Ana SayfaArşivSayı 39Ana Akım Dışında Bir Marksizm

Ana Akım Dışında Bir Marksizm

   

Ana Akım Dışında Bir Marksizm

 

Süleyman Yılmaz Bulduruç*

10 yıllık bir süre zarfında çıkarılan 38 sayı. Dosya başlıklarıyla değerlendirildiğinde birçok kritik konuya değinilmiş, bir külliyat oluşturulmuş olduğu görülüyor. Bunu pek tereddüt etmeden söyleyebiliriz. “Teorik-politik bir akım” oluşturulduğu tespiti tevazuyu gerektirmeyecek kadar açık. Diğer yandan özellikle ilk başlandığı dönemle bugün karşılaştırıldığında yaygın olarak ifade edilen “kriz” belirlemesinin bir gösterge olduğu (farklı içeriklendirilse de) söylenebilir. Bugün Marksizm ile ilişkili kesimlerde öyle ya da böyle dile getirilen krizin, bundan on yıl önce, göreli pratik nedenlerden ötürü, dağarcığa yerleşmek bir yana, ifadesi bile problemli karşılanırdı. Müstahkem mevkilere kurulmuş kalın duvarlı kalelerin içinde kendini güvende hisseden eğilim, obüs ateşlerini de oldukça geç hissetti sanırım.

***

Althusser’in öncülleri ve yola çıkışındaki kavramsal yapıyla ilişki, Teori ve Politika açısından önemli bir açıklık yaratıyor. Özellikle kriz tespitinde ve felsefenin bölücülüğünde oluşan epistemoloji-ontoloji ayrımındaki ısrarı, bilim-felsefe-politika ile tanımlanan Marksist bütünlük ve bu bütünlüğün dağılmasıyla oluşan kriz ortamı tespitleri verili durumda belirli bir duruşu temsil ediyor.

Genel olarak Teori ve Politika’nın temsil ettiği teorik-politik akımın temelde Marksizmi temsil ettiği fikrindeyim. Ama iş yola çıkmadaki iddiaya gelince bir eksiklikler manzumesi sıralanabilir. Şu açık ki, şu anda bu coğrafyada TP’nin tarif ettiği türden bir Marksizmi teorik olarak edinmiş bir pratik-politik hareket yok. Teori ve Politika kollektifi de, ilk olarak çıkıştaki “Taslak”ta ve sonraki sayılarda, esas olarak Marksizm alanında tariflediği pratik-politik hareketleri gözettiğini, onlarla bir tür ilişkilenmeyi önüne koyduğunu ifade ediyordu. Bunun, güncelde TP’nin kendi bütünlüğü açısından başarılamadığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Bu konuda nesnellikler sıralaması yapılabilecekken, TP’nin öznel durumuyla ilgili bazı açıklamalar da getirilebilir. Örneğin kullanılan dil genel olarak alışıldık bir terminolojiye sahip değil. Kişisel olarak bir şikayetim yok. Felsefe ve bilimin nesnelerinin kavramlar, kategoriler olduğunu teslim ediyorum, ancak yine de terminolojinin amaçlanan tutumla ilişkisi sorgulama konusudur. Ölüm oruçlarında, seçimlerde, oradan 11 Eylülde, 1 Mayıslarda alınan pratik-politik tutumlara yol açıcı değerlendirmeler bir bağlantı için elverişli koşullar olmakla birlikte, bir bakıma eksiklidir ve konumlanış gereği de eksikli olmaya mahkumdur. Kriz belirlemesinden sonra alınan tutum ve güçleri sahaya yayma anlayışı, bu eksik kalma konumlanışını baştan kabullenmedir kanımca.

Diğer yandan, Marksizm dışı politik devrimcilikle ilişki oldukça önemli ve olumlu görünüyor. İdeolojinin politik yaklaşım alanından temizlenmesi, en azından dışlayıcı boyuttan düşürülmesi dikkate değer. Yine sahanın dışına çıkıp, “imparatorluk” teorisiyle, post-Marksizmle, küreselleşme karşıtlığıyla, Wallerstein vs. ile kurulan teorik-politik ilişki sahayı genişletme olanağı sağlıyor. Öncelikli sorun olarak dünyada açıklayamadığımız şeylerin çoğalmasını sorunsallaştırırsak elbette farklı açıklama tarz ve teknikleriyle ilişkilenme kaçınılmazdır ki, bu, etkilenim tarzında olabileceği gibi eleştirel bir iletişim de olabilir.

Tabii bu arada, Marksizm içindeki temel teorik tartışmalarda da konumlanış açısından ayrıksı bir yeri var TP’nin. Özellikle özne sorunundaki yaklaşımı, tarih bilimindeki tavizsiz determinizmi, Aydınlanma karşıtlığı, materyalizmdeki ısrarı, bilim-politika ilişkisi tanımlamaları mevcut Marksizmlerden farklı ve başlı başına özgün bir konum anlamına geliyor. Althusser ekolünün avantajlarını da taşıyarak işi kısa devrelerle çözmeden ilerlemeye çalışmak dikkat çekici.

Temel paradigmalardan özne sorununa ilişkin tarih bilimi açısından “öznesiz ereksiz süreç” tanımı önemli tartışmaları beraberinde getiriyor. Politika’ya bilim’in güvenli garantileriyle yol açmaya çalışan anlayış bir anda kendini politika’nın yürütüldüğü an’ın olumsallığında çok riskli bir alanda buluyor. Diğer yandan, bizdeki genellikle bir merkezci anlayıştır. Bir parça determinizmden, bir parça volontarizmden alınıyor ve bu düzensiz karışım tarihe taşınıp, tarih yapıcısı insan, sınıf görüşlerine ulaşılıyor. Ancak, kendi içinde tutarsızlığı taşır bu iki tutumun harmanı. TP’nin tutumunun tam tersinden bir örnek vereceksek Costariodis iyi bir figür olur. C. Costariodis, Marksizmin bilim sektörünü tamamen reddeder. Konjonktürel olmayan politika önerisinden özerklik anlayışıyla özneyi inşa eder. Bilim alanının politikaya izin vermediğini kurar, “devrimci” konumunu koruyabilmek için Marksizmden sıyrılmayı zorunlu görür.

TP’nin bilim ve politika ayrımları, bilimin tavizsiz determinantlarla ilerlediği ve epistemolojik yapısı ile politikanın an’a müdahalesi yaklaşımları bilinen tarzda ezberi bozar. Bilimsel politika, bilimsel felsefe retoriğini sadece bir lafza indirir. Açıkçası, Marksist teorik bütünlüğün bilim temeline yerleştirilmeye çalışılan her türlü felsefi ve ideolojik sızma bizi net ayrımlara götürür. Tutarlı olacaksa, Marksizm alanındaki özneci yaklaşımın menzili Costariodis’in ulaştığı yer olabilir. Diğer yandan politikanın öznesi verili an’da savaşır, direnir, ölür, öldürür, devrim yapar, yenilir vs. vs….

TP’nin diyalektik üzerine olan tartışmalardan kasıtlı olarak uzak durduğu gözleniyor. Bunu daha çok analitik bir yöntem izlemesiyle ilgili görüyorum… Ancak dikkat çekici olan, teorik-politikaya itirazların temel referansının da diyalektik söylem üzerinden kurulması, özne-nesne diyalektiği, teori-pratik diyalektiği, özgürlük-zorunluk diyalektiği vs. vs. Bu, öncelikle Marksist literatürde diyalektik konusunda Hegelyan referanslardan hareket etmenin bir uzantısı. Mevcut diğer etkeni ise Marksist kurucuların bu alan ile ilgili kurdukları zeminin bazı boşluklar barındırması oluşturuyor. Felsefe ile bilimin bazı alanlarda iç içe geçirilmesi olarak da ifade edebiliriz bunu.

***

Bir diğer TP eleştirisi de sanırım “İmparatorluk” teorisiyle bağlantılı “çokluk” ile “ezilenler” kavramlarının benzemesi ve ikisine de özne (politik bir öznelikten öte tarihin öznesi) konumu verilmesi. Öncelikle TP’nin politika öznesi anda mücadele edenle sınırlı. Bu anlamıyla ezilenlerin genel bir kategori olması, andaki mücadeleleri ve pratik tutumlarıyla sınırlı gibi görünüyor bana. Negri ve Hardt’ın “çokluk” kavramsallaştırması, oluşturulacak –öngörülen- bir özneyi tanımlıyor. Genel olarak ifade edersek, Hardt ve Negri bilim alanıyla politika alanında bir kısa devre yaptırıyor. Görünen dünya halinden yola çıkarak sınıf çelişkilerinin minimize olduğunu, göçmenlik gibi olguların yeni politik alanda referans olduğunu söylüyorlar. Tabii dikkate değer bazı vurgular taşıyor ifadeleri. Ancak referansları politikaya kurban edilmiş bilim oluyor. İmparatorluk kitabında belirsiz bir özne olarak çizdikleri çokluğu yeni kitaplarında detaylandırmışlar. Spinoza’dan devraldıkları bir kavram. Spinoza çokluk için daha yatay bir tanımlama yapıyor ve herhangi bir kuruculuk atfetmiyor. Temelini “doğal hak” kavramsalından alan Kartezyen tartışma içinde Spinoza, hakkın teslim edilmesi anlayışına karşı tutum alarak doğal hakkın korunmasına yönelik bir politik beden tasarlıyor. Bu politik bedeni, tek tek bireyler topluluğu değil, etkinliklerinin kollektifliğiyle bir araya gelen tekillerin oluşturduğu çokluk diye ifade ediyor. Ezilenlerin bu anlamıyla bir özne olup olmadığı tartışılabilir.

Ezilenler özellikle devlete karşı konumda belirginleşiyor TP’nin vurgusuyla, ve TP doğal olarak, iktidarı bio-politiklere indirgemiyor. Her yerde iktidar anlayışının başka bir düzlemde bir anlamı olsa da siyasal iktidara karşı konumlanış temel parametre olarak alınıyor. Öyleyse her konjonktürün öznesi o konjonktürdeki devrimci politik figür, parti, kitle vs. ise ve Marksizmin önsel tutumu ezilenlerden yana olmakla ifadelendiriliyorsa, genel bir ezilenler ifadesi ne anlama geliyor? Bunun bazı güçlükleri var kanımca. Farazi bir örnekle anlatayım; İran’ın ezilen devletler klasmanında olduğu söylenebilir. Buna karşın kendi içinde ulusal sorun yaşıyor ve Kürt ulusuna yönelik bir konumlanışı var. Kürt ulusal hareketi de bu anlamıyla ezilenler kategorisi içinde. Yine İran örneğinde Ahmedinecat üzerinden bir kampanya yürütülüyor ve bu kampanyanın önemli bir ayağını Kürt ulusal yaklaşımı yürütüyor. Politik açıdan, Irak örneğinde yaşadığımız “Ne Sam ne Saddam” gibi ne idüğü belirsiz bir konumlanma objektif olarak politikasızlık anlamına geliyor. Yine İran devletini Kürt ulusuna karşı savunmamız söz konusu olamaz, ancak Kürt ulusunun pratik politika yürütücülerinin konumu reel-politik konumlanışta fiili olarak emperyalizmle ilişkili (Barzani, Talabani, vs.). İKDP örneği de mevcut. Burada deneysel bir kesit alıp genel bir teoriye uygulamaya çalışmıyorum. Ancak ezilenlerin kendi aralarında da hiyerarşik bir yapılanma sunduklarını, bunun “devlet iktidarına karşı” konumlanış parametresi de dahil yeterli bir ölçüt olamayacağını, ki kimi ezilenlerin politik-pratik mücadele verseler de belirli anda devlete karşı fiili konumlarının olmadığını, daha doğrusu siyasal iktidarla aralarında aşılması gereken başka engeller olduğunu dikkate almak gerekiyor. Örneğin, ezilen cins sorunu.

***

TP’nin felsefede materyalizm vurgusu güncelde özellikle krizin yaşandığı ortamda önemini daha belirgin kılıyor. Biliyoruz ki, yenilgi dönemlerinde idealizmin borusunun sesi daha çok yankılanır, ütopyalar daha çok kuşatır politik olanı. Ve özellikle Marksizmin içinde bu tür alanlara yöneliş daha belirginleşir. Kriz dönemleri felsefenin üzerinden ölü toprağını attığı, kendisini bulduğu dönemlerdir. Felsefenin uğraşı idealizm alanına meyillidir. Tutarlı felsefi dizge kurma kaçınılmaz olarak idealizme alan açar. Batı Marksizmi denilen alanı incelerken Anderson yoğun bir felsefi çalışmayla tanımlıyor. Korsch, Lukacs, Gramsci, Della Volpe, Althusser üzerinden düşündüğümüzde bir kriz periyodunun felsefeyle ilişkisi sanırım görülür. Yine, Althusser’in çalışmalarını (esasında Kapital’i Okumak ve Marx İçin’de toplananlar) yaptığı dönemde, Batı Marksizminde oluşan karmaşa ve genel olarak komünist hareketteki kriz malumdur. Althusser’in felsefede materyalizmde ısrarı ile teorik hümanizme karşı müdahalesi merkezi önemdedir. Yine felsefeyle bilimin ayrışması anlamında epistemolojik kopuş belirlemesi, Marksizmin bilim sektörünün oluşmasının tanımlanması bunun bilgisel bir uğraş olarak teorik pratiğin alanına taşınması… Bütün bunlar, kanımca, Teori ve Politika’nın izlediği yolun güvenlikli bölgesini oluşturuyor.

Yine Teori ve Politika’ya yönelik eleştirilerden birisi de teorisizmdir. Yani pratik-politikadan uzak durma, teorinin belirleyiciliğini, krizin çözücülüğünü savunma. Öncelikle TP politikadan uzak bir konumda değil kanımca. Dahası bir tür politika yaptığını, özellikle benim takip ettiğim son beş yıllık süreç içinde merkezi güncel problemler de dahil olmak üzere, Marksizmin alanında politika yaptığını, ancak bilinen pratik-politika ekseni haricinde teorik-politika yaptığını söyleyebilirim.

Temel paradigma örgütlü mücadele, pratik-politika, çevre olma üzerinden kurulunca TP’ye de “politik ol!” düsturu yöneltiliyor. Marksizmin alanını çizerken kendini “geniş ölçüde örgütlü alan”a dahil ediyor TP ki bu alanın, pratik-politik özneleri olduğu gibi teorik-politikayı da içine alacak bir genişliği var. Yine de şu söylenebilir ki, mevcut pratik-politik Marksizm akımlarının yönelişi, bu akımlar pratik devrimci konumunu korusa da, teorik olarak dar-Marksizm alanında ısrar ve felsefi idealizme doğru görünüyor. Teorik-politik yaklaşımın güncel politikaya yönelik eleştirileri ve Aydınlanma gibi, post-modernizm gibi, otonomistler gibi, küreselleşme karşıtları gibi, anarşizm gibi konular üzerinden ideolojik bakışın deşifre edilmesine ve Marksist teorik-politik konumlanmaya olanak sağlanmasına yol açacaktır. Kişisel kanaatim mevcut pratik-politik akımların, bazı noktalarda kastlaştıkları geleneksel okullu Marksizm alanında iş görmeye eğilimli oluşları ve güncelde kimi avantajlar yakalasalar da, genel olarak merkezi krizi ayrıca örgütsel kriz olarak da yaşadıklarıdır. Bu yüzden, çözüme yönelik yeterli çaba ortaya koymak yerine kısmen doktriner yaklaşımın reformasyonu tercih ediliyor…!

***

Genel eleştirileri ve 38. sayıdaki tartışmaları dikkate aldığımızda bir gözlem yapılabilir. Hemen hemen her değerlendiren arkadaş TP’yi yeteri kadar okumadığını belirtmiş. Daha çok belirli sayılar ve özellikle bazı arkadaşlar nezdinde “Taslak” dönemi tartışmaları referans alınmış. Bu aslında dramatik bir durum. Teori ve Politika’nın kendisi-için bir yayın olma durumunu niteliyor. Ancak tartışma sonuçları ve özellikle bu süreçteki etkileşim bazı alanlar açacaktır, en azından umulan bu! Yine de açık olan bir durum var ki, TP genel kabul gören Marksizmden oldukça farklı bir Marksizm tanımlıyor ve ifade ediyor. Bu anlamıyla, verili konuşma ve tartışma dilinin, etkileşim gerçekleştireceği alanlarda anlaşılma sorunu yarattığını, yaratacağını ifade etmek gerek. Yine ifade edilmeli ki bu bir engel olmakla birlikte aşılmaz bir engel değil. Uğraşılması gereken bir problem daha…!

  



* 1 Nolu F Tipi Cezaevi / Tekirdağ

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar