Ana SayfaArşivSayı 85 ÇİN ve MARKSİZM Çin, Vietnam ve Küba’da Sosyalist Yönelim Üzerine Düşünceler…

Çin, Vietnam ve Küba’da Sosyalist Yönelim Üzerine Düşünceler…

Çin, Vietnam ve Küba’da Sosyalist Yönelim Üzerine Düşünceler…

Çin, Vietnam ve kısmen de Küba sosyalizm kuruculuğu bağlamında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki Halk Cumhuriyetlerinden farklı bir yol izliyorlar. Gerek kendi başarı ve başarısızlıklarından gerekse Sovyetler Birliği ve Halk Cumhuriyetlerinde uygulanan deneylerden ders çıkararak yeni arayışlara yönelmelerini anlamlı buluyorum.

2006 yılında yüksek seviyede ÇKP ve Japonya KP heyetleri beş gün ve toplam 20 saat süren uzun bir buluşma gerçekleştiriyorlar. JKP günümüzde ileri kapitalist ülkeler içinde var olan en kitlesel partidir. Bu parti 1970’li yıllarda ÇKP ve SBKP arasındaki tartışmalara taraf olmuyor, her iki partiye de mesafeli duruyor. 2000’li yılların başında ÇKP ile yeniden ilişki kuruyor ve kapsamlı bir tartışma yürütüyorlar. 

Toplantı ertesinde JKP heyeti görüşme sonuçlarını kendi aralarında etraflıca tartışıyor ve sonuçta Çin, Küba ve Vietnam’ı “sosyalist yönelimli ülkeler” olarak değerlendiriyorlar.

Bu görüşmede ele alınan konular ve sonuçları Türkçe olarak yayınlanmış bulunuyor (Du Kangchuan, Li Jingzi, Japonya Komünist Partisi’nin Sosyalizm Stratejisi ve Demokrasi Manifestosu / Sosyalizm Yolundaki Ülkeler Üzerine Teorik Tartışma, Çev. Cem Kızılçeç, Canut Yayınları, İstanbul 2015). Çin’i izlemeye başlamama bu broşür vesile oldu.

I. Vietnam

Çin’e yeniden dönmek üzere, 1986’da toplanan Parti Kongresi kararıyla Çin’e benzer bir ekonomik model izleyen Vietnam’dan ve VKP’den söz etmek istiyorum. Bu bağlamda Vietnam örneği bana göre şu nedenle önemli: SBKP ve ÇKP devrimden sonra kendi içinde büyük altüstlükler yaşadı. Sovyetler Birliğinde Stalin Bolşevik kadroların birçoğunu tasfiye etti. Stalin’in ölümünden sonra da Kruşçev hem Stalin’i ağır şekilde suçladı hem de kadrolarını tasfiye etti. Kruşçev’in gidişi de normal yollarla olmadı.

Çin’de de benzer altüstlükler yaşandı. Mao önce Lui Şao Şi ve arkadaşlarını tasfiye etti. Kültür İhtilali yıllarında ise hem Partide hem de diğer devlet kurumlarında çok daha büyük tasfiyeler yapıldı. 10 yıl süren bu dönem Partiye büyük zarar verdi.

Vietnam’da böylesi altüstlükler yaşanmadı. VKP, kuruluşundan bugüne kayda değer iç çalkantılar yaşamadı. ABD emperyalizmine karşı savaşı zafere taşıyan Ho Chi Minh ve yoldaşları devrimden sonra da sosyalist kuruculuğu birlikte yönettiler. Küba için de durum böyle, Fidel ile birlikte devrimi gerçekleştiren kadrolar devrim sonrası süreci de birlikte yönettiler. Sürekliliği önemli buluyorum. 

12 Eylül 1980’den sonra uzun bir süre yaşadığım İsveç’te birçok sol/komünist parti mevcut. Bunlardan birisi de ‘60’lı yıllarda İsveç Sol Komünist Partisinden kopan bir grubun kurduğu parti, ismi KP. Bu çevre, Kruşçev’in Stalin eleştirisine itiraz ediyor, ÇKP ile SBKP arasındaki tartışmalarda ÇKP’ye yakın görüşleri savunuyor ve partiden kopuyor.

2009 yılında bu partinin Genel Başkanı ile dış politika yazarı Patrik Paulov VKP’nin daveti ile Vietnam’ı ziyaret ettiler. Birçok görüşmeler yaptılar. Dönüşte Patrik, partinin haftalık yayın organı Proleter’de görüşmelerden edindiği izlenimleri yayınladı. Aşağıdaki satırlar bu makalenin değerlendirmelerinden oluşuyor.

Patrik’in makalesi şöyle başlıyor: “Sosyalist pazar ekonomisi, biz İsveçli komünistlere oldukça yabancı geliyor ama savaş ve ekonomik ambargo nedeniyle mahvolmuş, az gelişmiş bir ülke olan Vietnam’a iyi gelmiş, halkın yaşam düzeyi yükselmiş.”

Bir Parti yetkilisi KP heyetine şunları söylüyor: “Doi moi, yenilenme, 1986’da yapılan 6. parti kongresinde kararlaştırıldı. O yıllarda ülkemiz çaresiz bir durumdaydı. 11 yıl süren savaşın sonunda ülke mahvolmuştu. Halkın yüzde 75’i yoksulluk içindeydi. Geri ve verimsiz halde bulunan tarım halkı beslemeye yetmiyordu.”

Sosyalist bloktan esinlenerek karar aldıkları ekonomide merkezi planlama önce Kuzey’de, 1976’daki birleşmeden sonra da tüm ülkede uygulanmaya başlanıyor. Emperyalizme karşı yürütülen kurtuluş savaşı yıllarında az çok işleyen sistem savaştan sonra işlemiyor. Dış güçler Vietnam’ın azgelişmişlik ve yoksulluk içinde kalması için ellerinden geleni yapıyorlar.

Savaş yıllarında ölçüsüz bir yıkıma, 3 milyon Vietnamlının ölümüne ve 4 milyon Vietnam yurttaşının sakat kalmasına neden olan ABD söz verdiği halde tek bir dolar savaş tazminatı dahi ödemiyor. Bununla da yetinmiyor, 1975’ten itibaren katı bir ambargo uygulayarak Vietnam’ı cezalandırıyor.

Gizli Gündem adlı kitabında John Pilger, “Vaşington’un şeytanlaştırdığı hiçbir ülke, Küba bile bu ölçüde kapsamlı bir ambargoya maruz kalmadı” diye yazmış.

Parti ve Komünist Gençlik Örgütü yeni üye kazanamaz haldedir. Garip sayılmaz, yıllarca yaşam koşulları iyileşmemişken insanlar niçin komünist olup sosyalizmi kurmaya çalışsınlar?

Komünist Parti buna çözüm olarak “doi moi” politikasını geliştiriyor. ‘Yenilenme’ planlı ekonomik politikadan pazar ekonomisine geçişin adıdır.

2006 yılında KP’nin 10. Kongresinde yirmi yıllık yenilenme sürecini değerlendiriyorlar. Çıkardıkları birinci sonuç: “Marksizm-Leninizm ve Ho Chi Minh Düşüncesine bağlı kalmak. Kapitalizme dönmeye hayır! Pazar ekonomisini yalnızca ülkeyi sosyalizme doğru geliştirmek için bir araç olarak görmek. Ekonominin anahtar sektörleri devletin elinde olmalı. Devlet KP önderliğinde belirleyici rol oynamaya devam etmeli. Ülkenin sosyalizm yönünde gelişmesi için temel yaklaşımımız budur.”

Sosyalist yönelimli pazar ekonomisi ülkeyi 20 yıldır yaşadıkları sosyal ve ekonomik krizden çıkarıyor. Üretici güçler gelişiyor ve halk daha iyi duruma geliyor.

Ekonomide yılda yüzde 6-8 kalkınma hızı Çin’le kıyaslanacak bir düzey. Hemen tüm ülke elektrik ve telefona kavuşuyor. Yollar ve köprüler inşa ediliyor.

1980’lerde yiyecek sıkıntısı yaşayan ülke 2009 yılında pirinç ihracatında dünyada ikinci sırada. Halkın büyük çoğunluğu eğitim ve sağlık hizmetlerine kavuşuyor. Çocuk ölümleri 1990’a göre yarı yarıya düşüyor, doğum sırasında ölümler 3’te 2 azalıyor. Ortalama yaşam 62’den 74’e yükseliyor. BM’ye bağlı BMDP yoksulluk alanındaki hızlı düşüşü takdirle karşıladığını açıklamış. Yoksulluk oranı 2009 itibariyle yaklaşık yüzde 14.

“Grevler de oluyor. Vietnam’da sendikalar grev hakkına sahip. Sürekli grev haberleri alıyoruz, bunları sizler de tv’de görebilirsiniz.” Le Hun Nghia bunun pazar ekonomisinin doğal bir sonucu olduğunu vurguluyor.

Fakat modelin kötü tarafları yok değil. Zenginle fakir arasındaki fark açılıyor, bireycilik ve rüşvet yaygınlaşıyor. ‘Rüşveti ülkemizin en tehlikeli düşmanı olarak görüyoruz.’ Bunu dile getiren Ngo Duc Voung. Ngo Duc Voung, Hanoi’nin kuzeybatısında yer alan bir eyaletin 80 bin üyesi olan parti biriminin sekreteridir.

Rüşvet hakkındaki bu ağır ifadeler kapalı kapılar ardında yalnızca KP heyetine yapılmıyor, yerel basının önünde resmi görüşmede dile getirilmiş.

Benzer sözleri ‘yenilenmenin’ partiyi nasıl etkilediğini anlatırken Ho Chi Minh Akademisi rektörü Le Hun Nghia de ifade ediyor:

“Parti üyelerinin çoğunluğu halka Ho Chi Minh ruhuyla hizmet veriyor. Fakat küçük bir azınlık moral olarak çökmüş ve rüşvete bulaşmıştır. Rüşveti ulusal bir tehlike olarak görüyoruz ve buna karşı ulusal bir politikaya sahip olmamız gereğini biliyoruz.”

II. Küba 

Küba, Fidel’in sağlığında 2011 yılındaki Parti Kongresinde ‘güncelleme’ diye adlandırdıkları bir politika benimsiyor. Bu politika Çin ve Vietnam’ın izlediği modele kısmen benziyor. 

Küba Komünist Partisi Üyesi, eski Maliye Bakanı José Luis Rodríguez, 2014 sonunda Meksika günlük gazetesi La Jorna’ya ‘güncelleme’ kararını nasıl aldıklarını ve beklentilerini anlatıyor.

“Her halükârda Küba’da bugün ekonomi her şeyin üzerinde önceliğe sahip bir konudur. Küba bugün bir ikilem ile karşı karşıya bulunuyor. Ya ekonomik yapı yeniden yapılandırılacak ya da devrim kaçınılmaz olarak bir tehditle karşı karşıya kalabilecek.”

José Luis Rodríguez alınan kararın içeriğini açıklarken şunları söylüyor: “Her şeyden önce başlıca temel üretim araçları, yani ülkenin gelişmesinde nihai olarak belirleyici konumda olan üretim araçları üzerindeki toplumsal mülkiyet korunacaktır. Devlet-dışı mülkiyetin genişlemesi ve yayılması sınırlanacaktır. Ve eskisi gibi temel kamusal genel hizmetlerin halka kapsamlı ve ücretsiz bir biçimde sağlanması sürdürülecektir.

“Aynı zamanda küçük özel mülkiyete dayalı girişimciliğe ve bunun yanı sıra kişilerin ve ailelerin kendi adlarına işletmecilik yapmalarına, kişilerin kendi kazançları için çalışmalarına izin verilecektir. Bunların dışında bir yandan tarım sektöründe ve tarım-dışı sektörlerde kooperatif mülkiyete dayalı işletmelere, diğer yandan yerli ve yabancı sermaye ortaklığına dayalı ortak işletmelere alan açılacaktır.

“Bu değişikliği iki mantıkla açıklamaktayız: Bir yandan, devlet mülkiyeti, ‒tek başına kaldığında, içinde bulunduğumuz sosyalist inşa aşamasında‒ sosyalizmin başarısını güvence altına alamamaktadır. İkincisi, bunun tersi doğrultusundaki yol uzun yıllar izlenmiş olmasına karşın alınan sonuçlar o kadar da tatmin edici olmamıştır.

“2011 yılında karar altına alınan temel yönlendirici politikalar tarafından belirlenen güzergâh doğru saptanmıştır. Bu anlamda 2011 yılı kararları orta vadede sürdürülebilir bir gelişmenin koşullarını yaratmada stratejik kazanımlar elde etmek için zorunlu olan reformları güvence altına almış görünmektedir.”

III. Çin kapitalist mi?

“Devrim yolu sarptır, engebelidir, çetindir.”

Bu özdeyiş sosyalist saflarda yaygınca bilinir, 1948 devrimlerinden bu yana yerküremizin pek çok ülkesinde başarıya ulaşmış olsun olmasın defalarca doğrulanmıştır.

Buna karşın devrimin dikensiz gül bahçesine açılacağını sananlar var. Bu ciddi bir yanılgıdır. Böyle olmadığını Paris Komününden biliyoruz. Büyük Ekim Devriminden günümüze çeşitli ülkelerdeki sosyalizm kuruluş süreçlerinde yaşanan başarısızlıklar ve geri dönüşler de bunu gösteriyor. Devrimci iktidar halkın iş, aş, konut sorunlarını çözmek, eğitim, sağlık hizmetlerini halletmekle sorumludur. Yaşlıların bakımı, çocuklar için kreş vb. hizmetlerin sağlanması, bebek ölümlerinin asgariye indirilmesi devrimci iktidarın asli görevleri arasındadır. Ekonomik olarak zayıf, teknolojik olarak geri, yoksul bir ülkede bu görevlerin üstesinden gelmek kolay değildir.

Çin devrimi yarı feodal yarı sömürge bir ülkede gerçekleşmiştir. Her yıl milyonların açlıktan öldüğü, uzun sömürgecilik yıllarının sonucu olarak teknolojik olarak geri kalmış bir ülkedir söz konusu olan. Afyon kullanımı yasaklandığı için İngiliz devleti Çin halkına savaş açmıştır. Böyle bir geçmişten söz ediyoruz.

Devrim ertesinde 1980 yılına kadar geçen sürede kimi önemli başarılar yanında ciddi ekonomik ve politik hatalar da yapılmıştır. Burada bu dönem üzerinde durmayacağız.

Yaklaşık 40 yıldır uygulanmakta olan ve sosyalistler arasında yoğun olarak tartışılan dönemi değerlendirmeye çalışacağız.

ÇKP Merkezi Parti Okulunda Ekonomi Profesörü Chen Wentong, Çin’in sosyalizmin başlangıç aşamasındaki temel ekonomik sistemini, özgün bir ekonomik sistem olarak niteliyor. 

‘’Çin’de sosyalizmin başlangıç aşamasının temel ekonomik sistemi, hem kapitalist ülkelerdeki kapitalist ekonomik sistemden hem de Çin’de bir dönem uygulanan yeni demokratik ekonomik sistemden de (1950-56) farklıdır.

“Ayrıca, 1956-1980 döneminin geleneksel sosyalist sisteminden de kapitalizmin ve sermayenin, pazarın ve meta üretiminin tamamen aşıldığı sistemden de farklıdır.

“Çin’de bugün üretim ve mikroekonomi düzeyinde, kapitalist pazar ekonomisinde olduğundan çok da farklı olmayan birçok kapitalist öğe vardır. Öte yandan, sermaye mülkiyeti, toprak mülkiyeti, kırsal ve kentsel toprak ve gayrimenkul mülkiyeti ve makroekonomik bakımından ise bugün Çin’de sosyalist öğeler baskın durumdadır.

“Partinin 15. Ulusal Kongresi’nin ilgili belgelerine göre (1997) Çin’de sosyalizmin başlangıç aşamasındaki temel ekonomik sistem tanımlanırken ‘kamu mülkiyeti asıl dayanak noktasıdır ve çoklu mülkiyet özelliklerine sahip ekonomik sektörler birlikte geliştirilmelidir’, denmektedir. Bu ekonomik sistemin niteliksel özellikleri aşağıdaki şu üç noktada özetlenebilir:

“Birincisi, bu ekonomik sistem kamu ve özel sektörlerin yan yana var olduğu ve toplumsal kaynakların bir araya getirildiği çoklu bir ekonomik sistemdir; bu ekonomik sistemin genel niteliği, çoklu mülkiyet biçimleri ve çoklu üretim biçimleri tarzlarına sahip olmasıyla belirlenir.

“Ekonomik sistemimizde sosyalist öğelerin ne kadar güçlü ve etkili olduğu sorununa gelince, bu sorunun yanıtı sadece Çin’in kamu mülkiyetindeki varlıklarının toplam varlıklar içindeki oranına bağlı değil, aynı zamanda kamu varlıklarının kalitesinin ve teknolojisinin yüksekliğine ve oynadığı role de bağlıdır.

“İkincisi, bu ekonomik sistem sosyalist yol ile kapitalist yol arasındaki niteliksel farkı yansıtan, kamu mülkiyetinin hâkim olduğu ve devlete ait ekonomik sektörün ulusal ekonominin can damarlarını kontrol ettiği ve ekonomide önder rol oynadığı bir ekonomik sistemdir.

“Bugün kamu mülkiyetinin ana kısmı, esas olarak kamu mülkiyetindeki devlet şirketlerinde cisimleşmiş bulunuyor. Başka bir deyişle, Çin’de kamu mülkiyetinin baskın olmasıyla devlete ait ekonominin baskın olması çok farklı anlamlara gelmiyor, hemen hemen aynı şeyi ifade ediyor. Sosyalist yol ile kapitalist yol arasındaki temel fark, kamu mülkiyetinin tüm ekonomik sistemde baskın ve öncü konumda olup olmadığıdır.

“Üçüncüsü, Çin’in mevcut sistemi, özel sektör ekonomisinin ekonomide önemli bir bileşen olduğu bir ekonomik sistemdir.”

Çin üzerine yapılan tartışmalarda meta üretiminin ve artı değer sömürüsünün kısmen de olsa varlığına işaret edilerek Çin’de kapitalizme dönüşün gerçekleştiği ileri sürülmektedir. Profesör Chen Wentongun, “kapitalist pazar ekonomisinde olduğundan çok da farklı olmayan birçok kapitalist öğe”nin varlığını yadsımıyor ancak “sermaye mülkiyeti, toprak mülkiyeti, kırsal ve kentsel toprak ve gayrimenkul mülkiyeti ve makroekonomik bakımından bugün Çin’de sosyalist öğelerin baskın durumda olduğunu” belirtiyor.

IV. Çin emperyalist mi?

Sol/sosyalist kesimde kimi çevreler özellikle Güneydoğu Asya ve Afrika’daki ticari ilişkileri ve yatırımlarına vurgu yaparak Çin’in emperyalist olduğunu ileri sürmektedir.

Çin’de stratejik sektörlerde kamu mülkiyeti ve kamu şirketlerinin üretimi belirleyici bir konumda. Bunun yanında yabancı ve yerli tekeller, küçük ve orta boy şirketler, kırlarda ve kentlerde kooperatif mülkiyet ve üretim mevcut. Çin devleti ve irili ufaklı Çin şirketleri dünyanın dört bir yanında ticari ilişkilere sahip. Hem Çin devleti hem de Çinli şirketler sermaye ihracı yapıyor.

Bu gerçekten hareketle özellikle ülkemiz solunda Çin’in emperyalist bir ülke olduğu yaygın düşünce. Bu düşünce gerçeği ne ölçüde yansıtıyor? Kapsamlı bir tartışmayı gerekli kılan bu konuyla ilgili olarak, Çin’in Afrika ülkelerindeki yatırımlarının boyutuna ve hangi alanlara yöneldiğine değinmek istiyorum.

Çin, Afrika ülkeleri ile iş birliğine özel önem veriyor. 2013’ten 2018’e Çin’in dış yardımlarını gösteren aşağıdaki şemada bu açıkça görülüyor. Bu iş birliğini düzenlemek amacıyla 2000 yılında Çin-Afrika İş Birliği Forumu (FOCAC) kuruldu. Forum üç yılda bir toplanıyor.

tvp085y12

FOCAC’ın 8. Bakanlar Konferansı geçen yıl Senegal’in başkenti Dakar’da toplandı. Senegal Dışişleri Bakanı ile Konferansın hazırlık çalışmalarını yürüten Çin Devlet Konseyi Üyesi ve Dışişleri Bakanı Wang’ın bir açıklaması şu sözlerle yansıtıldı:

‘’Wang, Forumun kuruluşundan bu yana Çinli şirketlerin Afrika için 10.000 km’den fazla demiryolu, yaklaşık 100.000 km otoyol, 1.000’e yakın köprü, 100 liman ve 80’den fazla büyük ölçekli enerji tesisi inşa ettiğini söyledi. Ayrıca Afrika’daki ülkelerin 130’dan fazla tıbbi tesis, 45 spor salonu ve 170’ten fazla okul inşa etmesine yardımcı olduğunu ve kıta için çeşitli alanlarda 160.000’den fazla profesyonel yetiştirdiğini ifade etti.

“Wang, Çinli sağlık ekiplerinin şu ana kadar Afrika’da 230 milyon hastayı tedavi ettiğini ve Çin’in sponsor olduğu bir ağ hizmetinin yaklaşık 700 milyon kullanıcı terminaline hizmet verdiğini kaydetti.” (China and Africa in the New Era: A Partnership of Equals, The State Council Information Office of the People’s Republic of China, November 2021)

Çin Dışişleri Bakanının Senegal’de yaptığı açıklama, bana, 1960’lı yıllardaki Sovyet yatırımlarını hatırlatıyor. O yıllarda SB, Türkiye’de Ereğli Demir Çelik, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Aliağa Rafinerisi, Ambarlı Santrali, İskenderun Demir Çelik Fabrikası gibi çok önemli tesisler inşa etmişti. O tarihte TİP, Dev-Genç ve Türkiye sosyalist hareketinin tüm önemli şahsiyetleri bu yatırımların ülkenin emperyalizme bağımlılığını zayıflatacağını savunmuşlar ve iş birliğini memnuniyetle karşılamışlardı. Benzerlik çok açık.

Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki bu ölçüde yoğun ticari ilişkiler ve yatırımlar Batıda spekülasyonlara yol açıyor. Emperyalist ülkelerin siyaset yapıcıları ve basının yaptığı spekülasyonları “Çin’in Afrika’daki rolü hakkında 5 emperyalist efsane” başlıklı makalesinde Nino Brown gayet kapsamlı şekilde çürütüyor.

Nino Brown şunları kaydediyor: “Çin’i ‘sömürgecilik’ ile suçlamak için kullanılan ana argümanların efsaneler olduğunu kabul etmek için, Çin Komünist Partisi (ÇKP) ile bir görüş birliğine sahip olmak veya tüm iç veya dış politikalarını savunmak gerekli değildir.

“Batı, 1980’lerde ve 1990’larda neo-liberal yapısal düzenleme planları ile Afrika uluslarını yok etti; zaten fakir ülkelere kemer sıkma politikaları uyguladı, onları geri ödemesi imkânsız olan faiz oranlarına sahip krediler almaya zorladı.

“Batı’nın tersine, Çin’in Afrika’daki kredileri büyük ölçüde sıfır veya düşük faizli kredilerin ve bazen onlarca yıllık geri ödeme planlarının bir karışımıdır. Bazıları imtiyazlı ve yeniden müzakere edilebilir ve ayrıca projelerin gerçek başarısına ve üretkenliğine bağlıdır.

“Araştırmalar, Çin kredilerinin spekülatif olmadığını ya da özelleştirme projelerine ve IMF kredileri için tipik olan ‘yapısal uyum’a bağlı olmadığını gösteriyor. Bu kredilerin büyük çoğunluğu altyapı finansmanındaki boşlukların kapatılmasına yardımcı oluyor.”

Nino Brown, Washington Post‘taki “alışılmadık derecede dürüst” diye tanımladığı bir makaleden alıntı yapıyor: ‘’600 milyon Afrikalının elektriğe erişiminin olmadığı bir kıtada, Çin kredilerinin yüzde 40’ı elektrik üretimi ve iletimi için ödendi. Diğer bir yüzde 30, Afrika’nın çökmekte olan ulaşım altyapısını modernize etmeye gitti.”

Çin ve Afrika ile devam eden alacaklı-borçlu ilişkisinin incelenmesi, borç tuzağı propagandasını çürütüyor. Tim Hancock’un, Rhodium Group’un 40 Çin dış kredisi vakası üzerine yaptığı çalışmayla ilgili yakın tarihli bir öyküsünde yazdığı gibi: “Yeniden müzakerelerin çoğu borçlu lehine çözülürken… 14 davada borç silme, 11 davada erteleme ve diğer çoğu davayı açıklayan yeniden finansman ve borç vadesi değişiklikleri bulundu.” (https://www.liberationschool.org/five-imperialist-myths-about-chinas-role-in-africa/)

Korkut Boratav ne diyor?

Korkut Hoca Çin’deki süreci yakından izliyor, sık sık yaptığı yorumlardan bu anlaşılıyor. Çin Uluslararası Radyosu Korkut Boratav’la, “ÇKP’nin Yüzüncü Yıldönümü” konulu bir röportaj yaptı. Röportajdan bir bölüm şöyle:

‘’Çin devriminin büyük önemi, 20’nci yüzyıl sosyalist devrimlerinin mirasını bu yüzyıla taşıyan az sayıda ülkeden biri ve en başarılısı olmasından kaynaklanıyor.

“İki tespit ile yetineceğim.

“Birinci olarak, kapitalizm Çin ekonomisinde yaygındır; ama egemen üretim ilişkisi olduğu söylenemez. Toprak mülkiyeti, tarım, hâlâ önemli yer tutan (bankacılık dahil) devlet işletmeleri ve merkez bankasının astronomik rezervleri kapitalizm dışındaki önemli alanlarıdır.

“İkinci olarak, toplumsal sistem (formasyon) sorunu, iktidar ve üstyapı ilişkileri dışlanarak belirlenemez. Çin’de iktidar, ÇKP’dedir. Çeşitli mücadele, saldırı ve sızmalara rağmen kapitalizmin, Çin toplumunda iktidara el koyduğu söylenemez.

“Bu yüzden ve burada tartışamayacağım ek olgular nedeniyle, Çin’in kapitalist ve emperyalist bir toplum olduğuna ilişkin teşhisler, bence, en azından ‘acelecidir’. ‘Gerçek emperyalizmin’ artan saldırganlığı ortamında Çin’in kapitalist ve emperyalist bir toplum olduğunun yanıltıcı görüşler olmaları bir yana.”

Görüleceği gibi Korkut Hocanın Çin ekonomisi ile ilgili tespitleri Profesör Chen Wentong’un yukarıda aktardığım açıklamaları ile büyük ölçüde örtüşüyor.

Çin’in ekonomik olarak yükselişinin ve uluslararası planda artan politik etkisinin emperyalist güçlerce nasıl korkuyla karşılandığını görüyoruz. Bu yıl içinde İngiliz hükümeti ve Biden yönetimi Çin’in ekonomik ve politik yükselişini sabote etmek için yüzlerce sayfalık raporlar hazırladı. NATO’nun son toplantısında ana gündem Çin idi. Çin’i kuşatmaya dönük 10 yıllık plan yaptılar. Son olarak da geçtiğimiz günlerde Pentagon’un 192 sayfalık bir rapor hazırladığı basına yansıdı.

Batı emperyalizminin tüm planları Çin’in yükselişinin önünü kesmeyi amaçlıyor. “Gerçek emperyalizmin artan saldırganlığından” söz ederken Boratav son derece haklıdır.

Çin Halk Cumhuriyeti kuruluşundan bugüne iki savaşa katılmıştır. Birincisi Kore savaşı… Çin Kore’de ABD emperyalizminin başını çektiği ve Türkiye’nin de dahil olduğu güçlere karşı Kore halkını desteklemiştir. Haklı bir savaşın tarafıdır. İkincisi Vietnam’la bir çatışma… Çin, Kamboçya’da Pol Pot rejimini devirmesi üzerine Vietnam’ı cezalandırmak istemiştir. Türkiyeli devrimciler bu çatışmada Çin’i haksız bulmuştur. Yerkürede Cibuti’de var olan bir üssü dışında üsleri olmayan, devrimden bu yana 70 yıldır kimsenin tavuğuna kış dememiş Çin’i emperyalist olarak yaftalamak son derece yanıltıcıdır.

Öte yandan, Çin’in ekonomik olarak yükselen bir güç olduğu ortak kabuldür. Çin’i emperyalist olarak yaftalayanlar bilmelidir ki, bu çevreler Çin’in “genç ve yükselen emperyalist güç” olduğunu ima ediyorlar. Bu tez, 1970’li yıllarda “Sovyet sosyal emperyalizmi” olarak ileri sürüldü ve tarih bunu doğrulamadı.

V. Dünya Komünist ve İşçi Partileri ÇKP’yi nasıl

değerlendiriyor?

Dünya Komünist ve İşçi Partileri her yıl (80 ülkeden 80 küsur partinin katıldığı) konferanslar düzenliyor. ÇKP, Vietnam KP, Küba KP yanında Rusya Federasyonu KP ve SBKP de (bu parti SBKP’yi kurumsal olarak sürdüren Stalinci bir partidir) bu konferanslara katılıyorlar.

Bu tür konferanslar 1957’de başlayarak ‘70’li yılların sonuna kadar devam etmişti. Başlangıçta bu konferanslara ÇKP de katılmaktaydı. SBKP ile ÇKP arasındaki görüş ayrılıkları 1957, ‘60 ve ‘63 Konferanslarında tartışıldı. Sonra ÇKP bu zemini terk etti. O tarihten sonra bu konferanslara yalnızca SBKP yandaşı partiler katılıyordu. Artık bu dönem geride kaldı ve günümüzde bu konferanslara bir ülkeden birden fazla parti katılabiliyor ve katılan partiler arasında görüş farkları da bulunuyor.

Burada, ‘Dünya KP ailesi’nin saygın bir üyesi HKP(M)’nin [Hindistan Komünist Partisi (Marksist)] Çin’de yaşanan sürece dair yaptığı, bana göre oldukça önemli değerlendirmeyi de paylaşmak istiyorum. HKP(M) Hindistan’ın 33 milyon nüfuslu Kerala Eyaletinde HKP ve bir diğer sol parti ile birlikte iktidardadır.

HKP 1920 yılında Bakü’de kurulmuştur. Parti, 1964 yılında bölünmüş, ayrılanlar aynı yıl HKP(M)’yi kurmuşlardır. HKP(M)’nin 2015 yılı itibariyle 1 milyon 48 bin üyesi mevcuttur.

HKP(M) Partideki bölünmeyi şöyle ifade ediyor: “Partimiz Hindistan Komünist Partisi (Marksist) o zaman içinde bulunduğumuz Hindistan Komünist Partisi’nin Hindistan’daki komünist hareketi rayından çıkarma tehdidi taşıyan, dolayısıyla halkın kurtuluşu için de tehdit oluşturan revizyonist sapmasına karşı yoğun bir mücadele temelinde kurulmuştur. Partimiz HKP(M), Hint devriminin strateji ve taktikleri çevresinde odaklanan parti içi ideolojik mücadeleler sonrasında önemli bir kopuşa imza atarak Hint egemen sınıflarının bileşimi ve özelliği hakkında doğru bir değerlendirme yapmış ve Marksizm-Leninizm’in devrimci doktrinlerini sürdürmek, bunları somut Hindistan koşullarına uygulamak amacıyla ortaya çıkmıştır.”

HKP(M), MK’nin 2015 yılındaki toplantısında kapsamlı bir Çin değerlendirmesi yapmıştır.

Değerlendirme şöyledir: “Reform sonrası sosyalist Çin’in durumunu belirli bir yere kadar ‘Yeni Ekonomi Politikası’ (NEP) sırasında Lenin’in devlet kapitalizmine karşı aldığı teorik pozisyonların bir yansıması olduğunu görüyoruz. Buradaki temel sorun, geri kalmış bir ekonomide üretici güçleri büyük çaplı sosyalist inşayı sürdürebilecek düzeyde artırmaktır. Lenin, o yıllarda uluslararası alandaki ve ülke içindeki somut koşullar temelinde, geri üretici güçlerle ileri sosyalist üretim ilişkileri arasındaki uçurumu hızla kapatma çabası içinde olmuştur. Öte yandan, Sovyet sosyalizminin inşası, farklı tarihsel koşullar altında gelişmiştir.

Bugün Çin’de yapılmaya çalışılan, sosyalizmde üretici güçler ve üretim ilişkileri düzeyleri arasında uyum oluşturmaktır. İleri sosyalist üretim ilişkileri, üretici güçleri seviyesinin düşük olduğu durumda sürdürülebilir olamaz. Üretici güçlerin uzun süre düşük seviyelerde kalması, sosyalizmde halkın büyüyen günlük maddi ve kültürel ihtiyaçlarıyla geri üretici güçler arasındaki önemli çelişkiye neden olacaktır. Çin Komünist Partisi (ÇKP), bu çelişkinin çözümsüz kalması durumunda Çin’de sosyalizmin tehdit altında olacağı sonucuna varmıştır.”

HKP (M)’nin Çin’deki süreci yakinen değerlendirdiği anlaşılıyor. Büyük bir komşu ülkenin güçlü bir partisi olarak bu anlaşılır bir durumdur. HKP(M)’nin değerlendirmesi eleştirel yönler de içeriyor:

“Başka bir sorun ise Çin Komünist Partisi’nin kavrayışından emperyalizm kavramının düşmesidir. Anti-emperyalist bir yönün yokluğunda, Çin gençliği arasında milliyetçiliğin başat duygu haline geldiğine dair işaretler vardır.”

HKP(M), görüşlerini şöyle toparlıyor: “Çin, reformların yapıldığı bu otuz yıl süresince üretici güçlerin gelişimi ve ekonomik büyüme anlamında muazzam bir ilerleme göstermiştir. Kapitalist hiçbir ülkenin tarihinde görülmedik biçimde 30 yıllık bir süre boyunca ortalama yüzde 10’luk istikrarlı bir büyüme oranı yakalanmıştır. Ancak, bu sürecin bugünün Çin’inin üretim ilişkilerinde ve dolayısıyla toplumsal ilişkilerinde ön plana çıkan kimi olumsuz değişimleri de getirdiği açıktır. Bu çelişkilerin ne kadar başarılı idare edileceği ve nasıl çözüleceği Çin’in geleceğinin rotasını da belirleyecektir.”

Fukuyama’nın itirafı…

Son olarak Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin yıkılması ardından “tarihin sonunun geldiğini, kapitalizmin ebedi zaferini” ilan eden Fukuyama’yı hatırlayalım. Fukuyama 10 sene önce yanıldığını itiraf etmiştir. Fukuyama’yı itirafa mecbur bırakan Çin, Vietnam, Küba, Kuzey Kore ve Laos’un sosyalizm kuruculuğunu sürdürmesidir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar

Çin 2013