Ana SayfaArşivSayı 26Çevre hareketlerine yaklaşım üzerine

Çevre hareketlerine yaklaşım üzerine

M. Zehra Şahin

“Mesele, açıkça şu: Devrimci özne, bizim şimdiye kadar kullandığımız proletarya kavramının ve onun kavramsal çevresinin sunduğu beklentiler doğrultusunda ‘işlemedi’. Ve biz, gözlerimizi dikmiş, nafile yere, devrimci bir işçi sınıfı arıyoruz; nafile yere, çünkü yaptığımız iş, radyo dalgalarını teleskopla bulmaya çalışmaktır. Radyo dalgaları gerçekten mevcut; ve ben, bizim durumumuzda, aslında görülebilir durumdaki ışık kaynağının da radyo dalgalarını yayan kaynaklar arasında olduğunu kabul ediyorum. Meramımızı kısaca anlatmak gerekirse: Bunlar örneğin sendikalardaki Hayat İçin Eylem Çevreleri’dir. Onlar da teleskobumuzla görebildiğimiz spektrumun içinde yer alıyor, fakat biz onları geleneksel işçi hareketine indirgemekten kaçınıyoruz. (…)

“(…) gayet açık bir şekilde, önümüzü tıkayan teorik bir boşluk var.” [1]

Yukarıdaki satırları yazarken Rudolf Bahro, 1980’de, yükselen Yeşil Hareketin dinamikleriyle ilgilenmektedir. Bahro, politik yaşamına 1954’te Demokratik Alman Sosyalist Birlik Partisi’nde başladı. 1970’lerin sonunda ‘Reel Sosyalizm’e yönelik eleştirilerinden dolayı önce tutuklandı, ardından Batı Almanya’ya sürüldü. ‘80’den sonra radikal ekolojist olan Bahro, ‘85’te, Yeşiller Partisinin SPD ile ittifak yapması üzerine, yerleşik düzene eklemlendiğini ifade ederek partiden ayrıldı. Artık yüzünü, ‘68 rüzgarlarının dağılmasından beri ilginin yoğunlaştığı dinsel, mistik tarikatlara çevirmiştir. Burada amaçlanan, Bahro’nun kişisel tarihini serimlemek değildir; Bahro’nun, sonunda politik alanın dışına çıkan çizgisi bir örnek olarak ele alınmaktadır. Bununla birlikte, Bahro’nun eleştirdiği ‘sosyalizm’ yıkılmış, Yeşiller Partisi de iktidara ortak olarak sağcılaşmıştır.

İster ortodoks Marksizmi, ister post-Marksizmi takip ederek politika dışına düşmek mümkündür. Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu. Bu, politik alanda ideolojik davranmanın bedelidir.

Aşağıdaki satırlarda, son yirmi-yirmi beş yıldır gerçek gerçek bir sorun olan ‘çevre sorunu’na karşı gelişen ve çeşitli öbekleriyle solun kafasını şu ya da bu şekilde meşgul eden çevre hareketlerinin, Marksizm açısından nasıl teorik-politik bir ‘edinim’e tabi tutulabileceği üzerine bir yaklaşım geliştirme denemesi yapılmak isteniyor.

Örneğin, çevre sorunlarının politik arenada öne çıkması sonucu Marksizme gelen eleştirilerden biri de, onun, anti-ekolojist modernist bir görüş olduğudur. J. B. Foster sık sık Marx’ın ilk dönem eserlerine dönerek onun aslında ekolojist olduğunu felsefe yoluyla. kanıtlamaya çalışır. Marx, Alman İdeolojisi’nde Feuerbach için ‘Doğa, insandan önceki doğa kesinlikle Feuerbach’ın içerisinde yaşamakta olduğu doğa değil. O doğa bugün hiçbir yerde (belki Avustralya kıyılarında yeni keşfedilmiş birkaç yeni alan dışında) yaşamamaktadır ve bu nedenle Feuerbach için de yoktur’ dese de biz Marx’ın içerisinde yaşadığı dünyada bir nükleer felaket olmadığını biliriz.

* * *

Avrupa’da patlak veren birçok ‘toplumsal’ hareket gibi çevre hareketi de 1980’lerin başında filizlenmişti. Hareket, Almanya’da Yeşiller Partisini kurduracak denli güçlüydü. Genel olarak komünistler, ideolojiyle kurdukları uygunsuz ilişkiden gelen hımbıllıkla durumu kavrayamazken post-Marksistler (işçi sınıfının tarihteki belirleyiciliğini reddederek) büyük bir ataklıkla dönemin taleplerine cevap verdi. Yeni binyılın başında çevreciler, anarşistler, feministler, barışçılar ile birlikte Seattle’da, Cenova’da yer alanlar arasında post-Marksist sayılanlar da vardı.

Türkiye’de, ne Çamlıhemşin’de yapılan termik santrale karşı tepkilerden, ne de 17 Ağustos 1999’da yaşanan ve büyük yıkım getiren depremden sonra gelişen tepkilerden büyük politik sonuçlar çıkmadı. Çevre hareketi deyince akla gelenler sınırlı. Bölgelerinde siyanürle altın çıkarılmasına karşı Bergama köylülerinin 12 yıldır süren, zaman zaman medyanın gündeminde yer alan direnişleriyse, gerek çevre bilimcilerin, gerek pratik-politik solun duruma yaklaşımlarıyla birlikte üzerine düşünmeyi hak eder konumda.

Süreç, alınan ÇED (Çevresel etki değerlendirme) raporlarıyla ve altın çıkarmak isteyen Eurogold Şirketine açılan davalar ve davaların kaybedilmesiyle başladı. Ülkemizin bir üçüncü dünya ülkesi, Bergama’da altın çıkarmak isteyen Eurogold’un da çokuluslu bir şirket olması, mücadelenin eksenini emperyalizme karşı oluşa kaydırmış ve özellikle bu nedenle köylülerin mücadelesi, pratik-politik solda büyük bir ilgiye yol açmıştır. Kır şenlikleri düzenleyen reformist yapılar da, halkçı devrimci yapılar da Bergama köylülerinin mücadelesinde kendilerini ifade alanı bulmuşlardır.

Bergama köylülerini en son 26 Mart günü, İstanbul Boğaz Köprüsündeki eylemleriyle gördük. Aynı gün aynı saatlerde bir başka eylem de Bergama’da yapılmaktaydı. Bergama’da maden işçileri, Danıştay’ın bir ay önce aldığı madeni kapatma kararını protesto ediyorlardı. Bu olay, medyaya ‘Bergama ikiye bölündü’ şeklinde yansıdı.

Bununla birlikte, meslek odaları tarafından zaten yanlış bir şekilde yürütülen tartışma tekrar başladı. Örneğin bir televizyon programına Bergama köylüleri ile birlikte katılan çeşitli meslek odaları temsilcileri bilim, hukuk, etik üzerine ideolojik bir tartışma yürütürken, eski bir devlet bakanı, Bergama köylülerine bu işin Anayasa ve hukuk yoluyla çözüleceğini belirterek onların desteğini aldı ve programdan ayrıldı. Mühendis örgütlerinin konuya yaklaşımı, avukat ve tabip örgütlerinin ‘ölüm orucu’na yaklaşımlarının kötü bir örneğiydi. Fakat mühendisleri ideolojik yaklaşımları nedeniyle suçlamak yanlış olur. Che’nin, ‘Devrim olmadan devrimci doktorluk olmaz’ sözünü ‘devrim olmadan devrimci mühendislik olmaz’ olarak değiştirerek kullanmamızda sakınca yok.

Bir diğer tartışma ise hareketin niteliğine yönelik. Bergama köylülerinin eylemi de sık sık ‘sivil toplum’, ‘sivil itaatsizlik’, ‘çevreci taban hareketi’[2] olarak değerlendirildi.

Pratik-politik ve teorik-politik edinim

Pratik-politik devrimci yapıların devrimciliklerini yeniden üretmenin yolunu, zaman zaman devrimci anlamlar çıkarılması güç kavramları devrimci edinime tabi tutarak bulduğu izleniyor. Bunun en iyi örneğini, ‘vatan’, ‘adalet’ gibi kavramları devrimci bir edinime tabi tutan Parti-Cephe’nin verdiği teslim edilmeli. Şüphesiz hukukçunun kullandığı ‘adalet’ kavramıyla, ‘Adalet mücadelesi duruşma salonlarına hapsedilemez’ cümlesinde geçen ‘adalet’ farklı anlamlar çağrıştırıyor. Aristo ‘adalet’i devletin temeli ve amacı olarak tanımladı. Aydınlanmadan sonra, ‘adalet’ simgesi, elinde terazi tutan ve gözü bantlı bir heykeldir. Devrimci yapı kelimeyi esneterek devrimci bir kullanıma tabi tutmuştur. Marksistlerin yapması gereken, Marksizmin hiçbir sektörüne halel getirmeyecek şekilde, ortaya çıkan her dinamiği teorik-politik okumaya tabi tutmak, edinilebilecekleri edinmektir.

Bergama özgülünde, bakılması gereken bir yer varsa eğer; o da Bergama köylülerinin devlet güçleriyle karşı karşıya geldikleri momentler olmalı: “Devletin karşısındaki her eylemli duruş hayırlıdır. Hareket halindeki yığınlar hareketlerini sürdürdükçe kaçınılmaz biçimde devlet güçleriyle karşı karşıya geliyorlar.”[3]

Bergama köylüleri eylemliliklerine başladıkları andan itibaren devlet güçlerinin soğuk şiddetini hissettiler. Gözaltına alındılar, jandarma dayağı yediler, kovuşturmaya uğradılar. Biz, onların eylemlerinin politik anlamıyla, politik sonuçlarıyla ilgilenmeyi öneriyoruz. Bir örnek: 26 Mart günü, çıkarlarının köylülerle çatıştığını savunan maden işçileri ellerinde Türk bayrağı, ekmek ve karanfillerle çıkmıştı Bergama meydanına. Hatırlanacağı gibi Ankara’ya çıkarma yapan Bergama köylülerinin de ellerinde Türk bayrakları vardı. Hangi Türk bayrağının, hangi politik anlama sahip olduğu açık olsa gerek.

Mao, ‘Bir kıvılcım bütün bir çayırı ateşe verebilir’ der. Bu ‘kıvılcım’ ancak o hayırlı karşılaşmalarda çakar. Biz, Bergamalıların hareketinde bu kıvılcımı görebildiğimiz anlarda ‘Her yer Bergama hepimiz Bergamalıyız’ diyebiliriz.

 

 


[1] Rudolf Bahro, Nasıl Sosyalizm? Hangi Yeşil? Niçin Tinsellik?, Çev.:Tanıl Bora, İstanbul 1996, Ayrıntı Yay.

[2] Örneğin bkz.: Ecehan Balta, Ekoloji ile Uyumlu Bir Toplumsal Yaşam Projesinin Temel Taşları, Küreselleşmenin Ekolojik Sonuçları, Özgür Üniversite Kitaplığı; Sema Alevcan, Ayşe Kaya, Göksel Demirer, Ethem Torunoğlu, Altın Bergama Demokrasi, TMMOB Cevre Mühendisleri Odası Yayını, Ankara 1998

[3] Aycan Epikman, “Ezilenlere Düşman Bir ‘soL’”, Teori ve Politika 22, Bahar 2001, s. 182

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar