Ana SayfaArşivSayı 42-43İran’da ‘71 Devrimciliği’

İran’da ‘71 Devrimciliği’

İ. Veli Saltık

Kaçınılmaz bir biçimde herhangi bir ahlakın esaretinden kurtulup, yeni yasalar koymak ihtiyacını duyan üstün insanların, eğer gerçekten çılgın değilseler, çıldırmak ya da çıldırmış gibi görünmekten başka çareleri yoktu. (F. Nietzsche)

İmam, gökte istediği her yere yükselir! Sorun değil, gökte istediği yerde bulunabilir. Ama yer meseledir. (Ali Şeriati)

 

8 Şubat 1971, ülkenin kuzeyinde Hazar Denizi kıyısında Gilan eyaletine bağlı Siyahkel köyü jandarma karakoluna yapılan saldırıyla, ezenler ve ezilenler arasındaki çelişkinin dünya çapında benzer nitelikler arzeden bir devrimcilik tarzı yarattığı bir dönemin İran’da etkiler yaratarak belirdiği andı.

16 kişilik gerilla grubunun 4’ü eylem öncesi yakalandı. Ömür boyu hapse mahkum edilen biri hariç ikisi çarpışma sırasında, kalan 15’i ise yakalandıktan sonra yapılan işkencede şehit oldu. Askeri anlamda başarısız olan bu eylem “çağdaş İran tarihinde dönüm noktası teşkil eden bir hadise halini aldı. O evvela devletin kırılganlığını ve ikinci olarak siyasi mücadeleye yeni bir devrimci yaklaşımın başlayışını işaret etti.”[1]

1963’e Kadar İran

1800’lü yıllardan itibaren Rusya’nın kuzeyden İran körfezine ve Hindistan’a ulaşma girişimleri ile İngiltere’nin güneyde hakimiyet alanını korumaya çalıştığı İran’da politika sürekli varolan denge halini gözetecek biçimde şekillenmişti.[2] 2. Dünya Savaşı sırasında İran’ın Almanya ile işbirliğine yönelmesi nedeniyle 1941’de İngiltere ve Sovyetler tarafından işgali sonrası kurulan Tude Partisi zaman zaman devrimci çıkışlar yapan unsurlara sahip olmakla beraber[3] politik anlayışta egemenlerle aynı noktada buluşuyordu.

Boroujerdi’nin belirttiği gibi 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren imparatorlukların yeni bir hegemonik güç geometrisiyle yer değiştirmesi ile başlayan ve 1950’lerle birlikte Asya ve Afrika’da siyasi sömürgeciliğin çözülmesiyle nitelik değiştiren milliyetçilik baş ideolojik oluşum ve seferber edici siyasi güç halini almıştı. Boroujerdi devrime götüren senelerde de “İran entellektüel mahfillerinde bol olan şeyin Şia İslamı’ndan daha etli, kapsayıcı ve her yerde hazır ve nazır olan yerlici söylem”[4] olduğunu belirtir. Bununla birlikte bu yeni durumda oluşan toplumsal hareketler kabaca iki kesime ayrılabilecek heterojen bir nitelik arz eder:

1)       Muhafazakar olarak adlandırılabilecek dayandıkları üretim ilişkileri sarsılan İran Pazar esnafı ve toprak sahiplerinden oluşan kesim ile büyük oranda bu kesimin ideolojik ve politik öncülüğünde hareket eden sanayileşme ile şehirlere göç eden yoksul köylülerin oluşturduğu kent yoksulları ve orta sınıfın bir kısmından oluşan ezilen kesim. 1826’da Rus işgaline karşı direniş örgütlenmesi ve İngiltere’nin tütün üretim, satış ve ihracat tekelini almasıyla 1892’de çıkan Tütün İsyanı’na kadar iz sürüldüğünde, yerlici söylemde, İmam’ın yokluğunda içtihat doktrinini reddeden Ahbari ve kabul eden Usuli gruplara ayrılan ulemanın Usuli kanadının ağırlığını tespit edebiliriz.[5] 1800’lü yıllardan itibaren toprak sahipleri ve pazar esnafı kapitalizmin gelişmesi karşısında konumlarını koruma ve yeni konumlar elde etmek üzere ezilen kesimler üzerinde hegemonya kurarak çeşitli halk hareketlerinde öncü olmuştur. 1963’te Toprak Reformu’na karşı yapılan Haziran ayaklanması ve 1979 devrimi de bu kapsamda değerlendirilebilir.

2)       Daha zayıf politik güce sahip diğer kesim, büyük oranda şehirli, eğitimli orta sınıflar ve işçi sınıfından oluşan, burjuvazinin zayıf bir kısmına yedeklenmiş, ideolojik olarak Aydınlanmacı ve Ulusalcı gruplardır. Bunların izi ise 1906 Meşrutiyet devrimine kadar sürülebilir.[6] Bu kesim, 1951-1953 yılları arasında da politik olarak fırsat yakalamış fakat geniş kesimler üzerinde hegemonya kuramayıp darbeye karşı direnememiştir.

Tude ideolojik olarak ikinci kesime yakın durumdaydı, fakat Ulusalcıların yükseldiği dönemde, 1952’de yapılan SBKP 19. Kongresinin burjuvazinin dünya genelinde demokrasi davasını terk ettiği ve bu görevin enternasyonal proletaryaya düştüğü tespitine dayanarak uygulanan politikalarla ulusalcılardan uzaklaşıldı. Parti içinde bir eğilim Ulusal Cephe’yi İran burjuvazisinin ABD ile yakın bağları bulunan ve İngiltere’nin bağlaşığı olan Saray ve toprak sahipleri sınıfına muhalefet eden kesiminin temsilcisi sayıyordu.

1953’de azımsanamayacak gücüne rağmen direnmeyen Tude 1954’de çökertildi. 1958’e gelindiğinde yurtdışındaki kadroları hariç İran’da örgütlü faaliyeti bitmişti. 1960’ların başı baskı koşullarının görece azaldığı yıllar oldu fakat 1963’de Kum’da toprak reformuna karşı Humeyni öncülüğündeki başkaldırı bastırıldı. Bu sırada hem Ulusal Cephe hem Tude, yenilgiye uğramış, İran’da politik faaliyeti durmuş gruplardı.

1963, hem İran’da baskı koşullarının yeniden artmasının başlangıcı hem de Çin-Sovyet ayrılığının açığa çıkması ile yeni bir dönemi haber veriyordu.

1963-1971 ve İran Halkının Fedaileri Örgütü

Boroujerdi, dönemin başlangıcını “bozgunu tatmış, hayal kırıklığına uğramış radikal gençler, Milli Cephe ve Tudeh Partisi’nin alt kadroları kendilerini mazinin ihtişamlı günleriyle avutamadılar. Eski liderliğin entellektüel kötümserliğini gençleşmiş iradenin iyimserliğiyle değiştirdiler. Muhafazakar gerçekçilik bu romantik hayalperestler için çare değildi. Milli Cephe liderlerinin siyasi faaliyette inzivaya çekilmesi örneğini veya sürgündeki Tudeh Partisi liderlerinin getirdikleri yumuşak eleştirileri takip edemeyerek radikal siyasi eyleme yöneldiler”[7] diyerek açıklar. Behrooz’a göre ise, “Yeni nesil Marksistler –sadece yasal ve yarı-yasal koşullarda faaliyet gösterebilen ve dış desteğe bel bağlayan– Tude tarzı örgütlenmeden, dış etkilerden bağımsız olduğu kadar, en aşırı baskı ortamında bir polis devletine karşı varlığını koruyabilen bir örgütlenme modeline geçtiler. Bir önceki neslin bolşevik devrimine olan kayıtsız şartsız hayranlığı, yeni nesilde Çin, Küba, Cezayir ve Vietnam devrimlerinin örnekleriyle hafiflemişti.”

İran Halkının Fedaileri Örgütü ve İran Halkın Mücahitleri örgütü bu dönemde irili ufaklı birçok örgüt arasından merkezi konuma yükselen iki güç oldular. Mücahitler, Fedailerden sonra onların etkisiyle silahlı mücadeleye başlamaları nedeniyle yazının konusu dışındadır.

Fedailer, 1971 Mart ayında, biri Bijan Cezeni tarafından 1963’te kurulan Tudeh’den ayrılan grup, diğeri 1967’de kurulan eski Milli Cephe üyeleri Mesud Ahmedzade ve Emir Perviz Puyan öncülüğündeki grubun birleşmesiyle kuruldu. Siyahkel baskını örgütün kurulmasından bir ay önce Fedailer tarafından gerçekleştirildi.

Boroujerdi’ye göre “ilk grubun siyasi yansımasının daha tecrübeli geleneği, ikincinin idealist eylemcilik zekası ile tamamlandı. (…) (B)iraz düşünüp taşınmanın ardından Ahmedzade ve Puyan’ın silahlı mücadele kuramını, kahramanlık ve kendini feda etmenin ‘uyumuş millet’i uyandırmanın tek yolu olduğu varsayımıyla onayladılar”.[8] Ona göre bu karar bölgeyi saran radikalizm rüzgarı ve devrimci entellektüellerin kütlelerden genel kopukluğu ile uyumlu idi.

Behrooz’a göre ise Cezeni’nin erken tutuklanmasından ötürü teorik etkisi olmamış Siyahkel’den beş, katledilişinin bir yıl ardından görüşleri kabul edilmiştir.[9]

Behrooz, Cezeni’nin diğer gruptan farklı olarak öncünün örgütlenmesinden sonra askeri eylem kadar siyasal propaganda faaliyetine de ağırlık veren esnek taktiklere geçilmesi gerektiğini düşündüğünü belirtir. En büyük teorik farkın ise emperyalizmin İran’daki rolü konusunda olduğunu söyler. Ahmedzade, Şahlık rejiminin kukla olduğunu ve baş düşmanın emperyalizm olduğunu, yerel devletin ikinci planda kaldığını düşünürken; Cezeni toprak reformunun rejimin doğasını değiştirdiğini ve baş düşmanın yerel devlet olduğunu düşünüyordu. ‘Kahrolsun Emperyalizm ve Bekçi Köpekleri’ sloganı yerine, ‘Kahrolsun Şah’ın Diktatörlüğü ve Emperyalist Hamileri’ sloganını öneriyordu. Tude de benzer biçimde ‘Kahrolsun Şah Diktatörlüğü’ sloganını kullanıyordu, fakat Tude İran’ın ulusal demokratik devrim aşamasında olduğunu düşünüyor yani devrimin komünist olmayan unsurların önderliğinde gelişebileceğini ileri sürüyordu. Cezeni ise demokratik halk devrimi aşamasında olunduğunu ve devrimin proletarya önderliğinde öbür sınıflarla birlikte olması gerektiğini düşünüyordu. Bununla birlikte Cezeni’ye göre sloganlar faaliyetlerle doğrudan ilişkili olmalıdır. Gene Ahmedzade kendiliğinden bir hareket olmamasını yönetimin baskısına bağlarken; Cezeni’ye göre toprak reformu sınıf çelişkilerini hafifletmişti ve devrimin nesnel koşulları yoktu. Ona göre silahlı mücadele öncünün kurulması ve varlığını sürdürmesi için gerekliydi.

Boroujerdi ise ‘Seküler Militanlar’ başlığı altında topladığı dönemin devrimci hareketlerini görüşleri açısından ayrıştırmadan basitçe bu dönemdeki radikalizme bağlar ve topluca romantik bir psikolojinin sonucu gibi gösterir.

Ulusal Sorun

Belucilerin, Türkmenlerin, Azerilerin, Kürtlerin bulunduğu İran’da ulusların kaderini tayin hakkı hakkında Tude’nin ve Fedailerin görüşlerine Boroujerdi’nin kitabında değinilmez. Behrooz ise ayrıntılı bir tarihi döküm sunar.

Önceleri Tude saflarından olup 1947’de ayrılan, 1950’lerde İran Milletinin Emekçiler Partisi’ne katılan, 1952’de ise Üçüncü Kuvvet denen 3. Dünyacı bir yönelime giren Celal Al-i Ahmed’in ‘Garbzedelik’ adlı kitabından yapılan alıntı Boroujerdi’nin kitabında bu sorunla ilgili tek noktadır: “Al-i Ahmed “bütün bu yerli Montesguieularımız çizginin aynı tarafına düştüler. Hepsi kadim toplum ve geleneğimizin Batı teknolojisinin hücumuna dayanamayacağı şeklinde içgüdüsel bir duyguya sahiptir. Hepsi ‘Avrupai medeniyetin İran’a uyarlanmadan benimsenmesi’ni tercihte yanılmışlardır, fakat bu müphem ve ispatlanmamış çareye ilaveten her biri farklı bir tedavi peşinde oldu. Kimi yabancı sefaretlerin kapısını çaldı; kimisi batıyı taklit ederek Luther’inki gibi dini bir reform yoluyla kadim geleneği ihya etmek gerektiğine inandı; kimisi de Osmanlıların alçaklığının Ermenilerin ve Kürtlerin boğazlanmasıyla dünyayı kapladığı bir çağda İslam birliğine çağırdı.”[10] Boroujerdi bu alıntıyı sadece Avrupamerkezcilik meselesi üzerinden tartışır. Al-i Ahmed’in ve Üçüncü Kuvvet’in bu mesele hakkındaki düşüncelerini ve pratiğini Behrooz’da da bulamayız.

Behrooz’da ise 1944-46 arasında Tude Askeri Örgütü’nün 1944-46 yıllarında Azerbaycan ve Türkmen bölgelerindeki isyana yardım ederek başarısız olması sonucu Tude’nin Askeri Örgütü dağıtma kararı alması ve Tude, Tude Azerbaycan Bölge Komitesi ve gene Sovyetik bir parti olan Azerbaycan Demokrat Partisi ilişkileri meselenin yarattığı gerilimleri yansıtır. 1942’de kurulan ABK 1945’te kuruluşunun ertesi günü bir şok etkisi yaratarak ADP’ye katılacaktır. Sovyetler Birliği Tude’yi ADP’nin kuruluşunu resmen kutlamaya mecbur edecektir.

1964’te Tude’den ayrılan fakat kitle tabanı büyük oranda Avrupa’da okuyan gençlerden oluşan Maocu İTPDÖ (İran Tude Partisi Devrimci Örgütü) 1967 ve 1969’da Kürdistan’da çıkan ayaklanmalara katılmaya çalışır ama ulaştığında ayaklanmanın bastırıldığını görüp yurtdışına geri dönmek zorunda kalır. İTPDÖ İran’da ciddi anlamda bir güç olamamıştır.

Fedailer’in bu sorunla karşılaşması da 1979 devrimi sonrası Mart ayında başlayan ve 1983’e kadar devam eden Kürt hareketinin özerklik talebine karşı açılan savaş sırasında, ve 1979 ve 1980’de Türkmen köylülerinin Şahlık’ın yıkılması sonrası iktidarsız ortamda toprak işgalleri yapması ve bir yönetim kurmasıyla oldu. 1979’da örgüt bir toplantı düzenledi ve iki ayrı eğilim oluştu. Azınlıkta kalanlar iki olayda da İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı Kürtleri ve Türkmenleri destekledi. 1980 Haziran ayında azınlık ayrıldı. Çoğunluk, 1981 Haziran’ından itibaren İslam Cumhuriyeti ile Kürt örgütlenmeleri, kendileri dışında Fedai gruplar ve Halkın Mücahidleri’ni karşı devrimci ilan ederek Tude ile birlikte sahip oldukları bilgileri devlete sundular. 1981’de Kürdistan bölgesi ordu komutanından Çoğunluk üyesi Rahman Kerimi ve Tude üyesi Gani Buluryan takdirname aldılar.  

Sonuç

1941’den 1953’e kadar ve 1971’den 1981’e kadar Marksizm İran’da gerçek bir politik güç kazandı, fakat her iki dönemde de Marksistler gelişen devrimci durumları kriz halinde karşıladılar. Halk hareketlerinin burjuvazi ya da büyük toprak sahiplerinin yörüngesine girmesine engel olamadılar.

Bu yazıda politik güç kazanamamış çeşitli Marksist grupların tarihi ve fikirleri eksik durumdadır. Şüphesiz tüm bunların incelenmesi günümüz açısından da sonuçlar çıkarılabilecek verimli bir alandır.

Marksizm, yerlici söylemin Aydınlanmacı ve muhafazakar versiyonları arasında kafası kesik tavuk gibi oradan oraya dolanmaya engel olabilecek bir vizyona sahiptir. Emperyalizm ve ulusların kaderini tayin hakkı konusundaki düşüncelerin ve deneyimlerin sergilenmesi bugün için de hala özel önem taşıyan meselelerdir. Devrimci refleksler, teorisiz biçimde de olsa, devleti sürekli karşısında bulduğu için, doğru tutumlara yol açabilmektedir; fakat çelişkilerin çeşitlendiği özel anlarla karşı karşıya gelindiğinde yetmemektedir. Çünkü “Yer meseledir.”

 
 


[1] Mehrzad Boroujerdi, İran Entellektüelleri ve Batı, çev.: Fethi Gedikli, İstanbul 2001, Yöneliş Yay., s.65

[2]1908 yılında petrolün keşfi ve 1911’de çıkarılmaya başlanmasıyla bölge daha da önem kazanmıştı.

[3] 1944 yılında İran ordusundan subaylar tarafından kurulan Tude’nin Askeri Örgütü, “1944-46 arasında kendisini fesh edilme ya da Tude ile bağlarını koparmanın eşiğine getiren iki evreden geçti. İlk olay, Horasan tümenindeki 20 komünist subayın isyanıydı (…) Ancak girişim başarısızlıkla sonuçlandı. (…) İkinci olay, Askeri Örgütün, Azerbaycan yönetimine, Tahran hükümetine başkaldırdığı sırada subay ve malzeme göndererek yardım etmesiydi.” (Maziar Behrooz, Nasıl Yapılamadı: İran’da Solun Yenilgisi, Çev.: Ercüment Özkaya, Ankara 2007, Epos Yay., s.39) Tude Sovyetlerin de etkisiyle gerçek bir politik güç olmak konumunu elde etmişti. Pratiği bu göz önünde bulundurularak yargılanmalıdır. Bu örnekte gücüyle kıyaslandığında pratiğinin geriliği açıktır. 1949 yılına kadar devrimci subaylar partiden dışlanacaktır. Tude 1953 yılında Musaddık öncülüğündeki ulusalcı hükümete karşı yapılan Amerikan darbesi sırasında da direniş örgütlemeyerek çözülecek fakat içlerindeki devrimci unsurlar işkencede kahramanca direnecektir. Partinin bu dönemdeki gücü ve daha geniş bilgi için bkz: M. Behrooz, a.g.e.

[4] Bkz: a.g.e., s. 17

[5] Asaf Hüseyin, İran’da Devrim ve Karşı Devrim, çev.: Taha Cevdet, İstanbul 1989, Pınar Yay.

[6] Bununla birlikte Meşrutiyet devrimine büyük oranda İran Azerbaycanı önderlik ediyordu.

[7] Bkz: a.g.e., s. 64

[8] Bkz: a.g.e., s. 64

[9] Bkz: a.g.e., s. 107-108

[10]A.g.e., s. 105

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar