Ana SayfaArşivSayı 24-25Tarih Kıtasında Belirleme İlişkisi

Tarih Kıtasında Belirleme İlişkisi

Tarih Kıtasında Belirleme İlişkisi

Cohen’in Marksizmini Anlamak

Musa Sala

Marksizmin sektörleri bilim-felsefe-politika; teori-politika-pratik arasında varolan çatışkılı durum kriz dinamiklerinin temeli olarak varsayılmaktadır. Marksizmin dünyayı açıklama, anlama ve dönüştürme gücü, bu sektörlerin birbirine rağmen varolma yetisinde yaşanan teorik-pratik krizde, aktüelliğini kaybetmiş durumdadır. “Bir bilim olarak tarihsel materyalizm, son 60 yılda, toplumsal yapıların değişim, gelişim ve dönüşümünü, tarihsel olay ve olguların dinamiğini izleme, nedensellikleri ortaya koyma konusunda yeterli ürünler verememiş, burjuvazinin ideolojik ve bilimsel cephesini yeterince karşılayamamıştır.”[1] Bu durumun önemli bir nedeni hem sektörlerin birbirine olan etkisidir, hem de her bir sektör içinde varolan karşıt eğilimlerdir. Poulantzas, tarihsel materyalizm hakkında şunları söyler: “Tarihsel maddecilik ya da tarih bilimi, konu olarak aldığı tarih kavramını çeşitli üretim biçimlerinin ve toplumsal formasyonların yapıları, oluşumları, işleyişleri ve sosyal formasyonların birinden diğerine geçiş biçimleri açısından inceler.”[2] Toplumsal formasyonların birinden diğerine geçiş sorununda merkezi kavram/yapı üretim tarzıdır. Üretim tarzı öğelerinden (üretici güçler ve üretim ilişkileri) hangisinin temel belirleyen olduğu tartışması Marksist tarih biliminde iki farklı eğilimin belirmesine neden olmuştur: Üretici güçlerden üretim ilişkilerine doğru bir belirleme ilişkisi ile üretim ilişkilerinden üretici güçlere doğru bir yön. Belirleme anlayışında yaptığımız bu kaba tasnif farklı tarih kuramlarına neden olmaktadır. Birincisine denk düşen görüş tarihin motorunun üretici güçler olduğunu iddia ederken, ikinciye denk düşen görüş tarihin motorunun sınıf savaşımı olduğunu savunur. Ancak her iki görüş birbirine üstünlük sağlayacak teorik bir konumlanışa sahip değildir. Her iki görüş aynı kavram/yapı bütünlüğünün açıklayıcı gücüne farklı anlamlar ve etkiler yükleyerek kendi gidimli düşüncelerinin sonucuna varmaya çalışmaktadır.

Üretim

Üretim teknik bir sürece indirgenebilir mi? Üretim salt fiziksel olana ya da doğaya indirgenebilir mi? Tarihsel materyalizmin teknolojik bir yorumunu savunduğunu belirten Cohen’in kuramsal girişimi tartışmayı yürütebileceğimiz uygun bir zemin vermektedir.

Cohen, Marx’ın “üretim tarzı” ifadesini üç anlamda kullandığını söylemektedir. Bunlar, maddi tarz, toplumsal tarz ve karma tarzlardır. Cohen’e göre maddi tarz üretimi tekniğe indirger. “Maddi tarz: Bu, insanların kendi üretken güçleriyle çalışma şekli, içine girdikleri maddi süreç türleri, aralarındaki uzmanlaşma ve işbölümü biçimleridir. Çevrili alanlar parça çiftliğin yerini aldığında, motorlu tezgah el tezgahına üstün geldiğinde, daktilo tüy kalemini kapı dışarı ettiğinde, maddi üretim tarzında bir değişiklik var demektir. Burada “tarz”, “teknik”le neredeyse aynı anlama gelir […] Sovyet kolektif tarımı ile Amerikan “tarım işletmesi”, benzer yöntemler ve üretim aletleri kullanarak toprağı sürüyor, tohumu ekiyor ve hasadı biçiyorlarsa, aynı maddi üretim tarzını sergilerler.”[3] Cohen maddi tarzı, üretken güçler arasında teknik bir işbölümü olarak ifade eder.

Üretken güçlerin teknik işbölümünü, sürecini belirleyen yasallıklar var mıdır, yoksa bunlar rastlantı eseri mi bir araya gelmişlerdir? Cohen’de belirleme ilişkisi, “Üretken güçler® Maddi üretim ilişkileri® Toplumsal üretim ilişkileri® Mülkiyet ilişkileri (Otorite ve hak dağılımı)”[4] ise, üretimde benzer üretim aletleri ve yöntemleri kullanan Sovyet ve Amerikan toplumları benzer toplumsal üretim ilişkilerine ve mülkiyet ilişkilerine mi sahiptirler? Aynı soru feodal üretim ve Asyagil üretim için de gündeme getirilebilir: Tarım ekonomisine dayalı, üretici güçleri ve üretimde kullanılan yöntemleri çok da farklı olmayan bu üretim tarzlarında, toplumsal üretim ilişkileri ve mülkiyet ilişkileri neden farklıdır? Belirleme ilişkisi okların gösterdiği yönde sonuna kadar götürülürse, aslında söz konusu edilen toplumsal formasyonlarda, maddi üretim benzer olduğu için toplumsal üretim ilişkileri ve mülkiyet ilişkilerinin benzer olduğunu söylemekten başka çıkar yol gözükmüyor. Böyle bir durumda, mesela Troçkist yazının Sovyetler Birliği eleştirisi uygun hale gelmektedir: Sovyetler için bürokratik devlet aygıtının ve devlet kapitalizmin hüküm sürdüğü bir toplumdan söz ederiz. Sovyetler’de ve ABD’de kullanılan üretim benzer olsa da bu iki ülkenin farklı toplumsal ilişkilere ve mülkiyet ilişkilerine sahip olduğunu iddia etmek, Cohenci belirleme anlayışında daha fazla durmamıza imkan sağlamaz. Bu durumu açıklamada Althusserci belirleme anlayışı daha uygun bir kuramsal çerçeve sunmaktadır. Althusser’de üretim tarzını oluşturan öğeler ekonomi, politika ve ideolojidir; ama son kertede ekonomi belirleyicidir.

Cohen’i anlamak

Cohen üretken güçlerin ekonomik yapıya dışsal olduğunu söyler. “Üretken güçler, ekonomik yapının hiçbir parçasını oluşturmadıkları halde, niteliğini güçlü bir şekilde belirler.”[5] Ekonomik yapıyı oluşturan şey ise üretim ilişkileridir. “Üretim ilişkileri ya kişilerin üretken güçler ya da kişiler sahipliği ilişkisi, ya da bu tür sahiplik ilişkilerini varsayan ilişkilerdir.”[6] Cohen maddi tarzı üretken güçlerle tanımlar, onun içine üretim ilişkilerini sokmaz. Bu durumda Sovyetler ile Amerikan toplumsal formasyonlarını birbirinden ayırmak pekala mümkündür. Bu toplumsal formasyonlarda benzer üretici güçler, yöntem ve teknikler vb. kullanılıyor olsa da sahiplik ilişkisi yani üretim ilişkisi farklıdır. İlkinde üretim ilişkisinden kaynaklı olarak tüm artığa işçi sınıfı adına elkoyan devlet iken, ikincide yani ABD’de el koyan bireysel kapitalisttir. Cohen Althusserci anlayışa yaklaşır; üretim ilişkisi toplumsal formasyonu belirleyebilmektedir. Cohen üretici güçlerin tüm süreci belirlediğinde ısrarlıdır, ama tutarlı değildir. Çünkü Cohen bir toplumsal formasyonun ekonomik yapısını üretim ilişkileri kümesi olarak ve bu ilişkileri de üretken güçler üzerinde fiili güç ilişkisi olarak tanımlar. Bu asıl olarak üretken güçlerin içine üretim ilişkisi kümesini dahil etmektir. Hemen şunu söylemek mümkün: Artık-ürün ya da artı-değer karşılığı ödenmemiş emektir ve bu, üretici güçlerin kendi içinde belli dağılımı önvarsayar: Egemen sınıfın üretim araçlarına sahip olması gibi.

M. Kayaoğlu, Cohen’den hareketle maddi üretim tarzındaki doğanın üretim güçleri olduğunu söyler ve maddi üretim tarzının öğelerinin ise üretici güçler ve maddi üretim ilişkileri olarak tanımlar.[7] Cohen’in önemle durduğu nokta maddi üretim tarzında ekonomik yapıya ait hiçbir ilişki biçimi tanımlamamaktır. Kendisi bunu Marx’ın 1859 Önsözüne rağmen yaptığını söyler. Cohen’e göre maddi ilişkiler çalışma ilişkileridir ve ekonomik yapının alt tabakası olarak üretken güçlerin yanı başına uygun düşer.[8] Üretici güçlerin fiziki olarak gelişmesi, çalışma ilişkilerini değiştirir. Cohen’in çalışma ilişkileri olarak tarif ettiği şey üretim güçlerinin teknik örgütlenmesidir; en genel ifade ile üretim içindeki işbölümüdür.[9] Bu durumda işbölümü rastlantısallıktan çıkarılmış üretici güçlerin gelişmesiyle belirlenen bir iç-ilişki haline getirilmiş olur. Peki, üretici güçlerin gelişmesini sağlayan itici güç nedir?

Cohen’de rasyonel açıklama

Cohen’de belirleme anlayışını anımsayalım: Üretken güçlerden maddi üretim ilişkilerine, buradan da toplumsal üretim ilişkilerine doğru açıklayıcı bir yön. Ama hala benzer üretici güçler ve teknik örgütlenmeyi kullanan iki toplumun, nasıl olup da farklı toplumsal üretim ilişkilerine sahip olduğunu açıklayamadık. İşbölümünün ya da çalışma ilişkilerinin rastlantı eseri mi ortaya çıktığı sorusu şimdi üretici güçler için sorulmaktadır. Cohen üretici güçlerdeki teknolojik bir değişikliğin hemen anında üretim ilişkilerine yansımadığını söylemektedir.

Cohen üretici güçlerin maddi çalışma ilişkilerini belirlediğini anlatırken aydınlatıcı olmak adına basit örnekler verir. Verilen ilk örnek ordunun piyade tüfeklerinden makinalı tüfeklere geçişinde teknik örgütlenmeyi nasıl değiştirdiğidir. Bu örnek oldukça açıklayıcıdır: Piyade tüfeğinin tek asker gerektirdiğini, makinalı tüfeğin ise üç asker gerektirdiğini [bu teknik örgütlenmede yani maddi çalışma ilişkilerinde bir değişikliktir], bu değişikliğin ise otorite yapısını nasıl değiştirdiği açıklanır.[10] Ama bu çalışma ilişkilerinin üretim ilişkilerini nasıl olup da belirlediği açıklan(a)mıyor.

Cohen’in verdiği ikinci örnek hem üretici güçlerin gelişmesini açıklar hem de üretici güçlerdeki gelişmenin birebir çalışma ilişkilerine hemen yansımadığını açıklar. İkinci örnekte Cohen taşımacılıkta bottan ikili kanoya geçişi anlatır. “Kano, tek kişilik deniz taşımacılığını güçlü bir şekilde destekleyen kürekli bot toplumunda icat edilir. Bunun nasıl yapıldığı önemli değil; fakat zihnimizde canlandırmak açısından, güçlü bir denizci kahramanlığı ideolojisinin varolduğunu ve işbirliğine dayanan denizciliğin kadınsı görüldüğünü varsayalım. Kültür, botların şeklinde ve bileşiminde yeniliğe hoşgörülüdür; bu nedenle kanoların gelişine izin verir: Daha kolay yapıldıkları için, botları inşa için gerekli sert ağaçlar tükendiği için, ya da daha zarif olduğu için kanolara geçilir.”[11] Burada iki varsayım var, birincisi ideoloji üretici güçlerin gelişmesini sağlayabilmektedir; ikincisi botları üretecek hammadde tükenmiştir. Ya da bir üçüncü varsayım: Bunların her ikisi de mümkündür. Cohen Althusserci anlayışa iyiden iyiye yaklaşmıştır; ideolojik düzey üretici güçlerin gelişmesinde etkili olabilmektedir. Hemen sonrasında Cohen şunu söyler: “İdeoloji o kadar güçlüdür ki, bir kanoyu yürütmek için birden fazla kişinin gerekli olmasını yasaklar.” Sovyetler Birliği’nde ideoloji o kadar güçlüdür ki, artığın bireysel kapitalistte birikmesini yasaklar. Toplumsal formasyonun üç düzeyle (ekonomi, ideoloji, politika) tanımlanmasıyla karşı karşıyayız. İdeoloji, üretici güçlere rağmen çalışma ilişkilerini yasaklamaktadır. Çalışma ilişkilerinin yasaklanması toplumsal üretim ilişkilerinin gelişmesine de engel olur.

Cohen ideolojinin engeline rağmen iki kişilik kanolara geçişin işlevsel açıklamasını geliştirir. “Toplumun, ideolojisinde rahat ya da sıkıntılı uyarlamalarla gelecekte iki kişilik kanoların olacağını umabiliriz. O zaman, iki kişinin kanolarının öne geçmesi, işlevsel açıdan açıklanacaktır. […] Kanoyu yürütme şekli rasyonel olduğu için iki kişinin kullanması beklenir ve insanlar bir bakıma rasyoneldir.”[12] Böylece Cohen üretici güçlerin gelişmesini rasyonel olmayla bağlantılandırmaktadır. Botları üretmek için kullanılan hammadde, sert ağaçlar tükenmiştir, bu durum rasyonel hareket eden insanları içi oyulan yumuşak ağaçlara yöneltmektedir. Cohen, “üretici güçlerin temel olduğunu ileri sürer, çünkü o bir anlamda, dışsal bir öğenin ürünüdür; üretici güçlerin ve ilişkilerinin ötesinde yer alan ve bunları yönlendiren devindirici bir güç vardır. Üretici güçleri geliştirerek kıtlığı altetmek ve koşulları iyileştirmek için çabaya iten, her insanda varolan rasyonel bir dürtü, insan rasyonelliği Cohen’e göre devindirici güçtür.”[13]

Cohen üretici güçlerin gelişmesini ekonomi dışı bir kategori olarak değerlendirir. Üretici güçler ekonomiye dışsaldır ve aynı zamanda onları gelişmeye iten şey de dışsaldır. Marx’ın ise makinelerin gelişimini işbölümünden türetmeye çalışan Proudhon’a cevabı şöyledir: “Makinenin kökenini kavrayamayan M. Proudhon, gelişimini hiç kavramamıştır. 1825 yılına dek -ilk genel bunalım dönemi- tüketim taleplerindeki artışın üretim artışlarından genellikle daha hızlı olduğu ve makinelerde görülen gelişmenin, pazar gelişmelerinin kaçınılmaz bir sonucu olduğu söylenebilir. 1825’ten bu yana, makinenin icadı ve uygulanması, işçilerle işverenler arasındaki savaşın sonucu olmuştur yalnızca. Ama bu, ancak, İngiltere için doğrudur. Avrupalı uluslara gelince, bunlar, makine kullanmaya hem kendi pazarlarındaki ve hem de dünya pazarlarındaki İngiliz rekabeti yüzünden itilmişlerdir.”[14] Marx burada gelişmeyi ekonomik kategorilerle açıkladığı gibi, (rekabet, pazar ilişkileri vb.) tabloya sınıf savaşımını da dahil eder. Üretici güçlerdeki gelişmeyi sağlayan temel şey üretici güçlerdeki “kendiliğinden” gelişme mi, yoksa üretim tarzı öğelerindeki çelişki midir?

Cohen’in insan rasyonelliği tarih üstü bir öze sahiptir ve o öz her toplumsal aşamada geçerlidir. Tarihin ilerlemesinin özü vardır, o da kıtlıkla mücadele eden insan rasyonelliğidir: “İnsan ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar kıttır.” Jorge Larrain’in Cohen’in öncelik tezine dair yorumu şöyledir: “Bu öncelik tezi, üretici güçlerdeki değişmelerin, üretim ilişkilerinde değişim yaratmasını gerektirir. Ama, üretim ilişkilerinin esas belirleyeni üretici güçlerdeki değişmeler değildir. Üretici güçlerin onu ilerletmek eğiliminde olması, insanların zekalarını rasyonel ve doğal olarak, tarihsel bir yoksunluk durumunun üstesinden gelmek için kullanmalarından ötürüdür.”[15]

Ontolojik koşul: Üretimin önkoşulları

Cohen üretimin önkoşullarını tarih biliminin açığa çıkardığı içerik olarak tanımlar. İçerik biçimsiz varolamaz, fakat bu içeriğin önemini azaltmaz. Ekonomi disiplini, toplumsal biçimi açığa vuran yasaları ve olguları inceler. Ancak ekonomik biçimden bağımsız “şeyler”de vardır. Cohen’e göre Marx, “bir içerik incelemesi, bir sinai teknoloji incelemesi yapmak ister.”[16] Cohen içerik ile biçim arasında yaptığı ayrımda kullanım-değerini ve değişim-değerini karşılaştırır. Maddi bir süreç olarak kullanım-değeri bir içeriktir, ama değişim-değeri biçimdir. “Kullanım değeri doğal ve toplum-altıdır.”[17] Kullanım-değerini üreten maddi üretimin ekonomi dışında yasaları vardır. Ve tüm bu “doğal” yasallık tarihsel toplumsal formasyonu belirler. Tarih bilimi bu “doğal yasaları” ortaya çıkarmalıdır. Cohen’in Marx’ın Tarih Teorisi adlı eserinin gerçekleştirmeye çalıştığı savunu budur. Ancak bir önceki bölümde ortaya çıkan şudur ki; üretici güçlerin gelişmesinde bir yandan ideolojik ya da kültürel kerteleri varsayarak tutarsızlığa düşmüş, bir yandan da kıtlıkla mücadele eden insan rasyonelliğini maddi sürece egemen kılarak tarih bilimini antropolojik insan anlayışına indirgemiştir. Bu nedenle ona göre maddi olarak kavrandığında emek süreci, toplumsal olmaktan çok insanidir, dolayısıyla ürünü de öyledir.[18] Cohen üretimin önkoşullarının belli yasalara tabi olduğunu açıklamaya çalışırken insan rasyonelliğine başvurur.

Cohen’e göre kullanım-değeri bir insani gereksinme olarak tüm toplumsal formasyonlarda az-çok değişmekle birlikte hep var olacaktır; kullanım-değeri toplumsalın dışında, değişim-değerinin biçimleri için ortak bir özdür. Cohen, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’dan şu alıntıyı yapar: “Kullanım-değeri herhangi bir kesin iktisadi belirleme ile ilgisiz bulunduğu zaman, yani kullanım-değeri ancak kullanım-değeri olarak ele alındığı zaman, ekonomi politik alanına girmez.”[19] Bu alıntının devamı şöyledir: “Kullanım-değeri, ancak kendisi kesin bir iktisadi belirleme teşkil ettiği zamandır ki, ekonomi politik alanına girer. O zaman kullanım-değeri, belirli bir iktisadi ilişkinin, değişim-değerinin doğrudan doğruya ortaya çıktığı bir maddi temel oluşturur.”[20] Cohen bir yandan Marx’ın maddi üretimin, toplumsal biçime bürünmedikçe tarihte gerçekleşmeyeceği, ve maddi sürecin üretimin herhangi bir fiili tarihsel evresini tanımlayan soyut bir kavramlaştırma olduğu yollu ifadelerini kabul eder, hem de içeriğin ekonomik kategoriler kullanmadan tanımlanabileceğini söyler. Bu nedenle o üretimin dışında bir yerlere referansda bulunur. Katkı’daki maddi temel vurgusu ona göre ‘saf madde’dir ve insanların doğa ile girdikleri ilişkide bireysel gereksinimlerini karşılayarak, toplumsal süreci de başlatmışlardır.

Marx, üretimin bütün dönemleri kapsayan genel nitelikleri olduğunu belirtir. Kullanım-değeri herhalde bunların başında gelir. Mülkiyet de benzer şekilde genel bir niteliktir. “Mülkiyetin (mülk edinmenin) üretimin bir koşulu olduğunu söylemek, bilinen bir şeyin beyanından öteye bir değer taşımadığı”[21] gibi kullanım-değerinin de bir töz olduğunu söylemek totolojiden başka bir şeydir. Cohen’de ontolojik materyalizm bilimin alanına müdahale eder.

Marx’a göre, “Bir şey, değere sahip olmadan da bir kullanım-değerine sahip olabilir. Bu, o şeyin insana yararlılığı emeğe bağlı olmadığı zaman sözkonusudur. Hava, işlenmemiş toprak, doğal çayırlar ve otlaklar vb. böyledir. Bir şey, meta olmadan da, yararlı ve insan emeği ürünü olabilir. Gereksinimlerini emeğinin ürünü ile doğrudan doğruya karşılayan kimse, gerçekte, kullanım-değeri yaratır, ama meta yaratmamıştır. Meta üretmek için, o kimsenin yalnızca kullanım-değeri değil, başkaları için kullanım-değeri, toplumsal kullanım-değeri üretmesi gerekir.”[22] Hava, doğal çayırlar vb. kullanım-değeri toplumsal üretim-tarzı kavramının dışında tanımlanabilir ve insana yararlı şeylerdir. Benzer şekilde gereksinimlerini emeğinin ürünü ile karşılayan kimsenin ürettiği kullanım-değeri de toplumsal üretim tarzı kavramının dışında tanımlanabilir. Ancak emeğin toplumsal kullanım-değeri üretmesi, toplumsal üretim tarzı dışında tanımlanamıyor. Yani feodal ve kapitalist üretim tarzında üretilen kullanım-değerleri insan gereksinimlerini karşılamak, yararlı olmak açısından aynı öze sahip olsalar da, üretici-güçlerle üretim ilişkilerinin farklı birlikteliği toplumsal kullanım-değerini de farklı kılmaktadır. Feodal üretim tarzında serfin ürettiği ürünle, kapitalist üretim tarzında işçinin ürettiği meta toplumsal kullanım değerleri açısından farklıdır. Bunların hangi insan gereksinimlerini giderdiği o kadar önemli değildir. Eğer kullanım-değerlerini illa tüketimin bir nesnesi yapacaksak, bu üretilen toplumsal kullanım-değerleriyle hangi sınıfların yeniden üretildiği önemlidir.

Toplumsal kullanım-değeri ya da toplumsal artı-ürün   tarihsel toplumsal formasyonlarda kategorik olarak farklıdır. Üretim tarzlarının kategorik olarak farklı olması bu varsayımı zorunlu kılar. Aksi takdirde insan gereksinimlerine bir öz atfetmek, Hegelci öz-biçim ilişkisini bilimin içine taşımaktan başka bir şey değildir. Toplumsal artı-ürün üretim tarzı yapısı tarafından belirlenmektedir. Plantasyonlarda çalışan kölenin, feodal beyin rezerv topraklarında çalışan serfin ve fabrikada çalışan işçinin ürettiği toplumsal artı-ürün üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki birlikten doğar. “Köle kendi yiyeceği olan belirli ürünleri, Pazar günü küçük bir tarlada çalışarak elde eder. O, haftada altı gün plantasyonda çalışır; bu, kölenin ürünlerinden hiçbir pay almadığı emek, yani yarattığı ürünlerden hiçbir hak talep etmediği emektir. Bu ürünler sırf köle sahibine aittir. […] Serf, haftada üç gün ürünün kendisine ait olduğu tarlada çalışır, haftada üç gün de feodal beylerin tarlasını işler. O hiçbir karşılık almadan, egemen sınıf için bedava emek harcar. Emeğin her iki çeşidinin ürünlerini farklı kavramlarla tanımlayabiliriz. Üretici, zorunlu emek uygulaması esnasında zorunlu ürünü üretir. Artı-emek harcaması esnasında o, toplumsal artı-ürünü üretir.” [23]   Üretici güç olarak toprak üzerindeki sahiplik ilişkisi, üretici güçler içindeki belirlenimli bir dağılım ilişkisini varsaymayı gerektirir. Aksi takdirde, sahiplik ilişkisinin nasıl olup da varolduğuna dair metafizik bir önerme Cohen’in tarih kuramında varlığını koruyacaktır.

Cohen’de kullanım-değeri kavramı ‘artık’ı ifade eder. Köle, serf ya da işçi kendi ihtiyaçlarından ne kadar daha fazla artık üretirse o kadar iyidir. Üretim bir mal fazlasına indirgenmiştir. Üretimin özündeki çelişki bir kıtlık ve bolluk savaşımıdır. Bu savaşım üretici güçlerin gelişmesine yön verir. Cohen’in üretken güçlerin gelişmesini kristalize eden formülü şöyledir:

Ürün büyüklüğü

Bu ürünü üretmek için gerekli dolaysız emek zamanı[24]

Kullanım-değeri, Cohen’e göre bütün toplumsal formasyonlarda az-çok değişen bir özdür. Eğer kullanım-değeri öz ise, asıl çelişki o özün üretiminde meydana gelmektedir. O zaman öz zaten çelişkili bir bütünlük olarak karşımıza çıkmaktadır. Cohen’de bu çelişki, doğayla kıtlık-bolluk ikileminde savaşan rasyonel insanın devreye girdiği dışsal bir devindirici gücün itkisiyle ilerler: Robinsonculuk! Kullanım-değeri ile değişim-değeri arasında bir karşıtlığın olduğunu vurgulamak yerine, biçimin basit bir görüngü olarak inşa edilmesine tanık oluyoruz. Çünkü, biçim değişkenlerden biri olarak tabloya dahil edilirse, ekonomik-olan devreye girer, bu durumda üretim-tarzında çelişkili birlik önem kazanır. Çelişki tam olarak kullanım-değeri ile toplumsal kullanım-değeri arasındaki, eş deyişle kullanım-değeri ile değişim-değeri arasındaki karşıtlık ekonomik-olanı yani üretim-ilişkilerini değişkenlerden biri olarak varsaymayı gerektir. Cohen’in üstesinden gelemediği ve bir türlü içsel bağlantılarını maddeci bir tarzda açıklayamadığı şey, üretici güçlerle üretim ilişkileri, onun deyimiyle ekonomik olanla ekonomik olmayan kategorilerinin içsel bağlantılarını kuramamaktır.[25]

Cohen karşısında Althusser

Cohen kitabının önsözünde Althusser’in denemesinden çok az şey edindiğini belirterek şu tür bir değerlendirmede bulunur: “Her şeyden önce Lire Le Capital’de birçok belirsizlik buldum. Entelektüel bağlılık üzerine ısrarıyla mantıksal pozitivizmin Paris’de hiçbir zaman tutulmamış olması belki bir üzüntü konusudur. Anglofon felsefe, mantıksal pozitivizmi uzun süre önce geride bıraktı; fakat, ara vermeden uğraşmak yine de iyidir. Berraklığın değerli bir miras olduğu ve teorik bir yargının teorik bir yargı olabilmesi için kavranmasının zor olması gerektiğinin genel olarak kabul görmediği İngiltere’de Althusserci belirsizliğin talihsiz sonuçları olabilirdi.”[26] Bir pozitivist olarak Cohen’in Kapital’i Okumak’ta birçok belirsizlik bulması anlamlıdır. Çünkü bir pozitivist için teorik olarak iddia edilen kavramlar ya da yapılar henüz gözlemlenememiş ise teorik değildir.[27] Bu nedenle Cohen’in kullanım-değerine verdiği önem daha bir netlik kazanmaktadır. Üretimde gözlemlenebilen tek bir şey varsa, o da üretilen bir şeyin insan gereksinimlerini giderecek bir kullanım-değerine sahip olmasıdır. Pozitivist için gözlemlenemeyeceği iddia edilen bir kavram örneğin artı-değer nasıl olur da teorik bir kavram olarak kabul edilebilir? Bir pozitivist nasıl olup da gözlemlenemeyen bu değerin üretimin yapısı tarafından belirlendiğini (üretici güçler ile üretim ilişkilerinin birliği) söyleyebilir? Cohen de söylemiyor zaten. Cohen toplumsal üretime “bakıyor” ve doğaya indirgenebilecek tek şey olarak kullanım-değerini görüyor. Bu nedenle tarihsel ya da doğal çelişkiler ve/veya ilerlemeler buradan kurulmaya çalışılıyor.

İnsansal “gereksinimlere” itiraz

Althusser ile Cohen arasındaki ayrımlardan biri insan gereksinimleri kavramındadır. Cohen’de belirleme anlayışı, antropolojinin nüfuzu altındadır. Cohen’in belirleme anlayışında insanın kullanım-değeri gereksinimleri üretici güçleri de önceleyen bir temel belirleyen olarak ortaya çıkmaktadır. Althusser ise Marx’ın çalışmalarında insan gereksinimlerinin üretimin yapısı tarafından belirlendiğini söyler: “1857 Giriş’inde Marx ekonomik gereksinimlerin, ekonomik öznelerin “insansal doğası”yla ilintilendirilerek, net bir şekilde tanımlanamayacağını gösterdi.”[28]

Marx, Felsefenin Sefaleti’nde tüketimin kaynağı hakkında şunları söyler: “Tüketici de üreticiden daha özgür değildir. Yargısı, araçlarına ve gereksinimlerine dayanır. Bunların her ikisi de üreticinin toplumsal konumu ile belirlenir ki, bu da tüm toplumsal örgütlenmeye dayanır. Gerçekten, patates satın alan işçi de, dantel satın alan kapatma kadın da, kendi yargılarını izlerler. Ama onların bu yargılarındaki farklılıklar, dünyada işgal ettikleri ve toplumsal örgütlenmenin ürünü olan konumları arasındaki farklılıklarla açıklanır. Gereksinimler sisteminin tümü tahmin üzerine mi, yoksa üretim örgütünün bütünü üzerine mi kurulmuştur? Gereksinimler, çoğu kez, doğrudan doğruya üretimden ya da üretime dayalı bir durumdan doğmaktadır.”[29] Gereksinimler insanın doğasıyla değil insanların toplumsal formasyonda işgal ettikleri yerleri ile belirlenmektedir. İnsanların ellerindeki gelir düzeyi onların tüketim yargılarını oluşturmaktadır. Bunun ötesinde “üretim örgütünün bütünü” tanımlaması, üretimin teknik gücünü, örgütlenmesini kapsadığı gibi, üretimin amacını da (feodalizmde artık-ürün biçimlerinin artırılması, öşür vb., kapitalizmde kar için üretim) kapsamaktadır.

Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın girişinde Marx, “döne döne” üretimin tüketim karşısında belirleyiciliğini vurgular. İnsan gereksinimleri nesnesi ya da tüketilmek üzere üretilen nesne “genel olarak bir nesne değildir, üretimin kendisinin ona aracılık edeceği, belirli bir tarzda tüketilecek olan belirli bir nesnedir. Açlık, açlıktır, ama çatal bıçakla yenen pişmiş etle giderilen açlık, ellerden tırnak ve dişlerden yararlanarak parçalanan ve yutulan çiğ etle giderilen açlıktan değişiktir. Üretimin ürettiği şey yalnızca tüketimin nesnesi değildir, aynı zamanda tüketim tarzıdır da.”[30]

Cohen kullanım-değeri ile gereksinimler arasında insansal öze dayanan dolaysız bir ilişki kurmaktadır ve tüketimi üretim karşısında belirleyici konuma taşımaktadır. Althusser ise böyle bir dolaysız ilişkinin tarihcileştirilmiş bir antropoloji olduğunu belirterek, gereksinimlerin antropolojik olmayan bir ekonomik tanımı üzerinde durmaktadır. “Bireysel tüketimin kendisi bizleri bir yandan üretimin teknik yeteneklerine (üretim güçlerinin düzeyine) ve öte yandan da gelir dağılımını (artı-değer ve ücretlere ayrışma biçimlerini) saptayan toplumsal üretim ilişkilerine gönderir.”[31]

Üretim sürecinde maddi üretim ilişkileri

Cohen’in belirleme anlayışındaki teorik “açık”, üretici güçlerden çıkarılan maddi üretim ilişkilerini açıklayamayışıdır; bu ilişkileri bir tür teknik örgütlenme olarak tarif etmesidir. Bu nedenle toplumsal üretim ilişkileri ve mülkiyet ilişkileri Cohen’de ayakları üzerine oturtulmamıştır; bu, ilişkiler teorisinde metafizik bir öğe olarak kalmaktadır. Cohen, Marx’ta ekonomik yapının üretim ilişkilerinden ibaret olduğunu iddia eder ki bunun hem alt-yapıda hem üst-yapıda, hem üretim sürecinde hem yeniden-üretim sürecinde, hem maddi üretim ilişkilerinde, hem toplumsal üretim ilişkilerinde bir “biçimiyle” varolması gereklidir. Çünkü bir ilişkiden diğerine geçiş bir öncekinin belirlenimde tarif edilmektedir. Eğer “ekonomik yapı=toplumsal üretim ilişkileri”[32] ise Cohen’de, üretici güçlerin yanı başına düşen maddi üretim ilişkileriyle kurduğu bütünlüğünün bunu açıklayabilmesi beklenir. Yani ekonomik yapı üretim ilişkileri ise ve bu üretim ilişkileri de kişilerin üretken güçler ya da kişiler sahipliği ilişkisi, ya da bu tür sahiplik ilişkilerini varsayan ilişkiler ise bunlar üretici güçler+maddi üretim ilişkilerinden çıkarsanabilir olmalıdır. Marx’ın Giriş’te söylediği bu açıdan çok önemlidir: “Eğer emek, ücretli emek olarak belirlenmiş olmasaydı, ürünlerin dağıtımına katılmasındaki tarz, ücret biçiminde görünmezdi.”[33] Emek üretime ücretli-emek olarak girdiği için üretim sürecinin sonunda emeğinin “karşılığı”nı ücret olarak almaktadır. Yani sürecin sonunda ekonomik yapının bir ilişkisi olarak görünen “ücretli kölelik”, üretimin içinde varolan belirlenimli bir ilişkiden kaynaklanır.

Üretici güçleri ekonomik yapıdan dışlayan Cohen açıklamaya çalıştığı şeyin zorluğunun farkındadır: “Üretken güçleri ekonomik yapıdan dışladığımız anımsanacaktır ve kişileri de dışlayacaktık. Fakat üretim ilişkileri ekonomik yapıyı oluşturur ve güçler ile kişiler bu ilişkilerin terimleridir. Bu tutarlı bir öğreti mi?”[34] Devamında, Cohen, önsözde Althusser’e yaptığı tarzdan suçlamaları hak edecek açıklamalara girer ve sonunda şu açıklamayı yapar: “Kişilersiz ve üretken güçlersiz bir ekonomi olamaz ve bunların yokluğunda ekonomik bir yapı da olamaz; fakat bunun, bunların ekonomik yapıdan dışlanmalarıyla bağdaşır olduğu gösterildi.”[35] Cohen “katıksız” bir dışlama gerçekleştiremez. Colin Mooers, Cohen’i kastederek şu değerlendirmeyi yapar: “Teknolojik yorumun en incelikli biçimleri bile, son kertede üretici güçlerin gelişmesinin, üretim ilişkilerinden soyutlanarak nasıl belirlenebileceğini ortaya koymaktan acizdirler.”[36]

Cohen’in, Althusser’de nasıl olup da hiçbir şey bulamadığını anlamak ise epey güçtür: “Üretim nesnesi, toprak, madenler, kömür, pamuk, üretim aletleri, araçlar, makineler, vb. “şeyler”dir ya da görünebilen, saptanabilen, ölçülebilen gerçekliklerdir: bunlar yapılar değildir. Üretim ilişkileri ise yapılardır.”[37] Althusser de en az Cohen gibi, üretici güçlerin ekonomik-yapının dışında olduğunu bilir. Cohen, “dikkatsiz” bir Althusser okuyucusudur. M. Kayaoğlu ise hem Cohen’in, hem de Althusser’in dikkatli bir okuyucusudur. Kayaoğlu’nun yaptığı tasnifler bu yazının ilerlemesinde oldukça faydalı olmuştur. Ancak onun iddia ettiği gibi Althusser’in üretici güçleri kontrol altında tutma tarzından bir “korku” taşıdığı konusunda benzer bir kanaat taşımak mümkün gözükmüyor.[38] Yani belirleme ilişkisinin Althusser’de üretim ilişkilerinden üretici güçlere doğru olduğu argümanının o kadar güçlü bir şekilde ileri sürülemeyeceğidir. Kayaoğlu’nun, “Özeleştiri döneminde Althusser” bölümünde İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’ndan yaptığı alıntının devamı şöyledir: “Üretici güçler denilenler, üretim ilişkilerinin, yani sömürü ilişkilerinin hem tarihi varoluş biçimi hem de maddi temelidirler. (Marx, “teknik temel” der.)”[39] Althusser, bunun devamında, -ki Kayaoğlu’nun yazısında da belirtilmektedir- üretim ilişkilerinin egemenliğinde, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin birliğine vurgu yapar ki, bu Alhusser’in hem orada, hem burada olduğuna dair çetrefilli durumunu göstermektedir.

Althusser, Kapital’i Okumak’ta üretimi iki başlık altında emek-süreci ve üretim ilişkileri olarak inceler. Althusser bu iki öğe olmadan üretim tarzı yapısının tanımlanamayacağı düşüncesine sıkı sıkıya bağlıdır. Althusser Marx’ın emek süreci çözümlemesinin üretimin maddesel ve teknik koşullarını getirdiğini ileri sürer ve Marx’tan şu alıntıya yer verir: “Emek süreci;… amacı kullanım-değerleri üretilmesi, gereksinimler için dışsal tözlerin iyelenmesi olan bu etkinlik insan ile doğa arasındaki madde değişimleri için genel koşuldur: insansal yaşam açısından fiziksel bir zorunluluktur ve bu yüzden, onun tüm toplumsal biçimlerinden bağımsızdır, daha doğrusu, bunların hepsinde ortaktır.”[40] Ve emek sürecinin kendisi basit öğelerin bir araya getirilmesine indirgeniyor: “(1) insanın kişisel etkinliği, ya da, kesin konuşulursa, emek; (2) üzerinde, bu emeğin iş gördüğü nesne; (3) onun iş gördüğü araçlar.”[41] Kapital’de anlatılan bu basit süreçten Marx’ın sözleriyle üretimin hangi toplumsal koşullar altında gerçekleştiğini bilemeyiz.[42] Marx devamında kapitalist üretim sürecinde bu işin nasıl olduğunu basit bir şekilde anlatır, ama oldukça önemli bir şeyi tekrar dile getirir: “Kapitalist, pazarda bulabildiği emek-gücünü almakla başlamak zorundadır ve bunun sonucu olarak, kapitalizmin doğmasından hemen önceki dönemde bulunabilecek türde bir emekle yetinmek zorundadır.[43] Bu ifadeler, ücretli-emek olmadan önce ücret olmaz türünden, ya da Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsöz’ünde yer alan şu ifadelerle aynı türdendir: “İçerebileceği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar[44]. Feodal üretim tarzının çelişkileri toprağa bağımlı emek-gücünü “bağımsız” hale getirmeden, yani ücretli-emek oluşmadan eş deyişle buna benzer maddi koşullar oluşmadan yeni üretim ilişkileri oluşmaz. Eski üretim tarzı yeni üretim tarzının “doğa”sı gibi hareket eder.

Sorun, üretici güçlerin yanı başına denk düşen maddi üretim ilişkilerini tarif edebilmektir. Althusser, ‘üretim ilişkileri’ bölümünde, bu ilişkileri tanımlamak için Marx’ın Giriş’te üretimin dağıtım önünde belirleyici olduğunu vurgulayan ifadelerine yer verir ki, bu hiç tesadüfi değildir. “En basit anlayışla dağıtım, ürünlerin dağıtımı ve böylelikle üretimden uzak ve bu yüzden de ondan bağımsız bir şey gibi görünmektedir. Ama dağıtım, ürünlerin dağıtımı olmaktan önce, şunlardır da: 1. üretim araçlarının dağıtımı, ve 2. aynı ilişkinin başka bir belirlenmesi olan toplumun üyelerinin çeşitli üretim cinsleri arasındaki dağıtımıdır. (Bireylerin belirli üretim ilişkilerine tabi tutulması.) Ürünlerin dağıtımı, besbelli ki, üretim sürecinin içinde bulunan ve üretimin yapısını belirleyen bu dağıtımın sonucundan başka bir şey değildir. İçinde saklı bulunan bu dağıtımı hesaba katmadan üretimi ele almak, besbelli ki, boş soyutlamadır, oysa tam tersine, ürünlerin dağıtımı, kökende, üretimin bir etkeni olan bu dağıtım tarafından ifade edilir.”[45] Althusser toplumun üstyapısını belirleyen şeyin üretimin içinde yer alan bu dağılım ilişkisi tarafından belirlendiğini belirtir. “Ele alınan toplumun bütün üstyapısı üretim ilişkilerinde, eşdeyişle üretim araçlarının ve ekonomik işlevlerinin belirlenimli üretim ajanları ulamları arasındaki dağılımın belirlenmiş yapısı içinde, özgül bir yolda örtüktür ve sunulmuştur.”[46]  

Üretim araçlarının dağıtımı ve toplumun üyelerinin üretim türleri arasındaki dağıtımı üretimin maddi koşullarıdır, başka bir değişle maddi üretim ilişkileridir. Çelişkili birlik üretici güçler ile maddi üretim ilişkilerinden kurulmalıdır. Althusser, çelişkiyi burada kurmaktadır ki, bu, sınıf savaşımını burada başlattığına dair bir yoruma açıktır. Eğer ekonomik yapıyı oluşturan ilişkiler üretim ilişkileri ise ve üretim ilişkisinin bir olgusu olarak karşımıza çıkan ücret formunu üretimin içinde ücretli-emek olarak imleyemiyorsak, sömürü tarzını üstyapıya, dolayısıyla ekonomik yapıyı üstyapıya taşımış oluruz. Üretimde emek-gücü üretici güç ise, ücretli-emek onun yanı başına denk düşen maddi üretim ilişkisidir; ücret ise toplumsal üretim ilişkilerine denk düşer.

“İnsan”larla şeyler arasındaki ilişki maddi üretim ilişkisidir. İnsanlarla insanlar arasındaki ilişki toplumsal üretim ilişkisidir. “Üretim ilişkileri zorunlu bir şekilde insanlar ile şeyler arasındaki ilişkileri kapsar; öyle ki, insanlarla insanlar arasındaki ilişkiler insanlarla üretim sürecinin maddesel öğeleri arasında varolan kesin ilişkilerle tanımlanmış olur.[47] Althusser belli ayrımlara gider: üretim araçları tarafında üretimin nesnesi ile üretim araçları arasındaki ayrım, üretim ajanları arasında emekçi ile emek-gücü arasındaki ayrım ile doğrudan üreticilerle üretim araçları sahiplerinin rolü arasındaki ayrımlar. Bu ayrımlar nasıl ifadelendirilebilir? Bu ayrımların en önemlisi, emekçi ile emek-gücü arasındaki ayrımdır. Çünkü burada yaptığımız ayrımlara göre, emekçi ve ücret, insan-insan ilişkilerine denk düşmektedir; emek-gücü ve ücretli-emek “insanlar”la şeyler arasındaki ilişkiye denk düşmektedir. “Pazarda, para sahibi ile doğrudan yüzyüze gelen aslında emek değil, emekçidir. Onun sattığı, kendi emek-gücüdür.”[48] Burada emek, ücretli-emek ile özdeş değil, ücretli-emek emek-gücü ile “özdeş” olarak ele alınmaktadır. “Eğer emek, ücretli-emek ile özdeş ise, emek koşullarının, emeğin karşısına çıktığı özel toplumsal biçim de, bunların maddi varlığı ile özdeş olur.”[49] Emek-gücünün yanı başına denk düşen maddi bir ilişki olan ücretli-emek (çünkü bu durum emek-gücünün üretime girerken emeğine sahip olmadığını/olamayacağını imler) aracılığıyla ücret, emek-gücünün kendini üretimde yeniden-ürettiği bir fona, emek-gücünün değerine indirgenebiliyor. Böylece artı-değer üretimi (artı-değerin gerçekleşmesi başkadır) üretimde başlayıp üretimde bitirilebiliyor. Eğer maddi üretim tarzını yalnızca teknik anlamda kullanır, ve üretimin amacının, artı-emek biçiminin ve sömürü tarzının toplumsal üretim tarzında olduğunu söylersek[50], kuram bu iki tarz arasındaki ilişkiyi açıklayabilme yetisine sahip olmalıdır Yani artı-değerin tüm görünür biçimlerini (ücret-rant-faiz- kar), yani üretimin amacını ve sömürü biçimlerini, maddi üretime indirgeyebilmeliyiz.

Yine de, üretimin başlangıç noktasının, zorunlu olarak, üretim araçlarının bir dağıtımı olduğu iddia edilirse, ve dağıtımın hiç değilse bu anlamda üretimden önce geldiği [51] yani, bu dağıtımın kendisinin zaten toplumsal üretim ilişkilerini varsaymak olduğu, başka bir değişle üretici güçler içine toplumsal üretim ilişkilerini sokmak olduğu iddia edilirse ne olacak? “Buna karşılık olarak, üretimin fiilen kendi koşulları ve önkoşulları olduğu ve bunların da onun etkenlerini teşkil ettiği ileri sürülebilir. Üretim sürecinin kendisi, bu doğal verileri, tarihsel veriler biçimine sokar ve, bunlar, bir süre için üretimin doğal önkoşulları gibi görünürlerse de başka bir dönemde, onun tarihsel sonuçları haline gelmişlerdir.”[52] İlk önce doğa vardı, ve insanoğlu mülksüz olarak doğayla ilişkiye geçti. Ve insanoğlu toprağı kendi bedenin bir uzantısıymış gibi mülkiyetine aldı. Doğa ve insanoğlu arasındaki belirlenimli ayrım, kendisi de zaten doğa olan tarafından belirlenen bir dağıtımdır. Bu anlamda, feodalizm de kapitalizmin doğası gibi iş gördü.

 
 


[1] Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra, Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin Genel Çerçeve Taslağı, Der.: Metin Kayaoğlu, Ankara 1995, s. 68

[2] N. Poulantzas, Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar, Çev.: Şen Süer, L. Fevzi Topaçoğlu, İstanbul 1992, Belge Yay., s. 5

[3] Gerald A. Cohen, Karl Marx’ın Tarih Teorisi, Çev.: Ahmet Fethi, Kuram Yay., İstanbul 1998, s. 101-2

[4] Metin Kayaoğlu, “Üretim ve Sınıflar”, Teori ve Politika 19/20, s. 109

[5] G. A. Cohen, a.g.e., s. 46

[6] A.g.e., s. 50

[7] M. Kayaoğlu, a.g.e., s. 116

[8] G. A. Cohen, a.g.e., s. 139

[9] A.g.e., s. 197

[10] A.g.e., s. 197

[11] A.g.e., s. 199

[12] A.g.e., s. 199

[13] L. Harris, “Üretim Güçleri ve Üretim İlişkileri”, Çev.:Şahin Kahveci; Tom Bottomore (Der), Marksist Düşünce Sözlüğü, İstanbul 1993, İletişim Yayınları, s. 585

[14] K. Marx, Felsefenin Sefaleti, Çev.: Ahmet Kardam, Ankara 1992, Sol Yayınları, s. 167-8

[15] Jorge Larrain, Tarihsel Materyalizmi Yeniden Yapılandırmak, Çev.: S. Çeviker, İstanbul 1998, Toplumsal Dönüşüm Yay., s. 70

[16] G.A. Cohen, a.g.e., s. 124

[17] A.g.e., s. 125

[18] A.g.e., s. 125

[19] K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev.: Sevim Belli, Ankara 1976, Sol Yay., s. 46. Aynı pasajın ikinci bir çevirisi için bkz. G.A. Cohen, a.g.e., s. 127

[20] K. Marx, a.g.e., s. 47. Aynı pasajın ikinci bir çevirisi için bkz. G. A. Cohen, a.g.e., s. 128

[21] A.g.e., s. 251

[22] K. Marx, Kapital C. I, Çev.: Alaattin Bilgi, Ankara 1993, Sol Yay., s. 52-3

[23] Ernest Mandel, Marksist Ekonomi Kuramına Giriş, Çev.: Ali Ünlü, İstanbul 1998, Toplumsal Dönüşüm Yay., s. 10-11

[24]G. A. Cohen, a.g.e., s. 75

[25] Kayaoğlu yazısında, Cohen’in yaptığı ekonomik-olanla olmayan arasında ayrıma temkinli yaklaşır: “Üretim güçlerini, Cohen’in yaptığı gibi, üretim tarzının dışında ele almak gerekmeyebilir. Bu, ayrı bir mesele olarak alınabilir.” (A.g.e., s. 108, 17. Dipnot) Tartışmanın odağı burasıdır aslında. Cohen, üretici güçleri toplumsal belirlenimden kurtarmak için ekonomik-olanın dışına çıkarmıştır. Cohen belirleme ilişkisini maddi üretim tarzı kavramıyla doğaya aktarabilmek için üretici-güçleri ekonomik-olanın dışına çıkarmıştır. Bunu yaptığı oranda da antropolojik insan anlayışına düşmüştür. Tartışmanın odağında temkinli davranmak, işin içine girmemektir: Alınabilir mi, alınamaz mı?

[26] G. A. Cohen, a.g.e., s. 12

[27] Russel Keat/John Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev.: Nilgün Çelebi, Ankara 1994, İmge Kitabevi Yay., s. 26

[28] L. Althusser, Kapital’i Okumak, Çev.: Celal A. Kanat, İstanbul1995, Belge Yayınları, s. 227

[29] K. Marx, Felsefenin Sefaleti, a.g.e., s. 38

[30] K. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, a.g.e., s. 257

[31] L. Althusser, Kapital’i Okumak, a.g.e., s. 229

[32] Bkz. M. Kayaoğlu, a.g.e., s. 109

[33] K. Marx, a.g.e., s. 260

[34] Cohen, a.g.e., s. 51

[35] A.g.e., 52

[36] Colin Mooers, Burjuva Avrupa’nın Kuruluşu, Çev.: Bahadır Sina Şener, Ankara 1997, Dost Yay., s. 33

[37] Althusser, a.g.e., s. 248

[38] M. Kayaoğlu, a.g.e., s.113

[39] Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev.: Yusuf Alp, Mahmut Özışık, İstanbul 1994, İletişim Yay., s. 80

[40] Althusser, a.g.e., s. 234. Alıntının ikinci bir çevirisi için bakınız: Marx, Kapital C. I, a.g.e., s. 186

[41] A.g.e., s. 334. İkinci bir çeviri için bakınız: Marx, a.g.e., s. 181

[42] Marx, a.g.e., s. 186

[43] Marx, a.g.e., s. 187. Vurgular bana ait.

[44] Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, a.g.e., s. 26

[45] A.g.e., s. 262

[46] Althusser, a.g.e., s. 244

[47] A.g.e., s. 240

[48] K. Marx, Kapital C. I., s. 510

[49] K. Marx, Kapital C. III., a.g.e., s. 724

[50] M. Kayaoğlu, a.g.e., s. 138-9

[51] Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, a.g.e., s. 262

[52] A.g.e., s. 263

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar