Ana SayfaArşivSayı 54Gerard Winstanley: Kingston’da Bir 17. Yüzyıl Komünisti

Gerard Winstanley: Kingston’da Bir 17. Yüzyıl Komünisti

http://libcom.org/library/winstanley-communist-at-kingston-christopher-hill

24 Ocak 1996

Kingston Üniversitesi

 

 

Gerard Winstanley

Kingston’da Bir 17. Yüzyıl Komünisti

 

Christopher Hill

Çeviri: Emek Aytaç

Başlığımda Winstanley ile Kingston’ı ilişkilendirirken biraz aldatmaca yaptım, çünkü Winstanley’in Kingston ile o kadar da ilgisi yoktu. Kingston’daki Hukuk Mahkemesinin kapısını aşındırmıştı, ancak belki de bu, ikisini bir araya getirmek için yeterli bir neden değildi, yine de benim Winstanley’i buraya sürükleyip bu heyecan verici yeni üniversiteyle ilişkilendirmemi sağladı. Aslında Winstanley’in kendisi Lancashire’lı bir adamdı; Wigan’da bir kumaşçı olan babası kendi şehrinde oldukça önemli bir figürdü, ve Winstanley’in kendisi, Gerard, babasının oğlunu kuzeyli geçmişinden kurtarma emelleri olduğunu gösterir şekilde Londra’da bir kumaşçıya çırak olarak verildi. Baba mesleğini devam ettirecek gibi görünüyordu. Cobham bölgesinde birkaç arazi sahibi olan (buraya daha sonra geleceğiz), daha yüksek sınıftan Londralı bir cerrahın kızı ile evlendi. Ve Winstanley iç savaş başlamadan önce kendi işini kurdu. Kendisinin de buna bel bağladığını düşünüyorum, memleketi Lancashire ile ticaret yapma olanaklarına sahipti. Ancak iç savaş, Londra ve Lancashire arasındaki ticaret bağlantılarını kopardı ve diğer birçok kişi gibi Winstanley de 40’lı yılların başında iflas etti ve Londra’yı terk ederek muhtemelen karısının sahip olduğu arazide yaşadığı Cobham’a yerleşti. İyi bir başlangıç yapamadı, yapabileceği tek iş ırgat olarak başkalarının sığırlarını gütmekti.

Çevresindeki sefaletle birlikte kendi sefaletinden ve toprak ağaları veya spekülatif toprak alıcıları tarafından topraklarına el konan fakirlerin güçsüzlüğünden dehşete kapılmıştı. Biri sahip olduğu toprağı kaybettiğinde ve ücretli emeğe bağımlı hale geldiğinde hukuk hiçbir koruma sunmuyordu ve, daha sonra bu konuya tekrar döneceğim, ücretli emeğe karşıydı, sürekli bu konudan bahsedip duruyordu.

Bu yüzden Winstanley, 1640’ların başında topraksız köylülerin, kullanılmayan ve ortak topraklara izinsiz yerleşme ve ortaklaşa ekip biçme hareketine ön ayak oldu, bugün bu durum belki de bir ya da iki nesil öncesinden daha yaygındır. Bu hareketi Walton on Thames bölgesindeki St. Georges Hill’de başlattı ve daha sonra Cobham Heath’e hareket etti. Yerel halkı ona karşı kışkırtan yerel toprak ağalarının saldırısına uğradı ve hırpalandı. Aleyhinde dava açıldı ve I. Charles’ın 1628’deki anlaşmasından beri Elmbridge ve diğer üç yüz yerdeki hukuk davalarının tanındığı Kingston’da yargılandı.

Bu süreci anlatmak için kullandığı ifadelerden biri, “eski dünya ateşe atılmış parşömen gibi savruluyor” şeklindeydi ve alışkın olduğu uygarlığın çöküşünü görüyordu. Çökmekte olan uygarlığın dışına çıkmakta başarılı olamamıştı, ancak ona alışmıştı ve diğer pek çokları gibi olan bitene derin bir kuşkuyla bakıyordu. 17. yüzyılın politika ile ilgili tüm düşünceleri şüphesiz dini biçimler almıştı ve Winstanley, çaresiz kitlelerin sefaletinin sevgi ve mutlak güce sahip bir Tanrı ile nasıl açıklanabileceği hakkında düşünüyordu. Resmen tanınmış olan İngiliz Kilisesinin vaizleri ya da tarikatçılar olsun birçok vaizin açıklamaları onu tatmin etmiyordu. Kutsallığın güzelliğine, ritüellere inansalar da ya da vaaz vermek, vaaz vermek ve daha fazla vaaz vermek üzerine püritan vurguları olsa da hiçbiri fakirlere yardım etmiyordu. Winstanley geleneksel klişeleri tekrarlamanın hiçbir yararı olmadığı ve yeni çareler gerektiği kanaatine vardı. İnsanlar kendileri için düşünmeli, başkalarının düşüncelerini tekrarlamamalıydı, kendini tekrarlayan bir husus: Kendin için düşünmelisin. Kendi düşünceleri, trans olarak adlandırdığı, bence derin bir meditasyon dönemi olarak tanımlamamız gereken, belki de daha az gizemli görünen bir süreçte berraklaşıyordu ve herkes yiyecek yemeğe ve biraz geçim güvencesine kavuşana kadar gökyüzü altında kimsenin vaaz ile pay alamayacağı sonucuna vardı. Bu transta (eğer bir transsa) mesajlar alıyordu, aldığı mesajlar şunlardı: “birlikte çalış”, “ekmeği birlikte ye”, “İsrail’i özgürleştir”. “İsrail verilemez ya da kiralanamaz” ve yazılı çalışmalarındaki “İsrail kiralanamaz” için James’in Mektubu Bölüm 5, ayet 4’ü referans alıyordu. ‘Bize, yani halka yapılan ortak toprakları gübreleme ve işleme çağrısı için ileri gitmeli ve bunu eylemli olarak ilan etmeliyiz.’ Tekrar söylüyorum, her seferinde tekrarlamayacağım. “Gerçek ve kirlenmemiş din, önceki fetihlerin zoruyla halktan alınan toprağı geri vermek ve ezilenleri özgürleştirmektir.” Ve bir başka ancak daha basit bir ifadesi ile “gerçek ve kirlenmemiş din, herkese ortaklaşa ve özgürce gübreleyeceği topraklar vermektir.” “Gübrelemek” tabii ki ekip biçmek kelimesinin 17. yüzyıldaki karşılığı, ancak gerçek din ile ritüeller ve vaazların dinini karşılaştırmak için kaba bir kelime kullanmayı tercih ettiğini düşünüyorum. Gerçek ve kirlenmemiş din herkese ortaklaşa ve özgürce gübreleyebileceği topraklar vermektir; fakirler yeryüzünün varisi olacak diye İncil’den alıntı yapıyor ve bunun gerçekten hemen yerine getirileceğini söylüyordu. Böylece o ve bir avuç fakir insan, ekilmemiş ortak ve boş toprakların sembolik sahipliğini almak için St Georges Hill’de bir koloni kurdular ve yoğun saldırılara maruz kaldılar.

Kazıcılar (Diggers) hareketinin işgal ettiği bu çiftlikteki kolektif emeğe ek olarak Winstanley amaçlarını savunmak için broşür üzerine broşür yazdı. Bu ulusal bir sorundu. Geleneksel köy, kapitalist piyasanın baskısı altında parçalanıyordu. Bazı zengin köylüler, kendi küçük çiftliklerinden kovulan veya çiftliklerini bırakmak zorunda kalan ve zengin çiftçiler tarafından ödenen düşük ücretlere bağımlı hale gelen daha şanssız köylülerin emeğini kullanıp piyasa için üretim yaparak gayet iyi duruma geliyorlardı. Fakat Winstanley’in de belirttiği gibi (tekrar alıntılıyorum), İngiltere’nin üçte biri boş ve verimsizken, çocuklar açlık ve yoksunluk içindeyken malikane sahipleri fakirlerin toprağı gübrelemesine izin vermeyecekti. Oysaki İngiltere’nin boş arazileri kendi çocukları tarafından gübrelenseydi, ekimle ilgili ekonomik gelişme ve sosyal adalet sayesinde beş yıl içinde dünyadaki en zengin, en güçlü ve en gelişmiş kara parçası haline gelecekti.

Birkaç yıl önce, 1647’deki Putney tartışmalarında, Eşitleyicilerden Albay Rainborough, İngiltere’deki en fakir kişinin önünde en zengin kişi olarak yaşayacağı bir yaşam olduğunu ve bu nedenle bir devlet yönetimi altında yaşayacak her kişinin ilk olarak bu devlet yönetimine rızası olması gerektiğini söylüyordu. Bu, Ordu Konseyinde yürütülen bir tartışmaydı. General Ireton, “Özel mülk korunursa genel anlamda özgürlük ihtiyaçları karşılanamaz” diye yanıtladı. Bu hemen hemen Winstanley’in başlangıç noktası olmalıydı. Tüm insanlara adalet vermek için özel mülkün korunmaması gerektiğini fark etti. 1649’dan, Winstanley’in tanıyor olabileceği Wigan parlamento üyelerinden birinin de mahkemedeki yargıçlar arasında olduğu I. Charles’ın yargılanması ve idamından hemen sonraki dönemden bahsediyoruz.

Londra’daki Eşitleyiciler, parlamenter ayrıcalığın genişletilmesi ve cumhuriyet üzerine tartışıyorlardı. Lordlar Kamarası henüz feshedilmişti. Binyılın yaklaştığına dair yeni umutlar vardı. Bu heyecan verici günlerde idam edilen Charles’ın yerini Kral İsa’nın alması dahil her şey olası görünüyordu. Dini ve politik bir tartışma patlamıştı. Winstanley ise bu tartışmaya fakirlerin, Parlamento ordusundaki en düşük rütbeli askerlerin, Krala, Piskoposlara ve toprak ağalarına karşı elde edilen zaferden yararlanmaları gerektiği görüşüyle katılıyordu. ‘Altında ezildiğimiz, kralın kanı değil, bizi köleleştirdiği baskıcı Norman kanunlarıydı.’ Norman kanunları… Norman boyunduruğu efsanesine geri dönüyordu: İngiliz alt sınıflarının çektiği tüm acılar, yabancı bir aristokrasinin ülkede hakim bir soylular sınıfı haline geldiği Norman Fethini yapanlara geri dönecekti. Bu elbette yeni bir sorun değildi. Bir süre önce Keith Thomas tüm Kazıcılar hareketinin, ormanların ve kullanılmayan arazilerin toprak kısıtlaması ve toplum baskısı ile zorlanan yerel halk ve işgalciler tarafından izin alınmaksızın ele geçirildiği bir yüzyılın doruk noktası olarak değerlendirilebileceğini ifade etti. Winstanley onları kendi mekanında örgütlemeye çalışıyordu. Elbette alt sınıflar için büyük bir ekonomik sıkıntı dönemiydi. 1640’tan önceki yüzyıl boyunca bize söylediklerine göre gerçek ücretler yarıya düşmüştü ve 1620-50 yılları, alt sınıfların karşı karşıya kaldıkları en korkunç yıllardı. Bu bir şeyler ifade ediyor. İç savaş, bu yüklerin, yüksek vergilerin, her iki taraftan da yağmacılık ve çapulculuğun üzerine eklendi. İnsanların Londra sokaklarında açlıktan öldüğü söyleniyordu. İsyancı kitleler ekinlere el koyuyordu.

Winstanley’inki ve birçok diğer broşür Krala, Kiliseye ve Kral taraftarlarına ait olan toprakların fakirler için kullanılmasını ve hatta yeni toprak kamulaştırmalarını savunuyordu. Winstanley’den önce başkaları zenginliği kamulaştırmayı ve komünist bir toplum inşa etmeyi önermişti, ancak Winstanley hemen uygulamaya koyulabilecek, sistematik olarak çalışılmış bir teoriye sahip olan tek broşürün yazarıydı.

“Hareket tüm yaşamdır” diye yazıyordu, “harekete geçmezsen hiçbir şey yapamazsın”. Fakat elbette diğer taraftan gelen bir karşı hareket de vardı; Cobham bölgesindeki toprak ağaları Winstanley’i tutuklattı ve Kingston Mahkemesinden bir memur, mahkemesi için beklerken bir arkadaşına Kazıcılar hareketinin nedenleri haklı olsaydı, yine de onları devirmek için böyle bir jüri seçeceğini söylemişti. Winstanley mahkemenin kendisi ve diğerlerini cezalandırarak Norman fethinin (tekrar Norman boyunduruğuna geri dönerek) tarafını tuttuğunu iddia ediyordu. Winstanley mahkemeye saygı gösterisi olarak şapkasını çıkarmayı ya da kendisini savunacak bir avukat tutmayı reddetti ve cezalandırıldı. Kolonideki diğerleri de bu şekilde davrandı.

Bununla beraber koloni sürekli kuşatma altında ancak bir yıl dayanabildi, fakat bu süre içinde İngiltere’nin güney iç kısımlarında, benzer noktalarda Cobham’dakini taklit eden en az on tane daha komün kuruldu. Winstanley, iç savaş hakkında “Herkes özgürlüğün tarafındaydı” diye yazıyordu, “ve artık ortak düşman gitti. Sizler sis içindeki insanlar gibi özgürlüğü arıyor, onun nerede ve nasıl olduğunu bilmiyorsunuz, ve aranızda zengin olanlar utanıyor, ona sahip olmaktan korkuyor, çünkü o bir soytarı giysisine büründü. Özgürlük dünyanın altını üstüne getirecek kişidir, bu yüzden düşmanları olmasına şaşmamalı.” Toprak ağası düşmanlarına şöyle sesleniyordu: “Şehirdeki zenginlerin özgürlüğüne razıysanız ve özgürlüğü şehirdeki mülk sahiplerine veriyorsanız, rahiplere ve avukatlara ve malikane sahiplerine veriyorsanız ve henüz fakirler için özgürlük yoksa, açık bir şekilde ikiyüzlüsünüz. Toprak yaradılıştan gelen bir hak olarak herkes içindi. Gerçek özgürlük, bir insanın kendi beslenme barınma ihtiyaçlarını karşıladığı yerdedir ve bu da yeryüzünün kullanılmasıyla ilgilidir. Yiyecek ekmeği yoksa insanın yaşamaması daha iyidir. Ulusun özgürlüğü yeryüzünden özgürce yararlanılmasına bağlıdır.” Toprağa yapılan bu vurgu tabii ki halen ağırlıklı olarak bir tarım ülkesi olan İngiltere’nin her yerinde geçerliliğini koruyor.

Winstanley halkın ulusun bir parçası olduğunu ve sadece üst tabakanın ve ruhban sınıfının değil, toprak üzerinde yaşayan tüm insanların istisnasız özgürlük hakkı olduğunu savunuyordu: “Bu evrensel mülkiyet ortaklığı kurulana kadar evrensel özgürlük olamaz.” Program niteliğinde bir ifadesinde şunları söylüyordu: “İnsanların rızası ve bağışları ile birleşen İngiltere halkının Norman zalimi Charles’ı [tabii ki I. Charles] devirmesine baktığımızda bu zaferle Norman boyunduruğundan kendimizi kurtardık ve toprak artık, hala Normanların ve kraliyet iktidarının tarafını tutanların ellerinden zaferi kazananların, halkın ellerine dönecek, ve artık toprağa siz soylular sahip olamayacaksınız. Aksi takdirde parlamentoya tutunarak güçsüzleşecek olan bizler, tüm vergilerimizi, suyumuzu ve kanımızı kaybedeceğiz ve malikane sahiplerinin ellerindeki kraliyet iktidarına köle olmaya devam edeceğiz. İçlerindeki kraliyet iktidarı daha güçlü bir şekilde hüküm sürecek.” Bu onun ana ifadelerinden biridir, hiçbir haklı iddiaya dayanmayan bir iktidarın, kraliyet iktidarının hüküm sürmesi.

Winstanley’e göre özel mülkiyetin ortaya çıkışı (ayrıca toprak mülkiyeti ile ilgili de konuşuyor) insanın düşüşüydü. “Zamanın başlangıcında büyük yaratıcı akıl” (Winstanley’in, eğer bir tanrıya inanıyorsa, Tanrı için kullandığı ifade) “yeryüzünü ortak bir hazine olarak yarattı” ve tüm insanlar eşitti. “Yeryüzünde kendini sevme yükselmeye başladığında insanın düşüşü başladı.” Mülkiyet şeytandır ve mülkiyeti desteklemek “doğruluğun kralına karşı başkaldırı ve büyük bir ihanettir. Liderleri Charles’ın gitmesine rağmen, Norman fethinde babalarımızı öldürerek toprağımızı çalan subayları, toprak ağaları, meclis üyeleri ve ilahiyatçıları, hukukçuları ve soylular sınıfı ve alt kademedeki subay ve askerleri, toprak sahipleri ve malikane sahipleri, bugün kraliyet iktidarını temsil ediyor. Ücretli emeğin alınması ve satılması, tümüyle insanın düşüşünün bir parçasıdır. İstisnasız herkesin geçimini sağlamak için topraktan yararlanma ve hiçbir toprak parçasını satın almadan ya da kiralamadan İngiltere’nin herhangi bir yerine yerleşme özgürlüğü vardır.” Tekrar burada daha modern bir not: “Ve tabii ki İngiltere’de halk hiçbir özgürlüğe sahip değilse, sadece daha büyük ağabeyleri arasında yaşama ve onlar için ücretli çalışma özgürlüğüne sahipse, İngiltere’de, Türkiye veya Fransa’da elde edebileceğinizden fazla hangi özgürlükleri elde edebilirsiniz?”

Eşitleyiciler, iç savaşta Parlamentonun Krala karşı elde ettiği zaferin, politik demokrasinin kurulmasını sağlaması gerektiğini düşünüyordu. Winstanley ekonomik eşitlikte bir restorasyon olmaksızın bunun hiçbir anlamının olmadığını düşünüyordu. “Norman fethinden kurtuluş ile herkesin, kişilerden bağımsız olarak tekrar özgürlüğe dönmesi gerekiyor. Tabii ki hem kendi topraklarındaki soylular hem de kendi ortak alanlarındaki topluluklar, bir kişi diğerini ücretli olarak çalışmaya zorlamaksızın özgürlüklerine sahip olmalılar. Kraliyet günlerinde yapılan yasalar soylu ve ruhban sınıflarına özgürlük veriyordu, tüm geri kalanlar bu işverenlerin uşakları ve köleleriydi.

Fikirlerinde ve iddialarında epey coşkulu olmasına rağmen, pratik konulara geldiğinde Winstanley’in ayakları oldukça yere basıyordu. Dış ticaretin devlet tekelinde olmasını savunuyordu, çünkü hiçbir özel mülkiyet olmayacaktı ve ortak topraklar ulusa ait olacaktı. Bu yüzden dış ticaretin devlet tekelinde olması gerektiğini fark etmişti. İlginç bir şekilde, Lenin’in, Bolşevikler 1917’de iktidarı aldıktan sonra yaptığı ilk şey bir dış ticaret komiserliği kurmak oldu.

Winstanley’in Hıristiyanlık miti ile ilgili kendine özgü yorumları vardı. Birinin onu Hıristiyan olarak sayıp saymaması gerektiğini bilmiyorum. Hıristiyan idiyse bile epey sapkın bir Hıristiyan’dı. Cenneti dünyada rahat bir hayat yaşamak olarak yorumladı ve Adem onun için “nefsin aklı ve gücünü” temsil ediyordu. Adem ve onun vârisleri kendilerini para ve birikmiş mülkiyet ile zenginleştirmiş ve politik güç elde etmişti. Winstanley bu nedenle, nefis sahibi insan Adem ve manevi insan İsa Mesih arasında ayrım yapıyordu. Kraliyet iktidarı I. Charles ile yok edilmemişti. Toprak ağaları tarafından yaşatılıyordu ve her erkek ile kadının içinde şeytana uyan Adem’den bir şeyler vardı. Adem, “insan oğlunun içinde, onları mantık ve adaletin kanunları ile tek bir ruh olarak harekete geçirecek İsa’nın, ilahi iktidarın evrensel olarak yayılmasıyla” eninde sonunda yok edilecekti. Akıl her insanın yeryüzü üzerinde rahatça yaşamasını buyuruyordu. Ve Winstanley açıklayıcı bir şekilde Tanrı kelimesi ile karanlıkta kaldığını söylüyordu. Tercih ettiği akıl kelimesi insansal bir tanrı değildi, akla ait bir davranıştı ve toplum idealinde, kendi Tanrısıyla ilgili pratiği açısından hiç kimsenin sorun yaşamaması gerektiğini ileri sürdüğünde ısrarcıydı. “Kendi Tanrısı” ile vurgulamak istediğim nokta, sessizce yaptığı takdirde, istediğine istediği şekilde tapınabilmesidir. Ve tekrar İncil mecazi olarak yorumlandığında, insanoğlunun bu bahçesinde iyi ve kötünün bilgisine sahip bir ağaç ve evrensel sevgi adı verilen Tuba ağacı vardır. Bunlardan ilki, iyi kötülük ve kötü iyiliği çağrıştırıyor. İnsanoğlu, bahçeden kovulduktan sonra, tarladaki canavarlar gibi korkular, kuşkular, zorluklar, kötülük ve garezler, savaşlar ve anlaşmazlıklar içinde yaşadı. Zenginlikten, makamdan, zevkü sefa içinde yaşamak ve kadınlarla düşüp kalkmaktan zevk alır duruma geldi. Tüm bunlar insanlar kendilerini çıplak olarak görüp utanana kadar belalara neden oldu. Tuba ağacı, evrensel sevgi ve saf bilgiyi, yani İsa içerisindeki krallığı tekrar hayata döndürecek. Dışarıdaki nesneler arasında yaşayan krallık, yani şeytan yerine bir insan olmayan bu evrensel sevgi. Çağımızın utancı ve sefilliği, herkesin İsa ve ruhu benimsemesi, onlara methiyeler düzen vaazlar vermesi, ancak ne tür bir ruh veya içsel güç tarafından yönetildiklerini manevi olarak bilmemeleridir. Kraliyet iktidarının kılıçla sağlanan çeşitli yönetimleri, birinden diğerine geçecek. İsa, yani evrensel sevgi, krallığı alana kadar hiçbir barış ve huzur olmayacak. Esaret içinizdeki ve aranızdaki Şeytandır. Ve Winstanley’e göre İncil üç canavar tanımlar: ruhban sınıfı, hukuk ve alışveriş. Ruhban sınıfı –ruhban sınıfından nefret ediyordu– herhangi bir efendiye hizmet edecek eski yasalarımız gibi her tarafa hizmet edecek. Fatih William 1066’da ruhban sınıfına ödenecek ondalık vergiyi (tithe) başlatarak ruhban sınıfını satın almıştı. “Yine de ruhban sınıfı fakir insanlara dünyada sefaletle yetinip ahirette cennete gideceklerini söylüyor. Neden insanlar bu dünyada da ahirette de rahat bir geçime sahip olamasınlar? Hükümdarlığa ve kralcı ülkeye, mirasımızın satın alınması ve satılmasına onay vermiyoruz” –40’ların sonu ve 50’lerin başında satılıyordu. Winstanley bunların ortaklaşa kullanılan mülkiyet olması gerektiğini düşünüyordu. Henüz karanlıklar prensinin gücü ve iktidarı her yere hakim olduğundan ve bunun alaşağı edilmesi gerektiğinden bazıları, “Bu adamın hiçbir devleti olmayacak” diyecek. “Gerçekten görkemi bulmak istiyorsanız, yeryüzünün fakirleri ve hor görülenlerinin arasına gidin, burada, yaratılanları ruhun birliği ve huzur bağı ile birleştirmek için yükselen ve gerçek görkemiyle parıldayan ışığı ve sevgiyi göreceksiniz. Bunlar İsa’nın içinde yaşayamayacağı kadar görkemli figürler, o konaklık olarak yeryüzünün manen yoksunları ve hor görülenleri arasında bir ahırı seçer.” Ve Winstanley’in de gördüğü gibi, ilk Adem, ilk insan İsa ve ikinci insan Adem arasındaki mücadele, Hazreti İsa bedenler çokluğunda yükselip onları bir yürek ve bir düşüncede birleştirinceye ve birinin diğerine karşı dürüstlük içinde davranmasını sağlayıncaya kadar tüm insanların düşüncelerinde yaşamayı sürdürecektir. Bu, insanların zihinlerinde gerçekleşecek bir süreçtir. Eninde sonunda kurtarıcı İsa, kişisel çıkarın pis kokulu sularının yollarını tıkayacak ve tüm evrende yaşam ve özgürlüğün sularına yol açacak. Dürüstlüğün kralı herkesin kalbine hükmettiğinde, ilk Adem’i, açgözlülüğü öldürecek ve insan özgürlük içinde kendi emeğiyle yiyip içecek ve giyinecek. Daha fazla ne dileyebilir ki? Winstanley bunun uzun bir mücadele olacağını kabul ediyordu. İsa Mesih’in gelişi mucizeyle olmayacaktı. Cennetten inerek dünyayı düzene koymayacaktı. Erkeklerin ve kadınların zihinlerinde belirmesi gerekecekti. “Bir süre toprağın altında gömülü bir buğday tanesi gibi mezarda yatan İsa ve nefsinizin gücünü aşarak bu çürüme ve bulutların üzerine yükselen ve laneti ayakları altında çiğneyen İsa, her bir insanoğlunun içinde görünecek olan İsa. Cennet ve cehennem, aydınlık ve karanlık, keder ve refah, bunların tümü karanlığın iktidarı içerisinde görülecek; yaşamın ve ışığın gücü, iyi melekler ve kötü melekler, bunların tümü alegoriler içerisinde görülecek ve alegori olarak ele alınacak.”

Düşüncelerin savaşının önemli tarafı daha önce de bahsettiğim ücretli emeğinin kaldırılması olacak. “Kim ki insanın kendi arazisi olduğunu söylediği kendi özel toprağına emek vermesine yardım edecek, kim ki ücretler için toprağa emek verilmesine yardım edecek; bunlar emekleriyle ruhun üzerindeki lanetli kaldırdıkları ve böylece yaratılanları halen kölelik altında tuttukları için İsa’nın eli, bu tür emekçilerin üzerinde olacak. Winstanley, zenginler topraklarının ekilmesini sağlayamayacak, hasılatı satamayacak ve herkesin düzeyine düşecek şekilde ulusal bir ücretli emek grevi örgütlemek istedi. Topraklarını ortak bütçeye iade etmeyi seçtiklerinde bir miktar karşılık alabilecekler ancak topraklarını gönüllü olarak terk edeceklerdi. Bu bir sosyal sistemden diğerine geçişi düzenlemenin kolay bir yolu gibi görünüyor.

“Yenilenme gününde, İsrail ücret vermeyecek ya da almayacak.” Winstanley’in amacı, kapitalist piyasanın yayılmasının parçaladığı geleneksel köy ekonomisini yüksek bir düzeye getirmekti. “Yeryüzü, bazılarının özel hazinesi değil, herkesin ortak hazinesi olacaktı. Yabancı bir düşmanın egemenliği altında günlük ücret için çalışarak yaşadığımız gibi eşit özgürlüğe sahip olmamız gereken kardeşlerimizin egemenliği altında da yaşayabiliriz. Tüm savaşların, katliamın, soygunun ve insanları sefalet altında tutan kölelik kanunlarının nedeni özel mülkiyettir. Kralın kanunları her zaman halkın çoğunlukla eğilimli olduğu bu gibi hareketlere karşı yapılmıştı. Bu şekilde bir halk ortaklaşa geçim topluluğu halinde bir araya geldiğinde, kendi miraslarını savunmak için hep beraber hareket edeceklerinden, o ülke dünyadaki en güçlü ülke haline gelecek.” Bizi bölen mülkiyettir. “Cenneti ya da babayı sevginizin alametini kendiniz dışında bir yerlerde ararsanız yanılmış olursunuz. Başka bir cehennemi veya kederi, dipsiz kuyuda ortaya çıkacak yerden, nefsinizden başka bir yerde ararsanız, yanılırsınız. Bu dipsiz kuyu, görebildiğiniz anda yeterli bir işkence olacaktır, ancak ikinci Adem İsa’nın kalbinde yükseldiğinde, bir insanı cenneti kendinde gören ve kendi altındaki her şeyi yargılayan bir insan haline getirir. Bu, güve ve pasın bozamayacağı, bizi yüzüstü bırakmayacak cennettir. Bu İsa içinizde, sizin ebedi huzur ve zaferinizdedir ve içerideki İsa, orada olduğundan şüphelendiğinizde harekete geçmenizi sağlar. Harekete geçmezsen hiçbir şey yapamazsın. Kelimeler ve yazılar hiçbir şeydir ve ölmelidir.”

Winstanley’in işi, bildiği dünya ileydi, yaşamdan sonrası ile değildi. “Dünyadaki en büyük günahlar nelerdir” diye soruyordu. “Bir insanın, yeryüzünün hazinelerini, bu hazinelerin diğer sahipleri açlık çekerken sandıklara ve evlere kilitlemesi ve paslanmasına ve çürümesine göz yummasıdır. Bu evrensel sevgiye karşı işlenen en büyük günahtır”; açgözlülük günahı. İkinci günah, “Bir insanın veya insanlar topluluğunun, yeryüzünü öldürücü kılıcın gücüyle diğerlerinden alması ve daha sonra da kendi yaptıkları kanunlarla, daha iyi bir şekilde kullanılabilecekken bu özel ailelerde biriken yeryüzünün meyvelerini kendi ihtiyaçlarını karşılamak için alanları asması veya ölümle cezalandırmasıdır.” Winstanley basit bir emek değer teorisine sahipti. “Hiçbir insan zengin olamaz ancak kendi emeğiyle ya da kendisine yardım eden diğer insanların emeği ile zengin olabilir. Bir insan komşusundan yardım almazsa, yılda yüzleri ya da binleri bulan değerde bir mülk elde edemez. Başka insanlar ona çalışması için yardım ediyorsa, komşusunun zenginlikleri aynı zamanda onundur. Ve zengin insanların verdikleri, kendilerine değil diğer insanların emeğine bağışlanmalıydı.”

“Bu yüzden zamanın başlangıcında büyük yaratıcı akıl (bazılarının Tanrı dediği) yeryüzünü ortak bir hazine olarak yarattı ve peygamber bu yaratılanı yönetecekti. Ancak başlangıçta bir insan sınıfının diğerine hükmedeceğine dair herhangi bir şey söylenmemişti. Fakat açgözlülük yüzünden insanlar köleliğe düştü ve tarla canavarlarını köle yaptıklarından daha çok kendi türlerinin kölesi haline geldiler. Ancak yeryüzü olması gerektiği gibi tekrar ortak bir hazine haline geldiğinde, tüm topraklardaki bu düşmanlık son bulacak ve hiç kimse diğeri üzerinde mülkiyet hakkı aramaya cüret etmeyecek.” Tekrar toprak ağalarına dönerek şunları söyler: “Kralı, lordları ve piskoposları bozguna uğratarak, doğuştan kazandığımız hak olan ve söz verdiğiniz evrensel özgürlüğü sağlamak için yardıma hazır olanlar için ülkeyi özgür bir ulus haline getirme sözü vererek İngiliz halkına özgürlük vaat ettiniz. Silah zoruyla değil, bundan nefret ediyoruz, fakat dürüstlük içerisinde hep birlikte toprağı ekip biçerek, alnımızın teriyle ekmeğimizi yemek için, ücret alarak değil ücret vererek değil, çalışarak ve hep birlikte yiyerek. Yaratılanları altında ezildikleri bireysel mülkiyetin esaretinden kurtarmaya çalışıyoruz. Kralın eski kanunları özgür bir ulusu yönetemez…. Bu kanunlar her zaman halkın çoğunlukla eğilimli olduğu bu gibi hareketlere karşı yapılmıştı.” Özel mülkiyet, “kanunların hırsızlık yapanları idam etmesini sağlar, insanları şeytani işler yapması için ayartır ve bunu yaptıkları için onları öldürür. Eşitlik ve akla dayanmayan, evrensel özgürlüğü herkese değil sadece bazı insanlara veren tüm kanunlar Kralın kafası ile birlikte kesilmelidir. Hiç toprağı olmayan fakirler, ortak alanları kazma ve işleme özgürlüğü oluncaya ve toprak ağalarının özel alanlarında yaşadığı gibi rahatça yaşayıncaya kadar İngiltere özgür bir halk olamaz. …. İsa herkese özgürlüğünü vermek için gelecek. Diğer yandan kraliyet iktidarı büyük dallanmış bir ağaç, şeytana uyan Adem gibidir. Başını ya da tepesini keserseniz, ve diğer dalları ve kökü bırakırsanız tekrar büyür ve gücünü fazlasıyla kazanır. İngiltere’de iktidarın, tiranlık ağacının başı kesildi ancak heyhat zulüm hâlâ fakir halkın özgürlük güneşine engel olan büyük bir ağaç. Herkes barış içinde şarkılarını söylemeden önce temizlenmesi gereken büyük dallara ve büyük köklere sahip. Kraliyet otoritesi kanunlarınıza tekrar yerleşirse (yapmaya çalıştıkları gibi), Kral Charles sizi politika ile fethetmiş ve siz onun kafasını kesmiş olsanız da tarlalarınızı kazanmış olur.” (Bu güzel bir ifade) “… kafasını kesmiş görünseniz de, sizi hırpalamaya devam edecektir.” “Soylulara tüm yeryüzüne sahip olma özgürlüğünü veren ve fakir halkın herhangi bir parçasından yararlanmasını engelleyen bu devlet, imgesel çıkarcılığın devletidir… ve göklerdeki tanrımın ekmediği bütün bitkiler köklerinden çıkarılacaktır. Kazma işi özgürlüktür veya İsa’nın yeryüzündeki görünüşüdür”; oğulları ve kızlarının içinde doğan ve eşit bir toplum yaratan İsa’nın görünüşüdür. Oysa şimdi “Kabil, tüm büyük toprak ağalarının içinde hâlâ yaşıyor.” (Bu aslında Winstanley’in ifadesi değil, Buckinghamshire’da, Iver’deki koloniyi taklit ederek kurulan komünlerden birinden geliyor).

Kazıcılar kolonileri devlet gücüyle dağıtıldı –onları saf dışı bırakmak üzere ordu gönderildi; Winstanley erlerin onun tarafında olduğunu düşünse de bu konuda hiçbir şey yapamadı. Bu çözülmeden sonra Winstanley son bir çaba sarf etti. 1652’de Oliver Cromwell’a ithafla “Law of Freedom”ı (Özgürlüğün Kanunu) yazdı. Bu, Oliver’ın İngiltere’de oluşturacağı ümidiyle yapılmış olan, ideal olarak özgür bir ulus tanımıydı. Oliver hakkında şimdiki yargımız ile bize bu absürd gelebilir, ancak zamanında, Ajitatörlerle işbirliği yapması, Pride’ın Tasfiye Hareketini onaylaması, ve Rump’u kendisinin dağıtması ve 1653’ün sonunda onları azletmesi gibi bazı sıra dışı şeyler yapmıştı. “Güce sahipsin” diyordu Oliver’a Winstanley, “ben değilim”. Belki de Oliver’ın bunu yapmasını gerçekten beklemiyor, ancak bunun, halkın fikirlerini dikkate almasını sağlamanın bir yolu olacağını düşünüyordu. Fakat yüzünü nereye dönebilirdi..?

Özgürlüğün Kanunu’nda pek çok ilginç yorum mevcut. “Para artık bazılarını kuşatan bazılarını dışarıda bırakan büyük tanrı olmamalı.” “Vergi alarak ve ücretlerini ödemeyerek insanları savaştan öncekinden bile daha yaşanmaz koşullara sürüklediniz.” “Özgürlük dünyanın altını üstüne getirecek kişidir, bu yüzden düşmanları olmasına şaşmamalı.” “Tanrı kelimesi sevgi demektir ve tüm eylemleriniz sevgi içinde yapıldığında tüm evrene özgürlük getirirsiniz ve özgürlük içinizdeki ve aranızdaki İsa’dır.” “Esaret içinizdeki ve aranızdaki Şeytandır.” “Herkes özgürlükten bahsediyor ancak özgürlük için eyleyen çok az kişi var. Özgürlük için eyleyenler, özgürlükten bahsedenler ve özgürlüğün lafebeleri tarafından eziliyor.” “Kendi temsilcileri ile zalimi kovan halk, özgürlüklerini verecek kimseyi onaylamadı.” “Bu nedenle İngiltere, gözünü aç, Fatih William’ın ordusu tekrar başa geçmeye başladı ve eski Norman ayrıcalık kanunu toplanma yerleri oldu, baş liderleri Charles’ın gitmesine rağmen, Norman fethinde babalarımızı öldürüp canına kıydıklarında ülkemizi bizden çalan subayları, malikane sahipleri, meclis üyeleri ve ilahiyatçıları, hukukçularımız ve rahiplerimiz oldu, alt kademedeki subayları ve askerleri mülk sahipleri ve toprak ağaları oldu.” “Fakirler, dürüstlük kelimesini anlamaya başlamak için bu yolda ilk olarak seçkin ve onurlu olmalıdır, ancak zenginler genellikle gerçek özgürlüğün düşmanlarıdır” diyordu. “Cobham’da, küçük fundalıkta, kazı devam ediyor ve tüm arkadaşlarımız hepsi bir kişiymiş gibi sevgi içinde yaşıyorlar.” Ancak bu devam etmedi.

Hâlâ bu soruları soruyordu. “Seçilmiş devlet görevlileri olup da mülk sahipleri ve toprak ağaları olan kimlerdir? Siz, hâlâ Norman boyunduruğunu ve köleci zorbalığı destekleyenler ve evet siz, meclis üyeleri ve yeryüzünün hakimleri, nerede bu şekilde birlik olan bir halk varsa onun dünyada en güçlü ülke haline gelebileceğini biliyorsunuz. Mülkiyeti savunmak ülke halkını böler ve tüm dünyayı parçalara ayırır, tüm savaşların ve her yerdeki katliamın nedenidir. Ve evet yeryüzünün Ademleri, Yakup düşürüldü fakat yükseliyor ve yükselecek.”

Kraliyet iktidarı güçlü bir şekilde ve malikane sahiplerinin içerisinde hüküm sürüyor.

“Fakirlerle birlikte herkes topraktan yararlanmak için mücadele etmiyor; alışveriş ülkeyi zengin insanların ellerine vermek için yapılan bir dolandırıcılıktır. Halk sizi tamamen terk edecek ve siz alttan kazılan büyük bir ağaç gibi düşeceksiniz… Sevginin güçlü ruhu olan İsa Mesih baş Eşitleyicidir, ve yükseldiğinde bütün insanları arkasına toplayacak.” Bununla Winstanley İsa’nın veya doğruluğun kralının içimizde olduğunu söylemek istiyor. Dinine dönmesi ve iktidarı devirmesi gereken bizleriz. “Özgür insanlar olabilecekken köleler ve dilenciler mi olacaksınız?” “Rahipler öldükten sonra cennette hak talep ediyorlar ve yine de bu dünyada da cennetlerini istiyorlar ve onlara bu rahatı sunmayacak olan halka karşı söylenip duruyorlar. Yine de fakir halka dünyada sefaletle yetinmeleri gerektiğini, ahirette cennete gideceklerini söylüyor. Neden bu dünyada da ahirette de cennete, rahat bir geçime sahip olmayalım? Ve Parlamentonun iki kanununun onun lehine işlediğini savunuyordu. İlk kanun, Kraliyet İktidarına karşı olarak tanımladığı kanundu (monarşiyi ortadan kaldırma ile ilgili olandı sanırım) ve ikincisi, İngiltere’nin özgür bir ulus olacağını beyan eden cumhuriyetin kastedildiği kanundu. Bunları kendi eşit toplumunun kurulabileceği kurucu koşullar olarak yorumlamaya çalıştı. Tüm eski kanunlar bu iki Parlamento kanunu tarafından feshedilmişti ancak halen eski kanunlar altında fakirler dilenirse onları serseriler için yaptıkları kanunlarla kırbaçlıyorlar, eğer çalarlarsa onları asıyorlardı.

Bence zekice olan bir ifadesinde İngiltere’de aklın köleliğinin bir insan sınıfının diğerinin üzerine çıktığı dışarıdan bir kölelikten kaynaklandığını söylüyordu. Bence kendi amacına göre uyarladığı Hıristiyanlık özgündü: Fairfax’a yazdığı bir mektupta, kendi kutsal kitabından değil sizinkinden bahsediyordu.

Ölümden sonra yaşam varsa bile hiçbir şey bilemeyeceğimiz dışında bize hiçbir şey söylemiyordu. Cennet dünyada rahatça yaşamaktı, cennet ve cehennem şimdi erkekler ve kadınlar arasında bulunacaktı. Ve Winstanley, “pek çok insanda gördüğüm” Tanrı kelimesi ile karanlıkta kaldım, diyordu. Tanrı yerine Akıl adını tercih etti. Ortaklaşmacılık ve özgürlüğün adı ise İsa’ydı. “Yaşam kelimesi, yenileyici güç içinizde bulunacak. İsterseniz üniversitenizdeki bütün kitapları okuyun, kendi kitabınızı, yani kalbinizi okuyana kadar kalbiniz verimsiz bir çöl olarak kalacak.” Devam edebilirim, ancak yeterince bahsettim.

Winstanley’in, topluluğu çözüldükten sonra yayınladığı bu broşürden sonraki hayatı hakkında fazla bir şey bilmiyorum. Broşürde, iç savaşı, mülkiyet sahibi insanların yenildiği ve topraklarından kovulduğu ve onların iktidarının halka geri verilmesi gerektiği gerçek bir devrim olarak ele alıyordu. Ve okuyucularını “bilge yürekli Thomas gibi, nedenini anladıkları dışında hiçbir şeye inanmamaya” sevk ediyordu. Tanrı göklerin ardındaki ihtişama sahip özel bir yerde değil, her birimizin içindedir. “Halkı, zenginlik, cennet ve öldüklerinde elde edecekleri ihtişamı gözetmeyi vazeden ilahiyat doktrinleri ile nasıl etkileyebileceklerini bilen ince zekalı ruhban sınıfı, kolayca yeryüzünün mirasçıları olacak ve kandırılmış insanları köleleri haline getirecekler.” Bu İsa’nın doktrini değildi. “İnsanlar yiyecek ve giysi temin ettiklerinde akılları olgunlaşacak ve evrenin sırlarını keşfetmeye hazır olacaklar.” Winstanley’in, daha fazla insan, kendisi için düşünmeye ve entelektüel tartışmalara katılmaya yetecek kadar yiyeceğe sahip olduğunda yapılacak bilimsel keşifler hakkında harika bir pasajı var. Özgür bir ulusta bilginin ruhu kendi güzelliği ve bolluğu içinde yükselecek. “Talep etme korkusu ve işverenlere kira ödeme endişesi pek çok olağanüstü icada engel oldu” ancak gelecekte insanlar iyi düşünülmüş sanayilerini sadece mucitlerin değil herkesin yararlanması için keşifler yapmakta kullanabilecekler. Bağımsız bir tıbbi hizmet olacak.

Winstanley’in daha sonraki yaşamı hakkında çok az şey biliyoruz. 1676’ya kadar Cobham’da yaşadı. Londra’da 1676’da Quaker tarikatı üyesi olan Gerard Winstanley adlı bir adam öldü. Bir zahire tüccarı olarak tanımlanıyordu. Bu adamın bizim Gerard Winstanley’imiz olup olmadığı şüpheli, ancak İngiliz Kilisesi ve Lordlar Kamarası ile monarşinin restorasyonundan sonra Quaker’lar dışında nereye gidebilirdi? Tabii ki tamamen unutulmamıştı. Yakın zamanlara kadar tarih kitaplarında çok fazla yazılıp çizilmiyordu, fakat 17. yüzyılın sonu ve 18. yüzyılın başlarında Benjamin Furley, Anthony Collins, Thomas Hollis ve romancı Henry Fielding gibi radikaller Winstanley’in yazılarına hakimdi veya yazılarından haberdardı. 1790’larda Welsh vadisinde bir grup Winstanley’in fikirlerini tartışıyordu, ilginç bir yerde ve ilginç bir zamanda. Son yüzyılın sonunda ve günümüz yüzyılında yeniden keşfedildi. Winstanley, ilginç olsalar da sadece fikirleriyle değil, özellikle İngiliz nesrinin bu harika çağında bile dikkate değer şekilde kendini gösteren yazım şekliyle tanınıyor. Fırsat bulursanız bir okuyun, gerçekten oldukça iyi nesirler. Teşekkür ederim.

Soru: Sizce Winstanley’in kadınlarla ilgili görüşü ne boyuttaydı ve eşitliğin kadınlara ne kadar uzandığını düşünüyordu?

Hill: Winstanley’in kadınlarla ilgili görüşü..? Bu konuda bir şeyler söylemek isterdim ancak yine de çok uzun konuştum. Kabaca alıntılarsam evliliğin bir kilise töreni olmaması gerektiğini ve diğer tarafın rızasını aldıkları takdirde her erkek ve kadının sevdikleri kişi ile özgürce evlenebilmesi gerektiğini ve çeyiz için yeterince paraları olmaması halinde kendi toplumunda var olacak ortak bütçede para olacağını söylüyordu. Para evlilikte artık ana hedef olmayacaktı. Böylece herkes sevdiği kişi ile özgürce evlenecekti. Özellikle evlilikte kadınların erkeklerle eşit muamele görmesini istiyordu, ancak bence diğer konularda da bunu istiyordu.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar