Ana SayfaKürsüMarx Değil, Locke Değil, Fakat Hobbes: Rus Devrimi’nin Anlamı

Marx Değil, Locke Değil, Fakat Hobbes: Rus Devrimi’nin Anlamı

Çeviri: K. Mustafa Ateş

 

“Her devrim eski ve çürümüş olanı yok eder. Eskinin külleri üzerinde yeni ve güzel bir yapı inşa edilmeye başlanana kadar zorlu bir süreç geçirilmesi zorunludur.”

Nikolay Buharin, 1918

Rus Devrimi neyle ilgiliydi? Bazıları bu soruyu yönetilenlerin rızası bakımından ele alır. Çarı alt etmek, meşruiyetini halkın serbest seçimler yoluyla ifade edilen rızasından alan bir hükümet kurmanın ilk adımıydı. Bu perspektiften ele alınan devrim anlatısı çoğunlukla, büyük vaatlerin felaketle sonuçlanmasından ibarettir. İster 1917’deki coşkun demokratik havanın ardından hızlıca bürokratik bir çarka dönüşen sovyetleri, isterse de tüm yetişkin nüfusun oyuyla seçilen fakat Bolşevikler tarafından dağıtılan Kurucu Meclis’i göz önüne alalım, nihai sonuç baskıcı bir diktatörlüktür.

Başka gözlemciler içinse Rus Devrimi proletaryanın sınıf misyonuyla ilgilidir. Bu perspektiften ele alanlar için önemli olan devrimin türüdür: Burjuva, sosyalist, demokratik bir devrim mi? Yahut bir tür karışım mı? Bu sorunun cevabı, hangi sınıfların hangi tarihsel görevleri yerine getireceğini belirler. Bu perspektifin en güçlü seslerinden biri olan Troçkist gelenek için de devrim anlatısı büyük vaatlerin felaketle sonuçlanmasından ibarettir: devrimin dejenerasyonu, bürokrasinin zaferi ve Stalinist karşı devrim.

İlk okumayı John Locke’un, ikinci okumayı ise Karl Marx’ın ismiyle özdeşleştirebiliriz. Fakat Thomas Hobbes ismiyle özdeşleşen üçüncü bir perspektiften daha söz etmek mümkün; bu perspektif, Hobbes’un Leviathan olarak isimlendirdiği, genel olarak kabul görmüş egemen otoritenin varlığı ya da yokluğuyla ilgilenir. Sözü geçen egemen otoriteye karşılık gelen Rusça kelime vlasttır ve Hobbesçu perspektifi yansıtmakta herhangi bir İngilizce kelimeden çok daha yeterlidir.

Yazıda da görülebileceği gibi devrimde ve iç savaşta rol almış veya gözlemcilik etmiş Ruslar bu kelimeyi neredeyse takıntılı bir şekilde kullanmıştır. Bu nedenlerden dolayı takip eden satırlarda vlast kelimesini başka bir dile çevirmeden kullandım. Power (güç) birkaç nedenden dolayı tam anlamıyla yeterli bir karşılık oluşturmaz. İngilizce bir kelime olan powerdan farklı olarak vlast, belirli bir ülkedeki egemen otoriteyi işaret etmesinden ötürü daha spesifik bir anlama sahiptir. Vlasta sahip olmak demek, son sözü söyleme hakkını elinde bulundurmak, kararlar vermeye ve bu kararların hayata geçtiğini görmeye muktedir olmak demektir. Genellikle vlast, bu nüansları yakalayabilmek için, İngilizceye the power olarak çevrilir. Soviet power (sovyet gücü) ya da sovetskasia vlast terimleri ise sovyetlere, onun ilkelerine ve toplumsal seçmen zeminine dayalı bir vlasta işaret eder.

Devrim, demokrasinin tesisi (yönetilenlerin rızası) veya “gücün yeni bir toplumsal grup ya da sınıf (sınıf misyonu) tarafından ele geçirilmesi” olarak tanımlanabilir. Ancak devrim terimi, Hobbesçu yıkım ve yeniden inşa paradigmasına pek de uygun değildir. Rusların bu paradigma için güzel bir tabiri vardır: “zor zamanlar”. Bu tabir ilk olarak iç savaşın, istilaların, eşkıyalığın, kıtlığın, vesairenin görüldüğü 1603 (Boris Godunov’un ölümü) ile 1612 (ilk Romanovların taç giymesi) arasındaki zaman dilimi için kullanılmıştır. Yine çoğu Rus 1914 ile 1921 arası ve sonrasında 1990’lar için bu tabiri kullanmıştır. Ben de gıda arzı politikaları üzerine olan çalışmamda (Bread and Authority in Russia, 1914-1921) “zor zamanlar” terimini, yıkım ve yeniden inşanın birleşik bir süreci olarak görülen, savaş, devrim ve iç savaş dinamiklerini açığa çıkarmak amacıyla analitik bir araç olarak kullandım.

Hobbesçu siyaset yaklaşımının başlıca temalarını incelemekle başlayalım. İlk olarak Hobbes’un teorisi aşırı durumlara odaklanır: iç savaş, yıkım, gündelik yaşamın olağanlığının hiçbir anlam ifade etmediği ve salt fiziksel varoluşun söz konusu olduğu zamanlar. Hobbes’a göre bu gibi durumların başlıca özelliği genel kabul görmüş bir vlastın olmayışıdır; öyle ki bir egemen otoritenin oluşturulması kaçınılmaz bir zorunluluk halini alır.

İkinci olarak, Hobbes vlastın yokluğunda ortaya çıkan dinamikleri “herkesin herkesle savaşı” olarak özetler. Toplumda güvenilir düzenleyici kurumlar olmadığında kimse kimseye gerçekten güvenemez. İnsan psikolojisi gözetilmeksizin, böyle bir durumda herkesin herkesle savaşı objektif bir gereklilik olur. Hobbes ve Rus iç savaşını deneyimleyen -yahut hayatta kalamayan- çoğu insan için bu olabilecek en kötü durumdur.

Üçüncü olarak, faal bir egemen otorite bir Leviathan olmak zorundadır: rakiplerine müsamaha gösteremez, onları sindirmelidir. Leviathan’ın gerekliliği denen şey illaki diktatoryal ya da otoriter bir devleti şart koşmaz. Eğer Leviathan’ın varlığına tehdit arz etmiyorsa, belirli bir derecede özgürlüğe, ademimerkeziyetçiliğe ve vatandaşların karar mekanizmalarına katılımına izin vermek Leviathan’ın işine gelir. Yine de Leviathan’ın varlığının güvencede olması için, herkesin onunla uğraşılmaması gerektiğini iyice bellemiş olması gerekir.

Son olarak Hobbesçu argümanın mantığı, herkesin herkesle savaşının felaketlerinden kaçınmak için faal bir vlastı korumanın ahlaki bir görev olduğunu ima eder. Fakat bu ahlaki görev, Leviathan’ın, herkesi sindirmek anlamına gelen görevini yerine getirme kapasitesine bağlıdır. Ne zaman var olan bir vlast yıkılsa veya yalpalasa, ne zaman egemenlik için mücadele eden rakipler ortaya çıksa; bireyler (onlara vatandaş diyemeyiz!) kendi çıkarlarını gözetmekte ve destekleyecekleri Leviathan adayını seçmekte özgür olurlar. Aslına bakarsanız bu seçimi yapmaya mecbur kalırlar. Belirlemesi zor olsa da bir noktada tek ama sadece tek bir egemen otorite ayakta kalır ve olağan ahlaki sorumluluk tekrardan baş gösterir.

Hobbesçu çerçeve son dönem akademisyenler tarafından olayların yorumlanmasında yararlanılan bir şey değil. Önceki bir yazımda olayların Hobbesçu çerçeveyi benimsemiş doğrudan tanıkları tarafından -pek tabii bu Rus yazarlardan bekleyebileceğimiz gibi Hobbes’un ismi anılmadan- sunulan sofistike ve geniş açılı analizine üç örnek vermiştim. Bu üç yazar politik spektrumun geniş bir aralığını kapsıyor; milliyetçi sağdan Sergey Lukyanov, Bolşevik soldan Nikolay Buharin ve liberalizm ile sosyalizmin buluştuğu merkezden Aleksi Peşehanov. İlerleyen zamanlarda, uygun gördükçe bu tanıklara başvuracağım.1

Buradaki amacım Bolşeviklerin, Şubat 1917’de bir gecede yok olan çarın vlastının yerini doldurmak şeklindeki Hobbesçu imtihana nasıl karşılık verdiklerini incelemek. Ekimde başarıyla iktidarı ele geçiren ve akabinde iç savaşta rakiplerine karşı onu elinde tutanlar neden Bolşevikler oldu? —ki bu1917’de dahi sayıca az olan Bolşevikler için dudak uçuklatan bir neticedir. Bolşevikler, savaş öncesi dönemde sahip oldukları perspektif sayesinde, Şubat devriminden sonra Rusya’yı bekleyen asli imtihana etkin bir yanıt oluşturacak biçimde ön adaptasyon gerçekleştirmişlerdi: Yeni ve çelikten bir vlast (tverdaia vlast, politik spektrumu boydan boya kat eden bir slogan) oluşturmaya, yeterli devlet kurumlarını küllerinden inşa etmeye ve Leviathan’ın “herkesi sindirmesini” sağlamaya hazırdılar.

Hegemonya Senaryosu: Bolşeviklerin Ön Adaptasyonu

1910’da Lenin’in sağkollarından biri olan Lev Kamenev, proleterya her zaman “bütün sorunları ve bütün mücadeleleri vlast için mücadele seviyesine yükseltecektir… Rus Devrimi -liberalizmin aksine- tamamına ermek için, vlastı devrimci sınıfın ellerine teslim etmek için çabalıyor”2 der. Vlasta bu denli odaklanılması Bolşeviklerin 1917’nin beklenmeyen imtihanlarına önden adapte olduklarını kanıtlıyor.

Ön adaptasyon” evrimsel biyolojiden alınmış bir kavramdır. Bazen belirli bir ortamdaki bir zorlukla baş etmek için evrilen bir özellik beklenmedik bir şekilde farklı bir ortamdaki zorluklara karşı da işlevli olur. Örneğin dinozorların vücut ısısını düzenlemek amacıyla gelişmiş olan tüyler sonrasında kuşların uçmasını sağlamıştır. Bu kavram herkes için olduğu gibi Bolşevikler için de yeni ve öngörülmemiş olan, 1917’nin Hobbesçu imtihanlarına neden diğerlerinin değil de Bolşeviklerin karşılık verebildiğini açıklamaya yardımcı olur.

Vlasta verilen önem Bolşevizmin hegemonya senaryosunun, yani 1905 devriminin deneyiminin ardından politik stratejilerinin dayanağı olan, yaklaşan Rus Devrimi’ne yönelik beklentinin ve dinamik güçlere dair haritalarının bir parçasıydı. Başka bir yerde hegemonya senaryosunu ayrıntılarıyla tarif etmiştim. Burada bizim amaçlarımız için üç özellik önem arz ediyor.3

Birinci olarak, proletaryanın temel dünya-tarihsel görevi devlet gücünü, yani vlastı kullanarak sosyalizmi inşa etmekti. Kautsky’nin 1909’da Bolşevik liderlerce çokça takdir edilen bir kitabında dediği gibi, Sosyal Demokratlar devrimcidir çünkü “devletin gücünün sınıf yönetimindeki bir enstrüman, hatta en güçlü enstrüman olduğunu anlarlar ve politik gücü [Macht] ele geçirmediği takdirde proletaryanın amaçladığı toplumsal devrim gerçekleştirilemez.”4 1914’te Lenin bu sözü onaylayarak alıntılamıştır.

Bir sınıfın, toplumu kendi imajına göre yeniden şekillendirmek amacıyla devletin gücünü ele geçirmesinin paradigmatik örneği 1798’deki Fransız İhtilali ve diğer “burjuva devrimleri”ndeki burjuvazidir. Fakat 1848 ile yirminci yüzyılın başları arasında Marksist teorideki en büyük ilerleme, Almanya ve Rusya gibi ülkelerde burjuvazinin “burjuva devrimi” yapabilme olanağının giderek azaldığının ve bununla birlikte proletaryanın devrimci kapasitesinin giderek arttığının farkına varılmasıydı. Engels 1892’de “eğer Alman burjuvazisi politik kabiliyet, disiplin, enerji ve azim bakımından içler acısı bir şekilde noksan olduğunu gösterdiyse, Alman işçi sınıfı tüm bu özelliklerin yetkin örnekleri vermiştir”5 iddiasında bulunmuştu.

Böylece -ve bu aynı zamanda ikinci önemli özelliktir- proletarya, burjuvazinin, mutlakiyetçiliğin yerine demokrasi ve tam politik özgürlüğü koymak şeklindeki tarihsel görevini üstleniyordu. Almanya’da da Rusya’da da ne kadar radikal ve demokratik olurlarsa olsunlar işi bitirmek için burjuva partilerine bel bağlamak mantıksızdı: “Devrim hâlâ yalnızca proletarya devrimi olarak mümkündür. Örgütlü proletarya, elverişli koşullarda ulusun çoğunluğunu peşinden sürükleyecek kadar büyük ve yoğun bir güç [Macht] oluşturmadıkça, sözü geçen devrim imkansızdır.”6 Burjuva devrimi burjuvaziye bırakılamayacak kadar önemliydi!

Stratejideki bu değişiminin altında ekonomik ve politik gelişimi engelleyen tarihi geçmiş kurumlardan kurtulmak, modern ekonomik ve politik kurumlar inşa etmek ve demokratik bir ruhla toplumda azimli bir dönüşümü hayata geçirmek gibi toplumsal gelişim için gerekli olan ulusal görevlerin proletaryanın sorumluluğunda olduğu düşüncesinin gittikçe güçlenmesi vardı. Böylece proletarya ulusal gelişim için gerekli olan demokratik bir devrimin hegemonu ya da lideri olmuş oldu.

Takip eden soru şudur: Kimin lideri? Rusya’da Bolşevik cevap –bu cevap Kautsky tarafından, Bolşevikleri coşkulandıracak biçimde takdir edilmişti– belliydi: köylülerin. Her ne kadar köylülerin sınıf çıkarı toplumu tamamıyla demokratikleştirmede onları potansiyel bir müttefik yapsa da; devrim mücadelesinde etkili politik liderliğe ve çıkarlarına dair daha fazla farkındalığa ihtiyaçları vardı. Bolşevik strateji bu liderlik için Rus proletaryasını ve onun partisini atamıştı.

Rusya’ya uygulanan hegemonya stratejisi şöyle özetlenebilir: toplumu tamamen demokratikleştirmek ve böylece olası hayati engelleri kaldırarak sosyalizme giden yolu temizlemek için, sosyalist parti, işçi ve köylülere dayanan devrimci bir vlast oluşturmaya çabalamalıydı. 1917’de bu strateji kolayca “Tüm İktidar Sovyetlere!” (Vsia vlast Sovetam!) sloganına dönüştü.7 Her ne kadar savaş öncesi Bolşevikler “vlastı fethetmeye” odaklandıysalar da, ortada fethedilecek bir vlastın olmayabileceğini hiç göz önünde bulundurmamışlardı. Devlet kurumlarını küllerinden yeniden inşa etmenin öncelikli programları olacağını hiçbir biçimde öngörmemişlerdi. Devrimden sonraki en büyük başarılarının Kızıl Ordu’yu kurmak olacağını öğrenseler çok şaşırırlardı. Gerçekte, bu tarz zorluklara göğüs germek için ön adaptasyon geçirmişlerdi fakat bu ön adaptasyonu acımasız ve emsalsiz bir siyasi ortam için efektif bir adaptasyona dönüştürebileceklerinin garantisi yoktu.

1917: “Tarihsel Vlast” Kaybolur

1917 Şubat’ında, yakın zamanda üç yüzüncü yıl dönümünü kutlamış olan bir hanedanlık, genel olarak kabul görmüş meşruiyet prensipleriyle beraber yok oldu. Bir anda, bir dizi yeni zorluk ortaya çıktı, fakat bu zorlukların kapsamının kendini göstermesi zaman aldı. Geçici Hükümet’in Gıda Arzı bakanı olan Aleksi Peşehanov, yeni durumu gözlemlemek ve üzerine düşünmek için iyi bir konumdaydı. Gıda arzı ekonomik, idari ve toplumsal dokuyu artan bir ivmeyle parçalayan gerilimlerin odak noktası haline gelmişti. Birkaç yıl sonra, 1922’de gönülsüz bir şekilde sınır dışı edilmesinin ardından, 1917’de durumun nasıl olduğunu hatırlatıyordu. Betimlemesini uzunca alıntılamaktan daha iyisini yapamayız:

27 Şubat 1917’de eski devlet vlastı devrildi. Yerini dolduran Geçici Hükümet kelimenin tam manasıyla bir devlet vlastı değildi; yalnızca vlastın sembolü, vlast düşüncesinin taşıyıcısı, veya en iyi tabirle onun embriyosuydu.” Çar yönetimini destekleyen mekanizma da çökmeye başlamıştı. “Devlet yönetiminin işleyişi aniden bozuldu. Devlet vlastının varlığı için azami önemdeki unsurlar tamamen yok edildi. Mahkemeler, kolluk kuvvetleri ve devletin diğer baskı araçlarının izi bile kalmadı. Bu yıkım süreci kısa sürede aşağıya doğru bütün yerel organlara, cephe ve cephe gerisini kapsayacak şekilde orduya yayıldı.” Yerel yönetimin yeni organları yavaş ve etkisizdi. “Eğer herhangi bir devlet düzeni kendini herhangi bir şekilde devam ettirdiyse, bu ataletle oluyordu. Onu güç kullanarak desteklemesi gereken güçler orada değildi.”8

Etkili bir vlastın olmayışının farkındalığının nüfusun tümüne yayılması zaman aldı. Peşehanov’a göre köylü nüfus yeni durumu ancak mayıs ayında kavradı. Bu esnada talihsiz Haziran Saldırısı (Galiçya Saldırısı) yeni seçilmiş asker komitelerinin ve eskiden miras kalmış subay birliklerinin bileşiminin ne kadar etkisiz olduğunu gözler önüne serdi. Ordu birimleri halkı yağmalamıştı ve komuta heyeti durumu kontrol altına alamadı çünkü askeri polis de ordu birimleri kadar güvenilmezdi, hatta çoğu zaman onlar da bu yağmalara katılmıştı.9 Tsuyoshi Hasegawa yeni kitabı “Crime and Punishment in the Russian Revolution” (Rus Devrimi’nde Suç ve Ceza), hiç sevilmeyen fakat etkili olan sivil polis kuvvetinin çözülmesinin ve onun yerine yeni belediye polisinin getirilmesinin nasıl hızlıca düzenin çöküşüne ve şiddet suçlarında artışa yol açtığını detaylarıyla anlatır. Tepki ilk olarak mafyadan, ardından Çeka’nın bir hayli baskıcı ve illegal faaliyetlerinden gelmişti.10

Peşehanov’a göre vlastın yıkılışı Ekim Devrimi’ni takip eden aylarda zirveye ulaştı, daha doğrusu dibe vurdu. “Fetihleriyle birlikte, tabiri caizse ortada hiçbir etkili Rus vlastı bırakmadılar: orduyu kararlılıkla yok ettiler, Geçici Hükümet’in yaratmaya çalıştığı yeni devlet aygıtının temellerini dahi yeryüzünden sildiler. Ülke tam anlamıyla anarşi içine atılmıştı.”11 İnsanlar acımasız Bolşevik zorbalığından ziyade, anarşinin karşı devrimin zaferiyle sonuçlanmasından korkuyorlardı. Peşehanov yeni devrimci rejimin ilk aylarındaki durumu özetleyen bir anekdot aktarır:

“Moskova’da 1918’in Mart veya Nisan ayında, yani Bolşeviklerin iktidara gelmesinden yaklaşık altı ay sonra, Geçici Hükümet’in bir üyesiyken şoförlüğümü yapan şoföre rastladım. Eski arkadaşlar gibi birbirimizi selamladık. “Nasıl gidiyor? Bir zamanlar Çarın şoförlüğünü yapardın, şimdi kiminkini yapıyorsun?” diye sordum. “Şimdi Bolşeviklere çalışıyorum, zaten başka yolu da yok… Fakat bilirsin onlara o kadar da boyun eğmiyorum. Dün yoldaş (Halk Komiserleri’nden birinin adını söyledi) bir otomobil istedi ve ben de, organizasyonumuzun bir katibi olarak, ona yazarak cevap verdim: orada, yukarıda bir vlast var, doğru, fakat burada, aşağıda da bir vlast var, size otomobil vermeyeceğiz!” dedim. Eğer alttaki vlast üsttekinden güçsüz değilse, aslında ortada hiçbir vlast olmadığı söylenebilir.”12

Devletin parçalanması gerekli değildi; zaten yıkılmıştı. Şimdi konuya farklı bir açıdan bakalım ve şunu soralım: Rus toplumundaki hangi güçler yeni bir vlast yaratmak şeklindeki Hobbesçu zorluğu üstlenmek için hazır, yeterli ve istekliydi? Asgari düzeyde uyumlu ulusal bir yapıya sahip güçler arasında, bürokrasiyi, seçkinleri (dvorianstvo), Kilise’yi, seferberliğe yardımcı olmak için kurulmuş “gönüllü kuruluşları”, yeni oluşturulmuş seçim kurumlarını (Sovyet Kongreleri ve Kurucu Meclis), orduyu ve siyasi partileri sayabiliriz.

İlk dördünü kolaylıkla eleyebiliriz. Devlet bürokrasisinin, işlerlik kazanmak ve anlaşmazlıkları düzenlemek için dışsal bir otorite kaynağına ihtiyacı vardı. Bu tür bir dışsal otorite olmadan, Ekim 1917’de gerçekleşen, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesini selamlayan yaygın iş durdurma eylemleri türünden negatif ve pasif eylemlere imza atabilirlerdi yalnızca. Seçkinlerin ömrü ise, etkili bir politik liderlik kaynağı olmak, hatta ulusal bir vlasta etkili bir destek sunmak bakımından, çoktan dolmuştu. Çeşitli nedenlerden dolayı Ortodoks Kilisesi güçlü bir politik müdahalede bulunabilmekten uzaktı, zaten bunu hiçbir zaman denemedi. Savaş zamanının gönüllü organizasyonları başlangıçta Geçici Hükümet’e prestij ve meşruluk kazandırmış olsalar da çok geçmeden halkla olan bağlarının zayıflığı belirginleşti.

Ulusal sovyet sisteminin ve sonrasında Kurucu Meclis’in yeni bir vlast oluşturma imtihanı karşısında özgün bir avantajı vardı: şimdi ve burada seçimler yoluyla başa gelmişlerdi, haliyle “yönetilenin rızası”nı temsil etmek gibi gayet sahici -fakat birbiriyle rekabet halinde olan- iddiaları vardı. Şu rakip sloganlar bir anlam taşıyordu: “Tüm İktidar Sovyetlere!” ve “Tüm İktidar Kurucu Meclis’e!”. Fakat etkili bir vlast için kaynağını seçimden alan meşruiyet tek başına yeterli değildi. Bu meclisler, bir idari yapı, baskı araçları ve tutarlı liderlik olmaksızın, kavanozdaki beyinlerden farksız olurlardı.

Ordunun yüksek komutası, benzersiz baskı araçları üzerindeki kontrolü sayesinde -karşı-devrimci de olsa- yeni bir vlast için doğal bir kaynak gibi görünüyordu. Fakat şaşırtıcı biçimde 1917’de ne Şubat Devrimi esnasında, ne Ağustos’taki Kornilov Olayı’nda ne de Ekim’de bu rolü oynayabilmişti Rus Ordusu. En nihayetinde, askerler Ordu’nun yüksek komutasına, sovyetlere besledikleri sadakatten daha az sadakat besliyordu – askerlerin gözünde manasız bir katliam olan savaşın istenmemesinden kaynaklanan çarpıcı bir gerçek.

Bu durumda geriye politik partiler kalıyor. Üç kamptan bahsedilebilir: liberal Kadetler (Anayasal Demokratların kısaltması) ve ilişkili sağ-kanat müttefikleri; Menşevikler ve Sosyalist Devrimcilerin (SR) çoğunluğunun meydana getirdiği “ılımlı sosyalistler”; ve küçük grupların yanında esasen Bolşeviklerin oluşturduğu elit politikacılarla her türlü koalisyona ve “anlaşmacılığa” karşı olan “enternasyonalistler”. Bu grupların bazıları bağımsızken bazıları ılımlı sosyalistlerin içindeki hiziplerdi, bazılarıysa doğrudan Bolşeviklere katılmıştı.

Şimdi Sergey Lukyanov’un, neden Bolşeviklerin rakiplerinin yeni ve etkili bir vlast oluşturamadığı hakkındaki düşmanca fakat keskin bir bakışa sahip analizine bakalım. Lukyanov politik spektrumun, mensupları “1917’nin adamları”na fena halde öfkeli olan sağ kanadından gelmedir, lakin pek az eski yoldaşı Bolşevikleri onun kadar övmüştür. Lukyanov’un analizleri kullanışlıdır, çünkü spesifik olarak yeni bir vlast yaratma sorununa dikkat çeker.

Lukyanov’a göre otokrasinin yıkılışından sonra iki yol açılmıştı: sorumlu ve gerçekçi reformcuların yolu ve sorumsuz ve son derece hayalperest demagogların yolu. Acımasız paradoks ise demagogların, tam olarak da demagog olmalarından ötürü, daha gerçekçi ve daha sorumlu olduklarını kanıtlamış olmasıydı. Liberal Kadetlerin hiçbir zaman ciddi bir kitlesel desteği olmadı. Geçici Hükümet’in, çoğunluğu Kadetlerden oluşan kabine tarafından yönetildiği ilk zamanlarındaki meşruiyeti, halkın sadakatini kazanma kabiliyetinden ziyade, çar karşıtı reformcuların ulusal ve uluslararası prestijinden kaynaklanıyordu. Liberal reformcuların toplumsal destek sorununu çözmeye yönelik birkaç olası izleği vardı – fakat hepsi başarısızlığa mahkumdu. “Köylülerin kültürel düzeyini aşamalı olarak yükseltmek ve ancak o zaman, köylüler tam bir yeniden-eğitimden geçtikten sonra vlastı onlara devretmek”13 için çalışarak (ve bekleyerek), narodu öz-yönetime hazırlamak şeklindeki devrim-öncesi projelerine devam edebilirlerdi. Fakat 1917’de bu proje, köylülerin ve proletaryanın, onlardan daha iyiler onların hazır olduğuna kanaat getirene kadar sabırla beklemeleri şeklindeki imkânsız bir talep üzerine kurulmuştu.

Eğer liberaller meşruiyetin kaynağı olarak “sınıflar üstü” bir vlast hayal ettiyse, ılımlı sosyalistler de bütün umutlarını, Lukyanov’un hor gören tabiriyle “kendisini dayandırmak istediği spesifik sınıfın ekonomi ve adalet anlayışına yabancı bir dil konuşan (…) bir sözde-sınıf vlast14ına bağlamıştı. Kerenski’ye yakın bir neo-popülist politikacı olan Vladimir Stankeviç’in hatıratındaki bir enstantane bize Lukyanov’un düşüncesinin somut bir betimini verir. Ekim’deki Bolşevik ayaklanması devam ederken, Stankeviç kendisini Petrograd Duması’nda bulmuştu. Duma kıpır kıpırdı, enerjik direniş lafları duyuluyordu ve sonunda birkaç yüz insan kuşatılmış Geçici Hükümet’e desteklerini göstermek için Kışlık Saray’a yürümek üzere sokaklara döküldü. Maalesef ki:

“Bolşevik devriyeleri yolu kapattığı için kafile bir anda durdu. Sonrasında atışmalar başladı. Ağzına kadar denizciyle dolu bir kamyon kafilenin yanına yaklaştı: genç, cesur, fakat o anda şaşırtıcı şekilde düşünceli olan delikanlılar. Kamyonun etrafını saran elit politikacılar, onları, böyle bir zamanda hükümetinin yanında olmanın, her vatandaşın vazgeçilemez hakkı olduğuna ikna etmeye çalıştılar. Denizciler cevap bile vermedikleri gibi bambaşka bir yere bakıyorlardı; kafalarımızın üzerinden kayan bakışları, kamyonun platformunun tam karşısında bir yere sabitlenmişti. Belki dinlemiyorlardı, kendi düşünceleriyle meşgullerdi, fakat her halükârda eğitimli insanların [intelligentskie] ağızlarından çıkan bu güzelce kurulmuş cümleleri anlamadıkları kesindi. Ve sonra, tek bir söz bile etmeden uzaklaşıp gittiler. Devriyeler yine de yerlerinde kaldı ve bizi geçirmediler. Biraz daha durduktan sonra dağılıp dönmeye karar verdik: ‘eski rejimde olduğu gibi şiddet karşısında boyun eğmiştik'”…15

Lukyanov ılımlı sosyalistlerin mantığını şöyle özetliyordu: “Reformlar vazgeçilmezdir, fakat ülkenin ekonomik, finansal ve askeri gücünü zayıflatmamalıdır, bunun yanı sıra kültürel ve yasal değerleri yok etmemelidir; bu değerler narodun çoğunluğuna yabancı olsa bile.” Bu akıl yürütme ılımlı sosyalistlerin üzerindeki kaçınılmaz çift taraflı baskıyı yansıtıyordu:

“1917’nin ilk yarısında politik liderlerin sahip oldukları bu ihtiyatlılık onların asıl ve bağışlanamaz başarısızlıkları ve Devrime, nihayetinde de Rusya’ya karşı suçlarıydı. Yine de insanlardan kahince bir keskin bakışlılık ve Geçici Hükümet’in üyelerinden, geriye kalan alternatif yola, yani işçi-köylü vlastının hemen kurulabileceği inancına organik bir adanma bekleyemeyiz. Dahası böyle bir vlastı kurmak gelişigüzelliğin bulanıklığına dalmayı, kan dökmeyi ve de maddi ve kültürel değerlerin yok edilmesini kaçınılmaz kılıyordu.”

Bu noktada biri hariç bütün alternatifleri elemiş bulunuyoruz: Bolşevikler.

Bir Embriyo Vlast: 1917’de Sovyetler

Inside the Russian Revolution (Rus Devrimi’nin İçinde) adlı kitabında Amerikalı sosyalist ve öncü kadın muhabir Rheta Childe Dorr, Rusya’daki ilk izlenimlerini anlatıyor:

“Petrograd’a gelişimin ilk sabahı, yaklaşık yirmi genç erkekten oluşmuş bir grubun, ellerinde, üzerinde büyük beyaz harflerle yazılmış bir yazının olduğu kırmızı bir pankartla yürüyerek otelimin önünden geçtiğini gördüm. Yanımda duran otel görevlisine ‘O pankartta ne yazıyor?’ diye sordum. Cevap ‘Bütün iktidar Sovyetlere’ oldu. ‘Sovyet nedir?’ dedim ve kısaca yanıtladı: ‘Şu an Rusya’daki tek hükümet.'”16

Bu yazıya bakılarak, Dorr Rusya’ya ne zaman gelmiş olabilir? Çoğu kişi, sovyetlerin Geçici Hükümeti devirmesinin ardından, yani, Ekim’deki Bolşevik devriminden sonra geldiğini düşünecektir. Ama aslında, Dorr Rusya’ya Mayıs 1917’nin sonunda gelmiş ve sadece Ağustos’un sonuna kadar kalmıştır. Kitabı basıma Ekim devriminden önce gitmiştir, bu sebeple bize 1917’de neler olduğuna dair, geriye dönük bir yeniden-okuma içermeyen benzersiz bir bakış verir. Dorr’un açıklaması çok önemli bir gerçeği görünür kılar:

“Devrimin ilk günlerinden beri Rusya’da hükümete en çok benzeyen, bütün ülkeye yayılmış olan sovyetler, ya da asker konseyleri ve işçi delegeleriydi… Petrograd, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri’nin Rus halkının kaderinin kontrolünü üstlendiği tek şehir değildi. Her şehrin kendi konseyi vardı ve askeri ya da sivil olsun cevaplayamayacaklarını düşündükleri soru yoktu.”17

Hobbesçu perspektife göre Bolşeviklerin başarısı, sovyet sisteminin embriyo vlastını, Rus tarihsel vlastının yerini sürdürülebilir biçimde dolduracak şekilde dönüştürmekti. Bu başarıyı bağlamına oturtabilmek için Ekim öncesi sovyetlere bakmalıyız. Dorr’un tarif ettiği ve hayıflandığı durum Şubat devriminde ortaya çıkmıştır. Şubat ayında uzun süredir devam eden Romanov hanedanlığı öyle bir dağıldı ki sonunda Rusya’da işleyen bir vlast, yani genel olarak kabul görmüş bir egemen otorite kalmadı. Vlastın bu ani yok oluşu büyük bir şok yarattı ve muazzam sonuçları oldu. Neredeyse hanedanlığın çöktüğü saatlerde Petrograd Sovyeti, o aşamada ismi kullanmamakta dikkatli olsa da, vlastın nihai kaynağı olma rolünü üstlendi. Sovyet, işçi ve askerlerin seçilmiş temsilcisiydi, ki bu onun 1905’teki aynı isimli kurumdan temel farkıydı.

Bu otorite olma iddiasında iki önemli moment vardı: Birinci olarak, Geçici Hükümet asgari düzeyde meşruiyet kazanmak ve var olabilmek için Sovyet programının kritik noktalarını kabul etmek zorunda kaldı. İkinci olarak Sovyet, Bir Numaralı Emir (Order Number One) sayesinde, neredeyse amaçlamadığı halde, her vlast için temel olan bir nitelik kazandı: en büyük baskı aracı olan ordunun üzerinde kontrol sağladı. Bu iki gerçek, yani hükümetin Sovyet programının kritik noktalarını uygulamayı kabul etmesi ve ordunun Geçici Hükümet yerine Petrograd Sovyeti’ne sadık olması yılın kalanında politikanın gidişatını belirledi. Dönemin Bolşevik gözlemcilerine göre Sovyet henüz “embriyonik bir vlast”tı. Bence harika olan bu metafor bizi şunu sormaya itiyor: Bu embriyonik vlastın kendine yeterli, bağımsız ve tam bir vlast olması için ne gerekiyordu? Max Weber ve Gaetano Mosca gibi yazarlara dayanan şu liste bence sorulan soruya tartışmasız bir yanıttır:

  1. İç meşruiyet diyebileceğimiz bir görev duygusu

  2. Makul ve sadakat uyandırıcı bir meşruiyet iddiası, ya da “dış meşruiyet”

  3. Baskı araçları üzerinde kontrol (Weber’in ünlü tanımına göre “meşru baskı araçları tekeli”)

  4. Bütün rakipleri alaşağı etme kabiliyeti – Hobbes’un dediği gibi hepsini sindirebilen tek bir güç

  5. Günün önemli ulusal sorunlarıyla mücadele edecek geniş kapsamlı bir program

  6. Çarlık Rusya’sında dvorianstvonun (Çarlık altındaki seçkin sınıfın) oynadığı rolü oynayan geniş bir politik sınıf

  7. Merkez vlastın iradesini ülke geneline yayabilecek nitelikte bir yönetsel aygıt

Bana göre, etkin bir vlastın ya da “gücün” anahtar unsurları işte bunlardır. Özet geçmek gerekirse Şubat’ta kurulan embriyonik sovyet vlastı başlangıçta bu özelliklerin bazılarına virtüel formda sahipti, sonrasında, ilk olarak 1917’de ve ardından iç savaş boyunca, bunlar ve diğer özellikler iyice somutluk kazandı. Örneğin Sovyet, Mart’ta olan bir tüm Rusya konferansı ve -Haziran ve Ekim’de gerçekleşen- iki Sovyetler Kongresi ile birlikte hızlı bir şekilde ulusal çapta bir kurumsal forma ulaştı. Geçici Hükümet ise, aksine, günden güne sahip olduğu özellikleri de kaybetti; gitgide gerçekliğini yitirerek 1917’de hayalet bir vlasta dönüştü.

Sovyetler uygulanabilir bir vlast için bir iskelet oluşturmuştu, fakat bu iskelet ancak etkin bir politik liderlikle desteklenirse sağ kalabilirdi. Diğer politik partiler gibi Bolşevikler de hiç değilse, bir ulusal yapı iskeletine, on yıl boyunca olumsuz koşullara rağmen örgütsel tutarlılığı koruma deneyimine ve görev duygusuna sahipti. Bolşevik Parti, sovyet sisteminin politik liderliğini kazandıktan sonra vlastı elde etti. Sovyetlerin seçmen kitlesi (işçiler ve askerler) Bolşevik liderliğini, sovyetlerin bütün iktidara sahip olması gerektiğine karar verdiğinde; Hobbesçu terimlerle konuşursak, sadece bir tek vlastın var olabileceğini bütünüyle anladığında kabul etti. Sovyet seçmeni sovyetlerin ya herkesi sindirmesi ya da sahneden çekilmesi gerektiğine kanaat getirmişti ve bunu yerine getirme hazırlığı içinde olanlar sadece Bolşeviklerdi.

Bu makaledeki odağımız Bolşeviklerin politik liderliği nasıl kazandığının hep anlatılan dramatik öyküsü değil. Niyetimiz şu Hobbesçu soru üzerinde düşünmek: Bolşevikler nasıl embriyo bir vlastı kanlı canlı hale getirdiler?

Embriyo Vlast Gerçeklik Kazanıyor: Kızıl Ordu Paradigması

25 Ekim’den sonra Bolşevikleri bekleyen ana sorun sovyetler ve seçmen kitlesi tarafından inşa edilmiş embriyo vlastı canlı, nefes alan ve en önemlisi de sürdürülebilir bir vlasta dönüştürmekti. Diğer bütün hükümetler için olduğu gibi sovyet iktidarı için de esas imtihan, evdeki düzeni sağlamak üzere nihai cebir desteği ve egemen otorite üzerinde hak iddia eden rakiplerin ihlallerine karşı garanti sağlamak şeklindeki ikili amaca hizmet eden güvenilebilir ve efektif bir ordu kurmaktı. Bu süreci Hobbesçu perspektiften ele alırken, çoğunlukla katılanların ve doğrudan gözlemcilerin, Hobbesçu perspektifin gerçek ve o dönemin insanları için anlamlı olduğunu gözler önüne seren tanıklıklarına dayanacağım.

Genel olarak Bolşevik Parti’nin teorik sözcüsü olarak bilinen Nikolay Buharin, devrimin temel dinamiğini yıkım ve yeniden inşa süreci olarak saptamıştı: “Geçici ‘anarşi’ eski ‘aygıt’ın çöküşüyle ortaya çıkan devrimci sürecin tamamıyla kaçınılmaz bir aşamasıdır… Eski sistemin parçalanması ve yenisinin örgütlenmesi; geçiş döneminin temel ve en genel özelliğidir.”18

Bu “özellik” hem devlet hem de ekonomi için efektif bir aygıt yaratma sürecinin tamamını belirledi. Buharin’in 1920’de yayınlanmış olan Geçiş Döneminin Ekonomisi kitabı ekonomideki yıkım ve yeniden-inşa sürecini analiz etmiştir. Nihayetinde Sovyet bürokrasisinde (1922’de sınır dışı edilmesinden önce) istatistik uzmanı (spets) olarak çalışmış olan Peşehonov’un ise sivil bürokrasinin evrimine dair şahitliği paha biçilemezdir. Peşehanov bize, yavaş fakat emin adımlarla, “devrimci bilincin” yerini yazılı yasaların, doğaçlama kararnamelerin yerini asgari bürokratik koordinasyonun aldığını; merkezin, talimatların uygulanmasında yerel otoritelere gün geçtikçe daha da fazla güvendiğini ve düzenli vergi toplandığını söyler. Bunlar normal zamanlarda hepimizin kanıksadığı şeylerdir, fakat Rusların “zor zamanlar”ı gibi kriz durumlarının da gösterdiği üzere otomatik olmaktan çok uzaktır. Peşehanov şöyle özetler:

“Bolşeviklerin devlet aygıtını yeniden inşası, ordunun yeniden inşasından bile uzun sürdü -ve bu durum görevin çok zor olmasından değil, nasıl yapacaklarını bilmemelerindendi… Fakat adım adım öğrendiler, hatta içlerinde bazı yetenekler belirmeye başladı. Devlet aygıtı henüz tamamlanmış sayılamaz, daha içinde birçok beceriksizlik, gereksizlik, uygunsuzluk, hatta absürtlük var. Yine de başlangıçtaki saçmalıklardan eser kalmadı, hatta günümüz şartlarında görevini yeterince tatmin edici bir şekilde yerine getirdiği söylenebilir. Farklı katmanlarında ve en derinlere ulaşacak şekilde ülke genelinde yeterince farklılaştı ve özelleşti.”19

Tabii ki eğer yeni vlast etkili bir orduya sahip olmasaydı, bütün bu başarıların hiçbir anlamı olmazdı. Çarlık ordusunun enkazından bir savaş gücü yaratmak, yeni bir vlast iddiasına sahip olanların yüzleşmesi gereken temel zorluktu. Buharin bize durumun canlı bir tarifini vermiştir: “Çara karşı ayaklanan askerler tam da Çarlık ordusunun dağınıklığının sonucuydu. Her devrim eski ve çürümüş olanı yok eder: eskinin pisliğinin üzerinde yeni ve güzel bir yapı inşa edilmeye başlanana kadar -sağ salim çıkması bir hayli zor- belirli bir dönemin geçmesi zorunludur.”20

Fakat bir enkazın üzerinde nasıl bir ordu inşa edilebilir? Peşehanov Sibirya’daki anti-Bolşevik hükümetlerden biri için bir ordu hazırlayan General Boldyrev ile arasında geçen konuşmaları anlatır.21 Peşehanov’un görüşleri yeni bir vlast yaratmak şeklindeki Hobbesçu zorluğu çağrıştırması bakımından öyle işe yarardır ki uzun bir alıntıya layıktır:

“Bir fikir, tutku veya maddi çıkar uğruna disipline uyacak hatta hayatını riske atacak yüzlerce, hatta binlerce insan bulunabilir. Fakat ölümü göze almış yüzlerce, binlerce, on binlerce değil yüz binlerce hatta milyonlarca insan gerekiyor. Hem de bu ordunun barış zamanlarında değil, her taraftan saldıran düşmanların ortasındayken yeniden kurulması gerekiyor.”

Peki yeni doğmuş, hâlâ güçsüz ve tanınmamış olan bir devlet vlastının bu yüz binlerce insanı harekete geçirebileceğinin garantisi nerede? Evlerine kaçıp gitmeden önce, askerler vlastın kendisini devirebilir. Eğer devlet vlastından kaçmanın ve saklanmanın mümkün olmadığına dair asırlık inanışın baskısı altındaki bu eski ordu, düşmanla karşı karşıyayken bile sonunda isyan ettiyse, o zaman bundan, devlet vlastının devrilebileceğini bilen ve buna katılmış insanları bünyesinde barındıran bir ordudan yeni bir ordu nasıl kurulur?22

Sonuç olarak iç savaş hangi ordunun daha yavaş dağılacağı hakkında bir yarış olarak tanımlanabilir. Peshekhonov, “iç savaşımızdaki iniş çıkışlar karşısında muhtemelen başı dönecek” geleceğin tarihçilerine acırdı. “Her cephede bir kez değil birçok kez, önce Beyazların Kızılları, sonra Kızılların Beyazları bozguna uğratacağını nasıl açıklayabilirsin ki? Fakat sır aslında basit: Önce Kızıl Ordu sonra Beyaz Ordu dağılacak ve sonra da apar topar kaçacaklardı. Ardından bir kez daha bir ordu kuracak ve atağa geçirecektin.”23

Bolşevikler tarafından benimsenen -deyim yerindeyse- teknik çözümü herkes bilir: partinin işçi/entelektüel tabanının oluşturduğu “siyasi komiserlik” aracılığıyla köylü askerleri ve eski çarist askeri birlikleri bir araya getirmek. Bu çözüm yeterli savaş kapasitesi sağlarken bir yandan da sıkı politik kontrolü muhafaza etti. Fakat Hobbesçu perspektife göre, vlastın ve haliyle ordunun toplumsal desteğinin geniş bağlamına bakmalıyız. İşte tam bu noktada mesele savaş öncesi “hegemonya” senaryosuna bağlanıyor: partinin liderliği altındaki proletaryanın, tamamen devrimci bir program uygulamaya adanmış bir vlast yaratmak ve korumakta köylülere liderlik etmesi. Özellikle Kızıl Ordu örneğinde, Bolşevikler Rusya’nın tarihsel vlastının yerini doldurmak şeklindeki varoluşsal Hobbesçu imtihan ile yüzleştiğinde hegemonya senaryosunun sağladığı “ön adaptasyon”u tüm kapsamıyla görürüz.

1920’deki konuşmalarından birinde Troçki ordunun, onu çevreleyen toplumun toplumsal yapısının bir yansıması olduğunu söyler. Bu söz Kızıl Ordu için olduğu kadar Beyaz ordular için de doğrudur. Çarlık ordusunun sovyetler dışındaki herhangi bir vlast için etkisiz bir destek olduğunu daha önce görmüştük. 1918’de Buharin, geriye bakarak 1917’deki bu başarısızlığın nedenlerini analiz eder:

“Devrimle beraber, tamamıyla eski Çarist temele dayanan, Kerenski tarafından bile Konstantinapol’ü fethetmek için katliama sürülen ordunun alt üst olması kaçınılmazdı. Neden diye mi soruyorsunuz? Çünkü askerler, burjuvazinin cani hırsları uğruna örgütlendiklerini, eğitilip savaşın içine atıldıklarını gördü. Başka insanların para keseleri için nerdeyse üç yılı perişan, aç, acı içinde siperlerde geçirdiklerini, başkalarının çıkarı uğruna öldürdüklerini ve öldürüldükleri gördüler. Devrimin eski düzeni yerinden ettiği ve yeni düzenin henüz oturmadığı dönemde, doğal olarak, eski ordunun çöküşü, yıkımı ve ölümü cereyan etti. Bu illet kaçınılmazdı.”24

Aynı problem Beyaz ordulardan miras kalmıştı; Buharin’in deyişiyle, “Beyaz ordular da dahil olmak üzere bütün eski ordular parçalandı, çünkü gelişen olaylar kapitalist esasa dayalı bir toplumsal dengeyi imkânsız hale getirdi.”25 Lukyanov, Beyaz orduların bu toplumsal zayıflığının, aynı zamanda, liberal ve ılımlı sosyalist güçlerin devrimci programı öne alan bir vlast yaratmaya dönük uğraşlarını da başarısızlığa mahkûm ettiğine dikkat çeker. Er ya da geç herkes -reformcu politikacılar, Beyaz ordu subayları ve toplum- Beyaz askeri birliklere tamamen dayanmaksızın hiçbir sovyet-olmayan-vlastın sağ kalamayacağını anladı. Lukyanov, Beyaz hareketin tarihinin, ılımlı sosyalist ve liberal aydınların eski elit kesimle herhangi bir ittifakta ne kadar etkisiz olduğunu ve Beyaz hareketin kendisi stabil toplumsal destekten yoksun olduğu için tüm bunların nafile olduğunu gösterdiğini söyler.

Sağcı bir milliyetçi olarak diğer sağcı milliyetçilere konuşan Lukyanov, onları, Bolşeviklerin vlastın etkin askeri savunmasını kurmaktaki başarısını, terör ve şiddetin tek başına açıklamayacağına ikna etmeye çalıştı:

“Kızıl Ordu’nun Beyaz harekete karşı olan mücadelesinin başarısı; eğer, generallerle çevrilmiş, liberal ve hatta bazen “sosyalist” olduğunu iddia eden entelektüel çevrelerce yönetilen ve eski toplumsal yapının kendilerinden uzun yaşamış unsurlarına dayanan (ki meselenin özü budur) “karşı devrimci” vlastın aksine, köylünün, kendi sovyet vlastını tercih etmemiş olduklarını göstermeye çalışırsak tamamıyla anlaşılamaz kalır.”26

Beyaz ordular bu antagonistik toplumun yapısını yansıtıyordu ve bu yüzden etkisizdi. Kızıl Ordu ise tam aksine, Sovdepia’nın (Rusya’nın Sovyet iktidarı altındaki kısımları için kullanılan iğneleyici terim) temel sınıfsal konfigürasyonunu yansıtıyordu. Lukyanov’un deyişiyle:

“Burada, kentsel proleter kitlelerin sadece Ekim 1917’de devrimci vlastın kuruluşunda işe yarar hale gelmelerinde değil, aynı zamanda bu vlastı organize oluşundan sonra sağlamlaştıracak kadar güçlü olmalarında da etkili olmuş nedenleri uzun uzadıya açıklamaya gerek yok… Doğru, bu son birkaç yılda, kır ve kent arasında yaşanan iç çelişkiler sovyet vlastını çok zor bir duruma düşürdü, fakat tam olarak da bu zorluk vlastı taktik noktasında evrime açık ve esnek olmak, ve de kenti ve onun entelektüel ve sanatsal kültürünü korumakla ilgilenmek zorunda bıraktı.”27

Lukyanov, kentli işçilerin rolü hakkındaki argümanının Bolşevizmin hegemonya senaryosunun bir versiyonu olduğunun farkında mıydı bilmiyorum. Hatta Lukyanov’un yaklaşımının tamamı bu senaryonun şüpheci ve “gerçekçi” bir versiyonu olarak görülebilir. Buradaki basit mantık, sosyalist proletaryanın, tam da uzun vadeli sosyalizm hedefine olan ateşli bağlılığı sebebiyle, ulusun kısa vadeli hedeflerine erişmede doğal lider olduğu iddiasından türemiştir. Lukyanov şüphesizce gerçek dışı olarak gördüğü uzun vadeli sosyalist ütopya hedefine nazaran, vlastı yeniden yaratmak şeklindeki kısa vadeli hedefle daha fazla ilgiliydi.

Başka bir anti-Bolşevik gözlemci de Kızıl Ordu’nun başarısının toplumsal nedenlerini ortaya çıkarmak için kıvranıyordu – bunu 1920 yılında Polonya’daki başarısızlığı açıklamak bağlamında yapıyor olsa da. 1922 yılında yazdığı yazıda önemli Menşevik lider Fedor Dan şöyle diyor:

“Kızıl Ordu, savunma ya da köylülerin devrimci kazanımlarını yerli tepkilere ve yabancı emperyalistlerin saldırılarına karşı korumaya geldiğinde her zaman yenilmez oldu, oluyor ve olacak. Ele geçirdiği toprağı toprak sahiplerinin dönüşüne karşı korumak için her bir köylü Kızıl Ordu askeri kahramanca ve coşkuyla savaşacaktır. Onlar çıplak elleriyle toplara, tanklara göğüs gerecek ve devrimci şevkleriyle (Almanlarda, İngilizlerde ve Fransızlarda olduğu gibi) en görkemli ve disiplinli orduları bile altüst edecektir.”28

Dan şöyle devam ediyor: “Peki ne daha çarpıcı bir şekilde Bolşevik dönemdeki bütün iç savaşların galibinin yalnızca ve yalnızca Rus köylüsü olduğunu gösterebilir?”29 Genellikle iç savaş, ta ki 1921’de Bolşevikler geç de olsa köylülerin çıkarına saygı göstermek zorunda olduklarını anlayıp Yeni Ekonomi Politikası’nı (NEP) sunana kadar devam eden bir köylü karşıtı “savaş komünizmi” dönemi olarak nitelendirilir. Fakat gerçekte sadece Dan gibi sosyalist eleştirmenler değil, o zamanki Bolşevikler de zaferlerini işçi-köylü ittifakıyla açıklamışlardı.

1920’de Ekim Devrimi’nin üçüncü yıl dönümü için yazılan bir Pravda makalesinde, Evgenii Preobrazhensky (Sol Muhalefet’in gelecekteki bir üyesi), orta-köylülüğü “devrimin merkezi figürü” olarak tarif etmiştir: “İç savaşın tamamında, orta-köylülük proletaryanın yanında sağlam adımlarla yürümedi. Özellikle yeni durumlarla ve yeni sorumluluklarla karşılaştığında birden fazla kez tereddüt etti; birden fazla kez kendi sınıf düşmanlarıyla aynı yönde hareket etti. Lakin yine de, Rusya sınırları içerisinde, hiçbir vlast adayı, proletaryanın köylülüğün yüzde sekseniyle ittifakı üstüne kurulu olan işçi köylü devletiyle, yalnızca bu gerçek sebebiyle bile, rakip olamaz.”30 Böylece hegemonya senaryosu Bolşeviklerin nasıl Hobbesçu imtihana başarıyla cevap verdiğini açıklamaktadır.

Terör ve Şiddet

Kızıl terör ve aşırı şiddet, arkasında toplumsal destek olmasa etkisiz olabilirdi, fakat bu destekle bile, durumun Hobbesçu mantığı üst seviyelerde bir baskı gerektirdi. İlk olarak, Peşehanov’un da dikkat çektiği gibi, yeni herhangi bir vlast; genel manzaranın doğal ve daimi bir parçası gibi görünen vlasta rıza; diğer herkesin de itaat edip hükümeti mümkün kıldığı bilgisi ve son olarak rutin, yani günlük itaat için standart motivasyonlar olmadan işlemek zorundaydı. Vlast için çekişen çeşitli rakiplerin yüksek politik ideallere başvurması sadece küçük azınlıklarda işe yarardı. Kaçınılmaz soru şudur: Neden emirlerinize itaat edeyim? Çekinmesiz bir şiddet kullanımından duyulan korku itaat için güçlü bir motivasyon sağlamaktadır.

Dahası Hobbesçu Leviathan herkese korku salabileceğini göstermediği takdirde görevini yerine getirmiş olmaz. Fakat iç savaşın esası, bazı toplumsal güçlerin, korku salınamadığını ve egemen otoritenin ciddi rakiplerinin henüz ezilmemiş olduğunu açık etmesidir. Vlasta her ciddi aday, buralardaki en çetin ve sağlam olanın o olduğunu göstermelidir. Bu savaşçı eğilim, nihai olarak, desteğin yerine geçmez, fakat, tuhaf görünse de, bir destek kazanma aracıdır.

Bu mutsuz edici gerçekler Hobbesçu gözlemcilerimizi, rahatsız edici biçimde (hem onlar hem de bizim için) şiddeti meşrulaştırmaya itmişti. 1917’de Geçici Hükümet’in bir üyesi olan Peşehanov’un gözü, herkesin istediğini iddia ettiği çelikten vlastı (tverdaia vlast) yaratma yetersizliğiyle açılmıştı.

İtiraf ediyorum ki Geçici Hükümet’in bir parçasıyken en acil görev olan devletin baskı gücünü yeniden kurmaya korkuyla baktım. Kim vlastın emirlerini yerine getirmeye halkı mecbur edecekti ve nasıl? Özellikle kim halkı vergi vermeye ve devletin zorunlu tuttuğu yükümlülükleri yerine getirmeye mecbur bırakacaktı? Bunu sadece ikazlarla yapamazsınız. Baskılara boyun eğmeyen sistematik bir kararlılık gerekli. Yeni vlast bu “kirli işi” yapmak için gerekli sert kararlılığı sergiler mi? Yoksa gün be gün bunu erteler mi? Fakat, açık ki bu durumda hakiki bir vlast olamaz. Tabii ki bu ağırdan almanın nedenleri vardı: Devrimci ateşin sönmesi için beklenmeli; önce bir aygıt yaratılmalı; en iyisi, Rus toprağının gerçek efendisini, yani Kurucu Meclis’i beklemeli… Kısacası, gerekli olan kararlılık yeterince mevcut değildi.31

Peşehanov “Çeka’nın bütün sovyet bölgesi boyunca yaptığı kanlı işleri” ve Bolşeviklerin “daha önce görülmemiş ve tamamıyla aşırı acımasızlıklarını” savunmadı: “Hâlâ kıyaslanamaz biçimde daha hafif önlemlerin yardımıyla, kıyaslanamaz biçimde daha iyi sonuçlara ulaşılabilirdi diye düşünüyorum.”32 Ama yine de Bolşevikler yapılması gerekeni yapmıştı, bu sebeple Bolşevik karşıtı göçmenleri şöyle uyarıyordu: “Devlet vlastının prestijinin altını kazmaya çalışmayın, çünkü en baştan yenisini kurmaya gücünüz yetmeyebilir.”33 Şiddetli terörü meşrulaştırmak için Lukyanov da Hobbesçu mantığı kullanmaya hazırdı:

“Ulusal yaşamın yeni temelinin ve vlastın hâlâ kendini inşa ve tanzim aşamasında olduğu dönemde, belirli bir tarihsel anda kaçınılmaz (ancak yine de korkunç) terör formunu alan şiddet olmazsa olmazdı.”

Rus Devrimi’nin aşırıcı bir karakteristik edinmesi kaçınılmazdı, zamanı geldiğinde Rus Bolşevizmi’ni kılavuz olarak bellemesi de… Rus Devrimi, kendisine insan hayatının yanı sıra kültürel değerler bakımından da muazzam kayıpların eşlik etmesine engel olamadı. Bolşevik sosyalistler olmasaydı, devrimin şiddetli fırtınası [stikhiia] —cinayet ve yağmadan daha çok, devrimin yozlaşarak anarşi ve isyana [bunt] dönüşmesi ve kaçınılmaz olarak ölümcül bir restorasyonla neticelenmesi tehdidi nedeniyle— çok daha korkunç bir şeye yol açardı.34

Buharin ve Troçki de vlastı ve ekonomiyi yeniden oluşturmak için şiddetin bir yol olarak kullanılmasını aman dilemeden savunmaları konusunda kötü şöhretliydiler. Bukharin şunu iddia ediyordu: “Sanayinin yeniden doğuşu şehir yaşamı için ihtiyaç duyulan malların akışına bağlı olduğundan, ne olursa olsun bu akışın mutlak gerekliliği ortadadır. Bu minimal ‘denge’ye (a) kentlerde kalan kaynakların bir kısmının [maddi teşvik olarak] kullanımı ve (b) proleter devletinin zoru yardımıyla ulaşılabilir.”35

Bugün hala iki Bolşevik lider sözde “savaş komünizmi” denen ilüzyona kendilerini kaptırdıkları, şiddeti sosyalizmi kurmak için öncelikli, hatta tek yol olarak gördükleri için eleştiriliyorlar. Onların argümanlarına biraz dikkat gösterilmesi bile, devrimin, yıkım ve yeniden inşadan oluşan Hobbesçu durumu yarattığı yönündeki inançlarını açığa çıkarıyor. Örneğin, Buharinin az önce değinilen argümanında köyden kaynak çıkarmak için gereken “zorlama” maddi teşviklerin yerini almaya yönelik değil, maddi teşvikler yararına zorlamaydı. Hobbesçu acil durumdan kurtulmak, hırpalanmış normalliğe dönmek ve daha olağan motivasyonların öne çıkmasını sağlamak için şiddet tek olmasa da kaçınılmaz bir yoldu.36

 

Sonuç

Öncesinde gözlemlediğimiz gibi, Locke ve Marx gelenekleri Rus Devrimi’ne felaketin takip ettiği büyük umut vaad eden bir an olarak bakmaya yatkınken, yıkım ve yeniden inşanın Hobbesçu anlatısı bu kalıba pek uymaz. Geleceğe doğru büyük bir adım atan toplum yerine, esasen bir gecede yok olmuş “tarihsel vlast”ın yerini doldurmak gibi korkunç fakat kaçınılmaz bir görevle yüzleşen bir toplum görürüz. Hikayenin sonu ne bir zafer ne de bir felaket, yalnızca başarısızlık gibi görünen bir başarıdır: dinmeyen yıkımın, kaosun ve korkunun, yani herkesin herkesle savaşının yerini doldurmak için normal yaşam gibi bir şeye izin veren, yeni ve işleyen bir vlastın yaratımı.

Sonucu kimsenin tahmin edemeyecek olmasına rağmen, Bolşeviklerin bu görevi yerine getirmek için en iyi adapte olmuş ─ya da daha doğru tabirle ön-adapte olmuş─ siyasi güç oldukları ortaya çıktı. Savaş öncesi Bolşevik hegemonya senaryosu Hobbesçu değil Marksist nedenlerle vlast sorununu merkeze aldı. Bu hegemonya senaryosu aynı zamanda şubat sonrasında uygulanabilir bir vlastı destekleyebilecek tek toplumsal düzenlemeye işaret ediyordu: narodun bir bölümünün (kentli işçilerin) diğerine (köylülere) politik liderlik yaptığı, doğrudan eğitimsiz ve “kara cahil” Rus halkına dayanan bir düzenlemeye. Kızıl Ordu, hegemonya senaryosunun en dikkat çeken somut örneğiydi. Bu senaryonun hayata geçirilmesi, korkunç insan ve kültürel değer maliyeti ile beraber yıkıcı bir deneyim olduğunu kanıtladı. Yine de, tüm dehşetlerin ardında yapıcı bir başarıyı görebilir ve takdir edebiliriz.

 

Kaynakça:

Bukharin, Nikolay 1918, Programma kommunistov (bol’shevikov). Moskova: Volna.

Bukharin, Nikolay 1920, Ekonomika perekhodnogo perioda. Moskova: Gozisdat.

Cosson, Yves-Marie editörlüğünde 2005, Le Changement de Jalons, Paris: L’Age d’homme.

Dan, Fedor 2016, Two Years of Wandering: A Menshevik Leadwer in Lenin’s Russia, Franscis King editörlüğünde, Londra: Lawrence & Wishart.

Dorr, Rheta Childe 1918, Inside the Russian Revolution. New York: The Macmillan Company.

Engels, Friedrich 1892, Introduction to the English edition of Socialism Utopian and Scientific, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1880/soc-utop/int-hist.htm

Hasegawa, Tsuyoshi 2017, Crime and Punishment in the Russian Revolution: Mob Justice and Police in Petrograd, Cambridge, MA: Belknap Press.

Kautsky, Karl 1909, Der Weg zur Macht: Politische Betrachtungen über das Hineinwachsen in die Revolution, Berlin: Vorwärts.

Kliuchnikov, Iurii, et al., 1921, Smena vekh, Prag: Politika.

Lih, Lars T 2007, “‘Our Position is in the Highest Degree Tragic’: Bolshevik ‘Euphoria’ in 1920,” in History and Revolution: Refuting Revisionism, Mike Haynes and Jim Wolfreys, eds. London: Verso.

—— 2011, “The Ironic Triumph of Old Bolshevism: The Debates of April 1917 in Context,” Russian History 38

—— 2015, “Bolshevism’s ‘Services to the State’: Three Russian Observers,” Revolutionary Russia, 28:2.

—— “The Proletariat and its Ally: The Logic of Bolshevik ‘Hegemony’,” 26 Nisan 2017: https://johnriddell.wordpress.com/2017/04/26/the-proletariat-and-its-ally-the-logic-of-bolshevik-hegemony/

Peshekhonov, Alexei 1923, Pochemu ia ne emigriroval. Berlin: Obelisk.

Smith, Scott 2011, Captives of Revolution: The Socialist Revolutionaries and the Bolshevik Dictatorship, 1918-1923, Pittsburgh: University of Pittsburgh Press.

Stankevich, V. B. 1991, “Oktiabr‘skoe vosstanie” Oktiabr’skaia revoliutsiia: memuary içinde, Moscow: Gosizdat

 

Kaynak:

http://crisiscritique.org/2017/november/Lars%20T%20Lih.pdf

Crisis& Critique / Volume 4 / Issue 2 / November 2017

1 Lih 2015 (bu makaleye şu linkten ulaşılabilir: http://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/09546545.20 15.1092774).

2 Lih 2011, s. 199–242.

3 Lih 2017.

4 Kautsky 1909.

6 Kautsky 1909.

7 Hegemonya senaryosu ve “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganı arasındaki ilişkiye dair daha fazlasını John Riddell’in bloğunda yayınlanan yazı dizimde bulabilirsiniz: https://johnriddell.wordpress.com/2017/03/23/allpower-to-the-soviets-part-1-biography-of-a-slogan/.

8 Peshekhonov 1923, s. 50-60.

9 Stankevich 1991, s. 207.

10Hasegawa 2017.

11Peshekhonov, 1923, s. 50-60.

12 Peshekhonov, 1923, s. 50-60.

13 Kliuchnikov 1921; Lukyanov’un makalesinin Fransızca çevirisi bugün daha ulaşılabilirdir; bkz. Cosson 2005 (Lukyanov’un makalesi: s. 87-103).

14 Kliuchnikov 1921.

15 Stankevich 1991, s. 213.

16 Dorr 1918, s. 10.

17 Dorr 1918, s. 10, 19.

18 Bukharin 1920, s. 154.

19 Peshekhonov, 1923, s. 50-60.

20 Bukharin 1920. Vurucu canlılığına hayran olduğum için metnin o dönemdeki İngilizce çevirisinden alıntılıyorum; çeviri Marksist İnternet Arşivi’nde (Marxists Internet Archive) “Programme of the World Revolution” başlığı altında bulunabilir.

21 Vasilii Boldyrev Komuch olarak adlandırılan hükümetin bir üyesiydi (Komuch, çoğunlukla Sosyalist Devrimcilerden oluşan “Kurucu Meclis Üyeleri Komitesi”nin kısaltmasıdır. Bu hükümet bir askeri darbeyle yıkıldı. İşler bir vlast yaratmadaki bu başarısızlığa ilişkin öğretici bir vaka incelemesi için, bkz. Smith 2011.

22Peshekhonov 1923, s. 50-60.

23Peshekhonov 1923, s. 50-60.

24 Bukharin 1918.

25 Bukharin 1920, s. 154.

26 Kliuchnikov 1921.

27 Kliuchnikov 1921.

28 Dan 2016 (1922), s. 82-3

29 Dan 2016 (1922), s. 84

30 Preobrazhensky, “Social Base of the October Revolution,” Pravda, 7 Kasım 1920.

31 Peshekhonov, 1923, s. 50-60.

32 Peshekhonov 1923, s. 50-60.

33 Peshekhonov 1923, s. 50-60

34 Kliuchinov 1921.

35 Referans?

36 1920’nin Troçki’sine dair, bkz. Lih 2007, s. 118-137. “Savaş komünizmi” mitinin eleştirisi için Deferred Dreams isimli çalışmama bakınız.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar