Ana SayfaArşivSayı 55Felsefeye Karşın Felsefede Olmak

Felsefeye Karşın Felsefede Olmak

Süleyman Yılmaz Bulduruç

 

“Kuşkusuz, daha fazla engel aştığımız zaman

daha uzağa gittiğimize inanmak gelir içimizden. Yanlış

mücadele etmek ilerlemek anlamına gelmez.”

Boris Vian, Kızıl Ot

1- ‘Marksizm felsefede materyalisttir.’ Bu kabul felsefi bir tez olarak ele alınırsa iki olmak fiiline dayanır: Felsefede olmak ve materyalist olmak… Ancak burada bir çatışkı gündeme gelir; ‘felsefe olmak’ ile ‘felsefede olmak’, farklı ve birbiriyle uzlaşmaz iki ayrı konumu ifade eder. Materyalist olmak ‘felsefe olmak’ ile kesişmeyen bir ıraksaklık taşımakla birlikte ‘felsefede olmak’ durumundadır. “Marksist felsefe” diye anılan ve yerleşik felsefe içinde alan bulan / bulmaya çalışan hatırı sayılır bir külliyat vardır. Burada özellikle “Marksist felsefe”nin felsefe olmak olarak ifade edilmiş biçiminin materyalist olmak açısından sorunlu yerde durduğu belirtilmelidir.[1] Marksizm için felsefe bir bileşen olmakla birlikte Marksist felsefenin olmadığı ya da başka deyişle ‘Marksizmin bir felsefe olmadığı’ Balibar tarafından ifade edilmişti. “Bir Marksist felsefe yoktur ve asla olmayacaktır.”[2] Bunun için ve buna rağmen Marksizm felsefede yok sayılamaz bir alan açmıştır.

Felsefede olmamıza rağmen bir felsefe olmamayı, felsefenin o bilinen sahnesinin dışında olmayı tercihen değil ‘materyalist olmanın ve kalmanın’ zorunluluğu olarak alıyoruz. Dolayısıyla bir paradoksu baştan sahiplenmekteyiz: Felsefe olmamak için felsefede felsefe aracılığıyla ve yardımıyla aşılmaz sınırlar, kategorik engeller inşa etmek gerekiyor. Felsefeye haddini bildirmek için ona kendi kırbacıyla vuruluyor.

2- Materyalist olmak bir sonuç değil başlangıçtır. Materyalist olmak iddiasıyla birlikte materyalizmin felsefe sahnesindeki birikmiş sorunları üstlenildiği gibi, aynı zamanda, ait olunan yerde, felsefede, iğreti konum da sahiplenilir. Daha çok ‘kaba materyalizm’ eleştirisi olarak gündeme getirilen ve genelde ayrımsız bir müdahale aracı olarak bir tür felsefi uzlaştırma ile idealizm üreten bu miras, hem genel olarak felsefe içinde hem de Marksizmin iç tartışmalarında nüfuzunu kurmuştur. Timpanaro’nun belirttiği gibi, “Marksizm materyalizmi kuvvetlendirmedikçe ve derinleştirmedikçe akademisyenler veya saf filozoflarla sınırlı bir felsefe haline gelir.”[3] Bu durumun doğal sonucu materyalist olamamaktır.

Marksizm için materyalist olmak ön kabuldür. Dolayısıyla burada materyalist olmanın gereğinin kanıtlanmasına girişilmeyecektir. O, ön kabul ve esas konum olarak felsefe olmanın düzeyini, oranını ve sınırını belirleyecek temel ayıraçtır. Aranacak olan felsefe içi bir tutarlılık değildir, aksine materyalist olma koşuluna bağlı ayrımlar dizisinin Teori ve Politika tarafından ifade edilen kategorik temellerini savunmak ve bu ayrımları güçlendirmek amaçlanmaktadır. Bu kaygıyla kimi eleştiriler yapılacak ve sonuç olarak Spinoza’nın materyalizminin bu temelde elverişli ve sınırlı noktaları belirginleştirilecektir.

I. Felsefe olmak – Materyalist olamamak!

3- Felsefe sahnesinde kalındığı sürece tutarlı bir materyalizm savunulabilir mi? Felsefenin metafizik boyutu, varlığın ne’liği ile ilgili kadim soruna bir şekilde eklemlenen ve tüm felsefeyi boydan boya yararak ikiye ayıran idealizm-materyalizm yarılmasında materyalist tezlerin birikimli ve tutarlı ortaya konuluşu materyalist bir felsefe için yeterli midir? Daha fazlasıyla, bu tezler, hem felsefede kalmak hem de idealizmden kurtulmak için yeterli midir?

Bu sorulara verilecek yanıtlar olumluysa bir materyalist felsefe mümkündür. Ancak olumsuz ise, materyalist felsefe mümkün olmamakla birlikte felsefenin imkanlarını zorlayarak felsefede materyalist konumu savunmanın yolları belirlenmelidir. “Marksizm, felsefeyi reddetmeye zorunludur, fakat orada materyalist tezi döne döne yinelemeye mahkumdur.”[4] Teori ve Politika materyalist olmanın Marksizmin felsefe bileşeni içinde önsel bir konum olduğunu belirterek bu konuda kimi ayrımlar yapmıştır. “Felsefe zorunlu olarak ‘şeyleri söze doğurtma’ (Feuerbach) işlemidir ve bunun aksini savunan materyalist teze felsefe olarak felsefede yer yoktur. Onun [materyalizmin] ‘son aşaması’ her felsefenin epistemolojik olarak bittiği ve kaynaklandığı ontolojik düzlemdir… Genel olarak materyalist tez için ve epistemolojik düzlemde materyalist argüman için naif materyalizm zorunlu bir başvuru halkası durumundadır.”[5]

4- Engels, “her felsefenin ve özellikle modern felsefenin büyük sorunu[nun] düşüncenin varlıkla ilişkisi sorunu”[6] olduğunu ve materyalizmin “madde[nin] tinin bir ürünü değil ama tinin kendisi[nin] maddenin bir ürününden başka bir şey” olmadığını savunduğunu yazar ve bu tezin “Salt materyalist tez”[7] olduğunu belirtir. Evet, materyalizmin döne döne yineleyeceği ontolojik tezi budur; ancak bu, sorunun bittiği değil başladığı noktadır. Yine Engels’in altını çizdiği gibi “düşüncenin varlığa, tinin doğaya ilişkisi sorununun, bütün felsefenin bu en yüksek sorununun”[8] felsefeye damgasını vurduğu ve felsefe olarak felsefenin gerçekliğini nesnede değil fikirde bulduğu[9] düşünüldüğünde, felsefe içinde kalındığı sürece idealizmin alanında kalındığı, bu ‘en yüksek sorunun’ felsefe içi çözümünün olmadığı belirtilmelidir. Felsefe gerçekliğe dolaysız ulaşmaya çalıştığı her girişimde tökezler, tökezlemek durumundadır. Onun gerçekliği düşünülmüş gerçekliktir.

5- Felsefede materyalist olmak başta felsefe olmamaklığı kabul eder. Tutarlı olmamakla maluldür ve felsefe içi çözümü kabul etmez/edemez. “Sistematik ve tutarlı olmakta ısrar eden hiçbir felsefe (felsefi okul) kendiyle uyumlu, birleşebileceği bir bilimsel ya da pratik teori veya tarihsel ya da doğasal gerçeklik bulamaz. Marksist felsefe, bu bakımdan katmerli en az iki çatışkılı sorunla karşı karşıyadır. Birincisi kendini doğrulaması, o bir felsefe olarak kaldıkça kendini reddetmesi olmak zorundadır, fakat bu durumda da ortada bir felsefe kalmayacaktır: ikincisi materyalist felsefe sistematik olmaya, yani kendine yeter olmaya yöneldikçe ortadan kalkacak, bilimden ya da politikadan ‘yardım aldıkça’ da bir türlü sistematikleşemeyecektir.”[10]

Materyalist olmak dışarısını, felsefe dışını işaret etmektir. Dışarısını işaret etmek tek başına alındığında materyalist olmak için yeterli değildir ama. Felsefe, idealizm olarak ele aldığı, ‘nesne’si kıldığı bilgi benzeri öğeleri kapıp kavrayarak felsefeleştirir ve bir bakıma ‘dışarısını’ içerisi kılar; sanatı, bilimi, politikayı felsefeleştirir.[11] Yapılan işlem, söz konusu dışarıya dolaysızca nüfuz edildiği, dışarının düzenlendiği sanısıdır. “Felsefenin edimi bu kapıp kavramadır. Bu edim sayesinde felsefe, hakikatler vardır bildiriminde bulunur ve düşüncesinin bu ‘vardır’ tarafından kapılıp kavrandığı bir şekilde işler. Söz konusu işlemde bu kap(ıl)ıp-kavra(n)ma düşüncesinin birliğine tanıklık eder.”[12] Buna karşılık “daima dışsal hakikatlerle konuşlandırılmış bir felsefe fikri”nden[13] dışarısı içerisi olarak içerilir. Materyalist olmak bu dışarısını dışarısı olarak almayla ve bilgisel yanına dayanmakla ilgili bir ayrımla başlar. Burada sınır erkenden çekilmemeli! Ontoloji-epistemoloji ayrımı olarak ifade edilen bu ayrım önemli bir aşamadır, ancak hala felsefenin içinde olmak gibi bir seçeneksizlik vardır.

6- “Felsefenin bir başlangıcı vardır. Felsefe tüm tarihsel oluşumlarda varolmamıştır. Felsefenin varoluş tarzı zamanda ve uzamda süreksizliktir.”[14] O halde, felsefenin ontolojik koşulları vardır. Bunun yanında felsefenin ontolojik boyutu da vardır. Felsefenin sınırını ve dışını ifade etmesi bakımından “ontolojik boyutun reddi felsefi açıdan materyalist tezin geçersizliği, bilimsel açıdan bilime çizilen felsefi sınırlar anlamına gelecektir.”[15] Eğer felsefe sırf kendi etkinliğiyle ve kendinden dolayı var olabilmiş olsaydı, bu onun kapalı eğrisinin ve idealizminin kategorik üstünlüğü, zaferi olurdu. Ve bizim felsefede sözümüz olmazdı –onu reddetmek dışında. Sistematik felsefe bu üstünlüğü dile getirir ve buna dayanır, ancak her zaman dışsal varlıklarla yüz yüze kalmak durumundadır.

Burada bir yarılma çıkar: Tutarlı bir felsefe idealizmde ya da materyalizmde tekçi bir ontoloji öne sürer. Yani dışsal varlık vardır, ya her şey maddedir ya da her şey ideadır. Bunun karşısında idealizmin öznel biçimleri yer alır: Dışsal bir varlık vardır, ancak bu varlıktan ayrı olarak ‘özne’ de mevcuttur. ‘Özne’ye tanınan bu ontolojik statü idealizmin bir göstergesiyken onun tutarlı felsefe içinde massedilmesini sağlar. Yine nesnel idealizm için, özne-nesne özdeşliğinin öznede kurulması olarak da ‘özne’ye ayrıcalıklı yer açılır. Tutarsızlık kapısı felsefi ikilikleri felsefe dışına taşımadan ve öznelciliğin tuzağına düşmeden materyalizmi epistemoloji alanına taşımanın yoludur.

“Her alan ve düzlemdeki gelişmelere paralel olarak materyalist tezleri yeniden düşünmek, materyalizmi yeniden inşa etmek… İşte bu nedenle felsefenin tarihi yoktur, işte bu nedenle felsefe kavramlarla değil kategorilerle düşünür ve bu nedenle materyalist felsefe tutarlı olamaz, felsefe alanında felsefe oluşuna aykırı bir biçimde ikilikleri reddeder ve gerçeği yardımına çağırarak (çöreğin yenmesi kanıtıdır) minder dışına çıkar.”[16] Felsefede materyalist olmak bu noktada kendisini ontolojide gerçekliğe ve epistemolojide bilime bağlı kılar. Kendine yeter olmakla maluldür felsefe; buna karşın materyalizm kendi gerçekliğini dışarıda, dışında bulur. Materyalizm, örneğin toplumsal gerçeği analiz etmez, yapacağı iş toplumsal gerçeği analiz eden ‘teorik pratiği’ tarih bilimini konu edinmektir. “Felsefenin (bir analiz nesnesi olarak) toplumsal dünyayla ilişkisi dolaylı ya da ikinci düzey bir eleştiridir.”[17]

Tabiri caiz ise felsefenin nesnesizliğinin anlamı onun herhangi bir ‘bilgi’ üretmemesi anlamındadır; o, üretilmiş bilgileri, işlenmiş, düşünceye çevrilmiş gerçekliği tasnif eder; kategoriler yardımıyla ayrımlar yapar. Bir felsefe sistemi tüm kategorileri aracılığıyla gerçekliği dolaysız olarak, birinci dereceden edindiğini varsayar. ‘Dünya’ düşünülmüş etkinliğin sınırında ve aracılığıyla gerçeklik kazanır. Buna ‘idea’ ya da ‘madde’ denmesinin, idea ve maddenin birliği, ayrılığı olarak ikilikler atfedilmesinin felsefe içi ayrımlar dışında fehmi yoktur. Sonuç, felsefe aracılığıyla idealizmin galebe çalmasıdır. Materyalizm için yapılması gereken felsefi tuzaklara düşmeden “Bilim ve politikadan felsefeye, felsefeden bilim ve politikaya epistemolojik ya da ontolojik bağlantılar tanımlanmalıdır.”[18] Bunun için öncelikle kimi ayrımlar belirlenmeli ve geçişsiz bölgeler oluşturulmalıdır.

II. Materyalist Tez. Ontolojik İndirgenebilirlik-Epistemolojik İndirgenemezlik

8. Ontolojik materyalizm için zorunlu ve öncelikli olan tez “her şey maddedir” ya da madde olmayan hiçbir şey yoktur (Zizek). “Felsefede materyalist tutum açısından bütün gerçekliğin maddi olduğu tezi zorunlu ve tutarlıdır, fakat kendi alanında kalmak kaydıyla.”[19] Hiçbir felsefi tez, hele ki tutarlı felsefe içinde olsun, kendi alanıyla sınırlı kalmaz/kalamaz! Bu bütünlükte sunulan ontolojik pekinlik kendi aleyhine işlemek durumundadır: Gerçeklik felsefe tarafından madde fikri aracılığıyla tüketilir; maddenin idealizasyonu gerçekleşir.

Yine ontolojiye kayıtlı olmak kaydıyla ikinci materyalist tez yani öncelik tezi devreye girmek durumundadır. Madde formları arasında ayrım yapmaya izin verir ve madde düşünceye önceldir. İndirgenebilirlik olarak ifade edeceğimiz bu teze göre, S. Timpanaro’nun[20] tanımından yola çıkarsak, toplumsal olan biyolojik olana, biyolojik olan fiziksel olana indirgenebilir. Ontolojik monizm madde tür ve formlarını ayırırken, gerçekliğin çeşitliliğine uzanma çabasına girerken onları ontolojik düzlemde kalmak kaydıyla bütünleştirir de.

“Bir ontolojik materyalizm zorunlu: her şey maddedir. Madde çeşitli formlarıyla var olur. Ontolojik olmayan bir materyalizm, yani düşüncenin topluma, toplumun üretime, üretimin doğaya indirgenebileceğini ortaya koyamayan materyalizm bir ‘madde idealizmi’ kimliği kazanır.”[21]. İndirgenebilirlik materyalizm için kaçınılmazdır, fakat felsefi tutarlılık taşıdığı oranda bir materyalizmi garantilemez. Basit bir sınamayla bir tersine çevirme işlemiyle felsefe içine uzanırsak idealizm materyalizmi kuşatır. Tüm varlığın ‘idea’ olduğu, ideanın farklı formları altında dünyaya nüfuz ettiği, tüm bu idea formlarının dünyaya açılımında ideaya indirgenebileceği idealist bir ‘gerçekçilik’ ile gayet tutarlı bir felsefe olarak sunulabilir ve örnekleri vardır. Dolayısıyla sadece ontolojik tutarlılık ve indirgenebilirlik ile kurulan monist materyalizm (I. ontolojik materyalist tez) ve maddenin formları arasında ayrım yapılabilirliği (II. ontolojik materyalist tez) bize felsefi materyalist olma yolunu açar, ama bu, felsefede materyalist konum için yetersiz geçici bir duraktır.

9- Felsefede materyalist olmak kaygısının taşındığı tüm tartışmalar bıçak sırtında ilerlemek durumundadır. Yaygın eğilim, materyalizmi felsefe içinden etkilerle ‘kaba materyalizm’ olarak eleştirel ele almak ve bir tür uzlaşmacılıkla onu ‘inceltmek’tir, ki bu da idealizmden kurtulmak amaçlanırken başka bir idealizme yol açar. Bu eğilimlere karşı materyalizmin ‘dar olmayan’ savunusu felsefede olabilmenin koşullarını da ortaya koyup düzenler. Saffet Murat Tura, “Öznesi Olmayan Süreç” başlıklı yazılarıyla[22] ontolojik materyalizmin savunusunu bilimin imkanlarını da kullanarak özellikle “özne” kategorisi merkezli Kartezyen felsefe ve dolayısıyla ‘modern felsefe’ye karşı güçlü bir şekilde yapmıştır. Ali Osman Alayoğlu, Tura’nın yazısının güçlü yönlerini teslim ederek materyalist perspektiften eleştirisini hakkını vererek “Materyalist Olmak ve Kalmak” başlıklı yazısında[23] ortaya koydu. Burada, Alayoğlu’nun savunduğu tezlerin ana yönlerine bağlı kalmakla birlikte, ilgili yazının, sormaya olanak tanıdığı kimi sorular sorup sınırlı noktalar belirlenmeye çalışılacak, Tura’nın yazısı dolaylı temaslar dışında konu edinilmeyecektir.

Alayoğlu, mateyalizmin ilk aşaması olan ‘her şeyin madde olduğu’ tezinin ikinci aşama olan maddenin formları arasında hiyerarşik ilişki tanımlamakla birlikte ele alınmadığında idesiz idealizme/madde idealizmine düşüleceğini vurguluyor.[24] İkinci materyalist tez, indirgenebilirlik tezi olarak ifade ettiğimiz öncelik tezinin klasik yapısına benzemekle birlikte, “hiyerarşi” terimiyle, tez üzerinde yapılan felsefi işlem kimi sorunlar doğurmaktadır. Alayoğlu ontolojik ayrım için Kayaoğlu’nun ilgili yazısından bir alıntı yapıyor. Bu alıntı amaçlanan hiyerarşi kanıtlaması dışında başka boyutta sorunlara yol açmaktadır. “Evrende var olan her şey maddedir. Bilgi de, tanrı fikri de, maddenin formlarıdır. Fakat madde, formları arasında ayrım yapılmasına izin verir. Yüzme bilgisi ile yüzme pratiği/eylemi farklı madde formlarıdır. Fakat, ikincisi birincisinden üstündür. Hiçbir yüzme bilgisi, yüzmeyi ‘öğretemez’ yüzme yüzülünce yapılır.”[25]

Ontolojik düzeyde yapılan bu işlemde madde formları arasında bir ayrım yapılması gereği belirtilir. Böyle bir ayrım için kullanılacak kategorilerin de buna uygun olması gerekir. ‘Yüzme bilgisi’ ile ‘yüzme pratiği/eylemi’ bu haliyle maddenin farklı formları olarak kabul edilmiş, ‘hiyerarşi’ tezi dolayımıyla yüzme bilgisinin yüzme pratiğinden eksikliği dolayısıyla yüzme pratiğine indirgenebileceği sonucunu doğurmuştur.

Burada ontoloji içi ayrıma sığmayan bir durum vardır. Madde formları arasında hiyerarşi tanıma, yüzme pratiğini yüzme bilgisi üzerine yerleştirme, ontolojinin sorunlarını çözmede ne işe yarar? Öncelikle ontolojik düzeyde ‘yüzme bilgisi’ diye bir varlık biçimi yoktur. Basit bir işlemle buna ‘yüzme düşüncesi’ ya da ‘fikri’ denmesi oluşan sorunu giderebilir. Buna karşılık ontoloji içi işlem sayesinde materyalist tez birinci anlamıyla korunurken ikinci anlamıyla yüzme fikri/düşüncesi yüzme eylemine bağlanır. Bu düzeltme bir terminoloji sorununu giderir elbette, ama Alayoğlu için bu bir terminoloji sorunu değildir. Alayoğlu, ontolojik ayrımlar içinden çıkış aramak, epistemolojiye uzanan yol bulmak için ‘ontoloji’ye başvurmak istemektedir. Materyalist olmak için ontolojik tutarlılık aranması kaçınılmaz olarak böylesi bir sorunu doğurur. Bu tutarlılık arayışı, monist bir ontolojinin dünyanın çeşitliliği karşısında sınırlı kaldığı keşfine dayanan ‘düşünce’ye varlık alanında maddenin hiyerarşisinde yer açmaya çalışan felsefi bir işlem olduğu, bu anlamda meşru ve gerekliliği kesindir, ancak felsefi tutarlılığın bir veçhesi yoktur. Alayoğlu’nun sorunsalı “ontolojik materyalizmin uygun bir yolla yerini epistemolojik materyalizme bırak”masıdır.[26] Böyle olunca felsefenin düğümü ontolojide atılıyor.

Ontolojide, madde formları arasında yapılacak ayrımın ‘hiyerarşi’ olarak bir düzen içinde ele alınması varlık-varoluş felsefi ikiliğiyle birlikte özcülüğün yeniden üretilmesini gündeme taşır. Ontolojik düzlemde yapılan bir soyutlamayla ‘madde’nin tözsel varlığı ve bu varlığa bağlı eksilerek hiyerarşide daha alt basamakta bulunan bağımlı ya da koşullu varoluşlar!.. Yine buna bağlı kadim bir felsefe sorunu da gündemdedir: ‘Oluş’ sorunu. Öyleyse, madde formları arasındaki ayrım ve hiyerarşinin kabulü bize materyalizmi garantiler mi sorusu tekrar gündeme gelir. Bu, felsefe ile materyalizmin sonuşmaz problemidir! Hiyerarşinin, maddenin töz olarak alındığı sonsuz küçülmeyle aşağı, sonsuz büyümeyle yukarı çıktığı bir ontoloji, klasik felsefenin sorunsalı içine gömülmüş demektir. Burada Spinoza’nın sonsuz geri çekilme ile ilgili uyarısı devreye girer. Alayoğlu’nun ‘bilim’ için savunduğu ‘apriori öncüller’[27] bir işleme açık olmak kaydıyla felsefede materyalist konum için uygun bir öne sürme zemini sunmaktadır. Ancak Alayoğlu sınırı burada çekmiyor, ontolojinin sorunlarını epistemolojiye taşıyor.

10- Materyalist olmak ve kalmak için bir adım daha ilerlemek ve kategorik ayrımlar yapmak zorunlu görünüyor. Ontolojiye gömülü kalındığı sürece felsefenin kendi idealist pratiğini ürettiği ve gerçekliği kuşattığı kayıtlıdır. Materyalizm için varlık ile bilgi, epistemoloji ile ontoloji arasında barikat kurmak gerekiyor.

Tez: ne ontoloji epistemolojiye, ne de epistemoloji ontolojiye indirgenebilir. Bu ayrım felsefe içi bir ayrımdır henüz: Felsefenin bir boyutu olarak ontoloji vardır; ontoloji varlığın neliğiyle ilgilidir ve materyalizm açısından varlık ‘madde’dir. Bir de epistemolojik boyutu vardır felsefenin; bilginin neliği ve bilgilenme süreciyle ilgilidir. Materyalizm gerçek ile gerçeğin bilgisi arasında epistemolojik bir engeli savunur.

Burada I. İndirgenemezlik olarak adlandıracağımız ontoloji-epistemoloji ayrımı dışında ‘idesiz idealizm/madde idealizmi’nden kurtuluş yolu yoktur. Bu indirgenemezlik tezi felsefede, epistemolojiye bir varlık statüsü kazandırmadan işlem yapmaya olanak tanır, bu direkt olarak bilimin olanaklılığı ile ilgilidir, bilimsel bilginin yardımına başvurmaya açılan materyalist bir felsefe ihlalidir.

Felsefe bilgi üretmez/üretemez. Buna karşın bilişsel bir pratiktir. Felsefi pratik bilgisel alanı sömürür, onu felsefe olarak tüketir, bilime imkan tanımaz. Materyalist ihlal, bilimin felsefeden kurtulmasının araçlarını felsefede yaptığı ayrımlarla kurar. Epistemoloji-ontoloji ayrımı bir felsefe işlemi olmasına rağmen felsefeyi sınırlamanın yolunu açar.

11- “Epistemolojik materyalizm bilgi ile gerçek sorunu üzerinedir. Gerçek ve onun bilgisinin indirgenemezliğini (a.b.ç.) savunur.”[28] Epistemoloji ile ontoloji arasındaki indirgenemezlik yani I. İndirgenemezlik, epistemoloji içi bir ayrıma da olanak sağlar. Bu ayrıma II. İndirgenemezlik diyeceğiz.

Bilgi nesnesi ile gerçek nesne, bilme süreci ile gerçek süreç arasında yapılan ayrım, bilgi nesnesinin gerçek nesneye indirgenemezliği ya da gerçek nesnenin bilgi nesnesine indirgenemezliği olarak savunulmalıdır. I. İndirgenemezlikle felsefede kurulan ontolojideki monistik yapıyla epistemoloji arasındaki ayrım burada epistemolojik düzeyde bir düalizm olmak durumundadır.[29] Materyalizmin felsefedeki savunusu ontolojik düzeyde monizm, epistemolojik düzeyde düalizm olarak beliriyor.

Bilgi nesnesi-gerçek nesne ikiliğindeki ‘gerçek nesne’ ontolojik düzeyde ifade edilen tezin monist materyalist öğesiyle ilişkisizdir. Roy Bhaskar’ın desteğiyle, “Ne zaman felsefi bir bilim görüşünün gerektirdiği dünya türü anlamındaki bir ‘ontoloji’ ile gerçek bilimsel teori tarafından postüle edilen belirli varlık ve süreçler anlamındaki ontoloji arasında bir karışıklık tehlikesi olsa felsefi ve bilimsel ontoloji arasında açıkça bir ayrım”[30] yapılması gerektiğini ifade ediyoruz. Bunun anlamı, gerçek nesnenin, epistemolojik materyalizm içinde konumlandırılmasının bilginin bir koşulu olarak ele alınması gerektiğidir. Bilgi süreci, gerçek nesnenin ve gerçek tarihsel sürecin bir soyutlama işlemi değildir. Althusser’in ‘bilgi nesnesi-gerçek nesne’ ayrımındaki gerçek nesne ya da Bhaskar’ın ‘geçişli nesne-geçişsiz nesne’ ayrımındaki geçişsiz nesne bilgi sürecinde varsayılan koşul olarak dışsal gerçekliktir. “Her bilim görüşü bir ontoloji gerektirir demek bilimi mümkün kılan bu dünya nasıl olmalıdır sorusuna şematik bir cevap vermek gerekir demektir.”[31] Bhaskar’a göre, geçişsiz nesneler olaylar değil yapılar ve bilimi mümkün kılacak gerçek şeyler, mekanizmalar ve süreçler, dünyanın olayları ve olasılıklarıdır, mutlak olarak bizden oldukça bağımsızdırlar.[32] Bu haliyle felsefi ontolojinin indirgenebilirlik tezine dayanan materyalizmle araya bir sınır koyulmaktadır.

12- “Ontolojik materyalizmin ‘her şey maddedir’ teziyle ortaya çıkan materyalist tutum, epistemolojik materyalizmi mümkün kılan ontolojik materyalizmin ikinci aşamasıyla buluşamayınca bilginin statüsü söz konusu olduğunda, epistemolojik düzeyle ontolojik düzey arasındaki epistemolojik engeli, ilişkisizliği reddedeceği için maddeli bir idealizm doğmakta, bilginin gerçekle ilişkisizliği, varlığını maddilik içinde kaybetmektedir.”[33]

Epistemolojik materyalizmi mümkün kılan ontolojik materyalizm nasıl olmalıdır? Bu ontolojik materyalizm koşul olarak varsayılan bir kabul müdür? Gerçekliğin niteliğine yönelik felsefi bir işlem olarak ontolojik materyalizmin II. tezi epistemolojik düzeyde bilimin araştırma konusuna herhangi bir etkide bulunabilir mi? Epistemoloji ile ontoloji arasındaki indirgenemezlik için ve onu mümkün kılan bir ontolojik temel gerekli midir? Eğer I. İndirgenemezlik için ontolojide yapılan ayrım gerekliyse ‘madde formları arasındaki hiyerarşi’nin karşılığı epistemolojik düzeye taşınmış olmuyor mu? Ontolojik materyalizmin birinci tezinin karşılığı ve felsefi sonuçları burada aranıyorsa, ontolojik materyalizmin ikinci tezinin karşılığı ve felsefi sonuçları da burada aranmalıdır. Bu, kaçınılmaz bir indirgemecilik sorunu olarak, bilginin, maddenin bir tür epifenomeni olduğu sonucunu doğurur. Kaçınılmaya çalışılan problem tekrar üretilmiş olunur.

“İdesiz idealizme göre bilim nesnesi, içinde hiyerarşik ayrımlar ve öncelik sonralık ilişkisine giremezdi. Evrenin –tarih bilimi özgülünde toplumsal gerçeğin– bütünüyle madde olduğunu saptamak materyalizm için yeterli görülmeliydi.”[34] Yani idesiz idealizm/madde idealizmi epistemolojiyi ontolojiye indirger, bilime imkan tanımaz. Bilimi felsefeye göre düzenler! Ontolojik indirgeme I. İndirgenemezliğin ihlali olarak tüm felsefeyi kaplamıştır. Ancak, bu indirgeme II. materyalist tezin ontolojide savunusuyla aşılabilir mi? Yani farklı madde formlarını kabul etmek bizi idealizmden ezel-ebed kurtardığı gibi ‘bilim’e uzanmada da kestirme bir yol mu açar? Alayoğlu, Kayaoğlu’ndan yaptığı yukarıdaki aktarmayla Tura’daki idesiz idealizme işaret ediyor.

Bilimin nesnesi içindeki ‘hiyerarşi’yi savunmak, bilim için nedenselliği savunmaktır. Bu, bilim için gerekli ve zorunludur. Bilimin nesneleri bilgi nesneleridir ve bunlar arasında tanımlayıcılık-açıklayıcılık düzeyi ve soyutlama derecesi ayrımı vardır. Dolayısıyla, ‘gerçeklikteki’ (ontolojideki) değil ‘bilim nesnesindeki’ (epistemolojideki) hiyerarşidir gündemde olan. Epistemolojik ayrımlarda gerçek nesne, ontolojik koşul olarak varsayılır. Epistemolojik düzeyden ona yönelik tüm uzanma çabaları indirgeme sorununu gündeme getirir. Kayaoğlu’nun belirttiği gibi, monist materyalizm bu indirgeme sorununu epistemolojiye taşır, bu onun felsefi yönüdür; ancak Alayoğlu da ontoloji içi bir ayrımdan epistemolojiye uzanmaya çalışıyor ve bilim nesnesindeki ‘hiyerarşik’ ilişki ile maddenin formları arasındaki hiyerarşik ilişkiyi denkleştiriyor. Bir farkla; o, ontolojiden yola çıkarak epistemoloji-ontoloji ayrımına ulaşmaya çalışıyor. Sonuç, felsefi ayrımların karşılığının gerçeklikte aranması durumunda kalınmasıdır.

Alayoğlu haklı olarak, Tura’nın tüm bilimlerin fizik bilimine indirgenebileceği ya da fizik biliminin ‘ilkece’ her şeyi açıklayabileceği önermesini ve bu önermede yaşadığı sıkıntı sonucu ‘epistemolojik çoğulculuk’ savunusu ile ilgili vardığı ön açıklamaları uygun olmayan gerekçelere dayandırmasını eleştiriyor. Tura’nın sorunsalı ontolojik indirgemeye düşmektir. Ancak önerilen ontolojik hiyerarşinin bilime taşınması da benzeri bir sorunun önünü açar. Toplumsal olan biyolojik olana, biyolojik olan fiziksel olana indirgenebilir! Bu materyalist tez, ontolojide kalındığı sürece kayıt altında tutulmalıdır. Ancak tarih biliminin biyoloji bilimine indirgenebileceği, biyoloji biliminin fizik bilimine indirgenebileceği gibi bir tez, bilimin nesnesi olan bilgi nesneleri arasındaki ayrımla ilişkili olarak geçersizdir. Bu düzeyde epistemoloji içi ayrımlar devrededir.

Farklı bilim kıtaları ‘bilginin geçişsiz nesneleri’nin (Bhaskar) yapısına bağlı olarak ve onlara bağımlı bir şekilde ele alınabilir sadece. Bununla birlikte ‘bilginin geçişsiz nesneleri’ne bağlı ve onların koşullandırmasıyla bilimler kendilerine ontolojik sınırlar çekmek durumundadır. Burada bahse konu olan ‘bilimin ontolojisi’dir ve örneğin psikanalizin nesnesi olan ‘insan’ ile biyolojinin nesnesi olan ‘insan’ arasındaki fark buradan kaynaklanır. Psikanaliz biyolojik insanı varsayar ya da tarih bilimi toplumdan başlamak durumundadır, doğal çevreyi, biyolojik insanı varsayar.

III. Spinoza versus Spinoza ya da

Spinoza’nın Günahı-Çağrısı

“Çalışmalarına sistematik bir biçim veren felsefecilerde, mesela Spinoza’da bile sistemin gerçek içsel yapısı felsefecinin bilinçli bir şekilde sunduğu biçime hiç de benzemez.” K. Marx’tan F. Lassalle’a, 31 Mayıs 1858

13- Spinoza’nın materyalizminin kendi iç sıkıntıları ile birlikte ele alınması gerekmektedir. Tutarlı materyalizm savunusu, ‘felsefe olmak’ ile ‘materyalist olmak’ arasındaki kapatılamaz açı düşünüldüğünde ‘felsefede materyalist olmak’ için bir koşul olmakla birlikte yeterli değildir.

Spinoza materyalist tezler ileri sürmüştür, ama asıl önemli olan, ona bir felsefi devrimi yakıştıran epistemolojik materyalizm için öne sürdüğü ayrımlardır ve bu ayrımlar yol açıcıdır. Şu kesindir ki, Spinoza, bir ontoloji-epistemoloji ayrımıyla yüz yüze değildir. Materyalizmine gömülü olan bu ayrım felsefi bir sorun olarak ele alındığında gerçekliğin düzeninin ve neliğinin felsefe içinden yapılan ayrımlarıyla belirmiştir.

Spinoza’nın felsefi müdahalesi ilk elden karşısında yine felsefeyi buldu: “Onlar (filozoflar), insanları aslında oldukları gibi değil ama kendileri nasıl olmalarını istiyorlarsa öyle tasarladılar.”[35] Spinoza’nın sorunsalı, felsefede ama felsefeye rağmen şekillenir.

Epistemolojide yaptığı ayrımlar bir dışarıya yönelmez. Kimi noktalarda, doğanın mekaniğine benzer bir ‘duyguların mekaniği’ oluşturulmaya yönelik bir çalışma ereği göze çarpmaktadır; ama bu, bilime sahip olmayan kimi epistemolojik tezler ya da felsefenin epistemolojik boyutu olarak kalır.

Spinoza üzerine yürüttüğümüz tartışmada gördüğümüz, ontolojik materyalizm ile epistemolojik materyalizmin ‘disipliner’ ayrımı değil ‘sektörel’ ayrımıdır. Yani, bütünlüklü bir felsefi sistemin ontoloji ve epistemolojiyi materyalist olarak taşıdığı şeklindeki klasik felsefe sistemine uygun şemanın idealist çıktı veren disipliner tümlüğü karşısında, epistemoloji ve ontoloji arasında geçişsizliği öne süren sektörel ayrım. Burada her sektör kendi iç kategorileriyle değerlendirilebilir. Ne var ki kimi kategoriler geçişlidir ve bunlar ayrıştırılmalıdır. Spinoza’ya tamlık kazandırmak için ontolojisinin gücüne dayanan düzenleme girişimleri ve özellikle içkincilik temelli okumalar bu nedenle konumuz olmuştur. Spinoza ‘tamlık’ kazandığı oranda bizden uzaklaşmaktadır.

14- Spinoza’nın felsefi platformu bize kimi uçlar vermektedir. Sınırlı ve felsefe içi sorunsala dayalı bir açıklama olmakla birlikte, Spinoza’nın, nominalist felsefenin ontolojik bir indirgemeyle “tek tek şeylerin indirgenemez çoğullukları” savunusuyla realist felsefenin varlığın yasalılığı, bütünlülüğü ve bağımsızlığını birleştirme operasyonu yaptığını, bu iki kavgalı akımı bir araya getirdiğini iddia edebiliriz. Bu kesişme elbette Spinoza’nın içinde bulunduğu felsefi atmosferde baskın olan Kartezyen felsefeye karşı ifade edilecekti. Spinoza hiçbir zaman Kartezyen olmamıştır. Ama Kartezyen felsefenin sorunsal yumağıyla boğuşmuştur.

Spinoza’nın ontolojisinde Tanrı/doğa hiç kanıtlama ihtiyacı duyulmadan varsayılır. Evet, varlığın tekliği ve sonsuzluğu, Etika’nın[36] ilk 15 önermesinde basamak basamak kanıtlandı, fakat bu bir ontolojik kanıtlamadan çok ilk tanımlardaki kabulün temellendirmesidir[37] ve mantıksal bir ilerleyişi vardır.

Varsaydığımız iki felsefi miras, Spinoza okumalarında iki ontolojik materyalizmin dayanağını simgeler. Bir yanda, özellikle Tanrı/doğa’nın bütünleştirici monizmini nesnel idealizmle paralel görerek eleştiren, ‘yüklem’leri bir dolayım olarak alan ve ütopyacı sayarak, güç-çaba tematiğiyle varlıkların kipsel çoğulluğu ve indirgenemezliklerine bağlı içkincilik anlayışı nominalizmin materyalist eşiğine dayalı olarak bir geri çevirme yaptı. Her varlığın varoluşundan kaynaklı bir varolma direncine (conatus’a) sahip olduğu, bunun gücü doğrultusunda ve oranında varlığını sürdürmeye yöneldiği ifade edilerek nominalizmin alanı güçlendirildi. Sonuçta burada, varlıklar arasında bir eşitlik olmamakla birlikte, güçleri oranında varlıklarını koruyan tekillikler vardır. Spinoza’daki bu materyalizm Negri’nin dayandığı ayrımın temelidir.[38]

Diğer tarafta, Spinoza’da tam da varlıkların eşitliğini ‘yüklemler’ aracılığıyla savunan bir uzlaştırma anlayışı olarak ‘ontolojik paralelizm’, Tanrı/doğa’nın tamlığına dayanarak düşünce ve uzamın ontolojik denkliğini savunan bir indirgenemezlikle realizmin materyalist bir yorumuna açılır. Ancak burada ortaya çıkan ontolojik indirgenemezlik, Tanrı anlayışının sonsuzluğunu, yasalılığını paranteze alarak yüklemlerin eşitliğini Tanrı/doğa’nın ifadesi olmalarından kurar ve öncellik tezine rağmen savunur ki, burada idesiz idealizm/madde idealizmi belirmektedir.[39]

15- Tanrı fikrinin ontolojik kabulü, kaçınılmaz olarak Spinoza’nın felsefesi ile ilgili materyalizm tartışmasında eksik başlangıç olarak alınmalıdır. Spinoza’nın Tanrı/doğa’sı hiç de ontolojik bir müdahale değildir! Her durumda onun bir sonsuz, tek tek şeylere indirgenemeyen ‘yasa’ olduğu ifade edilir. Üstelik kendisinin de yasaya bağlı olduğu, kendinden dolayı zorunlu olarak ürettiği savunulur. Burada, ‘yüklemler’in birbirine indirgenemezliği ontolojik eşitlik olarak alındığında, Tanrı/doğa monist bir içkincilikle ‘varoluşa’ uzanamayan bir tıkanma yaşar ki Hegel’in Spinoza eleştirisi buradadır. Hegel’in ‘evrensizlik’ eleştirisi, bir bakıma, Spinoza’nın ontolojisinin olumsuzlama barındırmayan töz anlayışına ve yüklemleredir. Negri de Etika’nın ilk iki kitabında aynı durumu görür, ‘varlık lehine varoluş’u yitirme eleştirisinin bir benzerini sunar, ama farklı bir amaç için.

Spinoza’nın ‘yüklemler’i epistemolojik bir indirgenemezlik içinde kabul edildiğinde ve buradan değerlendirildiğinde sorunsal değişmektedir. Evet, ortada bir indirgenemezlik vardır; bir sektörel ayrımla, bu, epistemolojik düzeydedir.

16- İdesiz idealizm/madde idealizmi örneği olarak Spinoza uygun mudur? Alayoğlu yazısında ‘değini’ olarak, Spinoza’nın monizminin, materyalizmin ikinci tezine ulaşamadığı için ve bundan dolayı, idesiz idealizme yol açtığını öne sürüyor.

“Spinoza’daki, ontolojik materyalizmin ikinci aşamasını devreye almayan, madde formları arasında hiyerarşik ilişki tanımayan idesiz idealizmdir.”[40] Spinoza’nın herhangi bir ‘varlık hiyerarşisi’ tanımadığı, yeni-Platoncu türümcülükle herhangi bir ilişkisi olmadığı doğrudur. Tanrı-yüklemler-kipler biçimindeki şema bir varlık hiyerarşisi taşımaz. Varlık aynı kiplikte olmamakla birlikte, sonlu ve sonsuz varlıklar için aynı anlamdadır. Bu, Spinoza’nın ontoloji içinde ayrımlarının olmadığını kanıtlamaz. Farklı yüklemlere dayanan kipler arasında ayrım olduğu gibi, aynı yüklemin kipleri arasında da ayrım vardır. Sorunsalı olmamasına rağmen Spinoza’nın aykırı materyalizmi ontolojide indirgenebilirlik yönünde kimi çıktılar vermiştir.

17- Spinoza’ya başvurmak daha yararlı olabilir: “İnsan anlığını oluşturan ideanın nesnesi bedendir, ya da edimsel olarak belli bir uzam kipidir ve başka bir şey değildir” (EII. Ö. 13) önermesi, bir öncelik tezinin ifadesi olduğu kadar Spinoza’nın çalışmasında da önemli bir eşiktir. Bu önerme ‘belit’ler ve ‘yardımcı önermeler’le devam eder ve ağırlıkta beden mekaniği için uzam yükleminin incelenmesini oluşturur. “Tüm cisimler ya devinim ya da dinginliktedir.” (EII. Ö13. Belit 1) “Her cisim kimi zaman yavaş kimi zaman hızlı devinir.” (EII. Ö13. Belit 2) Belitler ile materyalist mekanikte bir ayrım da beraberinde gelir: “Cisimler birbirlerinden devinim ve dinginlik, hız ve yavaşlık açısından ayrılırlar, töz açısından değil.” (EII Ö13. Yardımcı önerme 1) Etika’nın düzeni düşünüldüğünde duygulara ulaşmak için cisimlerin incelenmesi dikkat çekicidir. Bir öncelik tezi, ya da madde formları arasında ayrım yapma girişimi ve bunun dönemin bilgisine dayandırılarak bir mekanik aracılığıyla ifade edilmesi örneği verilmektedir.

Spinoza’nın felsefesinde belki de idealizme en açık nokta, saf ontolojik okuma dışında ‘duygu’ tanımlamalarıdır. Spinoza, “insan eylem ve itkilerini tıpkı çizgiler yüzeyler ya da cisimleri ele alıyormuş gibi irdeleyeceğim” (EIII. Önsöz) taahhüdünde bulunur ve bu zorlu işe girişir. Sonuçta ‘Duyguların Genel Tanımı’, “Duygu bir karışık ideadır ki onunla anlık bedenin ya da onun bir parçasının öncekinden daha büyük ya da daha küçük bir varoluş kuvvetini doğrular, ve verili olması yoluyla anlığın kendisi şunu değil de bunu düşünmeye belirlenir” (abç) (E. III. Duyguların Gen tanımı) biçimindedir. Bu tanım, öncelik tezine, bir ayrım noktası olarak maddenin formları arasında ayrım yapmaya elverişli ‘varoluş kuvvetini’ de ekler.

18- Sorun burada Spinoza’nın epistemoloji içi ayrımının indirgenemezliğinin ontoloji ile ilgili konu edilmesidir. Tanrı/doğa’nın kendisi böyle bir sorunu gündeme getirir. Spinoza’nın sorununun başladığı nokta burasıdır. Bir seçim gündemimizdedir: ya Tanrı/doğa’nın epistemolojik ele alınışı kabul edilecek ‘Tanrı Fikri’ Spinoza’daki yüklemler arasındaki indirgenemezlikle birlikte tanınarak dayanak noktası yapılarak savunulacak ya da Tanrı/doğa ontolojik monizmi ve ontolojik bir nedensellik de dahil olmak üzere bir yığın uyuşmazlık içine dalınacaktır. Spinoza, ağırlığını, ‘felsefe’ olduğu sürece bir ontolojik tamlık arayışında bulacaktır. Ki bu sadece monizm değil materyalizmin ikinci aşamasını da içerir. Ancak bu bizi pek ileri götürmez.

Spinoza’da bir ‘ontoloji’ varsaymak ve Tanrı/doğa’nın epistemolojik kabulü ise yol açıcıdır. “Tanrı ya da Doğa dediğimiz o bengi ve sonsuz varlık varolduğu aynı zorunluluk ile devinir.” (EIV. Önsöz) Spinoza’nın uygun bir materyalist okuması da yer yer Spinoza’ya rağmen buna yakın durmalıdır: “Bengilikte hiçbir ne zaman ya da önce ya da sonra olmadığı için salt Tanrı’nın eksiksizliğinden şu çıkar ki Tanrı buyurmuş olduklarından başka herhangi bir şey ne buyurabilir ne de buyurmuş olabilirdi, başka deyişle; Tanrı ne buyurduklarından önce olmuştur, ne de onlar olmaksızın olabilirdi.” (EI. Ö.33 Not 2) Etika’nın daha başlangıcında Spinoza yaptığı ayrımla epistemolojik duruşunu ortaya koyar: “Düşünce bir başka düşünce tarafından sınırlanır ama bir cisim düşünce tarafından sınırlanmaz, ne de bir düşünce cisim tarafından sınırlanır.” (E.I Tanım 2) Bu ayrımın karşılığının ontolojide aranmasının karşısında durulmalıdır.

19- Monizmin ontolojik düzeye ilişkin bir tanımlama olduğunu, birinci materyalist tezin varlığın madde olduğunu ifade etmiştik. Bu ontolojik tez belirleme ilişkisini nasıl dikkate alır ya da almaz? “Spinoza’nın belirleme ilişkisini dikkate almayan monizmi”[41] Alayoğlu’nun eleştirisine uğruyor ve Alayoğlu, bu monizmde, Althusser’in olumsuz anlamda yani ontoloji probleminde, Spinozacı olduğunu belirtiyor.

Öncelikle Spinoza’nın felsefesi baştan sona belirlenim anlayışı üzerine kuruludur: “Verili bir belirli nedenden etki zorunlu olarak doğar; ve buna karşı, eğer hiçbir belirli neden yoksa, bir etkinin doğması olanaksızdır.” (E.I Belit 3) “Etkinin bilgisi nedenin bilgisine bağlıdır ve onu içerir.” (E.I Belit 4) “Şeyleri olumsal olarak değil ama zorunlu olarak görmek usun doğasına özgüdür, şeylerin bu zorunluluğu gerçekte olduğu gibi, başka bir deyişle, kendinde olduğu gibi algılanır. Ama şeylerin bu zorunluluğu Tanrı’nın bengi doğasının zorunluluğunun kendisidir, öyleyse şeyleri bu bengilik doğası altında görmek usun doğasının özüdür. Dahası, usun temelleri kavramlardır ki her şeye ortak olan şeyleri açıklarlar ve hiçbir tekil şeyin özünü açıklamazlar, dolayısyla zaman ile herhangi bir ilişki olmaksızın ama belli bir bengilik türü altında kavranmalıdırlar.” (EII Ö44. Sonurgu 2)

Bu uzun alıntıyla Spinoza’nın belirlenim anlayışının ontolojik temelde olmadığı, epistemolojik bir kabul olduğu netleşmiş olmalıdır. Alayoğlu’nun eleştirisi, hem belirlenimin hem de monizmin maddenin formları arasında ayrıma kapalı olduğu koşullarda aynı sistemde olamayacağı ise, salt monizm savunusu da bir belirlenim savunusuna, üstelik indirgemeci bir belirlenim savunusuna yol açabilir. Sonuçta, Marksizm içinde ‘Marksist felsefe’nin bir kanadı, bu güzergâhta ilerlemiş, ‘ekonomik indirgemecilik’ biçiminde baskın bir karakter kazanmıştır. Althusser’in yaptığının da Marksizm içinde yaşanan bu teorik tartışmaya müdahale olduğu biliniyor. II. Enternasyonal Marksizmi olarak kimlik kazanan bu indirgemecilik türünün daha inceltilmiş uzlaşmacı versiyonları da vardır. Ayrıca bu felsefi-teorik eğilime tepkinin diğer bir yüzü de Marksizmi felsefe ile denkleştiren tarihselcilik olarak yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Althusser kendi epistemolojik ayrımlarına ters bir şekilde ‘toplumsal formasyon’ ile ‘üretim tarzı’nı bilim içi ayrımın dışında felsefi bir ayrıma tabi tutar. Buna göre ‘toplumsal formasyon’ (ekonomi-ideoloji-politika düzeyleriyle) konjonktüre ait kabul edilir. Bilimin felsefi sömürüsüne olanak tanıyan bir felsefi müdahaledir bu. ‘Üretim tarzı’, tarihbilimsel bir kavram olarak konjonktürde üretim tarzıyla karşılanır. Toplumsal formasyon içindeki düzeyler ayrımıyla ‘belirlenimi’ indirgemecilikten kurtarmaya çalışan Althusser, farklı bir indirgemecilik içine düşmüştür. O, bilgi nesnesi içindeki soyutlama derecelerine ontolojik düzeyde karşılık aramış ve belirlenimi ‘son kerte’ye atarak silmiştir. Althusser’in günahı, Spinozacı olması değil, bir bakıma, epistemolojik düzeyde edindiği Spinozacılığı yeterince işletememesi, ihmal etmesidir.[42]

 



[1] “Marx’ın teorik düşüncesi kendisini bir felsefe olarak değil felsefeye bir alternatif, bir felsefe olmayan, hatta bir anti-felsefe olarak sunar…” Etienne Balibar, Marx’ın Felsefesi, Çev.: Ömer Laçiner, Birikim Yay., İstanbul 1996, s. 7. Konumuzun sınırlarını aşmakla birlikte Balibar’ın ifadesinden yola çıkarsak “Marksist felsefe” kurma girişimleri Marksizm içinde hiç bitmemiş iki ana güzergah izlemiştir. Felsefe olarak felsefe ve anti-felsefe olarak felsefe. Klasik felsefeye bağlı Marksist felsefe oluşturma girişimleri ‘tutarlı bir felsefe inşa etme’ çabasıyla tüm düşünce tarihi –burada felsefe tarihi– içinde Marx’ı bir yere oturtmaya ve diğer felsefelerle bağlantılı ele almaya yönelmiş, Genç Marx’ın metinlerinin tanıdığı olanakla yorumsama girişimiyle farklı uçlar vermiştir. Marx’ın felsefe dışını işaret eden ‘pratik’ kategorisi yine Engels ve Lenin’i izleyerek başka bir ‘Marksist felsefe’ girişimi sonucu verir. Felsefenin ontolojik boyutunda izlenebilecek olan bu felsefe doktrin olarak iş görmüş ve Ekim Devriminin nüfuzuyla ideoloji olarak edinilmiştir.

[2] A.g.e., s.7.

[3] Sebastiano Timpanaro, “Praksis ve Materyalizm”, Çev.: G. Emek Aytaç, Teori ve Politika 16, s.57.

[4] Metin Kayaoğlu, “Felsefede Marksizmin Sonuşmaz Problemi”, Teori ve Politika 6, s. 4

[5] A.g.e., s. 25

[6] F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Çev.: Sevim Belli, Sol Yay., Ankara 1992, s. 20.

[7] A.g.e., s.24. Engels’in bu ontolojik vurgusuna Lenin’in epistemolojik yaklaşımı da eklenmelidir: “Bilinebilir dünya (sonlu ya da sonsuz) her tür akıldan bağımsız olarak vardır tersi değil.”

[8] A.g.e., s.21.

[9] M. Kayaoğlu, a.g.e., s.4.

[10] A.g.e., s.28.

[11] Slavoj Zizek’in felsefesi bu duruma iyi bir örnektir. Onun elinde her türlü veri felsefeleşmektedir. Klasik felsefenin bir tür elitizmle edebiyat eseriyle uzandığı gerçekliğe Zizek popüler kültür ürünlerini ayırt etmeden ‘gerçeklik’ vizyonu olarak felsefesine dahil eder.

[12] Alain Badiou, Felsefe İçin Manifesto, Çev.: Nilgün Tutal, Hakkı Hünler, Aralık Yay., İstanbul 2005, s.138

[13] Alain Badiou, “Hegel ve Bütün”, Çev.: Damla Şikel, MonoKL, Sayı IV-V, Yaz-Sonbahar 2008, s.431

[14] Alain Badiou, Felsefe İçin Manifesto, a.g.e., s. 21

[15] M. Kayaoğlu, a.g.e., s.14

[16] Ali Osman Alayoğlu, “Materyalist Olmak ve Kalmak”, Teori ve Politika 54, Aralık 2010, s. 81

[17] Johnathan Joseph, “Eleştirel Gerçekçiliğin Marksizme Faydalı Olabileceği Beş Nokta”, Çev.: Ebru Deniz Ozan, Praksis 1, Kış 2001, s.152

“Felsefe Marksizmin içine sızıp kendi şemasını dünyayı algılayışımıza dayatmamalıdır. Yalnızca Marksizm (tarih bilimi / b.n.) toplumsal dünyanın özgül niteliklerinin çözümlemesini yapabilir çünkü bu felsefenin değil bilimin görevidir.” A.g.e., s. 152

[18] M. Kayaoğlu, a.g.e., s. 8

[19] Metin Kayaoğlu, “’Eleştiri Silahı’ ve ‘Silahların Eleştirisi’”, Teori ve Politika 8, Sonbahar 1997, s. 5

[20] “Materyalizmden, her şeyden önce doğanın ‘akıl’a olan önceliği veya isterseniz fiziksel düzeyin biyolojik düzeye ve biyolojik düzeyin sosyo-ekonomik ve kültürel düzeye önceliğini anlıyoruz. Hem kronolojik öncelik anlamında hem doğanın hala insan üzerinde gösterdiği ve en azından tahmin edilebilir gelecekte de göstermeye devam edeceği koşullandırma etkisi anlamında.” S. Timpanaro, “Materyalizm Üzerine Düşünceler”, Çev.: Ayşegül Ertuğrul, Teori ve Politika 7, Yaz 1997, s. 50

[21] M. Kayaoğlu, “’Eleştiri Silahı’ ve ‘Silahların Eleştirisi’”, a.g.e., s.12

[22] Saffet Murat Tura, “Öznesi Olmayan Süreç I”, Baykuş 3, Eylül 2008, s.131-49. “Öznesi Olmayan Süreç II”, Baykuş 4, Haziran 2009, s. 221-41. “Öznesi Olmayan Süreç III”, Baykuş 5, Kasım 2009, s.183-205

[23] Ali Osman Alayoğlu, “Materyalist Olmak ve Kalmak: Saffet Murat Tura Eleştirisi”, a.g.e.

[24] A.g.e., s. 81

[25] M. Kayaoğlu, a.g.e., s.12

[26] A.O. Alayoğlu, a.g.e., s. 97.

[27] Alayoğlu’nun Althusser’den yaptığı alıntıda “apriori öğeler” bilimin şimdiye kadarki gelişiminde değerlerini ortaya koymuş, bundan dolayı da bilimsel görüşlere temel yapılmış olan ilkelerdir. Fakat bunlar, insan zihnine başlangıçta ve son olarak varılmış değişmez bilgiler değildirler diye tanımlanmaktadır. Alayoğlu da “bilimlerin bilimsel teorik sistemleri vardır ve bu sistemde apriori öğeler bulunmaktadır” belirlemesinde bulunur. Felsefe epistemolojik düzeyde bir teori olarak alınmalıdır ve onun içinde de apriori öğelerin benzer bir şekilde öncüller olarak işlevlendirilmesine olanak tanınmalıdır. Alayoğlu, a.g.e., s.104.

[28] Kayaoğlu, a.g.e., s.20

[29] “Epistemolojik materyalizm, (tabii felsefe içinde) ikici tezi savunmak durumundadır. Bilgi ile gerçek arasında epistemolojik bir sınır çekilmelidir.” M. Kayaoğlu, a.g.e., s.20.

[30] Roy Bhaskar ,“Felsefe ve Bilimsel Realizm”, Çev.: Aysel Kara, Teori ve Politika 4, Güz 1996, s. 70

[31] R. Bhaskar, a.g.e., s. 69

[32] A.g.e., s. 63

[33] A.O. Alayoğlu, a.g.e., s. 104

[34] M. Kayaoğlu, a.g.e., s. 18-19

[35] Spinoza, Tractatus Politicus, Çev.: Murat Erşen, Dost Kitabevi Yay., Ankara 2007, s. 11.

[36] Spinoza, Etika, Çev.: Hilmi Ziya Ülken, MEB Yay., Ankara 1965; ve Törebilim, Çev.: Aziz Yardımlı, İdea Yay., İstanbul 2000. Etika’dan yapılan alıntılar metin içinde alıntıdan sonra parantez içine alınarak belirtilmiştir. Etika için ‘E’ harfi, önerme için ‘Ö’ harfi, kitap numarası için roma rakamı, önerme numarası için arap rakamı kullanılmıştır.

[37] “Tanrı ile saltık olarak sonsuz varlığı, eş deyişle her biri bengi ve sonsuz özü anlatan sonsuz yüklemden oluşan tözü anlıyorum.” (E1 tanım 6)

[38] S. Y. Bulduruç, “Spinoza mı Hegel mi?: Negri’nin Kurallı Felsefesi”, Teori ve Politika 53

[39] Hardt’ın ele aldığımız değerlendirmesi bu alanda yer alır. S. Y. Bulduruç, “Fenomenolojik Spekülasyon mu, Epistemolojik Materyalizm mi?”, Teori ve Politika 54, Aralık 2010

[40] A.O. Alayoğlu, a.g.e., s. 99

[41] Alayoğlu, a.g.e., s. 99

[42] “Althusser’e göre, toplumsal formasyonun oluşturucu öğeleri ekonomi, politika ve ideolojidir. Ekonomik pratik üretim ilişkilerinin bir başka ifadesidir. Althusser konjonktürü toplumsal formasyonun ya bir uğrağı ya da kendisi olarak değerlendiriyor.” (Metin Kayaoğlu “Üretim ve Sınıflar”, Teori ve Politika 19-20, Yaz-Güz 2000, s.111) “Üretim tarzı ile toplumsal formasyonun her ikisi de bilgi alanında olan ama sadece bir anlam statü farkı olabilen iki nesnedir: bilgi nesnesi. Üretim tarzının varlığı nasıl ifade edilebilirse toplumsal formasyonunki de aynı temel şekilde ifade edilebilir” (s.115)

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar