Ana SayfaArşivSayı 35-36Butterfly ve Pinkerton’lardan arınmış bir dünyaya doğru

Butterfly ve Pinkerton’lardan arınmış bir dünyaya doğru

Anahid Hazaryan

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin başarıyla sergilediği Puccini’nin ünlü operası Madam Butterfly’ın librettosu hazin bir aşk öyküsüne dayanır. Hikaye, Japonya’da bulunduğu süre içinde Butterfly olarak bilinen bir geyşa ile onunla kağıt üstünde evlilik yapıp sonra da terk edip giden, yıllar sonra bir çocuğu olduğunu öğrenince, çocuğunu almak için Japonya’ya geri dönen Amerikalı teğmen Pinkerton arasındaki ilişkiyi anlatır. Kocasına büyük bir aşkla bağlanan Butterfly, Amerikalı WASP* karısıyla Japonya’ya gelen teğmene çocuğunu vermeyi kabul eder ve sonra da artık kendisini hayata bağlayan hiçbir şey kalmadığı için canına kıyar.

Öykü ilk başta, fedakar ve onurlu kadınla uçarı erkek arasındaki sonu kötü biten sıradan bir aşk masalı gibi gözükse de, emperyalizmin temsilcileriyle dünyanın geri kalan toplumları arasında ezen/ezilen çelişkisini yansıtarak önemli bir ideolojik mesaj sunar aslında.

        Nitekim bu hikaye sadece yazıldığı dönem olan 1900’lü yılların başlarıyla sınırlı kalmayıp emperyalist saldırganlığın askeri ya da sivil dolaylı/dolaysız her tür yöntemi kullanarak kendisi dışındaki toplumları adeta nefessiz bıraktığı günümüzle birebir örtüşüyor.

Konuya aşk çerçevesi dışına çıkıp baktığımızda, dünyamızın da Amerikalı teğmen Pinkerton prototipleriyle Butterflylar’dan oluştuğunu görürüz. Küresel senaryoda efendilere Pinkerton rolü düşerken, onların çekip çevireceği geri kalan kitlelere de gönüllü ya da zorla Butterfly’ı oynamak kalıyor. Oyunu dayatılan kurallara göre oynayıp efendileri Pinkertonlar’ın başlarını okşamasını, önlerine bir kemik atmalarını bekleyen Butterflylar’ın da bu senaryonun hevesli aktörleri olduğu gerçeğini unutmamak gerekiyor tabii bu arada.

Emperyalizmin temsilcileri Irak’ta, parçalanmış Balkan ülkelerinde, Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da kısacası gelişmiş Batı dünyası dediğimiz bölgenin dışında kalan hemen her yerde kadın ya da erkek Butterflylar üretmekle meşgul.

Üstelik parçalanmış Yugoslavya’ya yerleşmiş emperyalist devletlerin askerlerine meze olan kadınlar (Kosova’daki, Bosna’daki BM, NATO çatısı altındaki Batılı askerlerin bölgede fuhuş trafiğinin gelişmesinde önemli bir katkıda bulunduğu artık pek de sır olmayan bir gerçek), eski sosyalist rejimin başarısızlığının ardından masallardaki canavarlara yem olan çaresiz çocuklar gibi kapitalizmin pençeleri arasında kıvranan toplumlarda fuhuşa sürüklenen, Irak’ta kitlesel tecavüze uğrayan kadınlar çaresizlik ya da zorla dünyanın efendilerine kulluk ettikleri için Puccini’nin operasında gönüllü olarak Pinkerton’a cinsel hizmet sunan ve pek çok şeyin farkında olmayan Madam Butterfly’a kıyasla çok daha mutsuz ve umutsuzlar.

Doğal olarak, dümeni elinde tutan kaptanlar Pinkertonlar olduğuna göre, gemiyi istedikleri yöne götürmekte, istedikleri gibi davranmakta serbestler. Dümeni Pinkertonlar’a teslim edenlerin ise gidilen rotayı beğenmedikleri ya da gemiyi kötü sürdüğü için efendileri kaptandan şikayet etmeleri kadar absürd bir durum olmasa gerek.

Tarihin 20. yüzyılın sonu ile 21. yüzyılın başlarını nasıl yazacağını o dönemin koşullarını bilemeyeceğimiz için şimdiden kestiremeyiz ancak ilerde onurlu ve eşitlikçi bir düzen kurulması halinde bugünleri yaşamış olan Butterflylar’a küçümsemeyle, Pinkertonlar’a ise öfkeyle bakılacağı kesin.

Özet olarak, Pinkertonlar’ın düzeni köle kadın/erkek Butterflylar sayesinde ayakta kalıyor.

Sanat yapıtları çoğu kez gerçek yaşamdan esinlendiğine göre Butterfly rolünü üstlenmeye hazır olanların onun sonuna katlanmaya razı olmaları da gerekiyor.

Pinkertonlar’dan medet umanların sonu kaçınılmaz olarak Puccini’nin kadın kahramanının sonu gibi olacaktır, olmaktadır da.

        Ne yazık ki özellikle, doludizgin emperyal sistemin adeta yıkılmaz bir Çin Seddi izlenimini yarattığı günümüzde de ezilenlerde bir tür güce tapma, Pinkertonlar’a gizli bir hayranlık duyma güdüsü eksik değil. Pinkertonlar’a sığınan, Butterfly olmaya can atanlar Çin Seddi’ne her gün yeni tuğlalar eklemekle meşgul.

Ancak tarihi yazacak olanlar da, başta Irak olmak üzere dünyanın diğer yerlerinde Pinkertonlar’la işbirliği yapanlar değil yenilseler de zafere ulaşsalar da Butterfly olmak istemeyenlerden oluşacaktır.

Alev alev yanan, emperyalist soykırımcıların adeta tüm bir halkı yok etmeye yeminli olduğu Irak’ta başta Felluce olmak üzere hemen her bölgesinde direnen savaşçılar yenilseler de zafere ulaşsalar da Butterfly olmayı reddederek çoktan tarihin altın sayfalarında yerlerini aldılar bile.

        Yukarda da belirttiğimiz üzere, opera, ezen/ezilen, efendi/köle toplumlar arasındaki farkı belirtmesi açısından salt bir ölümsüz klasik yapıt olmaktan çıkıp önemli bir ideolojik mesaj sunuyor: Dünya ancak Pinkerton ve Butterflylar’dan arındığı sürece iyi bir yer olacaktır. Kurtuluşun yolu ne Pinkertonlar’a özenmek ne de Butterfly olmaktır. Geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da uğruna mücadele edilmesi gereken tek hedef bu olmalıdır.

 

 


* WASP: Beyaz, Anglo-Sakson, Protestan sözcüklerinin İngilizcedeki baş harflerinden oluşma bir ifade.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar