Marksizm Alanında Çatışan Eğilimler

 

 

Marksizm Alanında Çatışan Eğilimler
Tarihsel Devrimcilik mi, Politik Devrimcilik mi?

 

 

Vedat Düşküner

 

Günümüzde Marksizm alanında Marksizmin bilim, felsefe, politikadan oluşan bütünselliğini bünyesinde barındıran Marksist örgüt bulunmuyor. Bu durum Marksist örgütlerin, Marksizmi sol-sosyalist akımların devamı olarak tanımlamalarını beraberinde getiriyor. Marksist örgütler, Marksizmi, onu sol-sosyalist akımlardan ayıran, farklı kılan temel özgüllüğünü ortadan kaldırarak ifade ediyor. Bu meşrebine göre değişiyor; bazen liberal demokrat eğilimli olurken bazen de Aydınlanmacı laik yönelimli oluyor, ama her halükârda Marksizm sol-sosyalist akımın içinde ve onun devamcısı olarak konumlandırılıyor. Günümüzde Marksizm alanında kendini sol-sosyalist akımdan ayıran Marksist örgütün olduğu söylenemez. Bu açıdan Marksist örgüt ve akımlarda Marksizmin gerisine çekilme durumu yaşanıyor. Elbette Marksizm alanında bu eğilime karşı çıkan, Marksizmi savunan kesimler var, fakat bu kesimler pratik konumlanışlarını teorik solculuğun argümanlarıyla temellendirerek, ideolojik-politik olarak reddettikleri alana teoriden dolanarak dâhil oluyorlar ve geri çekilişe teorik alanda katkı sunmuş oluyorlar. Marksizmi ideolojiye indirgeyerek savunan bu kesimler ideoloji alanında aldıkları ideolojik tavırla hem Marksizm içindeki devrim dinamiğini hem de ezilen hareketinin devrimci pratiklerini mahkûm ederek, Marksizmin tarihsel devrimci diyalektiği ile politik devrimcilik arasındaki ilişkiyi ve Marksizmin ezilen farklı kesimlerle ilişkilenmesini engelleyici bir rol oynuyorlar. Marksist devrimciler arasında dolaşıma çıkan yayınlarda açıklanan konumlarda beliren Marksizm anlayışına bakıldığında, söz konusu olanın tarihsel devrimciliğin teorik argümanları olduğu hemen fark edilecektir. Marksist devrimciliğin varlık yokluk eşiğinde seyrettiği bir dönemde tarihsel devrimciliğin teori alanında yeniden canlanması hayra alamet değildir. Bu, politik Marksizmin içinden çıktığı ideolojik felsefi anlayışa geri dönmek anlamına gelmektedir.

Bu eğilim karşısında Marksizm içinde politik devrimciliğin pratik konumlanışının izlerini sürmek ve öne almak teorik bakımdan hakkımız, politik açıdan da görevimizdir.

*

Pratik olarak politika gerçeğin içinde yapılır, eylemiyle devrimci olmak gerçektir. Bu, Marksizmin ideolojik savunuluşunun dışında olmak anlamına geldiği gibi felsefi materyalizmin de temel tezidir. Kendinin bilincindeki her özne kendine atfettiği öznel bilincinin dışında gerçek içinde eyler. Bilinç karşısında pratiğin önceliğini ifade eden bu tez, Marksizmin politik olarak oluştuğu ve kurulduğu tarihten itibaren farklı aşamalardan geçmiştir. Marksizm sanıldığı gibi kesintisiz bir biçimde süreklilik dâhilinde gelişmekten ziyade kendi içinde çelişki ve çatışkılar barındırır. Bu temelde kendi içinde bölünmeler, ayrışmalar ve iç kopuşlar yaşayarak politika belirginleşmiştir. Marksizm, tüm tarihi boyunca devrimcilikten uzaklaştığı her defasında uzlaşmacılığa karşı teorik doğası gereği devrimciliği savunan bir itiraz yükseltmiş, pratik olarak da devrimciliğin yolunu izlemiştir.

Marksizm kendi adına yazılan tarihte ilk ayrışmasını Marx-Engels’in Parti ile programlar üzerinde ortaya çıkan politik anlaşmazlık olayında yaşadı. Alman partisinin uzlaşmacı politik çizgisinden rahatsız olan Marx-Engels müdahalelerinden istedikleri sonucu alamayınca partiden ayrılmayı düşündüler. Politik anlaşmazlığı pratik kopuşla sonuçlandıramasalar da gerek Marx’ın Gotha programına ve gerekse Engels’in Erfurt programına dönük eleştirileri Alman partisinin uzlaşmacı politik çizgisine müdahalelerinin ötesinde, Marksizmin politik devrimcileşme sürecini başlatan, pratik devrimciliğe teorik ve politik temel sunan nitelikleriyle öne çıkarlar. II. Enternasyonal ile gerilimler yaşayan Lenin, Marx-Engels’in teorik, politik tutumlarını izleyerek Marx-Engels ile başlayan devrimcileşme sürecini kopuşla sonuçlandırır. Lenin’in gerçekleştirdiği kopuşun ötesine yerleşen Mao, başlayan kopuşu pratik boyutuyla derinleştirerek devam ettirir.

Lenin’den önce Marksizme egemen olan anlayış için politika, feodallere karşı ilerici burjuvaziyi desteklemek, bu arada legal işçi dernekleri oluşturmak ve bu derneklerde verilecek seminerlerde işçi sınıfını bilinçlendirme faaliyeti olarak anlaşılıyordu. Buna göre proleter devrim, sanayinin geliştiği, işçi sınıfının oluştuğu, kapitalizmin merkezi olan Avrupa’da burjuva devrimlerinden sonra gerçekleşecektir.

Söz konusu ilerlemeci anlayış Marksizme dışardan sokulmuş yabancı bir anlayış değildir, Komünist Manifesto’da kendine dayanak bulmaktadır, çünkü Manifesto’da Marx-Engels her ne kadar ezen-ezilen mücadelesi için, “kurulu toplumsal ve siyasal düzene karşı hareketin desteklenmesi (…) komünistlerin amaçlarına şiddet yoluyla ulaşabilecekleri”[1] önermesinde bulunsalar da devrimci burjuvazinin desteklenmesi gerektiğini ifade etmekten geri durmazlar. Toplumsal devrim ile politik devrimi net ifadelerle birbirinden ayırmayan Manifesto’da, tarihsel devrimcilik politik devrimciliğe indirgenerek, tarihsel devrimin öznesi olan burjuvazinin desteklenmesi pratik bir görev olarak ifade ediliyor. “Marx-Engels sanki üretim güçlerinde devrim yapmış olan burjuvaziyle siyasal yapıda devrim yapmış olan burjuvazi aynıymış gibi (…) tek bir hikâye sunmaktadır.”[2] Tarihsel devrimciliğin pratik politikaya indirgenerek, tarihsel ilericiliğin politik ilericilikle özdeşleştirilerek burjuvazinin öne çıkarılması, tarihsel devrimciliğin teorik savunusuna temel oluşturur. Bu ideolojik süreklilik içinde Aydınlanma ile işçi sınıfının ilişkisinin kurulması ve Marksizmin Aydınlanmanın devamı olarak konumlandırılması için burjuvazinin kapitalizmden ayrıştırılması yeterlidir. “Burjuvazi, ideolojisinin en ileri yönlerini de işçi sınıfına miras bıraktı. Eleştirici, dinciliğe ve batıl inançlara karşıt, liberal ve bir noktaya kadar eşitlikçi anlayış, başka bir deyişle Aydınlanma kültürü…”[3] Burjuvazinin ilerici yönlerini devralan işçi sınıfı elbette ilerici burjuvaziye karşı mücadele etmeyecektir. O, kapitalist üretim tarzının olumsuz yönlerine karşı insanca çalışma koşullarının sağlanması için mücadele edecektir.

Marx’ın tarih biliminin temel ilkelerinin sunumunu içeren Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’ünü düşünce ve eylemlerinin merkezine koyarak, politik olarak önceliği üretici güçlerin gelişimine vermek gerektiğini belirten Marx’ın metnini Hegelci tarih felsefesine uygun şekilde yorumlayan bu anlayış için tarihsel gelişmenin her yeni uğrağı sonraki aşamanın içeriğini kendi içinde oluşturur. Belli bir aşamada yeni içerik eski biçimle çatışmaya girerek onu parçalar ve bir üst aşamada içerik ve biçim arasındaki uyumu yeniden sağlar. Bu süreç, nihai çelişkinin çözümleneceği tarihin sonuna dek devam edecektir. II. Enternasyonal’in evrimci, erekselci ve uzlaşmacı politika anlayışını dayandırdığı bu metin, II. Enternasyonal liderleri tarafından politik sömürüye tabi tutuldu. Tarihin aşamalı olarak ilerleyeceğini belirten Kautsky, üretici güçlerin yeterince gelişmediği, sosyalizme geçişin altyapısının oluşmadığı geri bir ülkede devrim yapmakla suçluyordu Lenin’i. II. Enternasyonal’in Bernstein, Kautsky ve diğer önderleri şahsında biçimlenen haliyle Marksizm tarihsel devrimciliğin teorisinin hâkimiyetine girerek politik devrimcilikten uzaklaştı.

II. Enternasyonal’in ezilenlerin devrimciliği karşısında aldığı tavır, işçi sınıfının büyümesi, gelişmesi ve nihai kurtuluşunun burjuva demokratik devrimi altında mümkün olacağı anlayışına dayanıyordu. Burjuvazi ve işçi sınıfının ortak çıkarlara sahip olmaları sebebiyle öncelikli görevi feodal kalıntıları yok etmesi amacıyla burjuvaziyi desteklemekti. Burjuvazinin sorunlarının üstesinden gelmesi için işçi sınıfının onu demokratik devrimi yapması amacıyla dışarıdan desteklemesi gerekiyordu. Burjuvazi demokratik devrimi bir kez gerçekleştirdi mi, işçi sınıfının onun yerine sosyalist cumhuriyeti geçirmesi zor olmayacaktı.

Kautsky’nin teorik anlatımına kavuşturduğu politika, Alman partisinin pratiğinde temsil ediliyordu. Üretici güçlerin gelişimine dayanan politika, devrimciliğe kapalı ve reformist nitelikteydi. Devrimin, partilerin ve sınıfların iradesinden bağımsız, nesnel koşulların yani üretici güçlerin gelişimi sonucunda olacağını, devrimin iradi olarak yapılamayacağını söyleyerek toplumsal devrimi politik devrimciliğin karşısına çıkaran ve tarih bilimi argümanlarıyla tarihsel devrimciliği savunan bu anlayış, Kautsky’nin şu değerlendirmesinde ifadesini bulur: “Sosyalist Parti devrimci bir partidir, devrim yapan bir partidir. Biz, devrim yaratma gücümüzün muhaliflerimizin onu önleme güçleri kadar az olduğunu biliyoruz. Bir devrimi kışkırtmak ya da ona götürecek yolu hazırlamak bizim işimiz değil.”[4] Sosyalist Parti’nin devrimciliği tarihin bilgisini şimdiye indirgeyerek onu bir ilerlemeci ideoloji olarak savunmaktan oluşuyor. Tarih biliminin bilimsel önermelerini gerçeğe indirgeyen, politikayı bu önermelerin pratik uygulaması olarak ele alan Sosyalist Parti, pratiğini tarihin ilerleyen eğilimine göre düzenlemektedir. Lenin’i geri bir ülkede devrim yapmakla suçlayan Kautsky açısından devrim; iktidarı hedeflemeyen, burjuva demokrasisini öngören politik tavrın ifadesidir. Bilimsel ve politik önermeler arasında doğrudan ilişki olduğunu ifade eden II. Enternasyonal önderlerinin devrimden anladığı toplumsal devrimdir. Bu politik olmaktan uzak olmakla birlikte, esasında söz konusu olan tarihsel devrimciliğin ideolojik olarak savunulmasıdır.

“Tarihi şimdiye indirgeyen nedenselliğin kendini her an, her şimdide ortaya koyan”[5] bir niteliği olduğunu kabul eden Sosyalist Parti, geleceği şimdiden önceleyerek hareket ediyor. Bu sayede gerçeğin içinde bilimsel hakikati elinde bulundurarak şimdide bir güç ilişkisi, iktidar mücadelesi değil, fikirlerin taşıyıcısı özneden yana tavrını belirleyerek bilimsel politika yapmış oluyor. Sosyalist Parti, devrimi ideolojik olarak edinip savunduğu için devrimcidir. Söz konusu olan Aydınlanmacı teori ve ilerlemeci tarih anlayışıdır.

Marksizmin sadece bilim olduğunu ifade eden ve pozitivist Marksizm anlayışına sahip olan II. Enternasyonal bilim ve politika arasında ayrım yapılmasına karşı çıkıyor. II. Enternasyonal’in pozitivizmine ve reformizmine tepkiyi ifade eden teorik solculuk ise tarihsel devrimciliğin bilimi politik sömürüsüne karşı Marksizmi felsefeyle temellendirir. II. Enternasyonal politikayı bilimin uygulaması olarak görürken teorik solculuksa politikayı felsefenin gerçekleşmesi olarak kabul eder. Felsefi özne kategorisini teorik ve politik edinime tabi tutan teorik solcu anlayışa göre tarih bir tin tarihi olarak anlaşılabilir ve bu bilinçler savaşında tarihin pozitif bilincine proletarya sahiptir. II. Enternasyonal’in tarihselci epistemolojisinde tarihsel sürecin pozitif izleyicisi olarak konumlandırılan özne, teorik solcu anlayış tarafından aktif özne olarak tarihe dâhil edilir. “Nesnel olarak dönüşümü bütünsel olan proletarya, burada, alt üst oluşun öznesi, yani ‘tarihin öznesi’ haline gelmeye yazgılı kılınmıştır. Proletarya felsefi düşüncesini pratik olarak geliştirmekle tarihi nihai amacına doğru yöneltir. Böylece felsefe kendi yok oluşu içinde kendini gerçekleştirmiş olacaktır.”[6] Özne olarak proletarya tarihin öznesi olarak tarih yapma olanağına kavuşmuş oluyor. Tarihin bilgisine sahip olan proletarya, devrimi nesnel koşulların sonucu olmaktan çıkararak bilinçli ve iradi bir faaliyet olarak düşünebilir. Şimdi ile süreç bağlantısını bilincinde gerçekleştiren proletarya sürecin akışına müdahale ederek, tarihe yön vererek tarihin ereğine ulaşmasını sağlayabiliyor. Kendinde sınıftan kendisi için sınıfa dönüşecek olan proletarya kendisine atfedilmiş bilincin öznesidir ve bilinçli özne olarak proletaryanın bilinçli müdahalesi olmaksızın tarihin gelişme süreci kendi başına işlemez. Tarihsel gelişme sürecinin işlemesi için proletaryanın “ilk fiskesi”ne ihtiyaç vardır.

Bilimi pozitivizmle özdeşleştirerek reddeden teorik solculuk, kolayca kendini Aydınlanmacı tarihsel ideolojiye lehimleyerek, onun teorik tarih açıklamasını üstlenir. Toplumun aydınlatılması mücadelesi burjuvaziyle birlikte onun ilkeleriyle yürütülecektir. “Tarihin bilimsel açıklamasıyla politika arasında kurulan kısa devrede bir tarihsel solculuk her ikisine de, hem bilime hem de politikaya egemen olmaktadır. Bunun sonucunda köleci toplumda köleleri ve barbarları değil feodalleri tutmak, feodalizme karşı mücadelesinde ezilen köylüleri ve başka sınıf ve katmanları değil devrimci burjuvaziyi tutmak ve bugünkü mücadelenin tarihsel son koşucusu burjuvaziyle el ele ama farklı bayraklarla veya burjuvaziden alınan bayrakla –renk değiştirerek de olsa- yürütüldüğü anlayışını vazeden bir tarihsel devrimcilik olmaktadır. Son aşama olan burjuvazinin mücadelesi tarihsel yükümlülükler gereği desteklenecektir. Bu anlayışta ezilen ve sömürülen sınıf ve toplulukların folklorik ya da nostaljik bir ilgiye mazhar olmaktan başka bir önem taşımayacağı anlaşılır mahiyettedir.”[7] Tarihin iyi yanında, kazananların tarafında yer alan tarihsel teorik solcu anlayış devrimci eylemin meşruiyeti için ezilenler karşısında, tarihsel politik olarak burjuvazinin konumunu benimseyen yaklaşımdır.

Ekim Devrimi’nin etkisi ve yönlendirmesiyle kendini var eden tarihsel solculuk tutarlı teorik yaklaşıma sahip değildir. Her ne kadar II. Enternasyonal’in pozitivizmine ve ekonomizmine karşı çıksa da kendisi de bilim ve politika arasında ilişki kuran anlayışın dışında değildir. Tarihsel süreci nesne yapan tarih bilimi ile içinde bulunan an’da yapılan politika arasında dolayımsız bağlantı kuran, bilim bileşenini reddeden, felsefede materyalizmi tanımayan tavrıyla tarihsel solculuk bütünsel bir yaklaşım ortaya koyamamıştır. Teorik solculuk, devrimciliği teorileştirme adına Leninizmin öncesine çekilerek Marksizmi klasik felsefenin özne teorisine eklemlemiş, kendi Marksizmini özne teorisiyle temellendirmiştir. Bunun günümüzde Marksizm alanında yer alan Marksist akım ve örgütlerin yaklaşımı olduğunu söyleyebiliriz. Pratik-politik Marksistler, devrimciliği teorileştirmeye çalışırken özne teorisinden kopmayı göze alamıyorlar. Felsefenin özne kategorisine yöneltilen eleştiriyi dünyanın dönüştürülmesi çabasına yöneltilmiş saldırı olarak kabul ederek reddedip devrimciliği öznel tarihsel idealizmin olanaklarıyla savunuyorlar. Bu anlayışta politika konumuna göre, II. Enternasyonal’de nedenselliğin, zorunluluğun yanında yer alarak adımlarını ona uydururken teorik solculukta ise nedensellikle çatışarak ya da onu reddederek gerçekleşen bir faaliyettir. Bu yaklaşımının kendisi Marksizmin bütünsel savunusunun önünde engel teşkil ediyor.

Pratik-politik Marksistler ideolojik saldırılar karşısında Marksizmi savunmak amacıyla aradıkları argümanları Wood’un Sınıftan Kaçış adlı eserinden temin ediyorlar. Pratik-politik Marksistler tarafından politik yönü önemsenmeyen, sadece teorik yönü önemsenen Marksizm anlayışı, aslında Marx-Engels şahsında var olan, II. Enternasyonal’in teorik Marksizm anlayışında belirginleşen, teorik solcular tarafından yeniden üretilen eğilimi temsil etmektedir. Günümüzde Marksizm alanının teorik bölümü bu eğilimin hâkimiyeti altındadır. Savunulan Marksizm iktidar mücadelesini reddeden, devrimciliği sapma olarak niteleyen bir yaklaşıma sahiptir. Wood’a göre “[s]ınıf mücadelesi Marksizmin çekirdeğidir. Birbirinden ayrılmayan iki anlamda bu böyledir. Marksizme göre tarihin dinamiğini açıklayan şey sınıf mücadelesidir ve devrim sürecinin son hedefi sınıf mücadelesinin öteki yüzü ya da sonuç ürünü olan sınıfların ortadan kaldırılmasıdır. Bu tarih görüşünün ve bu devrimci hedefin oluşturduğu ayrılmaz birlik Marksizmi diğer toplumsal dönüşüm arayışlarından ayıran başlıca özelliktir ve bu birlik olmaksızın Marksizm olamaz. Bu önermeler söz edilmeye değmeyecek kadar açık görünebilir ama yine de Marksizmin yirminci yüzyıldaki tarihinin, bu ilkelerden yavaş yavaş uzaklaştığına tanıklık ettiği ileri sürülebilir. Marksizmin perspektifleri gitgide daha çok iktidar mücadelesinin güdümüne girmiştir… Başkaldırma eylemini iktidar mücadelesi için mümkün hatta gerekli bir yol olarak kabul eden devrimci hareketlerde de önemli sapmalar meydana gelmiştir. Yirminci yüzyılda –Rusya’da ve Çin’de– gerçekleşen büyük devrim hareketlerinin tarihsel koşullar nedeniyle iktidar mücadelesini ön plana çıkardıkları hatta bir bakıma, özellikle de Çin örneğinde başlıca mücadele etkenleri olarak ‘halk’ı ya da ‘kitleler’i işçi sınıfının önüne koymak zorunda kaldıkları söylenebilir.”[8] Marksizm ideoloji olarak kabul edilirse politikanın söz konusu ilkelerden sapma olarak görülmesi kaçınılmaz olur. Marksizmi işçi sınıfının ideolojisi olarak kabul eden Wood’a göre başkaldırma eyleminin hedefi politik iktidar değil son hedef olarak sınıfların ortadan kaldırılması olmalıdır. İşçi sınıfı çalışma koşullarının iyileştirilmesi için başkaldırabilir, kapitalizme karşı mücadele edebilir, fakat devrimci hareketler devlete karşı yönelerek iktidarı hedeflememelidir. Aksi halde Marksizmin ilkelerinden sapmış olacaktır! Devrimci hareketlerin iktidarı hedeflemeleri tarihsel koşullara bağlanıp sapma olarak mahkûm edildikten sonra geriye Marksizmi bu zorunlu sapmaların sonuçlarından kurtarmak kalıyor. Rusya ve Çin pratiğini sınıfların ortadan kaldırılması amacıyla başlayan tarihsel yürüyüş içinde meydana gelen istenmeyen kazalar olarak geride bırakmak gerekiyor. Wood Lenin ve Mao’yu tarihsel görüş ve hedefin birliği olarak tanımladığı Marksizmin dışına yerleştiriyor. Onlar iktidarı hedefleyerek sadece sınıfların ortadan kaldırılması hedefinden sapmakla kalmamış, halk ve kitleleri işçi sınıfının önüne koyarak, kitleleri esas alan bir faaliyet yürüterek işçi sınıfının ideolojisi olan Marksizmden de sapmışlardır. Marksizmi işçi sınıfının ideolojisi kabul ettikten sonra Lenin ve Mao’nun politik devrimcilik çizgisinde yürüyen komünistleri ya da devrimci hareketleri Marksizmin dışına yerleştirmek hiç de zor olmaz. Zira onlar ideolojik esinlerini proletaryadan almamışladır: “Vietnam, Çin, Laos gibi ülkelerde komünist partilerinin antiemperyalist ve demokratik devrimlerde önemli ya da belirleyici roller oynadıkları doğru olmakla birlikte, siyasal çizgi ve pratikleri bu partilerin aslında proletaryanın devrimci partileri değil, küçük burjuva demokratik partiler olduğunu ve sosyalizmi inşa etme gibi bir hedeflerinin olmadığını gösterecekti.”[9] Pratik politik devrimciliğin sosyalizmin inşası gibi stratejik programatik ifadeler arasında boğulduğunun bir örneği olan bu değerlendirmedeki yorumda da görüleceği üzere, Lenin tahammül edilebilir olsa da Mao tahammül sınırlarını aşıyor. Çünkü o, işçi sınıfını ve proleter sosyalizmini odağına almayan bir siyasal çizgi ve pratiğin sahibidir.

Wood’un ayrımlarını belirtik kıldığı Marksizm anlayışı için politik olarak devrimci olmak değil, tarihsel olarak devrimci olmaktır önemli olan. Burjuvazinin mezar kazıcısı olan işçi sınıfı dışındaki ezilen toplumsal kesimlerle sınıfsız topluma giden yol açılamaz, komünizme ulaşılamaz. Bu tarihsel rolü gerçekleştirecek tek sınıf devrimci proletaryadır.

Proletaryanın tarihsel rolüne vurgu ve politik devrimcilik karşısında tarihsel devrimciliğin öne alınması Lenin öncesine dönüşün ifadesidir. Gerçekten de Marksizm alanında Lenin’den sonra teorik ve politik tıkanma yaşanmış, pratik politikada geri çekilme olmuştur. Bu, teori alanında tarihsel devrimciliğin öne alınması şeklinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde Sovyetler Birliğinde temsil olunan teorik ve politik çizgiyi esas alan hiçbir komünist parti devrimcilik üretememiştir. Bu dönemde Marksizm alanında Marksizmin tarihsel devrimci diyalektiğini temsil eden Mao olmuştur. Mao, Lenin’in gerçekleştirdiği kopuşu devam ettirmiş, Marksizmin devrimci temelde edinimini yeniden gerçekleştirmiş, ezilenlerle kurduğu ilişki ile Marksizm alanında politik devrimcilik yönünde yeniden bir ayrışma yaşanmasına yol açmıştır.  “Bu dönemde devrimci güçler yüzlerini ABD emperyalistlerine ve onlarla örtük bir anlaşma içinde olan Sovyetler Birliği’nin ‘barışçı geçişi’ öngören revizyonist yoluna karşı dünya proletaryasını ve halklarını devrim yapmaya çağıran ve 1966’da ‘Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni başlatan Mao Zedung’un Çin’ine çevirmişlerdi.”[10] Ancak politik alanda yaşanan ayrışmanın teorik alana taşındığı söylenemez. Bu dönemde politik devrimcilerin teorik bilinci tarihsel devrimcilik olmaya devam etmiştir. Teorik alanda tarihsel devrimcilik ile Aydınlanmacı ideoloji arasında bağ kurmak daha kolay olurken politik devrimciler teorik bilinçlerine rağmen pratikte Aydınlanmacı ideolojiyle bağlarını koparmakta zorlanmamışlardır. Fakat politik devrimciliğin Marksizmi Aydınlanmacı ideolojinin dışına çıkarmada oynadığı devrimci rolün işlevi ve etkisi sınırlı olmuştur. Marksizmin devrimcilikten geri çekilmeye başlamasıyla birlikte yeniden Aydınlanmacı ideolojiye dönüş yaşanmıştır.

*

Marksizm, Lenin ile birlikte geri dönülemeyecek bir dönüşüm geçirmiştir. “Marksizmi olabilecek en bilgiç tarzda kavrayan herkes kendine Marksist diyor. Bunlar, Marksizmin özünü yani onun devrimci diyalektiğini asla anlayamamışladır.”[11]  diye yazan Lenin Bernsteincıları eleştirirken de şunları yazıyor: “Bernsteincılar Marksizmin doğrudan devrimci yanı hariç ondan yanaydılar ve yanalar. Onlar parlamenter mücadeleyi (…) mücadelenin şiddeti gereksiz kılan esas ve hemen hemen tek biçimi olarak görüyorlar.”[12] Lenin, bu değerlendirmeleriyle politik olarak Marksizmde geri dönülemez bir kopuşu başlatmıştır. Lenin için Marksizmin devrimci politikası şiddetin kullanılması ve savunulmasıdır.

Lenin, Marksizmi salt bir teori olarak anlaşılmaktan çıkarmış, bütünsel olarak yeniden kurmuş ve anlaşılır bir gerçekliğe kavuşturmuştur. Bu, Marx-Engels tarafından ortaya konulan Marksizmin sonuna işaret eder. Fakat Marx-Engels’in kurduğu Marksizme bağlı olan da Lenin’in Marksizmidir.

Lenin, komünistlerin çatı örgütü olan ve Marksizmin resmi temsilini üstlenen II. Enternasyonal ile yaşadığı gerilimi kopuşla sonuçlandırmıştır. Bu kopuşla birlikte Marksizm alanında politik ayrışmanın dışında devrimci temelde bir ayrışma da yaşanmıştır. Ekim Devrimi pratiği Marksizm alanında alınan ideolojik ve politik tutumları politik devrimciliğe göre ayarlamış ve politik tutumların yeniden düzenlenmesinde tasnif edici bir rol oynamıştır. Rusya’da modern kapitalist sınıf ilişkilerinin yeterince gelişmediğini, proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşımının halen geri olduğunu, toplumsal koşulların sosyalizm için olgunlaşmadığını, feodal kalıntıların tasfiyesi için devrimin burjuva demokratik devrim sınırlarında kalması gerektiğini savunanlar II. Enternasyonal’in tezlerini dillendirenler diğer kapitalist ülkelerin ve sanayi proletaryasının devrimdeki tayin edici rolünü vurgulamaya devam ediyorlardı. Lenin devrime yönelik bu tarz eleştirilere teorik ve politik yanıtlar vermiştir. “Doğada ve tarihte mucize yoktur fakat her devrim, tarihin her anı, dönemeci gibi öyle zengin bir içeriğe sahiptir, mücadele birimlerinin ve mücadele eden güçlerin karşılıklı ilişkilerinin kendine özgü bileşimlerini o kadar beklenmedik biçimde ortaya çıkarır ki birçok şey dar kafalı beyinlere mucize olarak görünmek zorundadır.”[13] Bilim ve politika arasında uygulama ilişkisi olduğunu ifade eden, pratik uygulamalarını buna göre düzenleyenlere karşı Lenin, bilim ve politika arasında bir uygulama ilişkisi olmadığını, politikacının özgür iradesinin tasarrufu olarak izlediği taktik politikanın tarihe havale olduğunda zorunlu ilişkilerin bir unsuru haline geldiğini ve söz konusu taktiğin birtakım zorunlu ilişkiler sonucu olduğunu belirterek yanıt verir. Tarihsel sürecin nedensel, yasalı ve zorunlu yapısını anlatan Lenin, politikanın içinde bulunulan an’da yapıldığını belirtir: “Tarih bugün muzaffer olabilecekken ve kesinlikle muzaffer olacakken yarın birçok şeyi yitirme, evet, hatta her şeyi yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak devrimcilerin geç kalmasını affetmeyecektir.”[14] Lenin, politikanın güç ilişkilerinin hâkim olduğu gerçeklikte güç kullanılarak yapıldığını, güç dengelerinin değiştiği bir an’da bilimsel doğrulara aykırı hareket etmek, bilimsel politikadan sapmak endişesiyle konjonktürün gereğini yapmayan devrimcilere bilimsel doğruların bulunamayacağını hatırlatıyor.

Lenin olmasaydı, Marksizmin tarihi tamamen farklı bir şekilde yazılırdı. Marksizmi politik devrimcilik alanında tanımlayan ve bütünsel anlatıma kavuşturan Lenin’in başlatmış olduğu kopuşu teorik anlatıma kavuşturamayan halefleri Lenin’in pratik olarak sonunu ilan ettiği II. Enternasyonal’in teorik etkilerinin günümüze kadar sürmesinden sorumludur. II. Enternasyonal Marksizmi karşısında Marksizmin bütünsel anlatıma kavuşturulamaması, Althusser’in deyimiyle II. Enternasyonal’in ölümünden sonra yeniden ortaya çıkmasına ve intikam almasına olanak tanımıştır. II. Enternasyonal’in Aydınlanmacı ilerlemeci ideolojiye eklemlenen Marksizm anlayışının hâkim hale gelmesi devletin yeniden inşası bağlamında modernizm tartışmasını yeniden canlandırmıştır. Bu, Marksizmin devrimcileşme süresinde hem pratik hem de teorik tıkanmaya yol açmıştır. Bu tıkanma, ekonomizm ve reformizm karşıtlığı temelinde aşılmaya çalışılmış ve bu amaçla başlatılan teorik solculaşma eğilimi Kantçı öznellikle buluşarak sonuçlanmıştır. Toplumsal sürecin nesnelliğinin politikanın biçimsel koşuluna dönüşmesi Bernstein ve Kautsky’nin pozitivist nesnelliğinin karşısına konulmuştur. Bunun sonucunda teori ile pratik arasındaki ilişkinin yeni Kantçı tarzda öznelcilikle kurulması politik olarak devletin merkeziliğine ve reformizme eğilim göstermeye varmıştır. Pratik olarak devrimci biçimler alsa da teorik solculuğun teorik alanda, Marksizm alanında hâkimiyetini sürdürmektedir. Pratik politik Marksistlerin bilişsel Marksizm anlayışları, ideolojik ve politik olarak mahkûm ettikleri II. Enternasyonal’in “teorik Marksizmi”nden kopmalarının önünde engel oluşturmaktadır. Bu durum, onların her daim gerilim yaşamalarına neden olmaktadır.

Ekim Devrimi sonrasında devlet inşasının öne alınması, politik devrimciliğin geriye çekilmesini ve teorik alanda tarihsel devrimciliğin tezlerinin edinimini beraberinde getirmiştir. Bir nevi tarihsel devrimciliğin teorik argümanları devletin inşası sürecinde devrimciliğin ideolojik karşılığı olarak alınmış ve savunulmuştur. İdeolojik açıdan savunulan sınıf devrimciliği tarihsel devrimciliğin teorik argümanlarıyla temellendirilmiştir. Bu dönemde Mao’nun “kulisten yapılan eleştiri”si aslında Marksizmin, uzaklaştığı politik devrimciliğe geri dönüşünü ifade etmektedir. Bu anlamda Mao’nun izlemiş olduğu politik çizginin Sovyetler ile gerilim yaşaması kaçınılmaz olmuştur. Sovyetlerde yaşanan durum, Mao önderliğindeki ÇKP tarafından politika alanında Lenin öncesine dönüş olarak algılanmış ve Sovyetler karşısında Leninizmin savunulması biçiminde gerçekleşmiştir. Mao, “Leninizmin temel ilkeleri”nin ne olduğunu sormakla yetinmemiş, bunun ötesinde, Leninizmin gerçekte neyi temsil ettiği ve ne anlama geldiğine dair pratik bir yanıt da vermiştir.

*

Mao’nun Marksist politikanın gelişiminde işçicilikle arasına koyduğu mesafe Marksizmi işçi sınıfının ideolojisi olarak kabul eden anlayış sahiplerinin dikkatinden kaçmamıştır. Halk ya da kitleleri işçi sınıfının önüne koyan Çin örneğinin Marksizmden sapma olduğunu, Wood’dan farklı bir eğilime sahip olan, Tony Cliff de paylaşıyor; “Sanayi işçi sınıfı Mao’nun zaferinde hiçbir rol oynamamıştır. Çin Komünist Partisi’nin sosyal yapısı bile tamamen işçi sınıfındaki unsurlardan oluşuyordu.”[15] Devrimciliği gözden çıkarmayan, ama kitapta yazılı teoriye uymayan pratiği teorik anlatıma kavuşturamayan pratik politik alanda konumlanan devrimciler de Maoizmi revizyonizmin bir biçimi ilan etmekten ve Mao’yu küçük burjuva devrimcisi ilan etmekten imtina etmiyorlar. Bu kesimler açısından Mao ve Maocu anlayışlar “modern proletaryayı değil daha ya da en geri emekçi yığınlarını yani emekçi köylüleri ve kentlerin henüz köylü zihniyetinden kopmamış yarı proleter yığınlarını temel alan bir siyasal faaliyet yürütmekteler.[16] Maocu komünistler, gerilla savaşını, kırları ve yoksul köylülüğü ve bir ölçüde kentlerin proleter olmayan yığınlarını temel almayı sağlam ve tutarlı devrimciliğin ölçütü olarak algılamalarına, buna karşılık işçi sınıfı ve sendikalar içinde kitle çalışması yapma, kentleri temel alma yönelimini revizyonizmle özdeşleştirmelerine yol açıyordu.”[17] Maocu komünistlerin sendikalarda kitle çalışması yapmaları, onların Marksizmin temel aksiyomlarını kuramamalarının semptomu olarak görülmüştür. Marksizmin işçi sınıfı ideolojisi olduğunu ifade eden yaklaşımlar Maocu komünistlerin pratik devrimciliği karşısında işçi sınıfının tarihsel rolüne atıfta bulunarak tarihsel devrimciliği savunmaktalar. Ancak işçi sınıfını temel alan komünist partileri politikadan başlayarak Marksizmden uzaklaşmış, dönemin ezilen hareketleriyle bağlantı kuramamışlardı. Bu dönemde Marksizmin ortodoks savunusunu yapan “Marksistler” karşısında politikada da Marksist devrimciliği temsil eden Maoculuk, ezilenlerle de uygun bağlantılar kurarak Marksizmi ezilenlere açmıştır.

Lenin “Bütün işçiler birleşin” şiarına ezilen halkları da dâhil ederek Marksizmi işçiler dışındaki ezilen kesimlere de açmış oldu. Mao, Lenin’in yönelimini pratiğinde somutlayarak ezilenler arasında örgütlendi. Mao’nun ideoloji ve politika arasında indirgemeci bir bağlantı kurmadan politikada devrimci işlevler üstlenen ezilen kesimlerle ilişki geliştirmesi, Lenin’in gerçekleştirdiği politik kopuşla mümkün olmuştur. Çin’de Komintern’in yaklaşımına uygun şekilde, büyük şehirlerde ve işçi sınıfının içinde çalışma yapan komünistler, derneklerde işçilere işçi sınıfının tarihsel rolünü anlatırken, Maocu komünistler kırlarda yoksul köylüler arasında örgütleniyor, “geri emekçi yığınlar”dan ve “köylü zihniyetten kopmamış” yarı proleterlerden ordu kuruyorlardır. Lenin, devrimci politikanın temel öğesinin şiddeti kullanmak olduğunu gösterirken, Mao, şiddet politikasını uzun süreli halk savaşı pratiğiyle Marksizm açısından vazgeçilmez kılmıştır. Lenin politik mücadelenin hedefinin iktidar olduğunu belirtiyordu, Mao ‘İktidar namlunun ucundadır’ diyerek Lenin’i tamamlıyordu. Lenin, Marksizmi, dünya devriminin merkezi kabul edilen Avrupa’dan uzaklaştırıyor ve zayıf halkalara açıyordu, Mao yeni alanları Marksist politikaya açarak fırtına merkezleri oluşturma çağrısında bulunuyordu.

Lenin ve Mao, Marksizmin devrimci temelde günümüze ulaşmasını sağlayan vazgeçilmez uğraklardır. Lenin ve Mao, Marksizmin politik devrimcilikten uzaklaşmaya başladığı momentte ortaya çıkarak onun mevcut anlaşılışını temelden sarstılar. Sosyal demokrat II. Enternasyonal’in kapitalizme ve emperyalist devlete teslimiyetine, kapitalist dünyanın sınırlarına uyarlanmış teorik ve politik ufkuna meydan okuyan Lenin ve Mao, Marksizmi ezilenlerin uygarlığına açarak ezilenlerin şiddet pratiklerinin ideolojik dayanağı haline getirdiler. Marksist devrimciler Lenin’in açtığı, Mao’nun ilerlettiği yolda yürüyorlar.

Marksizmin tarihinde Marksizmin devrimcileşme sürecinin dışında konumlanan akımlar her zaman oldu. Bu akımlar Lenin’i “humma fantezisi”ne tutulmakla suçladıkları gibi, Mao’yu da revizyonist olmakla itham ediyor, Marksizmi bu “sapma”lardan arındırmak ve Marksizmin proletaryanın ideolojisi olduğunu teyit etmek amacıyla teoriye yöneliyor; politik olarak reddettikleri II. Enternasyonal’in politika alanına teoriden, teori dolayımıyla dâhil oluyorlar.

Marksizmi ideolojiye indirgeyerek savunmak, aslında, Marksizmin burjuva Aydınlanmacılığın devamı olduğunu savunmak anlamına gelir. Lenin ve Mao tarafından Marksizmin Aydınlanma ideolojisiyle koparılan bağını kurmak için Lenin ve Mao engelini aşmak gerekiyor! Politik Marksizm, bugün, Aydınlanmacı ideolojiyle arasındaki engelleri yeniden inşa etmek yükümlülüğüyle karşı karşıyadır.

 

 

 



[1] Marx-Engels, Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar, çev. Nail Satılgan, Yordam Yayınları, s. 51

[2] Aijaz Ahmad, “Kendi Zamanında ve Bizim Zamanımızda Komünist Manifesto”, Çev. Şükrü Alpagut, a.g.e., s. 226

[3] E. M. Wood, “150 Yıl Sonra Manifesto”, Çev. Şükrü Alpagut,

a.g.e., s. 146

[4] Kautsky’den aktaran M. Lövy, Dünyayı Değiştirmek Üzerine, Çev. Yavuz Alagon, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, s. 130

[5] E. Balibar, Marx’ın Felsefesi, Çev. Ömer Laçiner, Birikim Yayınları, İstanbul 2010, s. 136

[6] A.g.e., s. 95

[7] Metin Kayaoğlu, “Ezilenlerin Marksizmi”, Teori ve Politika, Sayı 35-36, 2005, s.12

[8] E. M. Wood, Sınıftan Kaçış, Çev. Şükrü Alpagut, Akış Yayınları, İstanbul 1992, s. 19-20

[9] Garbis Altınoğlu, “Bir İbrahim Kaypakkaya Değerlendirmesi”, Teori ve Politika, Sayı 41, s. 8

[10] A.g.e., s. 9

[11] Lenin, Ekim Devrimi Dosyası, Çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara 1999, s. 169

[12] Lenin’den aktaran Metin Kayaoğlu, “Marksizmin Kaypakkaya’da Özgülleşen Devrimci Diyalektiği”, Teori ve Politika, Sayı 42-43, s. 46

[13] Lenin, “Uzaktan Mektuplar”, Seçme Eserler, Cilt 6, , Çev. Saliha N. Kaya, İnter Yayınları, İstanbul 1995, s. 17

[14] Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çev. Saliha N. Kaya, İnter Yayınları, İstanbul 1997, s. 234

[15] Tony Cliff, 21. Yüzyıla Girerken Marksizm, Çev. Kollektif Çeviri, İde Yayınları, İstanbul 2002, s. 100

[16] Garbis Altınoğlu, a.g.e., s. 6

[17] Garbis Altınoğlu, a.g.e., s. 10

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar