Ermeni Soykırımı ve Sol Tarihyazımı


Ermeni Soykırımı ve Sol Tarihyazımı[1]

Belki de sahiplenilmesi gereken şey Ermenilerin mağduriyeti değil,
farklı ideolojik eğilimlerle günümüz
Türkiyesi’nin inşasına kafa tutma ihtimalleridir.
Suphi Nejat Ağırnaslı
 

Rojava Devrimi için savaşırken yitirdiğimiz sevgili Nejat Suphi Ağırnaslı’nın Menkıbe’de ve “Cadı Kazanında Kaynayan Günahlar” yazısında üzerinde önemle durduğu konulardan birisi de Ermeni Soykırımı ve Türkiye solunun soykırıma bakışının eleştirisidir. Bu eleştirinin birkaç boyutu olmakla beraber, ben bu yazıda asıl olarak Türkiye’de hâkim sol tarihyazımında Ermeni solunun içerilmemesi problemi üzerinde duracağım.

Nejat’ın Kürt Özgürlük Hareketi’nin saflarına enternasyonalist bir devrimci olarak katılırken, 1915’te 19 yoldaşıyla birlikte Beyazıt Meydanı’nda idam edilen Ermeni devrimci Paramaz’ın ismini seçmesi konuya verdiği önemin çok çarpıcı simgesel ifadesi oldu. Bu yazının konusu olmamakla beraber, ikinci isim olarak Kızılbaş’ı seçmiş olması da yine Menkıbe’de geliştirdiği düşüncelerin doğrudan sonucuydu. “[Dersim Aleviliği] değişen iktidar formuyla konuşamayan bir yapıdır, kolayca entegre edilemez, ulusun tutarsızlığının aynasıdır. Dolayısıyla, Dersim kırımı belli yönleriyle bir komünaliteyi yıkma ve o coğrafyayı yönetilebilir kılma operasyonudur. Bambaşka olanı farka dönüştürme hamlesidir, asli birikimdir.” (Ağırnaslı, 2015: 87).

Paramaz Kızılbaş ismi iki soykırıma işaret ediyordu; Ermeni ve Dersim soykırımları. Birincisi bir etnik temizlik olmanın ötesinde 20. yüzyılın başında Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkan ‒Nejat’ın deyimiyle‒ “liberter” bir siyasi projenin yok edilmesi demekti. İkincisi ise, ulus- devletin düzenine aykırı özerk-komünal bir toplumsallığın yok edilmesiydi. Nejat bu iki ismi Ermenilerin ve Dersim Alevilerinin tarihsel aktörlüğüne yaptığı vurgunun bir gereği olarak, çektikleri acılardan değil taşıdıkları devrimci potansiyelden dolayı seçmişti.

Nejat’ın sorduğu soru şudur: 1915 Ermeni Soykırımı’na bugün devrimci ve komünist bir perspektiften nasıl bakmalıyız? Öncelikle Türkiye solunun önemli bir kesiminin ancak 2000’li yıllarda soykırım kavramını kullanmaya başlayabildiğini hatırlayalım. Soykırım konusunda farkındalığın artmasında, Hrant Dink’in yaşamına mal olan kahramanca mücadelesi tartışmasız en büyük paya sahiptir. Çok gecikmiş olsa da, Türkiye solunun soykırım gerçekliğini görmesi ve siyasi-toplumsal sonuçlarını tartışması elbette son derece önemlidir. Ancak Nejat tartışmayı bunun ötesine götürür, soykırıma giden süreçte “tarihin kurbanlarının” iktidarın hışmını üzerlerine çeken siyasi aktörlüğüne ve taşıdıkları potansiyellere odaklanır.

Ermenilerin ve genel olarak gayrimüslimlerin siyasi aktörlüğü konusu 1990’lı yıllarda sol-liberal bir yaklaşımla da dile getirilmişti. Bu yaklaşıma göre, eğer Osmanlı devleti yerli gayrimüslim burjuvazinin taleplerine cevap verebilseydi, görece liberal ve yerel özerkliğin güçlü olduğu bir imparatorluğa dönüşebilir ve bu durumda ulus-devlet projesinin neden olduğu büyük trajediler gerçekleşmezdi. Ancak ne yazık ki, olayların gelişimi bu yönde olmadı. 1908 devriminin özgürlükçü potansiyeli iktidarı darbeyle ele geçiren İttihatçılar tarafından yok edildi ve milliyetçi-merkeziyetçi seçenek galip geldi. Oysa özellikle liman şehirlerinde Ermeni ve Rumların yarattığı sivil toplum alanı korunabilseydi, Osmanlı devleti liberal demokrasinin ve burjuva kültürünün hâkim olduğu çoğulcu bir modele dönüşebilir ve bu sayede parçalanmadan varlığını sürdürebilirdi. Bu ihtimal Ermeni ve Rumların, dolayısıyla Osmanlı burjuvazisinin tasfiyesiyle heba oldu.

Sol-liberal aydınların geliştirdiği bu yaklaşım, tarihi ikili bir karşıtlık üzerinden anlatır. 20. yüzyılın şafağında Osmanlı coğrafyasında, ya gayrimüslim burjuvazinin siyasal temsiliyetini oluşturması sayesinde liberal, çoğulcu bir imparatorluk yapısı ortaya çıkacak ya da bürokrasinin hâkim olduğu milliyetçi, otoriter ve tektipleştirici bir rejim kurulacaktı. 1990’lı yıllardaki bu liberal tarihyazımı, aynı dönemde yeniden canlanan Avrupa Birliği’ne katılım tartışmaları ile yakından ilgiliydi. Küreselleşme söyleminin revaçta olduğu bu dönemde Avrupa Birliği projesini Türkiye için krizden tek çıkış yolu olarak gören aydınlar, ulus-devlet merkezli resmi tarihyazımını sorgulayan bir alternatif tarihyazıcılığı geliştirmişlerdi. Solun ideolojik etkisinin ve toplumsal gücünün hızla eridiği bu yıllarda, liberalizm ve milliyetçilik bu tartışmaların iki kutbunu oluşturuyordu.

Nejat ise bu ikiliğin dışında başka bir ihtimale işaret eder. Toplumsal aktörlüğünü burjuvazi yerine, çoğunluğu gayrimüslim olan zanaatkârların ve işçilerin üstlendiği özgürlükçü ve eşitlikçi bir siyasi projenin de ihtimal dâhilinde olduğunu belirtir. Ona göre, bu eğilimi en ileri şekilde temsil eden siyasi akım Ermeni Özgürlük Hareketi’dir. Resmi tarihyazımında salt ayrılıkçı milliyetçilikle yaftalanan Osmanlı Ermenileri içinde güçlü bir devrimci sosyalist damar olduğunun altını çizer. Milliyetçiliğin ve liberalizmin ötesinde bir siyasi tahayyüle sahip olduğunu düşündüğü bu hareketin, Türkiye solu tarafından da görmezden gelinmiş olmasını eleştirir.

Gerçekten de Türkiye solu, kendi tarihini yazarken Ermeni devrimci geleneği ile ilişkilenmeyi aklından bile geçirmedi. “Türkiye” sol tarihyazımında, sadece Türklerin kurduğu örgütler anlatıldı. Tarihyazımındaki bu boşluk nedeniyle, 1. Dünya Savaşı sırasında gayrimüslimlerin tasfiyesini en iyi ihtimalle burjuva demokratik ya da liberal bir siyasi projenin yok edilmesi olarak okumak durumunda kaldık. Oysa bu gayrimüslim nüfusun siyasi olarak aktif kesimi içinde çeşitli renkleriyle sol akımlar kayda değer bir ideolojik etkiye ve örgütlenme seviyesine ulaşmışlardı. 19. yüzyılın sonunda İmparatorluktaki ilk sosyalist fikir ve örgütlenmelerin Ermeniler arasında başladığını, daha sonra Yahudilerin, Makedonların, Bulgarların ve Rumların öncülük ettiği sol parti ve sendikalar olduğunu biliyoruz. İşçi hareketleri tarihinde bunlara kısmen değinilse de, Türkiye sosyalist hareketinin tarihi içinde Türk olmayan halkların kurduğu sosyalist örgütler yok sayılmıştır.

Türkiye Solu’nun tarihine dair bildiğim en eski metin, Hikmet Kıvılcımlı’nın 1933 yılında Elazığ cezaevinde kaleme aldığı Yol isimli serinin “Partide Konaklar ve Konuklar” başlıklı üçüncü kitabıdır. Bu kitapta Kıvılcımlı, Türkiye’de sosyalizmin tarihini, “ütopizm” olarak tanımladığı Mustafa Suphi’nin başkanlığında 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi ve Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da kurulan Halk İştirakiyun Fırkası ile başlatır (Kıvılcımlı, 1978). Daha sonra yazılacak olan tüm sol tarih kitaplarında bu başlangıç noktası değişmeyecektir.[2]

Kıvılcımlı, Ermeni solundan habersiz değildir elbette. Kürdistan sorununu tartıştığı aynı serinin sekizinci kitabının girişinde Ermeni meselesine kısaca değinir. Toplam altı sayfayı bulan bu bölümde Ermenilerin yok edilmesini şöyle tarif eder: “Kürtlükle Türklük, Ermenileri, dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı” (Kıvılcımlı, 1978: 16). Bu dönemde henüz soykırım kavramının mevcut olmadığını düşünecek olursak, Kıvılcımlı’nın katliamı amasız fakatsız kabul ettiğini görürüz. Aynı bölümde Ermeniler içindeki sınıfsal ve ideolojik ayrımlara da değinir. Burjuva milliyetçisi olarak tanımladığı Taşnak örgütüne karşı Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’ni destekler. Öte yandan fazla iyimser bir şekilde Sovyetler Birliği’nin Ermenistan’a özerklik vererek dünya üzerindeki tüm Ermenilerin milli meselesini çözdüğünü iddia eder. Türkiye’de ise kıyımdan sonra artık Ermeni neredeyse kalmadığına göre (Türkiye’deki toplam Ermeni sayısını 75 bin olarak verir), sosyalist strateji ya da milli mesele bakımında Ermeniliğin güncel politikanın konusu olamayacağını söyler. “Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde, sırf bir Ermeni fakir hareketi, bir kitle hareketi olmaktan tamamı ile uzaktır. Başka deyim ile, geniş halk tabakaları içinde derin hareketler uyandıracak bir Ermenilik meselesi, Türkiye içinde imkânsızdır” diyerek konuyu kapatır (Kıvılcımlı, 1978: 20). Kıvılcımlı’nın sosyalist strateji bağlamında yaptığı bu tespit, 1930’ların Türkiye’sinde gerçekliğin yalın bir ifadesi olarak görülebilir. Ancak aradan geçen 85 yılda Türkiye’nin “Ermeni meselesi” kapanmak bir yana, tarihsel önemi ve politik güncelliği gittikçe daha fazla kavranan bir konu haline geldi.

 

Ermeni özgürlük hareketi

Öncelikle, Ermeni Özgürlük Hareketi’nin sol kanadını teşkil eden Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin ve Ermeni Devrimci Federasyonu’nun (Taşnaksütyun) Ermenilerin ulusal ezilmişliklerine son vermenin ya da bağımsız Ermenistan’ı kurmanın ötesinde bir ufka sahip olduklarını vurgulamak gerekir. 1887 yılında kurulan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyet gösteren ilk sosyalist partidir ve 2. Enternasyonal’in üyesidir. Nejat’ın ismini aldığı Paramaz kod adlı Madteos Sarkisyan bu partinin liderlerinden birisidir. 1890’da kurulan Ermeni Devrimci Federasyonu da sosyalist bir programa sahiptir ve 2. Enternasyonal’de temsil edilmiştir. Komünist Manifesto ve çok sayıda sosyalist eser Osmanlı coğrafyasına ilk Ermenice olarak girmiştir.

Ermeni Özgürlük Hareketi’nin sosyalizmle görece erken tanışmasının nedeni Doğu Ermenistan’ın da içinde yer aldığı Kafkasya ile olan sıkı bağlarıydı. Rus İmparatorluğu’nun sınırları içinde bulunan Kafkasya’da 19. yüzyılın sonunda ticaret ve sanayi kapitalizmi hızla gelişirken modern politik akımlar da ortaya çıkmaya başlamıştı. Özellikle Gürcüler ve Ermeniler arasında önce Rus Narodnizmi’nin etkisiyle halkçı, daha sonra Marksist ideolojiyi benimsemiş çok sayıda örgüt kurulmuştu.

20. yüzyılın başında Ermeni halkı Osmanlı, Rus ve İran İmparatorluklarına dağılmış durumdaydı. Ermeni Özgürlük Hareketi, bu üç ülkenin sınırları içinde faaliyet gösteriyor ve bu ülkelerdeki ilerici güçlerle mutlakiyetçi rejimlere karşı ittifaklar geliştirmeye çalışıyordu. Ermeni devrimciler bulundukları her üç ülkede de, 20. yüzyılın başında gerçekleşen devrimlerde önemli roller üstlendiler; Rusya’daki 1905 Devrimi’nde, 1906 İran Devrimi’nde ve 1908 Osmanlı Devrimi’nde. Ermeni Devrimci Federasyonu’na bağlı fedailer 1906 İran devriminin kahramanları arasında anılır. 1908 Devrimi’nde İttihat Terakki’nin hiçbir varlığının olmadığı Anadolu’da devrimin en ateşli savunucuları Ermenilerdi.

Ermeni nüfusunun geniş bir coğrafyaya dağılmış olmasından dolayı, bölgesel ölçekte faaliyet gösteren ve bu geniş perspektifle kendi içinde önemli tartışmalar yapan bir Ermeni hareketi mevcuttu. Günümüz sol hareketlerinde bugün de tartışılan pek çok konunun Ermeni Özgürlük Hareketi içinde yüz küsur yıl önce gündemleştiğini görmek çok ilginç ve öğreticidir. Ulusal baskıya karşı mücadele ile sosyalizm mücadelesinin ilişkisi, sosyalist strateji ve program sorunları, sosyalist federasyon, demokratik özerklik, bağımsızlık vb. pek çok konunun Ermeni hareketi içinde tartışıldığını görüyoruz (Anaide Ter Minassian, 2012).

Meşrutiyet’ten sonra kurulan Osmanlı meclisindeki tartışmalarda da Ermeni milletvekilleri sosyalizmin sözcüsü konumundaydılar. Meclis-i Mebusan’da işçi hakları konuşulduğunda ve grevlerin yasaklanması kanunu geldiğinde İttihatçılara karşı en sert muhalefeti Ermeniler yapmıştır. Taşnaksütyun ve Hınçak milletvekilleri mecliste açıkça sosyalizm propagandası yapıyorlardı. Elbette onların dışında az sayıda da olsa Bulgar ve Yahudi sosyalist milletvekillerini de anmak gerekir.(Paul Dumont ve George Haupt, 2013).

Türkiye sınırları içinde yaşanan bu sol mücadele deneyimlerini, Türkiye solu olarak neden kendi mücadele tarihimizin bir parçası olarak göremiyoruz? Hatta bugünkü Türkiye devletinin sınırları dışında kalmış olsa bile, Yahudilerin önderliğinde Selanik’te kurulan, Türkçe, Yahudi İspanyolcası, Rumca ve Bulgarca yayın yapan, on binden fazla işçiyi örgütlemiş ve Sosyalist Enternasyonal’e üye olmuş Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nu neden Türkiye sol tarihi içinde değerlendirmiyoruz?

Solun tarihini yeniden yazmak

Ulus-devlet paradigmasını örtük olarak benimsemiş bu sol tarihyazımını aşan çalışmalar olduğunu da belirtmek gerekir. Bu konuda ilk önemli çalışma, Mete Tunçay ve Eric Zürcher’in derlediği Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik adlı eserdir. Türkiye sol tarihi üzerine en kapsamlı araştırmaları yapmış olan Tunçay, kitabın önsözünde, 1960’larda yayınlanan Türkiye’de Sol Akımlar kitabına başlığını koyarken milliyetçi olmamak için Türk yerine Türkiye kavramını tercih ettiğini ama kitapta sadece Türklerin kurduğu örgütlerden bahsettiğini söyleyerek özeleştiri yapar (Tunçay ve Zürcher, 1995). Ayrıca, sol hareketin içinden Masis Kürkçügil ve Sait Çetinoğlu’nun yazılarını anmak gerekir (Kürkçügil, 2005; Çetinoğlu, 2010). Son olarak Kadir Akın’ın Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin arşivinden yararlanarak hazırladığı Ermeni Devrimci Paramaz yeni bir sol tarihyazımı için öncü bir çalışma niteliğindedir (Akın, 2015).

Türkiye sol tarihini, bütün Türkiye halklarının mücadele tarihlerini de katarak yeniden yazmak bugünün mücadeleleri açısından nasıl bir önem taşıyabilir?

Her şeyden önce bu tarihsel deneyimlerden öğreneceğimiz çok şey var, önce bu hakkı teslim etmek gerekir. Daha da önemlisi, yeni bir tarihyazımı kendimizi yeniden tanımlamamız anlamına gelecektir. Türklerin dışındaki Osmanlı halklarının mücadele deneyimlerini kendi deneyimlerimiz olarak görmek, siyasi öznelliğimizi ulus-devlet hapishanesinin dışında yeniden inşa etmek olacaktır. Böylece çok daha zengin bir tarihin mirasçıları olduğumuzu fark edebiliriz.

Son olarak böylesi bir tarihyazımı, ulus-devlet sınırlarını aşan bölgesel bir devrimci mücadele için gerekli zihinsel donanım hazırlığı anlamına da gelir. Özgürlükçü hareketler arasında bölgesel ölçekte yeni bir ilişkilenme ve ortak mücadele perspektifi oluşturabilmek için bu toprakların toplumsal mücadele tarihine yeni bir bakış zorunlu görünüyor. Böyle bir bakış açısıyla, Ortadoğu’nun en önemli devrimci dinamiği haline gelmiş olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin deneyimini de kendi deneyimimiz olarak görebilmek mümkün olacaktır.

Tekrar Paramaz Kızılbaş’a dönecek olursak… Paramaz, yani Ermeni Özgürlük Hareketi, Türkiye tarihinde modern zamanlara ait eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyasi tahayyülü temsil eder. Kızılbaş ise kapitalizm öncesi komünal ilişkilerin hâlâ sürdüğü daha kadim bir alternatifin ve özerkliğin simgesidir. Nejat, enternasyonal bir ruhla Rojava Devrimi’ne katılırken seçtiği isimlerle, hem Dersim Kızılbaşlarına hem de Ermeni devrimcilerine aynı hürmetle selam gönderir. Soykırımlarla yok edilen gelecek ihtimallerinin izlerine işaret eder. Elbette aynı tarihe kendi izini de bırakarak.

Kaynakça

Ağırnaslı, S. N. (2012) “Cadı Kazanında Kaynayan Günahlar”, http://sendika61.org/2014/10/cadi-kazaninda-kaynayan-gunahlar-suphi-nejat-agirnasli-fraksiyon-org/, indirme tarihi: 10 Ağustos 2017.

Ağırnaslı, S. N. ([2013] 2015) Menkıbe: Mevcut, Menkul ve Müşterek Komünizmde Israr Beyanı.

Akın, K. (2015) Ermeni Devrimci Paramaz, Ankara: Dipnot.

Çetinoğlu, S. (2010) “Türkiye “Sol” Hareketlerindeki Milliyetçi Virüs”, https://ermenistan.de/sait-cetinoglu-yazi-turkiye-sol-hareketlerindeki-milliyetci-virus/, indirme tarihi: 10 Ağustos 2017.

Dumont, P. ve G. Haupt (2013) Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketler, çev. Tuğrul Artunkul, İstanbul: Ayrıntı.

Kıvılcımlı, H. ([1933] 1978) Yol 3: Partide Konaklar ve Konuklar, https://www.marxists.org/turkce/kivilcimli/kitaplar/yol-3.pdf, indirme tarihi: 10 Ağustos 2017.

Kıvılcımlı, H. ([1933] 1978) Yol 8: Yedek Güç Milliyet (Doğu), https://www.marxists.org/turkce/kivilcimli/kitaplar/yol-8.pdf, indirme tarihi: 10 Ağustos 2017.

Kürkçügil, M. (2005) “Bir Başka Tarih Mümkün Müydü? Ya da ‘Ermeni Meselesi’ ‘Modernite’ ve ‘Soykırım’”, Yeniyol, 16-17.

Minassian, A. T. (2012) Ermeni Devrimci Hareketinde Milliyetçilik ve Sosyalizm, çev. Mete Tunçay, İstanbul: İletişim.

Tunçay, M. ve E. Zürcher (1995) Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, İstanbul: İletişim.

 

[1] Bu yazı, Nejat Suphi Ağırnaslı’nın anısına 19 Nisan 2015’te gerçekleştirilen Menkıbe Tartışmaları’ndaki “Paramaz’ın Nazarında Türkiye’de Sol ve Kürt Hareketi” başlıklı oturumda yaptığım sunumun kısmen değiştirilmiş ve yeniden düzenlenmiş halidir. Metnin ilk hali hayalgücüiktidara.org sitesinde ve Yol Dergisi’nin Kış 2016 sayısında yayınlanmıştır.

[2] Son yıllarda biraz daha geriye gidilerek Hüseyin Hilmi liderliğindeki Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın anılmasının bu durumu çok değiştirdiği söylenemez. Sorun, gayrimüslimlerin öncülüğünde kurulan sosyalist örgütlerin Türkiye sol tarihinin bir parçası olarak görülmemesindedir.

 
Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Teorik Bir Mevzi

Aynı kategoriden yazılar