Ana SayfaArşivSayı 35-36Ezilenlerin mücadele pratiklerine sınırlı bir bakış

Ezilenlerin mücadele pratiklerine sınırlı bir bakış

Gülsüm Emek Aytaç

Ezilenlerin safında yer almak için Marksist olmak gerekmez; ancak Marksistler her zaman mücadele eden ezilenlerin fiilen yanında yer almalıdır.

Bu önermenin ilk cümlesi, Marksizmin, ezilenlerin mücadelesinden daha fazla bir anlam ifade eden teorik yanını vurgulamaktadır; Teori ve Politika, çıkışından bugüne Marksizmin, herhangi bir ezilen ideolojisinden ayrımını tekrar tekrar vurgulamayı sürdürdü: Marksizm, ezilenlerin bir acı çığlığı değildir!

Önermenin ikinci cümlesinde, ‘mücadele etmek’ ve ‘fiilen’ sözcükleri önem kazanmaktadır. Çünkü ezilenlerin her zaman yanında olmak gerektiği ideolojik kavrayışı, politik bir kavrayışla beraber olmalıdır. Marksist politikada, ‘an’daki çelişkiler dikkate alınır. Belli bir ‘an’da, ezen güce karşı mücadele etmek, politik ilericilik olarak değerlendirilmektedir; ve Marksistler, politik olarak ilerici olan, ezenlere karşı devrimci duruş içinde olan ezilenlerin yanında yer alırlar, almalıdırlar. Fiilen yanında yer almak ise Marksistlerin, ezilenler mücadelesinin merkezinden politik bir hareket yaratması, yaratamıyorsa varolan ezilenler hareketinin yanında yer alması olarak açıklanabilir.

* * *

Bugün, İslamcı pratiklerin politik olarak devrimci bir rol oynadığı kabul edilmelidir. 11 Eylül eyleminden Filistin İntifadasına, Irak direnişinden Çeçenistan direnişine İslamcı pratikler tartışılmaktadır.

İslamcıların direnişlerinin kendi çetin yerelliklerinden, daha ılımlı (ezenlerin statükosunun daha sağlam olduğu) topraklara kadar taştığı, şiddet çıtasının epey yükseldiği bugünlerde, Marksizm geride bıraktığı sosyalizm deneyimleri sonrası dönemle karşılaştırıldığında yeniden teorik itibar kazanırken, Marksistlerin bu ezilen hareketlerini sahiplenmekte ikircikli davrandıkları ve politik etki bakımından, onların yarattığı küresel etkileri yaratmak bakımından geride oldukları görülüyor. İslamcıların sahip oldukları ideoloji, mücadele pratiği, bu pratiğin spekülatif sonuçları eleştiriliyor ve tartışılıyor.

Melik Kara, Marksistlerin ‘geriliklerini’ Lenin’in “Geri Avrupa, ileri Asya” şiarına gönderme yaparak çok güzel bir biçimde vurgulamıştı: “Geri Marksizm, ileri İslam”.[1]

İslamcılara karşı ideolojik bir tutum alma yaygındır. İslam geri bir ideolojidir. Genel olarak sol ideolojiyle kanı bir türlü uyuşmamaktadır.

Marksistler, daha önce de politikada ideolojik tutum alarak, sınıfa dayanmayan dinamikleri kapsamak bakımından geriye çekilme örnekleri göstermişti.

“Politik ve ideolojik düzeydeki her çelişki ya da öğe sınıfsal bağlılığı olan bir şey”[2] olarak görüldü. Post-Marksistler, Marksistlerin bu “sınıf indirgemeciliğini” eleştirerek, geniş yığınları, ezilen kitleleri kapsamanın ‘teorisini’, ‘sınıf mücadelesi’ gerçeğini, buna bağlı olarak da tarih bilimini reddedererek yaptılar. Ezilenlerin kendiliğinden ideolojilerini (hümanizm gibi) savunarak, politik bilincin bir kez daha boğulmasına neden oldular. Burada, Lenin’i hatırlamakta yarar var.

Lenin, bir savaşım özelliği göstermekten çok, umutsuzluk ve öç almadan kaynaklanan bir direniş özelliği gösteren ezilenlerin kendiliğinden hareketinin Marksistlerce her zaman savunulması, ancak kendiliğindenliğin sınırlarında davranılmaması gerektiğini söylemektedir. Lenin’e göre “kendiliğinden hareket, en az direnme çizgisini izleyen hareket, burjuva ideolojisinin egemenliğine” yol açmaktadır.[3]

Politik davranma yetisini kaybeden her hareket burjuva ideolojisi sınırlarına çekilmektedir.

Lenin, döneminin liberal eğilimleriyle savaşmaktadır. İslamcıların pratikleri karşısında günümüz sosyalist ideologlarının ve Marksistlerinin geri duruşunun ardında da liberal eğilimler yatmaktadır.

Yeni mücadele yöntemleri arayışında olanlar, yeni bir dönem tanımlamaya çalışanlar, ya da Marksizmi teorik alanda tekrar tartışmaya açtığını ifade eden ‘teorisyen’lerin hemen hemen hepsi bir ezilen hareketi olan İslama şüpheyle, endişeyle yaklaşmaktadır.

Marksizmin geleceğini tartışan Andrew Levine, “sosyalizmin tarihsel düşmanının liberalizm olmadığını” söylüyor. Ona göre “düşman dünya dinleriyle özdeşleşen çeşitli fanatizmlerin örneklediği modernlik öncesine duyulan özlemdir.”[4] Çağ, tüm ciddi toplumsal ve politik düşüncelerin simgesi olan laikliğe kesinlikle düşman bir barbarlık türünün tehdidi altındadır.

Seattle’ın coşkusunun ardından, M. Hardt ile birlikte yayımladığı İmparatorluk kitabında yeni bir dönem ve yeni mücadele yöntemleri tanımlamaya çalışan Negri, Danilo Zolo ile yaptığı röportajında İmparatorluk’ta ortaya attıkları çokluk kavramını tanımlarken 11 Eylül’ün faillerini “Ortadoğu’daki petrol çıkarlarını savunmak üzere kiralanmış olan çıkar amaçlı orduların liderleri” olarak çokluk kavramının dışında bırakıyor. “Halk ve kitleden farklı olarak hiçbir şekilde bir birlik üzerinden temsil edilemeyecek olan tekliklerin çokluğu” olarak tanımının yanı sıra “maddi olmayan ve entellektüel emeğe sahip, inanılmaz bir özgürlük gücü olan iç içe geçmiş tekliklerin çokluğu gibi komünist projeye yön verecek yıkıcı değil yapıcı bir özne tanımlıyor.”[5] Arif Dirlik’in yazdıkları ise İmparatorluk ve çokluğun politik bir duyarlılık ile okunması bakımından dikkat çekicidir.[6]

Arif Dirlik, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin İmparatorluk’undan yola çıkarak eski siyasetin olanaklarının ortadan kalktığı sonucuna varmakta ve “bu koşullar altında nasıl bir siyaset mümkündür?” sorusunu öne sürmektedir.

Negri’nin soyut çokluğunu yeni politik olanaklar bakımından değerlendiren Dirlik, “nerede olduğuna bağlı olarak değişen gündelik hayat pratikleriyle oluşturulan radikal politika” önermektedir. Ancak Dirlik de post-Marksistlerin sorunlu olduğu alana girmektedir. Dirlik, öncü politikayı reddederek Leninist politikanın karşısına geçmektedir. Bu, onun rejime karşı herhangi bir devrimci kalkışmayı ‘terör’ olarak nitelendirmesine ve kendiliğindenciliğin sınırlarına çekilmesine yol açmaktadır.

Ezilenlerin öfke patlamalarından gelen şiddet her zaman kimilerince eleştiri konusu oldu. Ancak 11 Eylül eylemi herhangi bir öfke patlamasından farklı olarak sistemli ve planlı olması yönüyle ve gerçekleştiği anda yapılan eylemin sonucuna dair spekülatif yorumlar ile karşımızda duran en iyi tarihsel örneklerden biri.

11 Eylül eyleminin şiddet pratiği, politika-dışı (terör) yani ezenler tarafından tanınan politika yapma alanının dışında görüldü. Ancak politika-dışı kalan, şiddetin eleştirisinin (silahların eleştirisi) kendisi oldu. Şiddetin eleştirisi, ABD’nin 11 Eylül’den sonra Afganistan’da ve daha sonra Irak’ta yürüttüğü savaş boyunca bazı sol çevrelerde defalarca karşımıza çıktı. Direnişçilerin işgalcileri ve işbirlikçilerini cezalandırma şekilleri bile en naif hümanist gerekçelerle tartışıldı.

“Ezilenlerin eleştiri silahını kullanmalarının hiçbir hükmü yoktur, ezilenler hüküm geçiren bir gerece ihtiyaç duyarlar.”[7] Ezilenler zaten kendiliğinden ideolojilerince hümanizme ve barışçılığa eğilimliler. Ancak fırsat bulduklarında o kadar masum olmayacaklardır. Bu da bugünlerde şiddet çıtasının daha da yükselmesi gerektiğini öngörür.

Başka bir itiraz noktasını, şiddet pratiğinin ezenlerin ekmeğine yağ sürdüğü, ezenlerin kendilerini meşrulaştıracakları zemini hazırladığı savlanarak, hareketin olası sonuçlarının tehlike olarak gösterilmesi oluşturmaktadır. Burada, konjonktürün öznesi, tarihin öznesi olarak algılanmaktadır. Oysa politika, bilim aracılığıyla bilinebilecek geleceğe kördür; bu yüzden şiddet pratiğinin sonuçları üzerine bu yorumlar spekülasyondan ileri gitmemektedir.

* * *

Burada, ezilenlerin ideolojik yönelimi olarak İslamcılık baz alındı. Parçalı, zaman zaman politik ve ideolojik olarak çelişen ezilenlerin hepsini kapsayabilecek teorik-politik kavrayış Marksistlerin ödevi olmalıdır. “Ezilenler birleşin!” şiarının, ezilenlerin yereldeki özellikleri, içinde bulunulan andaki devrimci duruşu ve politik devrimci işlevi gözetilmeden dile getirilmesi, ezilenleri homojenleştirip politika yapmanın koşullarını da ortadan kaldırabilir.

 
 


[1] Melik Kara, “Devrimci Yıkıcılığın Küresel Yükseliş Dönemi”, Teori ve Politika 32-33, Güz 2003 – Kış 2004, s.194.

[2] Ernesto Laclau, İdeoloji ve Politika, Çev.: Hüseyin Sarıca, Belge Yayınları, İstanbul 1998, s.13.

[3] Lenin, Ne Yapmalı?, Çev.: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara 2004, s. 50.

[4] Andrew Levine, Marksizmin Geleceği Var mı?, Çev.: Ali Çakıroğlu, Aykırı Yayıncılık, İstanbul 2004, s.200.

[5] Danilo Zolo, “Antonio Negri ile Söyleşi / İmparatorluk ve Çokluk: Küreselleşmenin Yeni Düzeni Üzerine Bir Diyalog”, Çev.: Sinem Özer, Conatus, S. 2, Temmuz-Ekim 2004.

[6] Arif Dirlik, “İmparatorluk? Sürekli Savaş ve Küresel Krizin Oluşumunda Sömürgecilik, Kültür ve Sınıf Üzerine Kimi Düşünceler”, Çev.: Selen Göbelez, Conatus, S. 2.

[7] Metin Kayaoğlu, “Politika ve Şiddet Üzerine Sınırlı Düşünceler”, Teori ve Politika 21, Kış 2001, s. 4.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar