Ana SayfaArşivSayı 23Devrimci ODTÜ ve McDonald’s

Devrimci ODTÜ ve McDonald’s

Yusuf Karakeçeli

Bir hatırlatma

“23 Eylül gününde Mustafa Taylan Özgür polis tarafından tabanca ile öldürüldü. Komandolar tarafından vurulan Mehmet Cantekin’in cenaze törenine katılan Mustafa Taylan Özgür polis tarafından bir süre kovalandıktan sonra tabanca ile vurularak öldürüldü. Vuran polisin üzerinde Amerikan Büyükelçisinin, Kommer’in arabasını yakmaktan sanık olanların listesinin bulunduğu tespit edildi. Bu listede Taylan Özgür de vardı.”[1]

Orta sınıf solculuğu

Politika güç meselesidir. Politikada güçleri görmek yerine, zamana yayılmış ideolojik iktidar araçları görmek, Türkiye Solu’nun yaygın siyaset tarzı olmuştur. İktidarı tüm zamana ve mekana yaymak direnişi kendi boyutunda şekillendiren temel unsurdur. Böylesi bir direnişçi ruh, çıplak gerçekte, şimdide sadece var olan güç ilişkilerine bu nedenle kitabi saldırılarla yetinmektedir.

Bir işçi eyleminde, ideolojik tahakkümü süreçte kırmanın yollarını aramak, orada, karşı tarafın gücünü kırmanın ve güç olmanın üzerinden geçer. Genel sol siyaset, yaşamın temel belirleyicisi olarak gördükleri paranın (sermayenin) iktidarına gereğinden fazla anlam ve önem vermektedir. Kapitalizmin solcuları anti-kapitalizm ile dolayımlanmış siyaset tarzlarını gerçek dışına taşımakta ve bu gerçekdışılığı bağımsızlık, uzlaşmazlık ve öncülük gibi kavramlar ile aklileştirmektedir.

Sermayenin ideolojik tahakkümü solcuları anlık patlama momentlerine ve genelde çıplak gerçeğe körleştirmektedir. Bir tür orta sınıf solculuğu, söylemselliğe vurguyla, gerçeğe ve devrimci politikaya dair gereklere karşı körleşmektedir. Böylece, ezilenlerin anda patlayan öfkeleri soyut ifadelerle perdelenmektedir.

ABD’nin dünya iktisadındaki konumu, 6. Filo’nun bölgedeki stratejik önemi 68 devrimcilerinin kafasını bulandırmış olsaydı, Dolmabahçe’ye demir atan geminin fiziki varlığına politik bir anlam yüklenmeyecekti. Devrimciler, 6. Filo’nun gelişindeki çıplak şiddeti gördüler ve ona karşı gerekli şiddeti yerinde üretebildiler.

“Biz örgüt temsilcileri olarak aşağı inilmesini istemiyoruz dedik. Biz bir grup yürüyerek yurda girdik, diğer grup ise aşağı yürüdü.”[2]

TİP içinde yaşanan devrimcilik-reformizm yarılmasının pratik bir karşılığı 6. Filo olaylarında yaşandı. H. Karadeniz gemiye saldırmanın mücadeleyi geriye çekeceğini düşünerek, yurduna geri döndü. Aşağıya inenler, Deniz’ler ise gerçek anlamda anti-emperyalist mücadelenin ne olduğunu gösterdiler.

İktidar, andaki olası çatışma durumlarını, an’ı etkisizleştirerek, paranın yaşamsal nüfuzu ile aşmaya çalışmaktadır. Böylece söz konusu momentler anlamsızlaşmakta, etki alanları daralmaktadır. Salt ideolojik konumlanışa zorlanan sol politika, güç ilişkilerini görmemekte ve dolayısıyla taraf olma gereği duymamaktadır. Taraf olmayı sadece kendi ideolojik konumunu muhafaza ederek gerçekleştirmektedir. Sol, büyük kavgalara girmemekle orta sınıfın nüfuzundan kurtulamamaktadır.

Bugünkü anti-emperyalizm, küreselleşme karşıtlığı bağlamında, söz konusu nüfuz dahilinde şekillenmektedir. Nüfuzu kırabilmek için ezilen halk kitlelerine koşulsuz yüzünü çevirmek zorunda olan sol, ucuz politik ayak oyunlarına alet olmaktadır.

Küreselleşme karşıtlığı kitlelerden kopuk, tekil (birey) öznelerce yürütülmektedir. ODTÜ’de McDonald’s çalışması yapan arkadaşlar da kitlenin genel ihtiyaçları ve tepkiselliği ile değil, kendi küçük burjuva aykırılıkları ile eylemlerini şekillendirmektedir. Hayatında hiç Mcdonald’s’a gitmemiş ve gidemeyecek bir emekçi için Mcdonald’s’ın zararlı olup olmamasının bir anlamı yoktur. Özelleştirme gündemindeki üniversitelerde sol, emekçi çocuklarının okuyamayacak oluşundan şikayetçidir. Bir emekçi çocuğu okula girdiğinde, düzene karşı tepkiselliğini örgütleyeceği gerekli politika alanı bulamayacak ise, okula girmese de olur. McDonald’s çalışması benzeri çalışmalar politika alanlarını yok etmektedir. Emekçilerin hiçbir zaman gündeminde olmayacak bir mesele üç yıldır okuldaki sol politikayı gereksiz yere meşgul etmektedir. McDonald’s’ın gerçekte ne olduğuna ilişkin bilinç ODTÜ’lüler için, politik açıdan, hiçbir şey ifade etmez. Oysa sol, kitleye, “bilinçten çok siyaset”, bununla birlikte, “kavgacılık, otorite ve aidiyet taşımalıdır.”[3]

Gösteri dünyasında sol

Türkiye Solu genel olarak düşmanın gör dediği yerlere bakmaktadır. Bu da solun kendisini medyatik kanallara mahkum etmesini getirmektedir. Kitlelerin kontrolsüz çıplak şiddeti sonucu yaşanacak olasılıklardan uzak durmakta, genel ideolojik teslimiyetten kurtulamamaktadır. Sosyalizm tasavvuru dahil topluma dair her türlü ifade düşman tarafından ehlileştirilir. Düşmanın güç imkanlarının ve etki alanlarının sınırı, soyut ifadelerle tayin edilir. Devrim, görüntüdeki basit bir değişiklikten ibarettir. Gazeteler, dergiler ve bildiriler daha net bir görüntü uğraşıdır. Devrimciliğe hasredilmiş bir çalışma tarzı iptal edilmiştir. Bu durum, kavgaya körü körüne girenleri görmez ve önemsemez.

Sermayenin yarattığı ideolojik hale, özneleri işaretler, özneler iktidarla uzlaşmak suretiyle var olabileceklerini görürler. Orada, ortada olan, gösteri dünyasına örgütlenir. Kitleye taşınan bilinç görüyü genişletecek ve düşman daha net görülecektir. Oysa sonuçta yaşanan şudur: düşman her türlü ideolojik aygıtıyla, kendi görüş açısını bu bilinç ve görü ile genişletir. Sol, kaçacak yerin kalmadığını düşünerek, hareket planını sürece yaymanın yollarını arar. Şimdiye ait gerçekte yaşanan cepheleşmelerin güç ilişkilerini yalınlaştırıcı etkisini görmez. Sürece yayılmış her türlü ideolojik çalışma solun kaçındığı ideolojik düzleme kendisini mahkum eder.

Şimdide tanımlı politikada fiziksel konumlanışlar, taktikler ve stratejiler tüm teorik lafazanlıkları ezer. Sadece cepheleşme ve çatışma pratiğinin ihtiyacı olan bilgi, politik akıl için elzemdir. Orada, ortada olan ile özne, düşmanın ve kendisinin kaçışına izin vermeden, gerçekle yüzleşir. Orada öteki ya da beriki yoktur!

Şimdi: Devrimcilik zamanı

“…Guiness’in dünyanın en şişman insanı rekorunu kimseye kaptırmayan Amerikalı’ların, zeki ve sağlıklı olduklarına inanılan bir dünyada, Mc’in hamburgerlerine talep artmıştır.”[4] Bu ifadeler, McDonaldsçıların McDonald’s’ı herkesin gözünde büyüterek işe başladıklarını gösterir. ODTÜ’de açılan basit bir hamburgerci dükkanının arkasında devasa bir tekel resmedilir. Ona ait bir kültür tasvir edilerek somut şiddetin gerekliliği gizlenir. Sosyalizmin büyüklüğü ve güzelliği emperyalizmin simgesine karşı çıkarılır. Oysa gerçekte ne “sosyalizm” ne de “emperyalizm” vardır; ortada duran basit bir hamburgerci dükkanıdır.

Düşmanı tanımak güç olmayla birlikte gerçekleşmelidir. Somut bir saldırıya (McDonald’s’ın ODTÜ’de şube açmasına) karşı McDonaldsçılar soyut teorik saldırıya geçerek politikasızlığa alan açmaktadır. Düşmanı abartmadan, orada, o anda beliren güç imkanlarıyla Kommer’in arabasını yakan ODTÜ’nün devrimci geleneği, etkisizleştirilmektedir.

Mayıs 98’de, ODTÜ Bahar Şenliklerinde oluşan kitlesel tepki benzer bir saldırıya hazırken, meseleyi mezuniyete kadar kendilerini rahatsız etmeyecek uzun bir sürece yayan bazı arkadaşlar, saldırıya mani olmuşlardır. Çalışmayı bir süre askıya alan bu arkadaşlar, McDonald’s dünyada yaşanan küreselleşme karşıtı eylemlerin simgesi haline gelince, böylesi bir popülariteyi es geçmemişler, dünyadaki McDonald’s karşıtı politik şiddetin rantını yemek istemişlerdir. ODTÜ bazında sonuç alınması mümkün olan eylemi Türkiye geneline taşıyarak minder dışına kaçmışlar, Mcdonald’s karşıtlığını ucuz bir tepkiselliğe mahkum etmişlerdir.

“ ‘Anti’ olma temelinde kimlik bulabilen, konjonktüre tabi, protestoculuğu aşamayan ‘öğrenci hareketi’ yaratmak sosyalistlerin aştıkları bir evre olmalı”.[5]

Aksine arkadaşlar tepkiselcilikleri ile ODTÜ’de ortaya çıkan öfkeyi pasifize etmişler, öfkenin McDonald’s’ı gerçekten kovmasına izin vermemişlerdir.

İdeolojik bağlam: Bütüncülük

“Kapitalist sistemin bunalımının bütünselliği, kapitalizme karşı verilen mücadelenin de bütünsel olmasını dayatmaktadır.”[6]

Özneler belli bir bütün tasavvuru ile politik düzlemdeki hareketi kontrol altına alabileceklerini zannetmektedir. Tüm teori, hareketi ne ölçüde kapsadığı ile değer kazanmaktadır. Yatay ve dikey düzlemlerde; toplumda ve tarihte yaşanan her şey bilişsel sürecin konusudur. Özneler ancak kendilerini tanımladıkları düzlemde düşmanı tanıyabilmektedir ve bu onları bulundukları düzlemi redde kadar varan bir pratiğe zorlamaktadır. Düşmana karşı olmak bulunulan düzlemi yoksar. Ya topluma ya da tarihe karşı bütünsel bir karşı çıkış yaşanır. Tarihin mutlak öznesi topluma; toplumun öznesi tarihe, onun tahakkümüne karşı çıkar. Toplumun öznesi tarihi; tarihin öznesi toplumu “düşmanın malı” olarak görür. İlki tarihi; ikincisi toplumu önemsemez.

Verili gerçeklikte, teorik anlamda “toplum”u ya da “tarih”i aramak politikasızlıkla sonuçlanır. Politikada, öznenin, tarihe ya da topluma hakim olup olmamasının önemi yoktur.

“Devrimci ilerleyiş, hiç de kendi doğrudan kazanımları ile kendine yol açmadı, tersine ancak sımsıkı, katı ve güçlü bir karşı devrim ortaya çıkartarak kendisine bir düşman yaratarak ve onunla savaşarak, yıkıcı parti en sonunda gerçek devrimci bir parti oldu.”[7]

Düşmanın tarihte ve toplumdaki teorik konumu değil, politikadaki güç ilişkilerindeki yeri önemlidir. Somut durumda yaşanan cepheleşme ve mücadele düşmanı netleştirir. Mücadelenin bütünlüğü değil, güçlerin yalınlaşması gereklidir. Devrimci şiddet netleşmeye hizmet eder. Şiddet anının “bütün”ü ne ölçüde, ne kadar süreyle etkileyeceği o anda bilinemez. Bu durum öznelerin şiddet pratiğine dönük hesaplarını sıkıştıran bir durumdur.

Verili gerçeklikteki olguları belli bir bütüne tamamlamak, ideolojik olarak, öznenin kendisini nasıl gördüğüne bağlıdır. Her politik özne, bu açıdan, diğer öznelerin bütün tasavvurlarına karşı kendisi tasavvurunu çıkarır. Teorik olarak, tarihte ve toplumdaki yerini sürekli sorgulayan özne, verili gerçekteki politik konumunu sorgulama gereği duymaz.

“Temel çelişki hiçbir dönemde ve hiçbir ülkede kendini ‘saf’ biçimiyle sergilememiştir. Bundan sonra da sergilemeyecektir.”[8]

Emek-sermaye çelişkisini verili politik gerçeğe dayatmak, bu anlamda, çıkışsızdır. Solun emek yanlılığının politikada hiçbir karşılığı olamaz. Tarihin öznesi için kapitalizm kronolojik olarak, arızidir; toplumun öznesi için ise “işçiler ve burjuvalar” tüm topluma göre talidir.

İşçiciler işçi sınıfının topluma hakim sınıf olmasını tarih aracılığıyla gerekçelendirmektedir. Verili toplum sadece tarih denilen oyunun bir sahnesidir. Sahneye çıkan özneler kendilerini tarihe göre konumlandırır. Politikada bütün arayışı, dönemsel çıkışları arızi görür. Örneğin anti-emperyalizm dünya ölçeğinde önemsiz bir yerellikte belirmişse bütüncü politika orada bir şey yapmayı saçma ve gereksiz bulur:

“Bir ülkede anti-emperyalist dinamiğin ülke politikası üzerinde belirli etkilerde bulunabilir derecede güçlü olup olmamasının, sosyalizm mücadelesi açısından getireceği hiçbir şey yoktur.”[9]

Belli bir bütüne işaret etmek belli bir yerde ve zamanda yaşanan durumları politika dışı görmeye götürür. Türkiye Solu’nda örneğin salt işçi diyen bir özneye karşı bütün halk; Halka karşı bütün tarihi kucaklayan işçi sınıfı; Kürdistan diyene Türkiye; Türkiye’ye karşı bütün dünya çıkarılır. Her özne diğerinin yoğunlaştığı alanı önemsiz bulur. Sonuçta; örgütlülük zemini, işçilikten, halktan ya da yerellikten kopmuş arızi unsurlara kayar.

“Elinizdeki broşür, tarihiyle, insana, emeğe, doğaya, insan ve çocuk sağlığına yaklaşımıyla, değer anlayışıyla, ırkçı ve şovenist yanları, söyledikleri ve yaptıklarıyla, Amerikan emperyalizminin bu devini masaya yatırıyor.”[10]

Aslında McDonald’s’ı kovmak gibi bir derdi olmayanların, meseleyi sürekli kaşıyarak oyalandıklarını veriyor bu cümleler. Yukarıda sayılan her bir başlık, tek başına McDonald’s’ı kovmanın temel gerekçesi olabilecekken, arkadaşlar vizyonu geniş tutmak amacıyla, çok sayıda konuyu gündeme getirerek meseleyi bulandırmaktadır. İngiltere’de vejetaryenler, etin insan sağlığına zararlı olduğunu düşünerek McDonald’s yakarken, bizimkiler şiddetten kaçmak adına tekil unsurları bütüne bağlamakla uğraşıyor. Aslında, o çok eleştirdikleri abur cubur (fast food’çu) kültürün kurbanı oluyor, hiçbir şey yapamayacak hale geliyorlar.

Sermayeye karşı oluşları meseleyi para ekseninde anlamaya götürüyor ve mücadelelerini bu düzleme kaydırıyor: “Boykot, Mc’in kasalarına az para girmesini değil, hiç girmemesini sağlayacak bir düzeye sıçratılmalıdır.”[11] Sanki McDonaldsçı arkadaşların McDonald’s ile şiddet kullanmayacakları yönünde gizli bir anlaşma var gibidir. McDonald’s sadece finansal gerekçelerle, kendi isteğiyle gönderilmek istenmektedir.

Söz konusu çalışma 68 Gençliğinin Coca Cola boykotuna benzemektedir: “Memleketin ilaç ihtiyacı ve benzeri daha ciddi ihtiyaçları döviz yokluğundan karşılanamazken gazoz sanayii istemiyoruz… Ayrıca bu gazoz mide için zararlı ve bünye için zehirleyici etkiler doğuruyor.”[12]

Oysa zaman içinde 68 Gençliği Deniz Gezmiş’in dediği gibi artık öğrenci olarak değil, devrimci olarak emperyalizme karşı savaşmaya başlamış; mücadele biçim ve teknikleri değişmiştir: “Bu araba yakma olayı sert bir protesto biçimi olması açısından önemlidir. 1960 sonrası öğrenci protestolarının en serti yuhalama biçimindeyken bu olayda elçinin arabasını yakmaya varmıştır.” [13]

McDonaldsçıların boykot tarzı tarihin tekrarında onları (Marx’ın dediği gibi) komik duruma düşürmektedir. Ancak mesele bu kadar basit değildir; onlar, Kommer’in yanan arabasının ateşi bugün hala sıcakken, mücadeleyi geri mevzilere mahkum etmektedirler ve “Emperyalist sömürü devi, ODTÜ geleneğinin üzerine ölü toprağı atmaya çalışıyor” derken kendi yaptıklarının da, tarihsel olarak, aynı anlama geldiğini görmemektedirler.

McDonald’s çalışması okulla gerçek bağı olmayan ya da ODTÜ’lülüğü asilik ve özgürlük biçimi olarak gören yoz gençlik kültürüne denk düşmektedir. Son Bahar Şenliklerinde, 10 Mayıs’ta Devrim Stadyumunda ellerinde şarap şişeleri, sevgilileriyle tepinerek, mumla sahaya “Devrim” yazanlar bu kültürün parçasıdır. Aynı güruh McDonald’s’a yaptıkları yürüyüşte “düşman”a “gözdağı” vermiş, işaret fişeği patlatarak bir “sürpriz” bile yapmışlardır.

Devrimcilere

Devrimciler, ODTÜ’de beliren McDonald’s karşıtlığına kayıtsız kalamazlar. Oluşan öfkeyi devrimci şiddetle buluşturmalıdırlar. Basit bir hamburgerci dükkanının kabadayılığına cevap üretemeyen reformistlere alanı bırakmamalı, geleneğini yeniden üretmek adına, gerekeni yapmalıdırlar. Varsın birileri buna “provokasyon” ya da “anarşizm” desin!

“Bu hareketler, 1- Ya terörist, anarşist hareketlerdir; 2- Ya da polis provokasyonlarıdır. Ankara’da Tuslog’u ve Amerikan Haberler Merkezi’ni, İstanbul’da Pan Amerikan’ı basıp, tahrip edenler acaba anarşistler miydi yoksa ajanlar mıydı?

Ne dersiniz, meşruiyet sınırları içinde sosyalistçilik oynamaya kalkan küçük burjuva entelektüel bozuntuları?”[14]

 

 


[1] THKO Davası Mahkeme Dosyası Cilt-I, Yöntem Yay., İstanbul 1974, s. 208

[2] Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, May Yay., 3. Baskı, İstanbul 1974, s. 150

[3] Cemal Hekimoğlu, Ne Yapmalıcılar Kitabı, Gelenek Yay., İstanbul 1994, s. 40-41

[4] Emperyalizmin Kültürsüzlüğü: McDonald’s, Düşünce ve Eylem Dergisi Özel Sayı: 4, Nisan 1998, s. 4

[5] Emeğin ve Eğitimin Kurtuluşu Yolunda Gençlik, Gelenek Yay., İstanbul 1989, s. 21

[6] Dünya Armağan, “Komünist Hareketin Silkiniş İhtiyacı”, Gelenek, Sayı: 44, Ocak 1994, s. 38

[7] Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Çev.: Sevim Belli, Sol Yay., İstanbul 1988, s. 38

[8] Metin Çulhaoğlu, Tarih, Türkiye, Sosyalizm, Gelenek Yay., İstanbul 1988, s. 69

[9] D. Armağan, a.g.e., s. 39

[10] A.g.e., s. 2

[11] A.g.e., s. 31

[12] H. Karadeniz, a.g.e., s.23

[13] A.g.e., s. 152

[14] Mahir Çayan, Teorik Yazılar, Gökkuşağı Yay., İstanbul 1996, s. 158

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar