Ana SayfaArşivSayı 16Alcatraz Kuşçusu mu, Ulucanlar Direnişçisi mi?

Alcatraz Kuşçusu mu, Ulucanlar Direnişçisi mi?

Vedat Aytaç

26 Eylül 1999 sabaha karşı, Ankara Ulucanlar Cezaevinde 10 siyasi tutuklu ve hükümlünün katledilmesi, 28’inin ağır yaralanması haberi ile yeni bir politik sarsıntı yaşandı. Daha önce Buca (1995), Ümraniye (1996), Diyarbakır (1996) Cezaevlerinde de benzerleri yaşanmıştı. Suçüstü yakalanan devletin en yetkili ağızları, “fesat yuvaları dağıtılacak” şeklinde açıklama yaparken, saldırının sorumlularını ve delillerini gizlemek üzere, olayın meydana geldiği cezaevi, yaralıların bulunduğu hastaneler ve öldürülenlerin bulunduğu Adli Tıp Kurumu kapılarını herkese kapattı. Hukukçuların otopsilerde bulunma talebi reddedildi, ailelerin yaralılarla görüşme talebi uzun süre engellendi. Medya tekellerinin çeşitli organlarında, katliamın ideolojik boyutunu tesis etmeye ve tamamlamaya dönük düzmece haberler yayınlandı.

Olaydaki organize işbirliğinin kanıtları günler geçtikçe ortaya çıktı. 26 Eylül geceyarısından sonra, önce Cezaevi önünde bekleşen aileler gözaltına alınarak uzaklaştırıldı, sonra cezaevi yöneticileri dahil, jandarma, özel tim ve sivil görevliler uygun yerlere konuşlandı ve herhangi bir çağrı yapılmadan ateş açıldı; itfaiye de koğuşlara köpük ve su sıkmak üzere çağrıldı ve görevini yaptı; yaralılarda ve ölenlerde işkence izleri bulunduğu anlaşıldı.

Cezaevlerinde yaşananlar, nasıl değerlendirilmeli? Burjuva ideolojisinin klasik insan hak ve hürriyetleri, insan üzerine “evrensel” fikirler, devletin bekası ve fesat yuvalarının dağıtılması gerekleri karşısında adeta yok oluyor, işlemiyor. Devrimciler bunu, pratikleriyle zaten biliyorlar, yaşıyorlar. Onlar için her şey gün gibi açık.

Olay hala sıcakken ve devrimcilerin kanı henüz kurumamışken insan haklarından sorumlu   devlet bakanı, insan hakları konusunda çalışan ‘sivil toplum örgütleri’ni bir toplantıya çağırdı. Çağrıya icabet eden kuruluşların yöneticileri, vazifelerini yapmış, vicdanlarını rahatlatmış olarak devletlü oldular. Bildiğimiz kadarıyla, söz konusu toplantıda cezaevleri meselesi kamuoyuna yansıyacak şekilde gündeme gelmedi. Bunlar için insan haklarının evrenselliği ve uygulanabilirliği hala bir gerçeklik ve temel bir argüman olmaya devam ediyor. Bunlar için, tüm olan bitene karşın her şey hala açık değil.

Reformist politik anlayışlar, birkaç istisnai olay ve toplantı gösteri yürüyüşleri nedeniyle kısa süreli gözaltılar dışında, iktidarın şiddet uygulamalarından, geçici dönemler dışında azade oldular.  Bu nedenle ilgi alanları, dillere pelesenk edilen “düşünce suçları” kavramı ile ve “düşünce suçluları”nın savunulmasının ötesine geçemiyor. Devrimcilerin durumu ise, içeride ve dışarıda, onlara yabancı olan politik argümanlara dayandığından ilgi alanlarının dışında kalıyor.

Elbette devrimcilerin temel politik argümanlarının farklılığı, onların yukarıda sözü edilen alanlarda da politik tutum almayı reddettikleri anlamına gelmez.

***

Egemen burjuva ideolojisi, varolanın toplumsalın her alanında yeniden üretilmesini ister. Cezaevleri ve infaz sistemlerinin amacı da, suç ile bozulan toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesidir. Ceza hukuk normları, sadece suçluya verilecek cezayı düzenlemekle kalmaz, “hükümlü”nün vesayet altına alınmasını da öngörür. Medeni hukuk normlarının tanımladığı, doğuştan haklara sahip “birey”, ceza mahkemesinin verdiği hükmün kesinleşmesi ile birlikte tüm medeni ve siyasi haklarını yitirir, kısıtlı hale gelir. Hakkında hüküm kesinleşen “birey”i, ceza infaz normları alır, idari olarak teşkilatlanmış infaz kurumlarına teslim eder. İnfaz kurumlarında, suçlunun “ıslah” edilmesi, “topluma yeniden kazandırılması” süreci başlar. Suçlunun rehabilitasyonu ve topluma kazandırılması, bir hastanın tedavisi türünden, insan üzerinde olumlu bir müdahale olarak, hukuk “bilimi” tarafından kabul edilmiştir.

Bunun tipik örneklerinden biri, sonradan bir Hollywood filmine de konu olan Robert Stroud’un (1890-1963) hayatıdır. Stroud, cinayetten hüküm giydikten sonra cezaevinde de bir gardiyan öldürmüş, 42 yılı hücrede olmak üzere 54 yılını cezaevinde geçirmiş ve cezaevinde ölmüştür. Hücre hayatı sırasında yaşamını sorgulamış, hücre mazgalına konan yaralı bir kuşun verdiği esinle kuşların hayatına ilgi duymuş, azimli çalışmaları sonucu ünlü bir ornitolog (kuşbilimci) olmuş, kitap yazmıştır. Suçlu bireyin ıslah olabileceğinin kanıtı olarak gösterilmiştir. Islah olmuş fakat özgür olamamıştır.

Diğer bir örnek Kelebek adlı roman ve filmin kahramanıdır. O da iflah olmaz bir suçludur. Fransa’nın ünlü hapishane adalarından birine gönderilir ve mahpusluğa saçları ağarıncaya kadar direnir ve özgürlüğe doğru mücadele eder.

İki tiplemede de, mahkumun suçluluğu, hakkında verilen kesinleşmiş hüküm vardır, çektirilen cezayı haketmiş olması esas olarak kabul edilmiştir. Bundan sonra yapılabilecek tartışma, cezanın çektirilmesi biçimi üzerinden yürütülecek, cezaevinin niteliği tartışılacaktır.

Devrimcilerin durumunu, ceza ve infaz hukuk normlarına tabi kalarak değerlendirmeye kalktığınızda, ıslah ve rehabilitasyon iddiasını da kabul etmek zorunda kalırsınız. Devrimciler, pratikleriyle ıslah olmayacaklarının, ceza ve infaz hukuku normları karşısında tabiyet ilişkisi içine girmeyeceklerinin kanıtını gösteriyorlar.

***

Nazım Hikmet’in ve Hikmet Kıvılcımlı’nın içerideki yılları farklı iki tür mahpusluk biçimini sergiler. Nazım Hikmet, kendisi her ne kadar rehabilite olan değilse de, mahpusluğu rahat bir yaşam biçimi olarak geçirmiş, birçok kader mahkumunun rehabilite edilmesinde katkısı olan bir mahpus olarak bilinir, cezaevi yönetimleri ile arası çok iyidir. Kıvılcımlı ise, ne rehabilite olur, ne de rehabilite eder. Onda direnen, başka tür bir mahpusluğu görmek mümkündür. Cezaevinde kötü şartlar altında yatmıştır.

Nazım Hikmet, edebiyatçı şair kişiliği ile kamuoyunda ön plana çıkmış, hakkında açılan kampanyalar onun masumiyeti temel alınarak yürütülmüştür. Açıkça dillenmese ve henüz kavramlaştırılmasa da, ona verilen ceza, “düşünce suçlusu”na haksız yere, yanlışlıkla verilmiş bir cezadır. Cezası affedilmeli ve boş yere cezaevlerinde çürütülmemelidir. Kıvılcımlı ise onunla aynı nitelikleri taşımadığı, kalemi de edebi değil, siyasal olduğu için aynı türden kampanyaları hak edememiştir.

****

Bugünkü ve başka bir tür mahpusluk biçimi, devrimcilerin şahsında, 12 Mart ve 12 Eylül döneminde ortaya çıkmıştır. Türkiye solunun kitleler halinde cezaevlerine doldurulması ve 12 Eylül koşullarında, “marş söyletme”, “tek tip elbise giydirme” gibi uygulamalara karşı direnişlerle başlayan; Kürt hareketinin yükselişi ile ivme kazanan yeni bir tarzdır bu. Binlerce siyasi tutuklu ve hükümlünün onlarca yıllık deneyimiyle, Türkiye cezaevlerinin ağalığa dayalı koğuş sistemi, devrimcilerin elinde “komün” tarzına dönüşmüştür. Devrimciler, 12 Eylül’ün “marş söyletme”, “tek tip elbise giydirme” dayatmalarından, bugünkü “hücre” tipi cezaevi hazırlıklarına kadar, devletin her türlü “kimliksizleştirme”, “kişiliksizleştirme” amaçlı uygulamaları yoluyla teslim alma çabalarına karşı, canlarını ortaya koyarak direndi.

Bu mücadelelerin sonunda elde edilen en önemli kazanım, “siyasi tutuklu ve hükümlü” kimliğinin, “siyasi temsilcilik” kurumunun devlet tarafından tanınması olmuştur. Bu süreç içinde devrimciler, açlık grevi, ölüm orucu, sayım vermeme, malta işgali, rehin alma gibi, birçok mücadele biçimini yaratmış ve canları pahasına uygulamışlardır.

Cezaevlerindeki devrimcilerin sayısının binlerle ifade edilmesi, onların mücadelesini bir politik kimlik savunusundan başka bir şey haline getirmiştir. Cezaevlerinde devrimcilerle devlet arasında yaşanan, kelimenin tam anlamıyla politik bir mücadeledir.

1980 ve ’90’ların Türkiyeli devrimcisi, Alcatraz Kuşçusundan, Kelebek’ten, hapisteki koca şairden başka bir profil çiziyor. O, elinde hiçbir araç olmamasına karşın, dışarıda yaprak kımıldamadığı dönemlerde de, içeride devrimciliği (politikayı) sürdürüyor.

Cezaevlerinde yaşanan süreç, mahpusluk pratiğini böldüğü gibi, sözü de bölmüştür. Bir tarafta, “düşünce suçları”, “düşünce suçlusu”, diğer tarafta “siyasi tutsak”; bir tarafta “genel af”, diğer tarafta “tutsaklara özgürlük”; bir tarafta tek araç olarak devrimcinin bedenini ortaya koyan “açlık grevi – ölüm orucu”, diğer tarafta “ölüm orucu bir eylem biçimi değildir” yolunda insani akıl hocalıkları; bir tarafta “Ulucanlar direnişi”, diğer tarafta sessizlik.

Siyasi tutuklu ve hükümlüleri politik kimlikleri ve ideolojik – politik tutumları nedeniyle, hümanist, hukuki kavramlara dayanan, ve masumiyet temelli kategorilerden birine yerleştiremeyen anlayış, ürettiği asimetrik kavramlarla koordinatın diğer tarafında yer alarak, kategorileştirebildiklerine özgürlük isterken, diğerlerine uslu durma öğüdünden başka bir şey veremez. Onlar, cezaevlerinde uslu uslu oturup, gelecek güzel günleri beklemelidirler.

Masumiyet ve hak üzerinden hareket eden anlayışların tümü, insan hakları literatürü üzerinden yazar-çizerlere ve “düşünenler”e tüm gücünü harcayarak özgürlük kampanyaları düzenlerken; devrimciler için aynı literatürde birkaç satır bile karalayamayacaktır. Onlar için yalnızca ölümleri üzerine, yaşama hakkı ve katledenlerin verili hukuk kurallarına uygun davranıp davranmadıkları üzerine cılız şeyler söylenebilecektir.

Ulucanlar direnişçisi politik kimliğiyle, teslim almak isteyen manevralara karşı direniyor. Ölüyor, teslim alınamıyor. Bu yüzden, bildik hiçbir hukuk normu ile açıklanamıyor. Bu yüzden cezaevi yönetimleriyle ve iktidarla sık sık çatışıyor. Bu yüzden kırımlara uğruyor. Bu yüzden her cezaevi direnişi, içeride ve dışarıda politik kimlikleri ayrıştırıyor. Devrimci, kendisini dışarıda nasıl hukuk normları ile tanımlamıyorsa, içeride de tanımlamıyor. Devrimciyi tanımlayan, içinde bulunduğu politika pratiğidir, politik hareket tarzıdır.

Politika uygun araçlarla yapılır denecek, uygun olmayan araçların kullanılmaması istenecektir. İçerideki devrimci, uygun araç seçme lüksüne sahip değildir. Varolan tüm araçlar kullanılmıştır. Araçların sınırlılığı, başka hareket tarzının imkansızlığı karşısında politikada ideolojik tutum önem kazanır. Hapisteki devrimci uygun ideolojik politik tutum içindedir.

Aksi, teslim olmak ve yenilmek anlamına gelecektir.

Onun yenilmesi, senin yenilmendir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar