Ana SayfaArşivSayı 54İnsanlık Ne Haldedir, Nasıl Olmalıdır?

İnsanlık Ne Haldedir, Nasıl Olmalıdır?

Weitling, W. [1838], (1971): Das Evangelium des armen Sünders. Die Menschheit, wie sie ist und wie sie sein sollte. Hamburg.

 

 

 

İnsanlık Ne Haldedir, Nasıl Olmalıdır?

[Seçmeler]

 

Wilhelm Weitling

Çeviri: Gülsen Güner

 

Birinci Bölüm

Mahsul muazzam ve olgunlaşmış, iş çok; işçiler, buraya gelin ki, artık hasat başlasın. Hasat tarlası namus tarlasıdır, emek takdir edilmeye lâyık ve mükâfat ebedidir; çünkü özgecilik bizim orağımız ve en gerçek ilahi yasamızdır: “Allah’ı her şeyin üzerinde, hemcinslerini ise kendini sevdiğin gibi sev” yasası, bizim kendimizi bileyip, keskinleştireceğimiz çelik bir yasadır. Kimilerini sevinçten coşturan, kimileri içinse orakların bir ağırlık teşkil etmediği bu mahsulü kaldırmak için, gelin büyük hasat birliğine katılın!

***

Onlar, şimdiye kadar güya sizin saadetiniz, selametiniz ve iyiliğinize işleyen bu düzene sizi inandırmak ve onu koruyup muhafaza etmek için, o kadar çok yasa ve yönetmelik çıkarıp bastılar ki, siz bu işe yaramayan kağıtlarla bir kış boyunca kulübelerinizi ısıtabilirsiniz. Tabii ki, tüm bu yasalar çıkarılırken de kimse size rızanızı sormadı, sormuyor; çünkü bunlar, sizin için işkence ve eziyetin dışında başka bir anlam ifade etmediğinden, asla gönül rızasıyla kabul edeceğiniz yasalar değildir. Ayrıca bu yasaların neleri içerdiği de özellikle açıklanmadığından, sizler bu bilmediğiniz yasalara göre cezalandırılmamak için, esasen kölece bir korku içinde yaşamak zorunda kalıyorsunuz.

Lâkin, yüreksizliğin kökünde korku yatar; işçiler bu zararlı korku otlarının kökünü kurutmak ve onların yerine cesaret ve özgeciliğin derin kökler salmasını sağlamak zorundadırlar. Özgecilik, İsa’nın ilk yasasıdır, iyi olan bütün irade ve erek, bunu takiben mutluluk ve refah bu yasada içerilmiştir.

Eğer iyi ve mutlu olmak istiyorsanız, bu gerçek ilahi yasanın hayat bulması için çalışmalısınız. Eğer cesaretiniz varsa, bu yasanın gerçekleştirilmesi sizler için zor olmayacaktır, zira bu yasanın tek ihtiyacı, hepinizin arzuyla yanıp tutuştuğu kavga ve mücadeledir.

Özgecilik ilahi yasasını kuşanarak şahsi menfaatlere, nifak tohumlarına, fitneye karşı harbe gireceksiniz; ilk olarak kendi içinizde bunların kökünü kazıyacaksınız; sonra bunlar nerede kendine yaşam bulup kök saldıysalar onlara saldıracaksınız.

Sizler, yalnızca başkalarının hata ve yanlışlarını gördüğünüz ve kendinizdeki hataların farkına varmayı istemediğiniz ya da onları düzeltmeye çalışmadığınız; kendi içinizdeki düşmanlığı, fitne ve fesadı içinizden kovup atmadığınız ve içinde yaşadığınız koşulları, sizden daha mutsuz olan kardeşlerinizin durumuna nazaran daha iyi bulup şükrettiğiniz sürece, hâlâ kişisel menfaatlerinizin tutsağısınız demektir.

***

Zengin ve egemen olmak demek adaletsiz olmak demektir. (…) Yine zengin ve adaletsiz olmak demek, çalışmak zorunda kalmadan ihtiyacı olandan fazlasına sahip olmak için, gerekli olan iktidar ve baskı araçlarını elinde bulundurmak demektir. Bu nedenle halkın çoğunluğu zenginler için çalışmak ve onların saçıp savurduklarının mahrumiyetini çekmek zorunda kalır!

***

Ama bu insanlık düşmanlarının adaletsizlikleri, salt sizin bütün zihinsel ve bedensel gücünüzü kendi şahsi menfaatleri için kullanmakla sınırlı kalmıyor; onların sınırsız sahip olma hırsı ve aç gözlülüğü, büyük çoğunluğu sizler tarafından burjuva düzeni denilen sahte ve hilekar sistem için üretilen, en faydalı ve gerekli mallardan sizleri yoksun da bırakıyor. Onlar, sizlerin temel ihtiyaç maddelerinizi de, kendileri veya gönüllü ya da zorunlu olarak hizmetlerinde olanlar için gasp ediyorlar. Bu yüzden en yaşamsal ihtiyaçlarınız için gerekli olan malların fiyatlarını durmadan yükseltirken, ücretlerinizi de ancak en kötü ve ucuz malları satın alabileceğiniz noktaya kadar düşürüyorlar. Ölmeyeceğinizi bilseler size hiçbir şey vermeyecekler ama bunu yapamıyorlar; çünkü ölürseniz onlar sizin yerinize çalışmak zorunda kalacaklar, çalışmak ise onlar için çekilmez ve dayanılmazdır.

***

Bir işçi yoksullaştığı oranda, kendi müsrifliklerini arttırma yolları arayan tüccar ve tefeciler için daha fazla çalışmak zorunda kalıyor. Bu durum, tüccar ve tefecilerin niyetlerinin kötülüğünden dolayı değil, aksine bütün toplum tefeci sistem olarak organize edildiği, ve haklı olan kendi ekmeğini dilenmek zorunda kaldığı için yaşanıyor.

***

Hepiniz bu yükün ağırlığını sırtınızda hissediyor ve bunun altında inliyorsunuz; ama içinizden birçoğu da, bu dayanılmaz yüke karşı bir çare bilmiyor. Ustabaşı denilen bazıları, yanlarında çalıştırdıkları işçilerin ücretlerini düşürerek kendilerini kurtaracaklarını zannediyorlar; ama aslında ücretleri düşürerek tüm zanaat işçiliğine zarar veriyorlar, çünkü el işçiliğinin fiyatının düşmesi, fabrikadaki işçilerin de ücretlerinin düşmesini beraberinde getiriyor. Bu konuda hiçbir düzenleme yok ve herkes yalnızca kendi başının çaresine bakmaya terkedilmiş.

Ormandan çıkıp gelmiş vahşi hayvanlar tarlanızdaki ürününüze ve ağıldaki hayvanlarınıza dadandıklarında, yaşamanız için gerekli olan mahsulünüzü ve hayvanlarınızı korumak için, bunlara aynı şiddetle yanıt verirsiniz. Hemen hemen hiçbirinizin, kendinizin ve hayvanlarınızın temel besin maddelerine dadanan bu vahşi hayvanlar karşısında korkaklık göstereceği düşünülemez. Peki, emeğinizin ürünlerini tahrip ve talan eden hayvanlara karşı kendinizi neden savunmuyorsunuz?

Sizler sefaletinizin nedenini, en yakınınızda, birbirinizde ararken, onlar saraylarda, tahtların ve pahalı, yumuşak halıların üzerine kurulmuş keyif çatıyorlar.

İçinizden bazıları ise kendi sefaletlerinin suçunu tümüyle masum olan makinaların üstüne atıyorlar. Oysaki makinalar, büyük bir aile olarak örgütlenecek ortaklaşmacı bir toplum içinde, insanlık için bir şans ve mutluluk kaynağıdır. Çünkü makinalar, insan bedeninin yetersiz kaldığı yerlerde ona güç ve hız vererek, birçok ağır ve zahmetli işin çok daha kolay bir şekilde yapılmasını sağlıyor ve böylelikle zaman tasarrufu yaratıyorlar.

***

Lâkin, çok az bir yardımla inanılmayacak derecede bir verimliliği sağlayan makinaların varlığı günümüz şartlarında, kendilerine artık ihtiyaç duyulmayan bir işçi kitlesi ortaya çıkartıyor. (…) Böylece içinde bulunduğumuz şimdiki sefil koşullarda, gerçekte işçilerin işlerini kolaylaştırması gereken makinaların icadı ve devreye sokulması, onların işlerini kolaylaştırmak şöyle dursun, yalnızca sefaletlerini arttırmaya hizmet etmek zorunda kalıyor; zira işçilerin çalışma saatleri kısaltılmadığı gibi, bazı durumlarda daha da uzatıldı. Bu sefil durum devam ettiği müddetçe adaletsiz insanlar, işçilerin kendi çalışma koşullarını iyileştirmeye hizmet eden buluş ve icadlarını, kendi alçak ve bencil amaçları için kullanacaklardır. Makinaların mucitlerinin önlerine ise, sadece sıradaki mucitlerin gayretkeşliklerini kırmamak için, en fazlasından yağlı bir parça atacaklardır; hepsi bu kadar.

Sizler sıklıkla zamanın kötülüğünden şikayet ediyor, fakat neden böyle olduğu üzerine nadiren kafa yoruyorsunuz; bunu yaptığınız koşullarda bile çok ender olarak doğru sebeplere varıyorsunuz. Fabrika işçisi makinalardan şikayet eder; zanaatkar lonca yasalarından, zanaatını serbestçe icra edemediğinden ve zenginlerin debdebeli saltanatından; köylü de mahsulün kötü geçtiği yıllardan. Bunların hepsinin ortak şikayeti ise hayat pahalılığıdır; fakat yine de bunların çok azı sorunu isabetli olarak tespit eder.

Bu giderek daha yaşanılmaz hale gelen zamanların asıl nedeni ise, yalnızca, zenginliklerin eşitsiz dağılımı ve tüketiminin yanında, adaletsiz dağıtılmış işin de eşitsizliğin sürmesine hizmet etmesidir. Ve bütün bu rezil düzensizliği ayakta tutan araç da paradır.

(…) Özgürlüğü ve eşitliği ilan edebilir; tahtları, aristokratları ve papazları yıkabilir, orduyu lağvedebilir ve zenginleri vergilendirebilirsiniz. Muhtemelen bunları yaparak birçok şey başarırsınız da. Ama eğer bizim eserimiz yetkin olmak zorundaysa, bizlerin buralarda durup kalmaya hakkı yok, çünkü bunlarla insanlığın mutluluğunu henüz daha kuramamış oluyoruz. Bizim görevimiz, ezilen insanlığın kurtuluşu için savaştığı görkemli an’dan istifade etmektir. Eğer kavganın bedeli kan, hayat ve özgürlük olacaksa ve benzer fedakarlığı yapacaksak, biz böylece tabii ki en yetkin olan için dövüşmeyi, daha az yetkin olana tercih ederiz.

Sınıflar arasındaki eşitsizliğin yol açtığı ahlaki çürüme de insanlığın yaşadığı sefaleti arttırmaktadır. Böylece aristokrat, tüccar karşısında burnu büyüklük yapar; bu ise zanaatkar karşısında kibirli ve kurumludur; vergisini doğrudan ödeyen ustabaşı herkesin hor gördüğü işçiden daha fazla değerli olduğu zannındadır. Hasılı tüm sınıf ve zümreler içinde, biraz fazla bir şeye sahip olan kendini karşısındakine kıyasla şanslı addeder. Herkesin hor gördüğü işçi bile, eğer yeni bir kat giysi almışsa kendine, bunu yapamayan işçiyi adamdan saymaz.

Bu türden durumların siz işçiler arasında bile yaşanması çok üzücüdür. Fakat buradaki suçun, sizlerin deneyimsizliğinde, cehaletinde ve korkaklığında aranması gerekir; zira eğer sizler, bu yeryüzünün en faydalı insanları olduğunuzu idrak etseydiniz, gösteriş budalası ezenlere ve soytarılara gururlu bir bakış fırlatır ve onların yaptığı sersemliklerin aynısını taklit etme ve kendinizi çürütme yerine, sağlığınız için daha fazla çaba gösterirdiniz.

Ölçülü olmak, ölçülülük her iyi toplumun muhafızıdır; bu, mal ortaklığına dayanan bir toplumun temel prensibidir.

Ölçüsüzlük ise her türlü dünyevi mutluluğun ve mal ortaklığına dayalı toplumun en uzlaşmaz yıkıcısıdır.

Bugüne kadar mal ortaklığına dayalı bir topluluk, Hıristiyanlar arasında sağlam ve kalıcı bir saha olarak kurulamadıysa eğer, bunun sebebini her zaman olduğu gibi egemenlerin ve papazların çürümüşlüğünde aramak gerekir. İsa’nın ölümünden sonraki 3. yüzyıla kadar onun takipçileri, öğretisinin onurlu mirasçıları olarak ortaklaşmacı mal topluluğu altında yaşıyorlardı. Hıristiyanlığa kabul edilme, kabul edilenin mallarının satılması ve bu satıştan elde edilen gelirin yoksullar arasında dağılımı şartına bağlanmıştı. Bu yasayı çiğneyenler için ağır cezalar getirilmişti ve biz İncil’de, böyle bir durumda ölüm cezası verildiğini gösteren yerleri buluyoruz. İncil’deki Havarilerin Hikayesi 5, 1.11 bölümleriyle karşılaştır.

Bir sürü büyük baş ve en sonunda da bir kayzer, Hıristiyanlığa kabul edilme koşullarını yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın yeni öğretiye kabul edildikten sonradır ki, olan Hıristiyan eşitlikçiliğine oldu. İktidar ve zenginlikten feragat, alçakgönüllülük ve kendini feda ruhu, o zamana kadar İsa’nın öğretisinin temelini oluşturuyordu. Kayzer Konstantin’in Hıristiyanlığa kabulü ve takiben bu zat tarafından, papazların toplumun üstüne çıkarılmaları Hıristiyanlık öğretisini temelinden sarstı.

O zamandan beri, Hıristiyanlığın saf ilkeleri üzerine kara bir gece çökmüş durumda. Aldatmanın ve şiddetin imparatorluğu o zaman başladı. Milyonlarca insan karanlığın koruduğu papaz takımının zehirli pençeleriyle büyülendiler; bu canavarlar hala, halkların yüreklerini sıkan bir mengene olmaya devam ediyorlar.

Ama karanlık yerini şafağa bırakmaya başladı. Bir kasırga, bu canavarların kökünü yeryüzünden söküp atmak için ezilen halkları bir araya toplayacaktır.

***

İsa’nın dediği gibi, eğer bir deve iğnenin deliğinden geçerse, bir para babası da cennete gidebilir.

***

Elinizde İsa’nın özgecilik temel yasası var; sizler bu mihenk taşıyla herkesin gerçekliğini tanıyabilirsiniz.

Bir yandan güzel sözler ederken, davranışları ile ettikleri güzel sözlere ters düşen din adamlarına, bu tutarsızlara inanmayın. Bunlar ya iradesiz ve zayıftırlar, ya da hilekar. Ve bu iki durumda da halkın öğretmenleri olamazlar, onlar halk için zararlıdır.

Fakat kendi yaşamını, insanlığın kölelik ve baskıdan kurtuluşu yolunda verdiği savaşa adayanlar, gerçeği ve adaleti öğretenler, kurtuluşumuza katkı sunanlar, halkı yattığı ölüm uykusundan uyandıranlar, onu, ezenlere karşı elde silah savaşmaya çağıranlar, sevincini ve tasasını halkla paylaşanlar; işte asıl bunlar halkın onurlu evlatları, onun gerçek yol göstericileridir. Eğer din size bunları öğretiyorsa, bu çarpıtılmamış bir dindir; bu eşitliğin ve İsa’nın sevgi dinidir.

Ama böyleleri kiliselerde yok denecek kadar az, saraylarda ise hiç bulunmazlar. Köleliğinizin sefaleti kirpiklerinize kadar sizleri sarıp da, kininiz ve öfkeniz göğüs kafeslerinizi zorlayarak köpürdüğünde, onların coşturan ve heyecanlandıran sesini duyacaksınız. İçeri tıkmak için inşa edilen zindanlar, onlar için bir saray, darağaçları ise cennet yatağıdır; fakat Tanrı onların intikamını alacaktır.

İkinci Bölüm

Haklılığına inanıyor ve kendinize güveniyorsanız, davanızı yarı yarıya kazanmışsınız demektir; zira inancınızla dağları yerinden oynatabilirsiniz. Bahtiyar olanlar görenler değil inananlardır. Ama hedefe kör inanç değil, ikna olmaktan, idrak etmekten kaynaklı inanç götürür.

Şimdi, İsa’nın öğretisi ve doğa yasaları üzerine kurulan kavrayışa göre aşağıda sıralayacağımız temel kaideler gerçekleştirilmeden insanlığın gerçek bir mutluluğu mümkün değildir.

1) Doğa yasası ve özgecilik, toplumu kuran tüm yasaların temelidir.

2) Tüm insanlığın büyük aile birliği içinde genel birliği ve her türden dar görüşlü milliyetçi ve mezhepsel kavramların ortadan kaldırılması.

3) Temel ihtiyaç maddelerinin ve işin herkese eşit olarak dağılımı.

4) Kadın ve erkeklere eşit eğitim ve doğa yasalarına göre eşit hak ve görevler.

5) Miras hakkının ve özel mülkiyetin ortadan kaldırılması.

6) Yöneticilerin genel oyla işbaşına gelmesi. Seçilmişlerin seçenlere karşı sorumluluğu ve seçilmişlerin seçenler tarafından azli.

7) Temel ihtiyaç maddelerinin dağılımında seçilenlere imtiyaz tanınmaz; bunlar da dahil herkes için eşit çalışma zorunluluğu.

8) Her kişi, diğerlerinin haklarından başka, ayrıca en geniş konuşma ve eyleme özgürlüğüne de sahiptir.

9) Herkese, düşünsel ve fiziksel yeteneklerini ifa etme ve yetkinleştirme özgürlüğü ve araçlarının tanınması.

10) Suçlular sadece özgürlük ve eşitlik haklarının ellerinden alınması suretiyle cezalandırılabilirler. Yaşamlarına kast edilmez. Ömürleri boyunca toplumdan dışlanır ve sürgün edilirler.

Bu ana kaideler olmadan insanlığın nihai kurtuluşunun gerçekleşmesi beklenemez. Bu kaideler halkların mücadelesi ile hayata geçirilmediği sürece, bin yıllardan beri süregelen ve bizi acılara boğan kötülük, henüz yok edilmemiş demektir.

***

Fakat bunun yanında, ortaklaşmacı mal topluluğunun bu yeni öğretisini halka anlatacak havarilere de ihtiyaç vardır; kendi davalarının canlı bir timsali olacak, karşı tarafın davaya zarar verebilecek kandırmacalarının önünü alabilecek, beklenilmeyen başarısızlıklar karşısında davaya olan inancını sağlam tutabilecek havarilere.

Bunlar aynı zamanda eski düzenin yıkılmasından sonra, halkın yeni düzene hızlı bir uyumunu sağlamak ve böylece onun bir anarşiye sürüklenerek yeni bir tiranın eline düşmesini bertaraf etmek için de gereklidirler.

Ezilenlere hedefe giden yolu göstermek ve yanlış yollar karşısında onları uyarmak kutsal bir görevdir. Üzerinde mücadele edilen, şimdiye değin gerçekleşmemiş büyük bir hakikati göğsünde taşıyan kişiler, ağır bir sorumluluk altına girmişler demektir.

İnsanlık düşmanları gerçeğin dile getirilmesine tahammül edemez; zira bu onların iktidarlarını ve varlıklarını tehdit eder; bu yüzden de onlar, kalubelâdan beri gerçeğin dile getirilmesini engellemek için en dehşet verici cezaları düşünmüş ve uygulamaya sokmuşlardır; bunların bir kısmı şimdiki uygarlığa da intikal etmiştir.

Günümüzün hapishaneleri, döverek ıslah ve terbiye etme evleri, kürek cezaları ve idam sehpaları bunların tiksinti verici kanıtlarını sunarlar.

***

Düşmanınızla yapacağınız görüşmeler yoluyla durumunuzu iyileştireceğinize inanmayın. Umudunuz sadece elinizde tuttuğunuz kılıcınızdadır. Şimdiye kadar onunla yaptığınız görüşmeler hep sizin aleyhinize sonuçlandığından, şimdi bundan gerekli dersleri çıkarmanın tam zamanıdır. Hakikatin kendi yolunu kanla açmak zorunda olduğu acı bir tecrübedir. Bundan dolayı İsa der ki: “Bu dünyaya barış getirmek için geldiğim zannına kapılmayın, aksine kılıcı getirmek için geldim”. Matth. 10, 34.

***

Yoksul ve yoksun emekçilerle, böyle olmamalarına rağmen yeteneklerini ve servetlerini ezilenlerin davasının emrine verenler; işte bunlar birlikte aynı bayrak altında ve aynı cephede savaşacaklardır. Bunların dışında duranlardan kuşkulanın ve onları sakın yönetici konuma getirmeyin.

***

Ama kimseyi de sizinle aynı fikri paylaşmıyor diye düşmanınız olarak görmeyin; çünkü hepimiz de, doğru bir fikre birçok yanlış yollardan geçtikten sonra varabiliyoruz.

Bundan ötürü başkalarının kutsal bildiği değerlere saldırmaktan kaçının. Eğer bunlar, düşmanınızın elinde size karşı bir silaha dönüşmüyorsa ve yararlıysa onlara dokunmayın. Esir alınmış düşmanlarınızın hayatına da kast etmeyin. Aynı şekilde ilk etapta size karşı savaşmayanların mallarına da dokunmayın; çünkü insanın içine iyice kök salmış mülkiyet hakkı önyargısı, bu kişilerin mülklerine zorla el konulduğunda, bunlarda haksızlığa uğradıkları duygusu uyandırabilir. Böylece, size karşı savaşan düşmanlarınızın sayısını gereksiz yere arttırmış olursunuz.

Bırakın, hasat zamanına kadar zararlı otlarla faydalı otlar şimdilik birlikte büyüsünler.

***

Bu plan yalnızca, Fourier ve diğer birçoklarının ortaklaşmacı toplum üzerine yazdıklarını okumaya imkan bulamayan, benim de içinde olduğum kişiler göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Burada ortaya konulan planın, olması gereken en mükemmel toplum biçimini verdiği iddiası yoktur; çünkü bu, bilginin kaynağının sonuna kadar tüketildiğini iddia etmek anlamına gelir. Oysa ki her birey gibi her kuşağın da, kendine özgü bir yetkinlik kavramı vardır ve muhtemeldir ki, insan ona giderek daha çok yaklaşacaktır; ama ona tam anlamıyla ulaşması imkansızdır.

***

Biz en iyi eserimizi kanlarımızla yazmak zorunda kalacağız.

Üçüncü Bölüm

Hem bireysel hem de toplumsal açıdan insan haysiyetine uygun bir yaşam sürmenin iki temel şartı, çalışmak ve yaşamanın tadına ve mutluluğuna varmaktır. Toplumsal olarak en yetkin yaşam, bu iki temel koşulun doğa yasalarına ve insan sevgisine göre hareket eden toplum üyeleri arasında eşit bir şekilde dağılımının gerçekleşmesiyle hayat bulur.

İnsan yaşamının en yüksek ideali ve dünyevi mutluluğun en sağlam temeli olarak toplumsal eşitlik ve ilahi yetkinlik, temel olarak ailesel ve iç tüzüksel düzenlemeyle sağlanır.

Ailesel Düzen: Bu düzen en yaşlı aile üyelerinin denetimi altında kurulur. Yaklaşık olarak 1000 aile bir yerel aile cemiyeti kurar ve kendi cemiyet yetkililerini seçerler. Yerel aile cemiyetlerinin 10 tanesi de bir araya gelip bölge aile birliğini oluştururlar ve bunlar da yerel aile cemiyetleri gibi ortak olarak, ya da yerel aile cemiyeti yetkililerinin seçmesiyle bölge aile birliğinin sorumlularını seçerler. Her bölge aile birliği yönetimi ise, büyük aile birliğinin en yüksek yasama organı olan halk meclisine kendi aralarından seçtiği bir temsilci gönderir.

İç Tüzüksel Düzen: Dahili nizamname işçilerin, köylülerin ve endüstri ordusunun işkolu temelindeki örgütlülüğü üzerine kurulur.

***

Eğitimciler Sınıfı: Tüm öğretim alanlarında görev yapan eğitimciler fabrikada ya da tarlada çalışmak ve bu alanların birinde mesleki bir beceri edinmekle yükümlüdürler. Öğrendikleri zanaatın, eğitim alanındaki işlerine denk düşmesi zorunluluğu yoktur. Kısacası, kafasını kullanarak çalışan her kişi, ellerini de kullanarak çalışacağı bir zanaatı öğrenmekle yükümlüdür.

Dördüncü Bölüm

Birliğin Kamusal İşleri İçin Sanayi Ordusu

Mal ortaklığına ve toplumsal eşitliğe dayalı toplumun her sağlıklı ve güçlü üyesi sanayi ordusunda üç yıl çalışmakla yükümlüdür.

***

Bu ordu içinde gönüllülerden kurulan bir onur birliği, bütün ağır ve genelde tercih edilmeyen işleri yapmayı üstlenir.

***

Onur birliği içindeki bir yıllık çalışma süresi, sanayi ordusu içindeki üç yıllık çalışma süresine denk tutulur.

Beşinci Bölüm

Halk Meclisi ve Hükümet

Halk meclisi, ailesel düzen içinde gerçekleştirilen seçimlerle oluşturulur ve birliğin en yüksek yasama organıdır. Hükümet ise işçi, köylü ve eğitimcilerin iş alanı örgütlenmelerinin yetkili birimleriyle, endüstri ordusunun sorumlu organları tarafından seçilir; hükümet büyük aile birliğinin en yüksek yürütme organıdır.

Ailesel düzen, birlik üyelerinin temel ihtiyaçlarının tespitinden sorumluyken, iş kolları örgütlenmelerinin yetkili birimleri belirlenen ihtiyaçları karşılamakla yükümlüdür.

Kadınların tüm iş sektörlerinde çalışma hakları vardır ve onlar bu alanlarda seçme ve yönetici organlara seçilmede erkeklerle eşit haklara sahiptir.

Yedinci Bölüm

Kazanç Saatleri (Commerzstunden)

İşin ve temel ihtiyaç ürünlerinin eşit dağılımı, insanlığa sürekli bir mutluluk sağlamaya tek başına muktedir değildir. Çok sıkı bir denetime bağlanmış ve yeknesak bir eşitlikçilik, uzun süren bir yolculukta aç kalmış bir yolcunun ilk yediği yağsız tuzsuz bir çorbaya vereceği tepkiyle karşılaştırılabilir. Günlerce süren yolculukta aç kalmış bir yolcu nasıl ki, ilk bulacağı çorbayı önce iştahla içip de, daha sonraki günlerde ondan iğrenirse, bizim tekdüze eşitlikçiliğimizde de bu durum yaşanacaktır.

Devamlı olarak yerinde duramaz bir karaktere sahip insan ruhu, içinde hareket edeceği ve böylelikle sıkılmayacağı bir alana ihtiyaç duyar.

Her ne kadar, titiz eşitlikçi topluluklar insan ruhuna altı saatlik çalışma, bilimsel alanlarda faaliyet, toplu şölen ve ortak bayramlarda eğlenme yoluyla meşguliyet ve sosyal yaşam alanı sağlama konularında yeterli olsalar da, bazı tutkulu insanlar vardır ki, onlar kendi özgür irade ve zevklerine göre davranıp yaşamadıklarında kendilerini mutsuz hissederler. Bunlar genellikle kendilerini diğer insanlardan ayrı görme eğilimi içinde olan insanlardır.

Örneğin bunlardan bazıları şu ya da bu günde çalışmamayı kafasına koyabilir; bazılarının aile birliği üyelerinin giydiği elbise ya da onların kullandığı mobilya hoşlarına gitmeyebilir. Yine diğer bazılarının ortak mutfakta pişmeyen bir yemeği canı çekebilir ya da orada bulunmayan bir içeceği içmek içinden geçebilir. Birisi dakikaları göstermeyen altın bir saate sahip olmak isterken, bir diğeri kendisine bazı şarkıları çalacak bir duvar saati almak isteyebilir. Sözün kısası her kişinin özel, kendine has bir arzusu ve zevki vardır; insanın arzulayan gözünün gördüğü manzaralardan doyuma ulaşmasından evvel, kesintiye uğramadan yol alacağı daha çok geniş bir alan mevcuttur henüz. Ve bu arzular, insan ruhunun bir türlü dinmek bilmeyen faaliyetleri nedeniyle giderek de çoğalacaktır.

***

Tam da bu nedenle toplumsal eşitliğin ilkeleriyle, bireysel özgürlüğün prensipleri iç içe geçip kaynaşmalıdır.

***

Toplumsal eşitliğin sınırları içinde gerçekleşen bireysel özgürlüğün sınırlarının genişletilmesinin doğru bir biçimde saptanması, mal ortaklığına dayanan eşitlikçi topluluklarda yaşayacak olan gelecek kuşaklara, bugün itibarıyla düşünülemeyecek ölçüde yüksek dünyevi yetkinliğe giderek daha fazla yaklaşana kadar, çok daha iyi yasalar için yeni malzemeler verecektir. Ki burada sevgi ve uyum insanın ikinci doğası olacağından, insan eliyle yapılmış yasaların sağlayacağı eşitlik ve özgürlüğe de artık ihtiyaç duyulmayacaktır.

Eşitlikçi toplulukların kuruluşunda çoğunluğun haklarının sınırları içinde, topluluk üyelerinin özgür güdülerini gerçekleştirecek yönelimleri için serbest bir alanın açılması maksadıyla, herkese, genel olarak belirlenen çalışma süresinin dışında gönüllü olarak fazla çalışma hakkı verilmelidir. Artı bir kazanç sağlama amacıyla yapılacak bu çalışma, artık çalışmayan yaşlıların gözetimi altında yapılır.

***

Sözü edilen, artı kazanç elde etmek için yapılan çalışmaya, sadece çok acil işçiye ihtiyaç duyulan sektörlerde izin verilir. Endüstri ordusu çalışanları için, acil işçiye ihtiyaç duyulan iş sektörü kısıtlaması geçerli değildir.

***

Para olarak kullanılan tüm madenler, altın ve gümüş eritilerek, bunlardan toplumun genelinin faydalanacağı eserler yapılır.

***

Ispartalılar zenginlik birikimini önlemek amacıyla büyük demir parçalarının amacı dışında kullanımlarını önlerlerdi.

Kağıt ve matbaa sanatı bulunduktan sonra ise, insanlar tefeciliği önleyecek ve toplumsal eşitliği muhafaza edecek daha güçlü yöntemler bulmuşlardır; mesele, bunlardan doğru bir şekilde ve doğru zamanda istifade edilmesidir.

Fakat artı kazanç sağlama çalışmasıyla, arzulanan her türlü eğilime de bu arada kapılar açılmış olacaktır; hatta bu uygulamayla lüks tüketim maddelerinin kullanımı, azalmadan çok artma eğilimi içine de girecektir. Lüks tüketim maddelerinin kullanımının yol açacağı sapmanın, ortak değerlere zarar vermesini önlemek amacıyla sorumlu organlar, toplumsal bütünün refahına faydalı etkide bulunması babında, ek kazanç sağlama uygulamasının artırılması ya da kısıtlanması yetkisini ellerinde bulundururlar.

Bu uygulamanın, toplumun ortak değerlerine zarar vermesini önlemeye hizmet edecek çok daha kuvvetli bir tedbir ise, gerekli görüldüğünde artı kazanç sağlama çalışmasına son vermektir.

Sekizinci Bölüm

Faydalı Buluşlar Yapanlara Tanınan Ayrıcalıklar ya da Usta Bölükleri

Usta bölükleri, ortaklaşmacı toplumun çıkarına denk düşen faydalı buluşlar ya da keşifler yapmış olanlardan meydana gelir.

Bu kişilerden her birinin, çalıştıkları iş alanlarındaki yetkili organ seçimlerinde kullandıkları oy, 1000 kişinin oyuna eşittir.

Usta bölüklerinde çalışanlar bu çalışmaları sırasında başka bir yerde daha çalışmazlar ve belirli bir çalışma süresine de bağlı değillerdir.

Bu bölüklerde çalışanlar için aranan tek koşul, buluş ve keşiflerinin toplumun genelinin çıkarlarına hizmet etmesidir.

***

Kötü organize edilmiş günümüz toplumlarında zenginler ve egemenler, işçilerin zararına, dizginlerinden gerçek anlamda boşanmış bir özgürlüğü yaşarlar. Yasalar bunlar için geçerli değildir. İşledikleri suçlara da başka adlar yakıştırdıklarından, kendi yaptıkları yasalara göre bunlar ya suç teşkil etmez, ya da işin içinden küçük bir para cezası ödeyerek sıyrılırlar. Fakat bu onlar için gerçekte bir ceza da değildir aslında; çünkü bu kayıplarını şu veya bu yoldan yine işçinin sırtına yüklemeyi çok iyi bilirler.

Basit bir hırsız, siz zengin ve egemenlere göre aşağılık bir yaratıksa eğer, inanıyor musunuz ki, halk sizler gibi kibar hırsızları daha az aşağılık buluyor.

Övündüğünüz iyi olan her şeyi, sizler ya da dedeleriniz halktan şu ya da bu yoldan çalmadı mı? Bizim sırtımıza yüklediğiniz vergiler, sermayelerinizi şişirdiğiniz faizler, çarpık ve masraflı yollardan içine düştükten sonra bize yamadığınız iflaslar hırsızlık değil de nedir? Sizlerin havasız ve boğucu fabrikalarınızda ve atölyelerinizde çalışa çalışa, ömrünün baharında solup giden işçilerin ölümü cinayet değil midir? Hapishaneleriniz, zindanlarınız ve ordularınız her yerde ölüm vaazları vermiyorlar mı?

En kepaze hırsızlar yoksuldan çalanlardır, en aşağılık katiller ise, zayıf ve güçsüz olanları öldürenlerdir.

Günümüzde kim daha fazla iktidara ve paraya sahipse, gerçekte en özgür ve bağımsız olan onlardır. Bunlar paraya, ve parayı kullanarak da en büyük bağımsızlığa ulaşmak için ticaret ve borsa spekülasyonlarında, tefecilik, dolandırıcılık ve her türden eğri yollarda durmaksızın av peşinde koşarlar.

Yalnızca doğru organize edilmiş bir toplumda, başkalarının haklarını çiğneyen ve toplumsal eşitliği yıkan gizli ve karanlık yollar herkes için kapatılırken, sadece yetenekler güzergahında kendi bağımsız eğilim ve güdülerini gerçekleştirme zapt edilemez hevesi, herkes için serbest bırakılır.

Onuncu Bölüm

Mal ortaklığına dayanan topluluğumuzun esas olarak ilk yıllarında, düşmanla yapılan savaşın boyutu genel bir seferberliği gerektirdiğinde ya da yiyecek ambarlarımız sabotaja uğrayıp, yakılıp yok edildiğinde, yani düşmanlarımızın sebep olacağı olağanüstü dönemlerde, temel ihtiyaç maddelerinin dağıtımında birtakım aksaklıklar yaşanabilir.

Bu şartlarda büyük bir fedakarlık altına giren birlik üyelerine, düşmanla savaşan ordumuzun ihtiyaçlarından arta kalanlar dağıtılır; çünkü savaşçılarımızın kıtlık, yokluk sıkıntısı çekmemesi gerekir.

Eğer bizler birtakım yoksunlukları yaşayacaksak, bunu hiç olmazsa hep birlikte yaşayacağız. Hep birlikte çektiğimiz sıkıntılar bize zor gelmeyecektir; çünkü hiç olmazsa biz aç kalıp soğuktan buz keserken, başkalarını tıka basa yerken ya da dolaplarının ağzına kadar giyecekle dolu olduğunu görüp sinirlenmeyeceğiz.

Tüm bu zorunlu fedakarlıklara rağmen sizler, mal ortaklığına dayanan eşitlikçi bir toplumda, günümüzdeki uygarlık içinde çoğunluğu oluşturanlardan bedensel ve ruhsal olarak çok daha fazla mutlu olacaksınız.

Mal ortaklığına dayanan toplumun imkanlarının ve zorunluluklarının gösterdiği kanıtlar ışığında meseleye bakıldığında görülür ki, bizler savaşta düşmanımız karşısında bir üstünlükten yararlanıyoruz. Bizim dışımızdaki hiçbir toplumun anayasası, sözü edilen fedakarlıkları gönüllü olarak uygulamaya koymaya muktedir değildir. Üç-dört milyonluk bir nüfusa sahip olan bir toprak parçası, böyle bir örgütlenme altında zor koşullarda Avrupa’nın düşmanlarıyla bir savaşı göze alabilir ve bu savaştan zaferle çıkabilir. Çünkü düşmanın ileriye doğru atacağı adımla bu küçük ülke cesaretini ve direncini iki katına çıkarırken, onun atacağı geri adımlarla kardeşlerini kurtaracak ve savaş araçlarını daha da çoğaltacaktır.

Onbirinci Bölüm

Burada dile getirilen görüşler gerçeklik kazandığında, çevremizde düşman değil, yalnızca kız ve erkek kardeşlerimizi göreceğiz (…).

Aynı zamanda burada işçiler ve köylüler öğretmen, öğretmenler de işçi ve köylü olacaktır.

Farz edin ki, Kayzer August zamanında yaşayan bir mucit, daha önceki yıllarda yapmış olduğu çok sayıdaki denemeler sayesinde, barutun ve mıknatıslı iğnenin yaratacağı muazzam etkiye yürekten inanmış olsun. Bizim bu mucidimiz, o zamanın yetkili mercilerinin karşısında kendi buluşunu aşağıdaki sözlerle savunurdu:

“Ben bu ufak tefek şeyle İskender ve Sezar’ın savaş sanatını değiştirebilir, kaleleri havaya uçurabilir, bir şehri bir saat mesafeden tahrip edebilir, ya da Roma’yı bir dakika içinde bir harabe yığınına çevirebilirim; ordularınızı 300 adım uzaklıktan yok edebilir, en güçsüz askeri en güçlü olanla eşit duruma getirebilir ve bu yıldırımı cebimde taşıyabilirim.

“En son olarak diyebilirim ki ben, bu bir kibrit kutusuna sığacak malzeme sayesinde karanlıkta fırtınalara ve uçurumlara karşı koyabilir, gece karanlığında sanki aydınlık bir günmüş gibi bir gemiye emin bir şekilde kumanda edebilir ve günlerce bir tek kara parçası dahi görmeden ona kılavuzluk edebilirim”.

O zamanki Roma’nın yetkili şahsiyetleri olarak Mecene ve Agrippa, bizim mucidimizi en hafif deyimle bir hayalci olarak değerlendirirlerdi. Fakat bugünden bakıldığında günümüzün çocukları dahi, bizim tasavvur ettiğimiz bu mucidin, kendi buluşunun olası etkileri üzerine gayet gerçekçi konuştuğunu biliyorlar.

Günümüzde her yeni buluş, her derin düşünülmüş hakikat aynı zorluklarla ve itirazlarla karşılaşacaktır; çünkü bunlara karşı direnen bir sürü özel çıkar ve önyargı sahibi kesimler bulunuyor.

Fakat bu mucitler en sonunda karanlığı delip geçiyorlar; çünkü onlar ışığın çocuklarıdır.

Bu nedenle, gelecek kuşakların canına can katacak lezzetli kaynağa ulaşmak için kuyuları kazmaya devam edin.

İlk zaferinizi tadıp da ihtirasın, tiranlığın ve şahsi menfaatlerin eski çürümüş güruhunu paramparça ettiğinizde, dikkatinizi artık yeni anayasanızın seçimine yöneltin.

Bu yeni yol, çukur kısımları kum ve taşlarla doldurularak düzeltilmiş, üzerinden atla ya da yaya olarak geçtiğimiz şose yola benzemez.

Bu yeni yolda yolcu arabaları taşlarla doldurulmuş kısımlardan kaçınarak, yayaların yürüdüğü patikaları tercih ederler. Sonra bunlar, hayvan dışkılarının içine çakılıp kalmaktansa genellikle pürtüklü, sert taşların bulunduğu patikalara girmek zorunda kalırlar.

Mal ortaklığına dayalı eşitlikçi toplum, insanlığın kurtuluşunun dermanıdır; o aynı zamanda yeryüzünü, içinde yükümlülüklerin haklara dönüştüğü ve birçok suç türünün kökünün kazındığı bir cennete de çevirecektir. Soygun, cinayet, açgözlülük, hırsızlık, dilencilik ve buna benzer tiksindirici kelimeler ulusların dillerindeki eski hükümranlıklarını yitirerek köhneleşeceklerdir. Gelecek kuşakları irkiltecek bu kelimelerin anlamlarına ise, sadece dünya tarihini anlatan kitaplar yer verecektir.

Böyle bir toplum fikrini gerçek kılacak umutlarımız ne olabilir ve bu topluma nasıl varabiliriz?

Bu mücadelede hedefe, tedbirle kuşanmış akıl, cesaret ve özgecilik ile ulaşabiliriz.

Yılanlar kadar bilge, güvercinler kadar masum olun ve hayatı öldürenlerden korkmayın.

Özgecilik, ihtiyaç duyduğumuz güçlü kollara sahip bir orduyu yaratmada bize en büyük desteği sağlayacaktır.

Tedbirle kuşanmış zekâmız, düşmanlarımızın silahlarını ellerinden çekip alacak ve cesaretimiz, onlarla mücadelede uygun olan her fırsatı değerlendirmesini bilecektir.

Kim ki zalimlere vergi vermeyi reddeder ve onların polis ve jandarmasını evinden kovmaya cesaret eder, onlar yeri geldiğinde bir tiranı tepeleyenden daha fazla kıvanç duyulacak bir iş yapmış olur.

Ama her kim ki, canını kurtarmak için kendi kardeşlerinin kanını ve gözyaşını daha fazla akıtacak olan tiranlara zindanlar inşa edip, idam sehpaları kurar ve cellatlar kurbanlarını sürükleyip götürürken ellerini kucağına koyarak umursamazlıkla seyrederse, onlar en aşağılık bir polisten çok daha fazla aşağılık ve en sefil bir köleden çok daha fazla sefildirler. Bu korkakların adları insanlıktan silinmelidir; çünkü bunların çocuklarının, onların hatıralarını yaşatacakları bir değerleri bulunmamaktadır.

Düşmanlarımız, zekâ ve kurnazlık söz konusu olduğunda, bizden fersah fersah ileride olduklarını her fırsatta ispatladılar; zaten bu nedenledir ki, onlarla savaşan cesaretimizin en doğru ve sağlam silahları bizim tarafta hep eksik kaldı. Ama onlarda da özgeciliğin izine rastlanmaz. Onlar, gönüllerine kalsa bizim saflarımızda olmak isteyecek ordularını zora dayanarak takviye ederler.

Kavgaya olan inancınızın imtihanını vermek için, cesaretinizin ve kararlılığınızın kanıtlarını gösterin. Bayraklarınıza ”yoksulluk, baskı ve ezilmeye son!“ şiarını yazın. Kendinize önder seçerken zenginlere ve ensesi kalın egemenlere bakmayın. Unutmayın ki, temel ihtiyaç maddelerinin tüketiminde generalinizin, en genç bir gönüllüden daha fazla hakkı yoktur. O, düşmanla savaşta sizin önderiniz, sofrada ise yalnızca kardeşinizdir. Ölüm kimseye bir ayrıcalık tanımadığına göre, hayatı, insanlığın kurtuluşu uğruna feda etmek, verecekleri bir parça ekmek için tefecilerin ve arsızların ellerine teslim ederek heder etmekten bin kat evlâdır (…).

Kardeşlik sevgisi sancağı altında yeryüzü vatanını kanlarıyla sulayan ve davaya olan sarsılmaz inançlarına, onun uğruna ölerek mühür basan ilk şehitlerin adları, bugünkü ve gelecekteki nesiller için mukaddestir.

***

Sonuna kadar sabır ve sebat göstererek ısrarla direnenlerin adları bir kere daha mukaddestir. Dünyanın en güzel yerinde adlarına dikilecek bir anıt, onların şerefli hayatlarını gelecek kuşaklara da müjdeleyecektir.

Bunlar, insanlığın mukaddesatları olacaklardır.

Dünyanın her köşesinden, ahenkli birlik ve beraberliklerini tazelemek isteyenler, bu kutsal şehitlerin anıtlarına akın edeceklerdir.

Haydi! Bırakın zekâ sizin yol gösteren kılavuzunuz, cesaret kalkan ve silahınız, özgecilik ise parolanız olsun; çünkü bu işaretle zaferi kazanacaksınız.

Ispartalılar 500 yıl boyunca mal ortaklığına dayanan bir toplumda yaşadılar.

Onlarda eksik olan akıl ve cesaret değil ama özgeciliktir. Onlar çalışmadıkları gibi, savaşlarda ele geçirerek esirleştirdikleri insanları aralarında paylaşıp, bunları kendi işleri için zorla çalıştırıyorlardı. Ispartalılar belli ki, ”çalışmayanın, yemeğe de hakkı olmamalı“ atasözünü bilmiyorlardı; bu nedenle de düzenleri yıkılıp gitti.

16. yüzyıl Almanya’sı, önemli politik olaylara gebe olmuş bir yüzyıldır. Thomas Münzer adında Sachsen bölgesinden bir rahip, bu yüzyılda ortaklaşmacı bir toplum kurma amacıyla servet ve toprak sahibi zenginlerin mallarına ve topraklarına el koyarak onları kovar. Böylece büyük bir taraftar kitlesini etrafına toplar. Ama onda eksik olan cesarettir. Düşman ordusu kendisine doğru yaklaştığında Münzer, karargahında bulunan 30.000 kişilik ordusuna gökyüzünde gördüğü gökkuşağını göstererek, meleklerin kendilerine yardım edeceği vaazını verir ve savaşmalarını yasaklar. Ve onlar hemen hemen hiçbir direniş göstermedikleri için, düşman tarafından koyunlar gibi boğazlanarak öldürülürler.

Yine aynı tarihlerde Terzi Johann von Leiden, Westphalen bölgesinde bulunan Münster şehrinde, aynı Thomas Münzer’in yaptığı gibi, para ve toprak sahibi zenginleri şehirden kovarak mal ortaklığına dayalı bir topluluk kurar. Bunu yaparken kendisini de yerkürenin kralı ilan eder. Şehrin kuşatılması sonrasında bir ihanet sonucu düşmanlarının eline geçen Johann von Leiden, onlar tarafından gaddarca öldürülür ama, bu bir şehadet sayılmaz; zira o, şahsi ikbal hırsıyla, saf öğretinin kutsallığını ihlal etmiştir.

Bu ve bunun gibi birçok örnek de ispatlıyor ki, harekete geçirici ideolojilerin henüz yetersiz olduğu zamanlarda bile, ortaklaşmacı toplum düşüncesi, ezilenleri elektrik gibi çekiyor ve onlar üzerinde sihirli bir etkide bulunuyor.

Aynı yüzyılda Fransa, Avusturya ve başka birçok yerde ayağa kalkan köylüler tiranları, onların manastırlarını, saraylarını ve kalelerini yakıp yıktılar.

Sözünü ettiğimiz yüzyılda yine Sachsen bölgesinden bir rahip, Papa’nın ve onun papazlarının suistimâllerine ve haksızlıklarına karşı harekete geçti; lâkin feodal derebeylerin ve büyük baş tiranların oyunlarını görmek şöyle dursun, onları cesaretlendirip destekledi. O, feodallere, kendilerine karşı ayaklanan köylüleri kasaplık hayvanlar gibi boğazlamalarını salık verdi [[1]]. (…). Köylü savaşı feodal derebeyler tarafından bastırıldı ama reformasyon aynı feodallerin himayesi altında başarıya ulaştı ve Almanya’nın birliği, bunların menfaatleri yüzünden gözden çıkarıldı. Eğer reformasyon köylü ayaklanması ile iç içe geçirilerek yürütülüp, bütünüyle ayaklanan halkın çözeceği bir mesele olarak kalabilseydi, bizler bir kere de, tiranlardan, papazlardan ve büyük başlardan kurtulmuş olurduk ve halkın o zamandan bugüne kadar akan kanı ve gözyaşı akmamış olurdu. Daha ne zamana kadar yakınacağız? İntikamcılarımızın bayrakları ilk önce hangi eyalette dalgalanacak? Bize fırsat sunacak gelecek olaylar için yüreklerimiz sabırsızlıkla çarpıyor.

Reformasyon o zamanların karanlık dünyasını, yumuşak hafif bir ışın gibi sarstı. Karanlıktan sersemlemiş olan halk, bu ışının etkisiyle, yeni cennetin kapısını görmek için ürkerek etrafına baktı. Fakat o, yalnızca kılıçlar ve taçlar, bunların gözünü kamaştıran parıltısını gördü.

Ve sonra onun göz kapakları, yeni bir uykuya dalmak üzere tekrar aşağıya indi; geride, onun umut eden ruhunda ise, İncil’in sadece donuk bir ışığı kaldı. O zamandan beridir uyuyan halkın saflarında ahenksizlik ve düşmanlık sinsice kol geziyor. Arada bir bazen yerli bazen de yabancı tiranlar, kurbanlarını mezbahaya götürmek istediklerinde, onları sarsarak uyandırmak için bu düşmanlıkları ustaca kullanıyorlar.

Yoksul, kandırılmış ama iyi kalpli halk! Trompetler ve alarm çanları kıyamet gününe çağırana dek, uyumana devam et. Senin çıplaklığınla alay eden tahtların ve para torbalarının Romalı ve Wittenbergli sahipleri, gelip orada hesap verecekler. Ve en sonunda birlik senin bölgende, özgeciliğin temel formu olarak hayat bulacak. Evlatların, birlik içinde dünyanın en uç köşelerine kadar uçacaklar. Dünya bir cennet haline gelirken, insanlık da bir aileye dönüşecek.

 

 



[1] Weitling’in burada sözünü ettiği rahip Luther’dir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar