Ana SayfaArşivSayı 44Hukuka Nereden Bakmalı?

Hukuka Nereden Bakmalı?

Umut Koloş

A) Klasikler

Hukukun ne’liği ile ilgili yapılan tanımlamalar arasında iki ana yön ortaya çıkmaktadır. Epistemolojik (bilgikuramsal) yönden açıklayıcı olmayan ilk yöne göre hukuku dilbilgisel bir ifadeyle haklar bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Aynı yöndeki başka bir ifade ise hukuku, toplumsal yaşayışta kimi davranışların tekrarlanırlığı, sürekliliği, zorunluluğu gibi ölçütlerle değerlendirilen bir oluşum sürecine göndermede bulunarak, toplumsal yaşamı düzenleyen ve yaptırımlarla donanmış kurallar bütünü olarak ifade etmektedir. Haklar veya yaptırımlarla donanmış kurallar bütünü şeklindeki yaklaşım hukuk kurallarının sosyal yaşamda yarattığı dış etkilerden yola çıkar ve bu ampirik kimliği ile hukuku temellendiren ekonomik/toplumsal ardalanı ıskalar.

Konuya kategorik olarak doyurucu biçimdeki yaklaşımı tarihsel materyalist ekolde bulmak mümkündür.* Bu ekolün hukuk anlayışı toplumsal ve ekonomik bir temele oturtulmuştur. Buna göre üretim araçları ve üretici güçler ile somutlanan üretim ilişkilerinin -ki bu altyapıdır- üstyapısal ifadesi olarak belirlenen kurumlardan biri de hukuktur; altyapı üstyapıyı belirler. Üstyapı kurumları (devlet, ideoloji, hukuk…) tarihsel bir kesitte hakim olan sınıfın bu hakimiyeti sağlamakta kullandığı aygıtlardır; üstyapı ile altyapı etkileşir. Böylece tarihsel materyalist ekolün meseleye yaklaşımı birbirine göre tümleyen konumundaki iki yönden gelişir. Hukuk, üretim ilişkilerinin, iktisadi yapının bir sonucudur ve yine hukuk, belli bir sınıfın hakimiyet, baskı aracıdır.

B) Kimin Hukuku?

Hukukun iktisadi yapı tarafından belirlendiği ve bu yapının hakim sınıflarının (özgür insan, patrisyen, derebeyi, burjuva) hakimiyetlerini sürdürme aracı olduğunun kabulü, meseleyi sağlıklı biçimde ele almanın başlıca koşuludur. Zira yaşanılan dünyayı, ondaki tarihsel dönüşümleri anlama çabasının vereceği bir sonuç olarak, ekonomik ihtiyaçların ve hakimiyet mücadelerinin, eskiyi yıkma ve yeniyi kurma anlarının asıl motoru olduğunu ifade etmek mümkündür ve bu ifade gerçeğe yaklaşmayı sağlar. Bu noktada bir şeyi belirlemek önemlidir. Tarihsel materyalist yaklaşım bize konuyla ilgili güçlü bir teori sunar. Bu teori ışığında dünyayı anlama çabasına bir yön vermek hala mümkündür ve teoriyi geçersiz kılacak, onu çürütecek bir gelişme de olmamıştır; hukuka tarihsel materyalist yaklaşım geçerliğini korumaktadır. Şu da bilinmelidir ki teorik faaliyetle hakkında bilgiye ulaşılan madde, hakkındaki bilgiye indirgenemez. Çünkü madde sürekli bir hareket, değişim içindedir ve maddeyi bilgiyle sınırlamak onu bilgi ile belirlemek gibi idealist bir alana kaymaya sebep olur. Somutlayalım:

Bugünün tarihine dair

Tarihsel materyalist anlayışa göre hukuk hakim sınıfın hakimiyet aracıdır dedik. Bu teorik vargı hala geçerlidir. Dünyada hakim olan ekonomik sistem kapitalizmdir ve kapitalizmin hakim sınıfı olan burjuvazi bu hakimiyet bayrağını feodalitenin hakim sınıfı olan derebeylerden almıştır. Bunu yaparken feodalitenin kenti kıra tabi kılan feodal devlet anlayışını da değiştirmiş; bunun yerine (özellikle Avrupa merkezci biçimde) kırı kentin hakimiyetine sokan merkezi devlet anlayışını getirmiştir. Bu üstyapısal değişim kapitalist ekonominin gelişimi için zorunlu olarak yapılmıştır. Açıklamak gerekirse; feodalitede iktidarın çok parçalılığı, çok sayıda ancak bütünlükten uzak pazarlar anlamına geliyordu ve farklı pazarlarda farklı maliyet koşullarının, vergilerin varlığı burjuvaziyi bu pazarları tek elden yönetebilecek bir üstyapısal kurumu, ulus devleti oluşturmaya zorunlu kılıyordu. Böylece gelişen üretim ilişkilerine ve onun temsilcisi olan burjuvazinin kendisini geliştirme şartlarına cevap olamayan feodal devletin yerini çeşitli dönüşüm aşamalarından geçen modern devlet alıyordu. Olaya tarihbilimsel yaklaşım budur. Tarihsel materyalist anlayışın bilimsel olarak “emrettiği” biçimiyle yaşanan dönüşümün temeli sınıfsal mücadeledir ve kapitalist devletin hukuku burjuvazinin hukukudur.**

Bu sınıfsal ölçütlerle hareket ettiğimizde burjuva hukukunun temel “hedefinin” tarihbilimsel olarak işçi sınıfı olduğunu söylemek gerekir. Kapitalizmin kalbi serbest piyasadır ve bu piyasa, ona işgücüyle ürün sunacak işçilere, fabrikalara mahkumdur. Böyle olunca işçi emeği sömürüsüne dayanan kapitalist devlet, dayanağını çepeçevre zincirlemek için kendi hukukunu geliştirmiştir.

Ancak maddenin, hakkındaki bilgiye indirgenemezliği bu durumda karşımıza çıkar. Soru şudur: Tarihbilimsel olarak sunulan “Burjuvazi versus İşçi sınıfı” denklemi bugün ne derece açıklayıcıdır?

Tarihin bugününe dair

Tarihsel materyalist anlayışın bize sunduğu tümel ifade “Toplum tarihi sınıf mücadelerinin tarihidir” şeklindedir. Bu ifadeyi kalkış noktası olarak aldığımızda toplumsal ve ekonomik dönüşüm momentlerini anlar, onları yorumlar ve gelecekte onu değiştirmek için yöntem geliştirebiliriz. Ancak maddenin, hakkındaki bilgiye indirgenemezliği gereği pratik açıdan farklı tutumlar almak zorunda kalabiliriz. Örneklerle belirtirsek: Tarihsel materyalist anlayış gereği sömüren sınıftan olan bir burjuva kadınının evinde kocasından gördüğü kötü muameleyi ve bunu mümkün kılan hukuk sistemini; bir “zenci” sermayedara karşı (örneğin beyaz bir trafik polisi tarafından) gösterilmeyen toleransın bu sermayedarın fabrikasında çalışan beyaz işçiye gösterilmesini; üretim ilişkileri açısından sömürülen pozisyonda olan Fransız işçilerinin gözardı edilemeyecek bir kısmının Fransa varoşlarında düzene tepki gösteren gençlerin eylemlerini bastırılması gereken bir kalkışma olarak yorumlamasını ve bunlar gibi birçok örneği pratiği/politikayı teoriye indirgeyerek açıklayamayız. Teori bize anahtarı verir ve kapıyı gösterir. Kapıya ne yönden yaklaşacağımızı ve onu nasıl açacağımızı ise politikamız belirler. Bugüne müdahale politikaysa ve teori/politika diyalektiği gereği politikanın da teoriyi belirleyeceğini kabul ediyorsak bu belirlemeye imkan tanındığı ölçüde teorinin geliştirilebileceğini söyleyebiliriz.

C) Sonuç

Hukuk bütünlüklüdür. Çünkü hukuk, onu bir egemenlik aygıtı olarak algıladığımızda, farklı alanlarda olsa dahi aynı öze sahip bir mekanizmanın ürünüdür. Fabrikadaki işçiyi işgücünün tam karşılığından mahrum bırakan hukuk ile sermayedar kadının evde ezilmesine yol veren hukuk öz itibarıyla aynı hukuktur.

Tarihsel materyalizmin ışığında yapılan sınıfsal saptama hukukun niteliğini açıkça belirler.

Bu belirleme güne bakışta, onu yorumlayışta ve ona müdahalede postmodern ve öteki yüzeysel söylemlere taviz vermeksizin genel bir pusula işlevi görür. Sınıfsal saptama ayrım noktasıdır.

Ancak salt sınıfsal yaklaşımla, kapitalist hukukun ezdiği diğer katmanları görmezden gelmek, onları bilinçsizlikle itham etmek, onların toplumsal hareketlerini sınıfsal bir idealizasyona tabi tutmak bu hareketlerdeki yıkıcı ya da yıkıcı olmasa bile aktüel etkiyi paranteze almak anlamına gelir. Bu yapılmakla, tarihbilimsel olarak ezilen sınıf olan işçi sınıfı ile mevcut halde ezilen diğer kesimler arasındaki köprüler onmaz biçimde yıkılmış olur.

Hukuka nereden bakmalı, sorusunun cevabı net olarak kitlelerdir. Hukukun kimleri baskı altında tuttuğu sorusuna ancak “kitlelere gitmek” ile cevap bulunabilir. Zira karşısında olduğumuz hukuk bütünsel insana ulaşma yolunda engel teşkil eden bir üstyapı kurumudur. Bütünsel insana ulaşma yolundaki engeller sadece yoksullukla sınırlanamaz. Karşı Hukuk anlayışımız sadece yoksullukla ilgili değil, her türlü üstyapısal baskı ile ilgili olmalıdır. Kitlelere gitmekle, bu baskıyı onlardan öğrenerek edinmekle madde, hakkındaki bilgiye indirgenmekten kurtulur; bilgi, maddedeki değişimle güncellenir.

 
 


* Tarihsel materyalist ekolün öncülerinin eserlerinde aslında hukuk üzerine detaylı bir çalışmanın varlığından söz edilememekle birlikte, bu eserlerde hukuk üzerine yapılan kimi belirlemeler ve akımın genel düşünce yapısını oluşturan temel unsurların bu belirlemelere uygulanması neticesinde, doyuruculuğu kesinlikle gözardı edilemeyecek bir seviyeye varmak mümkündür.

** Kapitalizmin farklı ülkelerde farklı gelişim göstermesi, kimi ülkelerde burjuvazinin gerek yereldeki feodal unsurlarla gerek ulusalüstü emperyalist unsurlarla içinde bulunduğu ittifak ve işbirliği ilişkileri gibi belirleyicilere burada değinilmeyecektir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar