olduğunu söyleyenler de oldu.

Ayaklananlarla tekrar beraber olabilmek, ayaklanma sonrasında kitlelerle bağ kurabilmek için; teorik politik yeni –ve değerli olmayan– tanımlar geliştirmek veya politik sebeplerle proletarya gibi yapısal bir kavramı basitçe bozmak ve kavramı politika adına sömürmek gerekmiyor. Ayaklanmanın kendiliğinden iç unsurlarını ilerici kabul ederek buna göre politik hattı ve örgüt yapısını gözden geçirmek de gerekmiyor. Bizce bu, ayaklanmadan gözü kamaşanların yaşadığı, bildik aldanmadır: ‘Yeni’lerle devrime yürümek!

Ayaklanmada orta sınıfların devrimcileşmesi veya devrimci bir rol oynaması önemliydi, orta sınıf olması değil. Ayrıca, devrimcileşen orta sınıflar, bir anda ‘yeni bir orta sınıf’ özelliğine kavuşmadılar. Eğer orta sınıflarda bir değişim gerçekten varsa, orta sınıflardan alt sınıflara büyük oranda geçişler oluyorsa farklı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak değerlendirme sahiplerinin söylediği ‘yeni orta sınıfın ayaklanması’ veya ‘yeni proletaryanın ayaklanması’ ifadelerine karşılık ‘orta sınıfın yeni orta sınıflığa karşı ayaklanması’ veya ‘orta sınıfın proleterleşmeye karşı ayaklanması’ gibi ifadeleri kullanmak da pekala mümkündür. Değişenlerin ‘yeni’ pozisyonunu kabul ettiği ve bu ‘yeni’ pozisyonun üst-yapısal özellikleriyle eylediği fikri, sınıfçı bir fikrin seçimidir, arzusudur. Her olumlanacak durumda proletarya veya proleterleşme aramamız gerekmiyor, değerlendirme sahiplerinde bu ön kabulün olduğu söylenebilir.

Basitçe bir konjonktür, patlamayla –patlamanın içinde olanların geneli orta sınıftı– kesintiye uğradı ve sonrasında yeni bir konjonktür başladı. Patlamanın içinde olanlar politik olarak değişti, yapısal olarak değişmedi.

“Diğer yüzde 50” ayaklanmaya fiilen itibar etmedi, ayaklanmaya açıkça düşman da olmadı, pasif davrandı. Ayaklanma sonrası konjonktürde, devlette çatlakların oluşabilmesi ve devrimci bir durumun oluşabilmesi için, bu kesimlerin de yarılması ve önemli bir kısmının devrimcileşmesi gerekiyor. Değerlendirme sahipleri; ‘yeni orta sınıf’a veya ‘yeni proletarya’ya sarılırken, aynı zamanda ezilenlerin bu büyük bölüklerine de sırtını dönüyor ve bu kesimlerle ilgilenmiyor. Bununla birlikte barbarlık yerine modern asiliği tercih etmiş oluyorlar. Bizce, değerlendirme sahiplerinin yaslandığı, ayaklanmada devrimcileşen kesimin öncülüğünde bir politik devrim yapılamaz. Politik devrimin kurucu öğesi devrimci barbarlığın yıkıcılığıdır ve –devrimcileşmesine veya devrimci bir rol oynamasına rağmen– ayaklanmadaki orta sınıflarda bu yıkıcılık yoktur.

***

Ayaklanma konjonktüründe milyonlar politikleşti, kimsenin bir an bile aynı yerde bulunamayacağını düşündüğü gruplar günlerce beraberdi. Ân özgündü ve bu özgün ânda birlikteliği sağlayan en temel şey hareketti. Ayaklanmada hareketin azaldığı momentlerde farklılıklar hemen su yüzüne çıkıyordu,2 hareketin yoğun olduğu çoğu zamanda ise farklılıklar göze çarpmıyordu. Eylemcilerin, aynı işi eyleyenleri alanda birbirinden ayırmaması harekette olmanın doğasının gereğiydi. Ayaklanma bitti, hareket bitti. Herkes birbirini gördü ve kimlerle beraber olduğunu fark etti.

Ayaklanmada cereyan eden özgün durum; üst yapısal kimlikler ve değer yargılarıyla, sosyal ve politik hareketleriyle, kitle hareketleri ve davranışlarıyla ilgili birçok ders verdi.

Ayaklanma, devrimciler açısından çok önemli bir saha deneyimiydi, bu deneyimi önceki deneyimlerle karşılaştırmak, sınamak ve yeni edinimler geliştirmek çok önemlidir. Hareketin özgün ânındaki birliktelik düşünüldüğünde, AKP üzerinden devlet karşıtlığı bir potansiyel olarak dururken ve devletin ideolojik aygıtlarının zayıfladığı yeni dönemde, ideolojik savaşın önemi kritik duruma gelmiştir.

Ayaklanmada beraber olan kesimlerin, öngörülen bir zamanda tekrar birleşeceği kurgusu gerçekçi değildir. Buna rağmen AKP ve Erdoğan sembolüyle ortaya çıkmış devlet karşıtlığı hâlâ potansiyel olma özelliğini koruyor. Ayaklanma sonrası konjonktürde Gezi Parkı Ayaklanması’na –aynı olmasa da– benzer başka dinamikler ortaya çıkabilir. Dinamikler ortaya çıkana kadar bir boşluk dönemi yaşanacak. Bu boşluk iyi değerlendirilmeli, yeni dinamikler ortaya çıkmadan ideolojik hegemonyada başarı kazanılmalıdır. Ayaklanma devrimcilere bu konuda ışık tutacak niteliktedir. Ayaklanmada bambaşka ideolojilerden gruplar mevcuttu, ama hareket ve bir üst ideoloji olarak liberter ideoloji bütün kitleleri belirliyordu. Başka bir dinamik konjonktür oluştuğunda, ideolojik hegemonyada başarı kazanıldığında, Marksist devrimcilerin hareketi ve Marksizm bir üst ideoloji olarak neden belirlemesin, muzaffer olmasın. Burada kastettiğimiz yeni bir ayaklanma veya isyan durumunda ideolojik hegemonyası güçlü olan güçlü bir Marksist öznenin muzaffer olmasıdır. Durağan bir ânda Marksist bir öznenin öncelikle askeri olarak başarı sağlaması gerekir, benzer şekilde ayaklanma gibi konjonktürlerde rüzgarı yakalamak ve kitleleri sürüklemek için ideolojik hegemonya gereklidir ama muzaffer olabilmek için askeri başarı şarttır.

Marksistlerin ideolojik hegemonyada başarılı olabilmesi için öncelikle ideolojilerde kendinde ilericilik/gericilik bulmayı reddetmesi gerekmektedir. İdeolojiler bir kendinde şey olarak ilerici/gerici olamaz, ideoloji sahipleri ilerici/gerici olabilir. Ulusal ideolojilerin, dini ideolojilerle eyleyenlerin ilerici ve gerici örnekleri olduğu gibi sosyalist ideolojilerle eyleyenlerin de ilerici ve gericileri vardır. Ayıklama işlemini sürdürerek ezenlerin tarafında olanlarla ezilenlerin tarafında olanları belirlemek gereklidir. Marksizm, ideolojilerde tercih yapmadan ezilenlerin devrimci safında yer alanları ideolojileriyle birlikte kapsamalı ve bir üst ideoloji olarak bütün ideolojileri içererek aşmalıdır. Marksizm, tarihin bir döneminde bir grubun/bölüğün ideolojisi olarak kısıtlanamaz. Marksizm tarihin her döneminde yeniden kurulmak zorunda ve bir üst ideoloji olmak durumundadır. Devrimcilerin uzunca zamandır keskince kullandığı ‘halkın afyonu’ ve ‘gerici ideolojiler’ gibi ifadelerden kurtulmasının zamanı çoktan geldi. Ayaklanma, önceden devletin değerlerini savunan devlet karşıtlarıyla doluydu! Düne kadar kendisinden umut kesilen, apolitik, umursamaz gençler ayaklanmada politikleşiyor, ön safları tutuyordu! Elinde Türk bayrağı sallayanlar polisin karşısına geçiyor, kurt işareti yapanlar alanlarda halay çekiyordu! ‘Başörtülülere saldıran yok, başörtülüler burada’ diyen Müslümanlar, Gezi Parkı’nda namaz kılıyordu! Bunları unutmamak ve ideolojik önsel engellerden kurtulmak gerekiyor.

Ayaklanmanın ideolojik hegemonya bağlamında önemli sayılabilecek diğer önemli bir dersi de devletin ideolojik aygıtları üzerineydi. Devletin ideolojik aygıtlarına ayaklanmadan önce başlayan güvensizlik, ayaklanmada tavan yaptı. Medyanın yandaş olduğu, hukukun oligarşik ve adaletsiz olduğu, eğitimin şikeci olduğu artık bir kabul durumundadır. Bu ideolojik boşluğu devlet sürekli olarak doldurmaya, gündem değişikliğiyle hafızaları silmeye çalışıyor ve bunu bir miktar başardığı da söylenebilir. Ayaklanma sonrası konjonktürde ideolojik boşluğa sürekli saldırmak, devletin bu boşluğu tamamen restore etmesini engellemek veya boşluğu devlet dışı alternatiflerle doldurmaya çalışmak kritik önemdedir. İdeolojik aygıtların zayıflığı, devletin ideolojik hegemonyasının zayıflamasını sağladığı gibi alternatif ideolojik hegemonyaların devreye sokulmasını da kolaylaştırıyor. Başka bir potansiyel patlama gerçekleşmeden önce, devrimcilerin bu konuda donanımı sağlamaları gerekiyor.

***

Gezi Parkı Ayaklanması rüzgarı eserken Türkiye’de birçok şeye dokundu ve dokunduğu her şeyi değiştirdi. Kitleler silkindi, apolitik olan insan grupları politikleşti, devrimciler nefes aldı, hayal edilemeyecek yapılar bir arada bulundu ve beraber eyledi. En önemlisi de devletin gerilemesiydi. Devrimci pratiği bitirmek için saldıran ve çemberi daraltıp yok etmeyi planlayan devlete bir ayaklanma çarptı. Çarpışmayla devlet tökezleyip birkaç geri adım attı ama düşmedi ve tekrar ilerlemeye çalışıyor. Devleti yeni çarpışmalara zorlamak ya da potansiyel çarpışmalarda hazır olmak gerekiyor.

Ayaklanma bittikten ve ayaklanma sonrası konjonktürde belirli bir zaman geçtikten sonra devlet kendine gelmeye başladı. Devlet, Türkiye tarafında ayaklanmadaki eylemcilerin bazılarına doğrudan, bazılarına çeşitli yöntemleri kullanarak saldırdı ve ‘ciddi sorun yaratanları’ bir miktar önledi, Kürdistan’da da Mesud Barzani ve Şivan Perwer’e yaslanarak Kürdistan Hareketi’nin meşru zeminini yıkmaya çalışıyor. Devletin kendi senaryosunu istediği gibi oynaması hem Türkiye’de hem Kürdistan’da engellenmeli, devletin restorasyon çabaları boşa çıkarılmalıdır.

Ayaklanmayla şaşırdık, heyecanlandık, umutlandık, coştuk. Kötü giden bir senaryoda, ânın sıcaklığıyla bu duygulara ihtiyacımız vardı, ayaklanma bunu karşıladı. Ayaklanma bitti, duygusal rahatlığımız ve ‘güzel tatilimiz’ bitti, ‘iş zamanı’ başladı!

Ayaklanmayla kitleleri ve büyük hareketliliği gördük, devletin terörünün ve ideolojik aygıtların işlev dışı kaldığını da gördük. Politik hava ve konjonktür kesinlikle değişti, ancak devlet cephesinde ciddi çatlaklar veya yıkımlar görülmedi. Kuşkusuz böyle bir şey beklenmemeliydi. Direniş ruhuyla ve barbarlığın hakim olmadığı kendiliğinden bir kitlesellikle ayaklanmanın bu kadar sürmesi ve sarsıcı etkiler yapması bile başarıydı. Ayaklanmada “bu daha başlangıç” ve “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” denildi. Bu sözlerin gerçek kılınabilmesi ve devletin ilerlemesinin engellenebilmesi için artık direnişten saldırıya geçilmelidir. Yeni dinamikler ortaya çıkarıldığında ya da kendiliğinden oluştuğunda direniş artık tek başına kabul edilemez bir öğedir, saldırı olmak zorundadır.

Gezi Parkı Ayaklanması’nda devrimcilerin öznel etkisi yoktu, olamazdı da. Devrimciler öznel etki yaratabilecek büyük güce de ideolojik hegemonyaya da sahip değillerdi. Bunlar devrimciler açısından nesnel verilerdi, bunu anlıyoruz. Ayaklanma, katılımcılarına rağmen kendiliğinden gelişti ve ilerledi, liberter ideolojinin çatısı altında direniş ruhu oluştu. Gezi Parkı Ayaklanması’nda direniş ruhuyla birçok olumlu şey gerçekleşti. Buna rağmen devletin kurumsal yapısında değişiklik olmadı. Devlet, ayaklanmadan kuşkusuz birçok şey öğrendi. Devlet, Türkiye’de bir ayaklanmayı olabilecekler listesine koymuştur.

1 Kuşkusuz bütün değerlendirmelerin böyle olduğunu söyleyemeyiz: ‘Yeni orta sınıf’ tanımını ayaklanmadan çok önce kurgulamış ve kullanmış olanlar vardır. Eleştiriler, ayaklanmadan sonra bu tanıma sarılanlaradır.

2 Bu farklılıklar özellikle Forumlarda belirgindi.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar