Ana SayfaArşivSayı 18Güven'in Güven-siz-liği Üstüne Değinmeler...

Güven’in Güven-siz-liği Üstüne Değinmeler…

Roman gerçek ile düşselin belirlenmiş bir kurgu içinde öykülenmesidir.

Forster

Azim Kara

Tarihi roman yazmanın güçlüğü bilinir. Tarihi romanlaştırmanın kendine has zorlukları olduğu kanısındayım. Özellikle de, bireylerinin halen yaşadığı yakın tarih ve her kesimden insanın şu veya bu şekilde fikir beyan edebileceği yakın geçmiş sol siyasi tarih hakkında yazıyorsanız. Kanımca tarihi romanları kabaca üç ana grupta sınıflandırabiliriz.

  1. Tarihe mal olmuş, efsaneleşmiş kahramanları mitolojik bir duyarlılıkla aktarmak. Ülkemizde sağ görüşlü yazarların sıkça başvurduğu bir türdür bu. Tarık Buğra’nın Osmancık’ı örnek gösterilebilir.
  2. Mitleşmiş insanlarla yaşayanların anılarına dayalı bir tür duygusal öyküleme olan tarih yazımı. Buna da bir zamanların çok satan kitabı Gülünün Solduğu Akşam (Erdal Öz) örnek olarak gösterilebilir.
  3. Romanı, tarih tezlerinin tartışıldığı bir platform olarak ele alan ya da tarihi romanlaştırmak olarak adlandırabileceğimiz tür. Kemal Tahir romanları bu türe örnek olarak gösterilebilir.

Şimdi, bu sınıflandırmadan sonra Vedat Türkali’nin Güven‘ini nereye koyacağız? Kitabın girişinde teşekkür edilen Mete Tunçay adı, bize romanın bir şekilde belgelere dayandığını imlemektedir. Tunçay adı Türkiye’de yıllardır sol tarih arşivciliği ile özdeşleşmiştir. “Roman gerçek ile düşselin belirlenmiş bir kurgu içinde öykülenmesidir” tanımını temel alırsak, kitabın başında Mete Tunçay adının bilerek kullanıldığı ve daha kitabın giriş bölümünde okuyucuya kitabın belgesel yönünün vurgulandığı söylenebilir.

Kitap, 30’lu yılların sonundan, çok partili hayata hazırlanan ‘demokrasimiz’de, 1945’in sonlarına kadar; sanattan parti siyasetine, eğitimden ticarete, dinden iktidar erkine ülkenin bir tür siyasi ve beşeri haritasını vermektedir.

Romanın estetik değerinin tartışmasını edebiyat eleştirmenlerine bırakarak yakın geçmişimiz üzerinden bizi ilgilendiren siyasi harita ile ilgili görüşlerimizi sıralayalım.

30’lu yılların sonunda, savaşa karşı olan sosyalizm yanlısı gençlerin TKP’yi aramaları serüveni sol tarihimizin bir tür kritiği ve dünya sosyalist hareketinin sorgusuna dönüşmektedir. Bu süreçte eksen alınan bir grup arkadaşın savaşın karabasanından çıkıp bir şeyler yapmak için TKP’yi arama serüvenleri, TKP’nin tarihini yazma ve yer yer eleştirisine yönelmektedir.

Romanda anlatılan kahramanları iki ana gruba ayırabiliriz. Birinci grupta Şefik Hüsnü, İ. Bilen, Z. Baştımar, M. Belli gibi gerçekten yaşamış tarihi kişilikler yer alır. Yazar, gerçek kişiliklere dair hemen hemen hiç eleştiri getirmez. Bu halleri ile romanda yer alan gerçek kahramanlar çok yalınkat ve motif olarak duruyor. Yukarıda saydığımız gerçek tarihi şahsiyetler romana aslında pek bir şey katmıyor. Bir nevi, bahçelik alanda saksı çiçeği gibi duran bu kahramanları alıp çıkardığınızda aslında romanda eksilen bir şey yok gibidir. Sahir Hoca ile Şefik Hüsnü’nün karşılaşması okuyucuya önemli gibi gelse de romana ve olaylara bu karşılaşma olmadan da devam edilebileceği ve dolayısıyla, aslında bunun şart da olmadığı görülecektir. Sahir Hocanın, “Ben bunları biliyorum zaten” demesinden de anlaşılacağı gibi, Şefik Hüsnü pek yeni bir şey söylemiyor.

Ayrıca dikkat çeken önemli bir husus, Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat dışında kalan tüm TKP’lilerin kişilikleri hakkında yazarın, yaratı kahramanları vasıtasıyla olumsuz yargı bildirmesidir. Bundan Hikmet Kıvılcımlı da nasibini almaktadır. “Delinin biri oğlum Doktor Hikmet. Megaloman. Disipline girmez. İpe sapa gelmez bir sürü sav atar Türkiye üstüne.” (s. 102) Yazar, Ş. Hüsnü ve R. Fuat’ın ellerinden geleni yaptıklarını, doğruyu gördüklerini, ama uygulayamadıklarını düşünmektedir. TKP merkez komitesinin elinden gelenin bu kadar olduğu, aslında doğruyu gördüğü ama uygulayamadığı, romanda, tarihi şahsiyetlerle ilgili önemli bir husus olarak göze çarpıyor.

İkinci grupta ise Galip, Halil, Kemal, Seher, Ragıp Usta, Sahir Hoca, Nedret Hanım gibi, yazarın kurmaca kahramanları bulunmaktadır. Romanda yer verilen yaratı kahramanları neredeyse psikanalitik bir yöntemle mercek altına alınmaktadır. Yaratı her kahramanın cinsellikle ilgili duruşlarıyla Freud’un hak teslim edilir gibidir. Kitapta anlatılan asıl öykü kurgulanmış kişilerin etrafında biçimlenmektedir. Yazar söyleyeceklerini kendi kurmaca kahramanlarına söyletmiştir. Yazarın kurmaca kahramanlarının hiçbirinin sağlıklı sayılabilecek bir durumda olmaması ise düşündürücüdür.

Romanın esas eksenini oluşturan yaratı kahramanlarını da esas olarak iki farklı öbeğe ayırmak mümkündür. Birinci öbekte TKP’yi arayan gençler etrafında Turgut, Halil, Seher, Süheyla, Ragıp Usta ile Sahir ve Nedret çifti; ikinci öbekte de Galip, Nafi, Sait, Mithat, MAH yöneticileri, ticaret erbabı azınlıklar yer alır. Bu iki öbeğin ilişkisini sağlayan gazeteci Refik tipi, kurgusal açıdan romanın en önemli kişisi sayılabilir.

Şimdi, yaratı karakterlerle romanı tanımaya çalışalım. Turgut, edebiyat fakültesi türkoloji bölümünde okuyan köy kökenli bir gençtir. Halil de yine köy kökenli bir genç olup hukuk fakültesinde okumaktadır. İkisinin sınıfsal konumları ve arayışları aynıdır. Halil daha önce tutuklanıp serbest bırakılmıştır. Her ikisi de sosyalist görüşlere yakındırlar ve Hitler faşizmine karşı bir şeyler yapmak düşüncesiyle o güne kadar sadece adını duydukları örgütü aramaya başlarlar. Uzun arayışlardan sonra bir sonuca ulaşamadıklarını anlayıp kendileri bağımsız olarak çalışmaya karar verirler. Sonunda, biraz da rastlantı sonucu TKP ile ilişki kurmayı becerirler. Ama aslında TKP diye bir şey yoktur ortada. Daha doğrusu desantralizasyon gereği TKP santralsız kalmış, yeni komitern kararı gereği legale çıkmayı da becerememiştir.

Turgut aynı zamanda Necla ile ta başından güven-siz-liğe dayanan bir ilişki içindedir. İlk birlikte oluşlarından hemen sonra, “O kız aslında burjuva bir aile içinde doğal ki bir sürü pezevenk, kim bilir nasıl koşullarda eğitimin bir sürü sonucu kim bilir kaç kişiyle yattı kaltak”(s. 75) diye düşünür. Farklı sınıfsal konumlardan gelen bu iki insanın ilişkisi daha başından bitmiş gibidir. Diğer yandan benzer sınıfsal kökenlere sahip Halil ve Seher çifti aslında romanın en “sağlıklı” karakterlerini çizerler.

Aydın karakteri olarak alınan Sahir Hoca’nın güven-siz-liği, sorduğu soruların altından kalkamaması bir yana, kuşkuculuğu temel alarak doğru sorular sorması, ama yanıtlarıyla bir türlü ikna olamamasından kaynaklanır. “Çocukların odasında asılı duran Türkiye haritasına bakarken yanıtını bulmuş gibi durup kaldı bir gün. Harita gösteriyordu işte! Trakya kadar batılı, Anadolu kadar doğuluyduk!” “Itri’yi dinleyeceksin, Bach’ı da Marx’ı da bileceksin.” Aynı soruları bugün de tartışmaktalar aydınlarımız.

Kitapta bir işçi militanın ağzından aktarılan TKP tarihinden ulaştığı güven-sizliği şöyle dile getirir yazar: “Öyle geliyor ki bana, bu ülkede din muhalefeti bizim ilerici muhalefetimizden çok daha güçlü. Gizlice örgütlüler. İstediğin kadar kız; halka dayalı sonunda! Şimdi öbek öbek birleşiyorlar; bir birleşirlerse duman ederler ortalığı! Bizim işimiz daha zor! Dön dolaş, Kemalistlerin yanındasın. Onlar da bizim anamızı sikiyorlar”. “Biz halkla ilişki kuramadık Turgut arkadaş dedi. Sürekli onu söylediler bize yukarıda. Yasal olmanın yollarına bakın! Bakalım da nasıl bakalım? Peki nasıl olacak diye sordu çekingen bir sesle. Bilsem. onu bilsem! Bilen var mı Türkiye’de, onu da bilmiyorum. O yolu bize kim gösterecekse onun sağlığına kaldıralım.”(s. 462)

Kitabın en önemli özeleştirisi, şimdi TKP geleneğinden arta kalanlar ne kadar katılır bilinmez ama, Kürt meselesine getirdiği dürüst tavırdır.

Doktor Nurettin’i, söylemeyi göze aldığı bir çift söz için kuduz köpek gibi saldırdılar, dövüyorlar, önümde! (…) O koşullarda bile beni onlardan ayırmıştı Kürt Doktor! İçinizde bir adam var, diye beni göstermişti! Öyle sanıyordu demek. Yoktu oysa! Ben de o saldıranlardan biriydim! Bizim bu ülkedeki ilerici kafamız bu işte! Çok mu ayrıyız, Kemalistlere kovculuk eden Kürt Veysel’den? Kürtlerin soykırımına, biz bu kafayla seyirci kaldık! İlericilik adına alkış tutanlarımız bile oldu!“(s. 486). Kürt meselesinde dillendirilen fikirler, olaylara bugünden bakıldığı belli olsa da, ve bugün TKP geleneğine sahip insanların kitapta öne sürülen görüşlere katılıp katılmayacağı bilinmese de, Türkali’nin aydınımıza yaptığı olumlu bir çağrıdır. Sahir Hocanın küçük oğlu Özgür’ün “Kürdistan’da sol gerillaya katılması” kronolojik olarak mümkün görünmese de iki halkın kader birliği açısından bir çağrı gibidir. Bu çağrı aynı zamanda kitabın kendine güven duyduğu tek çağrıdır.

Kitapta dünya devrimi ve komiternin durumu, artık o dönemin kapandığı varsayılsa da, önemli açıklamaları içermektedir. ‘Globalleşen’ dünyada yazar, saldırmanın moda olduğu konularda cesaretli karşı politik görüşler ileri sürmektedir. Bu konuların başında gelen ve önemli bir saldırı malzemesi olarak sağ ve sol çevreler tarafından paylaşılamayan Stalin düşmanlığına, biraz da tarihin hiçbir zaman yaşanan dönemden koparılamayacağı gerçeğiyle değinilmektedir. Haklıya hakkını teslim etmek, yalnızca tarihi yaşayanların değil bir biçimde tarihi yapanların da hesaba katması gereken bir durumdur.

Düşünen insanı (aydın tipini) Troçki’ye yakınlaştırması, temelinde, o dönemde, Stalin’i eleştiren her düşüncenin Troçkistlikle suçlanmasının payı olsa da, ve aydın tipinin her baskı döneminden nasibine düşeni paranoyayla birlikte alması yadırgatıcı olsa da üstünde düşünülmesi gereken önemli ayrıntılardan biridir.

Ülkemizde sol adına belge niteliğindeki doküman konusunda araştırmacılar olsun, okurlar olsun, ciddi sıkıntılar çekerken, komitern kararlarıyla alınan desantralizasyon konusunda verilen bilgiler oldukça dikkat çekici belgeler niteliğindedir.

Kitabın günümüz koşullarıyla bağlantılı diğer önemli bir yanı da, devletin gizli teşkilatının çalışmasının Susurluk ilişkilerini hatırlatmasıdır. Galip, Mithat ve Sait ilişkisi bugünün Susurluğundan geri kalmaz.

Kitabın çok okunması da ayrıca dikkat çekicidir. Ülkemizde okumanın ve politikanın bu kadar demode olduğu bir dönemde, bu kadar oylumlu bir kitaba okurun gösterdiği ilgi, ve çok satmanın bir göstergesi olarak kitabın işporta tezgahlarında da satışa sunulması ayrıca sevindiricidir.

Kitabı okunur kılan, TKP tarihini anlatması kadar, yaratı kahramanlarının hâlâ canlı ve aramızda oluşudur. Bir yerlerde halen partisini arayan Turgut’un, Halil’in varlığını hisseder gibiyim. Diğer yandan nüfusla doğru orantılı, geometrik olarak artan toplu mezarlar… Halen devletten kopamamanın paranoyasıyla yaşayan aydınımızla, bitmiş olmayan ve içinde yol aldığımız toplumsal öykümüzle, kitap devam ediyor. Bu anlamda, kitabı bitirdiğimde bana en çarpıcı gelen bölüm, yazarın okuyucuyu 3. cildi yazmaya davet eden sonsözü oldu.

Güven‘in güven-siz-liği çoğumuz için devam etmektedir. Aslında Kürt meselesinden İslama, oradan milliyetçiliğin yükselişine, sosyalizmin sorunlarından insan ilişkilerine, ne kadar az şeyin değiştiğini görmek için keyifle okunan bir eser.

Aynı gemideyiz ve tarih devam ediyor.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar