Ana SayfaArşivSayı 27Politik Değişimin Geleceği Gelişmekte Olan Ülkelerde

Politik Değişimin Geleceği Gelişmekte Olan Ülkelerde

G. Myres

Çeviri: Anahid Hazaryan

Kanada, ABD ve Avrupa’da küreselleşme karşıtı hareket bünyesinde çok şey yapılıyor; hatta CBC’de CounterSpin’i dinlediğinizde Kanada’da Barış Kulesi’ne yakın zamanda sosyalizmin kızıl bayrağının dikilebileceğini bile sanabilirsiniz. Şaka bir yana, küreselleşme tartışmaları dinamik bir yapı sergiliyor ve neo-liberalizme karşı sağlam bir politik seçenek oluşturulabilmesi için uluslararası düzeyde politik motivasyonun ekonomik bir analizinin vazgeçilmez olduğunu gösteriyor.

       Kapitalizmin tarihsel gelişiminin, liberal-demokratik devletlerin gelişiminin ve devrimci politik değişim dinamiklerinin kapsamlı bir analizi, radikal politik değişimlerin sanayileşmiş ileri ülkelerde değil, kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan yoksul ve geri kalmış ülkelerde meydana geldiğini gösteriyor. Bu açık gerçekten dolayı, Marx’ın diyalektik ve tarihsel materyalizminin doğru olmadığı söylenemez, ancak hem gözlemciler hem de eylemciler Marx’ın ardıllarının devrimci faaliyetleri yönlendirmede treni kaçırdıklarına dikkat çekmek zorundalar. Marx, 19. yüzyılın sonlarında Almanya’nın sosyalist bir devrim için en uygun yer olduğuna inanıyordu; bu fikir ise, sosyalist hareket bütün halinde varlığını sürdürecekse sanayileşmiş bir ülkenin sosyalist olması gerektiği varsayımından kaynaklanıyordu. Almanya’da 1919 yılında Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un başı çektiği başarısız bir komünist devrim girişimine tanık olundu ve her ikisi de vurularak öldürüldü. Dünyanın ilk sosyalist devletinin Sovyetler Birliği olmasının nedeni de sosyalizmi sürdürebilecek ve uluslararası çapta yayabilecek bir ülke özelliği taşımasından değil, Avrupa’daki en yoksul ülkeler arasında yer alması ve yeni ortaya çıkmakta olan işçi sınıfının hükümeti ciddi şekilde tehdit etmesiydi.

       Tarihsel olaylar, politik bir çözüm olarak Marksizmin tersine bir gidişat sergilerken, Marx’ın analizinden sadece sosyal tarihi anlamak amacıyla (bu nokta çok önemli) yararlanılabilir; ancak günümüzdeki sorunlara politik çözümler üretmede bu analiz yetersiz kalıyor. Bu durum iki nedenle açıklanabilir: 1) Marx’ın yazıları iktidarı ele geçirme ve yönetme konusunda belirsizlikler içeriyordu ve 2) Marksist ideolojinin izinden gidenler (Stalinist Komünist Parti) ve bu ideolojiden etkilenenler 1917 yılından beri politik arenada yapılan tartışmaları yanlış değerlendirdiler… Demek istediğim şu ki, Kanada, Avrupa ve ABD’deki sol alternatif hala, başkalarıyla ideolojik açıdan yakın olmanın politik değişimi sağlamaya yeteceğini öngören Marksist görüşün etkisi altında bulunuyor.

        Bu durum günümüzdeki küreselleşme karşıtı hareketle nasıl ilişkilendirilebilir? Kanada, Avrupa ve ABD’de sol eylemciler arasında süregelen politik tartışmalarda, küreselleşme karşıtı mücadelenin Toronto, Ottawa ya da Washington, Londra veya Paris sokaklarında sürdürüleceği varsayılıyor… Oysa bu gerçek değil; kanımca Afganistan gündemden yavaş yavaş düşmeye başladığında bu durum daha da netleşecek. Gerçek küreselleşme karşıtı hareketin nerede yaşanacağını görmek istiyorsanız, a) Kolombiya, b) Venezüella, c) Küba, d) Malezya, e) G. Kore, f) Arjantin, g) Libya’da neler olup bittiğine bakın. Küreselleşmeyi anlamak istiyorsanız, hipi solcuların dediğinin tersine, küreselleşmenin komplo olmadığını, kişilerin en kötü niyetlerinin kontrolünün ötesinde, kapitalist gelişimde tarihsel sürecin bir parçası olduğunu kavramalısınız. Toplumun belli bir kesimi küreselleşmeden yararlanırken (belli bir sınıfın (orta ve üst sınıf) yararlandığını söyleyebiliriz) sürecin kendisi kişilerin kararlarından bağımsız olarak işliyor… Nitekim kimse SSCB’nin artık varolmadığı ve global düzeyde piyasanın genişlemesi üzerinde “denetim” oluşturamayacağı tarihsel gerçeğini tersine çeviremez; aynı zamanda kimse, ucuz (sömürülen) emek gücünü gerektiren ürün ve hizmetler için yeterli maddi olanakları temin edebildiğiniz sürece bunları üretmenize olanak tanıyan ekonomik dayatmacı ilkeleri değiştiremez. Üçüncü Dünya’da ekonomik dengeyi sağlayabilmek için Kanada’da yaşam standardından özveride bulunabilecek çok az insan var ve ne kadar iyiliksever olduğunuz da beni ilgilendirmiyor. Bu bağlamda, küreselleşme politikalarıyla mücadele edecek gerçek (yani ekonomik) motivasyona sahip olanlarla, neo-liberalizmden ideolojik anlamda nefret edenler (örneğin: barış hareketi, Yeşiller, geleneksel sol) aynı kişiler değildir. Bunun temel nedeni, Batı’daki küreselleşme karşıtı hareketin ütopik olması ve küreselleşme karşıtı günlük mücadelelerden fiili kopukluk nedeniyle sorunları aşırı entelektüel bir çerçevede kavraması ve politik yöntemin “ahlaklaştırılması” temelinde bir politik platform geliştirmiş olmasıdır.

Tüm bunlardan neyi kastetmeye çalışıyorum… Demek istediğim şu ki, küreselleşme karşıtı hareket iyi niyetli olsa ve genellikle duygusal bağlamda sağlam temellere dayansa da, bu hareket, küreselleşme karşıtı gerçek mücadeleler açısından bir anlam taşıyabilmesi için gereken örgütsel ittifaklar ve yönelim bakımından gerçek anlamda uluslararası bir nitelik taşımıyor. Gerçekten de, özellikle anarşistler arasında (ki bunlar küreselleşme karşıtı hareketin etkin bir kesimi), gelişmekte olan ülkelerdeki politik örgütlerin küreselleşme karşıtı mücadele hedefleri ve kullandığı yöntemlere karşı bir muhalefet ve direniş göze çarpıyor.

Örneğin, küreselleşme karşıtı hareketin devleti reddetme eğilimi, Devlet Başkanı Hugo Chavez’in ulusal serveti, petrol gelirini ve verimli toprakların paylaşımını yeniden düzenlemek için devletin gücünü kullandığı Venezüella’da olup bitenlerle taban tabana zıt bir nitelik oluşturuyor. Bir başka örnek ise, Batı’daki küreselleşme karşıtı hareketin, küreselleşmenin sembolleri olarak gördüğü IMF ve Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) karşı çıkması; oysa Mao Zedong’un kurduğu Çin Halk Cumhuriyeti WTO’yu yok etmek değil, ticaret ve yatırımı yöneten evrensel kurallarla ABD’yi dize getirmek amacıyla bu örgüte girmek için olağanüstü bir çaba harcadı… İşte yine Batı’daki küreselleşme karşıtı eylemcilerin benimsediği tavra aykırı bir yaklaşım. Yine Batı’da etkin olan çevreci platform petrolle ilgili her şeye karşı çıkarken (acaba işe hala nasıl gidiyorlar), Venezüella gibi ülkelerin ABD’deki çok-uluslu petrol kuruluşlarına pahalı petrol satarak sosyalist ekonomilerini ve politik reformlarını finanse etmeleri bana servetin yeniden paylaşımı gibi gözüküyor; ancak bu, Batı’daki küreselleşme karşıtı hareket içerisinde yer alan Yeşiller’in ellerinden gelse durduracakları bir şeydir. Bir başka örnek ise NATO’yla ilgili; Batı’daki küreselleşme karşıtı hareket fanatik bir NATO muhalifiyken eski Doğu Bloku ülkeleri NATO’ya girmek için can atıyor; aynı şekilde Bosna ve Kosova’daki Müslüman halk da NATO’nun korkunç iç savaşlara müdahale etmiş olmasını (iki savaşı da sona erdirdi) memnuniyetle karşılarken, Batı’daki küreselleşme karşıtı hareket “ABD” emperyalizmini kınamakla meşgul (ayrıca bu insanlar kendi hükümetlerinin (Kanada) aborijinlerin hükümeti üzerinde baskı oluşturduğunu göz ardı ediyorlar).

Sonuç olarak, Batı’daki küreselleşme karşıtı hareket, gelecekteki politik diyalogda meşru ve etkin bir aktör olmak istiyorsa kendisine çekidüzen vermelidir… Uluslararası ekonomi konferanslarında yetersiz bilgiye sahip çocukların sergiledikleri sosyal etkinliklerle sınırlanmaktan memnun değilse kendi kendisini yenilemek için bir şeyler yapması gerekiyor.

http://www.afterthetroopsleave.com/futureofpoliticalchangeframeset.htm

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar