Ana SayfaArşivSayı 76Biyofiziksel Dünyalar

Biyofiziksel Dünyalar

 
  Science & Society, Cilt 81, Sayı 3, Temmuz 2017
Biyofiziksel Dünyalar [1]
Salvatore Engel-Di Mauro
Çeviri: Elif Nur Aybaş
Özet: Uygulamada pek çok örneği olmasına rağmen, biyofizik bilimi içinde materyalist diyalektiği geliştirmeye yönelik çok az girişim oldu. Birtakım güncel Marksist ve anarşist yaklaşımlar, doğayı çalışmaya daha elverişli metodolojik bir program formüle etmek ve insanın (praksisi aracılığıyla) diyalektik içinde edindiği kendine özgü konumu irdelemek için Engelsin “bağıntılar bilimi” kavramını detaylandırmanın imkanlarına işaret ediyorlar. Bu tür bir yaklaşım (1) biyofiziksel süreçlerde bağlantısallığı ve dönüşümleri vurgulamayı ve (2) politik olarak net ve eleştirel bir praksisi (ideolojik bir mücadele hattını) inşa etmeyi içeriyor.
Diyalektik, hiç değilse bir tartışma tekniği olarak bile, yüzlerce yıllık bir tarihe ve geniş bir coğrafyaya sahiptir (Bhattacharya, 2009; Clark, 2008, 2014; Gier, 1983; Perelman, 1970; Rescher, 2013) [2] . Bazı eski diyalektik anlayışların materyalist göndermeleri olduğu tartışılabilirse de bunların materyalist diyalektiğin gelişiminde doğrudan bir payı olmamıştır. Diyalektiği dünyayı açıklamanın bir yolu olarak algılamak çok daha günceldir ve daha çok Hegel’in çalışmalarıyla ilintilidir. Diyalektiğin materyalist ve tarihsel formu Marx ve Engels tarafından geliştirilmiş ve daha sonra çeşitli Marksist yaklaşımlarca yeniden üretilmiştir. Anarşistler dahil, diğer sosyalist kuramcılar ise diyalektiği görmezden gelme, hatta reddetme eğiliminde olmuşlardır (Kropotkin, 1908). [3] Bu noktada John Clark’ın diyalektiğin Avrupalı kökenlerinin ötesindeki başlangıcına yönelttiği isabetli dikkati gibi, anarşist düşünce üzerine eğildiği güncel çalışması da istisnadır (Clark, 1997; 2014). İkinci Enternasyonal tartışmalarında olduğu gibi, Marksistlerin kendileri dahi, diyalektik yaklaşımı eleştiren ve hatta reddedenler ile geliştiren ya da bazen mekanik bir yöntem olarak katılaştıranlar olarak ikiye bölünmüştür (Paolucci, 2007; Sheehan, 1985).
Diyalektiğin tarihsel ve materyalist kavranışı onu idealar evreninin ötesine taşır ve böyle bir kavrayış, fiziksel bir gerçeklik olarak dünyayı hem anlamayı, hem de değiştirmeyi içerir. Bu, diyalektiği biyofiziksel süreçlerle ilgili çalışmalara en azından potansiyel olarak uygulanabilir kılmaktadır. Diyalektik materyalizm, biyofizik çalışmalarında karşımıza nadiren çıkar; yine de, örneğin, biyolojiye (Levins ve Lewontin, 1985; Niehrs, 2011), jeobiyolojiye (Schwartzman, 2002; 2008), matematiğe (Carchedi, 2012; Lautman, 2006), paleontolojiye (Gould, 1980), ve fiziğe (Bitsakis, 1998; Freire, 1995) uygulanmıştır. Bununla birlikte, bu örnekler nadiren açık biçimde diyalektiktir. Bildiğim kadarıyla yalnızca Schwartzman (1975), Levins ve Lewontin (1985) diyalektiğin biyofiziğe uygulanabilirliğini incelemiştir, ancak onlar da bu uygulanabilirliğin, yeniden gündemleşen diyalektik ve doğa tartışmalarıyla ilişkili çıkarımlarını dikkate almamışlardır.
Bu noktadan itibaren, diyalektiğin, insanın toplumsal ilişkileri dışındaki süreçlere doğru genişlemesinin yalnızca imkanlılığı değil, sonuçları da tartışma konusudur. Bu tartışmalar diyalektik anlayışın biyofiziksel dünyalar üzerine yapılmış çalışmalara hangi biçimlerde uygulandığını ve Engels’in Doğanın Diyalektiği kitabı çevresindeki karşıtlıkları içermektedir. Kimilerince sosyalizmin bilimsel faaliyete dayanması ya da bir bilim olması için yalnızca “doğal bilimlerle ilgilenmesi, doğal bilimleri soğurması ve içeriden eleştirmesi” gerektiği iddia edilmiştir (Kircz, 1998, 72). Kimileriyse doğanın diyalektiği kavramının, kendisinin dahi kökten bir biçimde yanlış anlaşıldığını iddia etmiştir (Lukács, 1971 [1923]; Kovel, 1998). Söz konusu olan, diyalektiğin anlamı ve politik yansımalarıdır. Bu tartışmaların (ve onların politik sonuçlarının) büyük ihmalini telafi etmek ve diyalektik materyalizmin biyofizik içindeki zeminini olgunlaştırmak için Engels’in “bağıntılar bilimi” kavramıyla güncel Marksist ve anarşist çalışmaları genişletip derinleştirmek (Clark, 2004; Harvey, 1996; Levins ve Lewontin, 1985; Schwartzman, 1975), insanın praksisi aracılığıyla diyalektik içinde edindiği kendine özgü yeri sorunsallaştırabilir ve diyalektiği yalnızca ideaları açıklayan ve hatta Rosser’in işaret ettiği gibi kapitalist ideolojiye dayanaklık eden anlaşılması güç ve siyaseten zararsız bir egzersiz olmanın ötesine taşıyabilir.
1) Materyalist diyalektik
Diyalektiğin, karşıt öğelerin birbiri ardına geldiği teleolojik bir dizilimin dünyaya uygulanması anlamına geldiği genelgeçer bir kabuldür, ya da bir “ortak akılsızlık” örneğidir (Clark, 2014). Gerçekte, Hegel’in bu biçimde karikatürize edilmesi, aleyhindekilerin kişisel tatminlerinden başka bir şey değildir ve bu en eleştirel zihinlere kadar yayılmıştır (Paolucci, 2007 içindeki tartışmaya bakınız). Hegel’in idealist ve Avrupa merkezli felsefesinde şüphesiz çok temel problemler vardır ama yine de, Marx, Engels ve hak ettiğinin çok altında bir ilgi görmüş olan Reclus’u takip ederek ondan pek çok şey alabiliriz (metnin devamına bakınız). Bunlar, içinde yaşadığımız Avrupa merkezli ve yayılmacı sistemde sanıldığından çok daha yaygın olan olumsuzlama, karşıtlık ve ilişkisellik gibi kavramları içerir. Bu kavramların çeşitli formları, örneğin üreticiliğin bireysel bir etkinlik olarak anlaşılmadığı, Avrupalı kuramcılardan çok daha öncesine uzanan, antik zamanlarda ortaya çıkmış Budizm’de bulunabilir (Clark, 2014).
Materyalist diyalektiği Marx’la tartışmaya başlamak yaygındır, Engels tartışmaya nadiren dahil edilir. Üretken bir coğrafyacı ve anarşist bir Paris komünarı olarak Reclus’un, Hegel’in kavramlarını bütüncül ve doğal bir evrim teorisine dönüştürme çabası ise çok daha fazla ihmal edilmiştir (Clark, 2004). Oysa, insan tarihinin doğa tarihinin bir parçası olduğunun farkında olan ve bu konuda ısrar eden Marx’ın (Marx, 1978a, 90-91) eksik bıraktığı tarihsel ve materyalist diyalektiği biyofiziğe uygulama işini Engels ve Reclus yapmıştır (bu, aynı şekilde, daha az ısrarla da olsa Budist düşünce için de söylenebilir). Bu yüzden, materyalist diyalektiğin biyofiziğe uygulanması işine Marx’la değil Reclus ve Engels’le başlamak daha doğru olabilir.
2) Reclus’un birlikte evrimleşmeye dayanan
diyalektik anlayışı
Reclus’un, ‒büyük oranda muazzam bir fiziki coğrafya derlemesi olan‒ verimli yazılarından çıkarsadığımız açıklayıcı çerçevesi, biyofiziksel süreçleri açıklamada kullanışlı bazı diyalektik prensipler önerir. Bunlardan bir tanesi, dengenin aslında düzen ve kaos arasındaki etkileşimin bir sonucu olduğudur. Bir başkası, şu anki gelişmelerin, insan dışındaki ile toplumsal olanın ilişkisini kapsayan tarihi göz önünde bulundurmadan anlaşılamayacağı hakkındadır. Bu, doğal bir varlık olarak insanın, doğanın geri kalanıyla, farklı türden manzaraların ortaya çıkışıyla sonuçlanan bir etkileşim içinde olduğu anlamına gelir. Doğal tarihin bir parçası olarak insan, onunla birlikte mekana özgü biçimlerde evrilir ve aşamalı olarak doğanın bilinçli bir tezahürüne (Reclus’un Hegel’in tinine alternatifine) dönüşür. Aslında Reclus, insanı “hakiki bir jeolojik özne” (véritable agent géologique) olarak görmüştür ve onun bu düşüncesi, ormanların tahribi ve şehirleşme sonucu belirli bölgelerde yaşanan iklim değişikliği gibi örneklerle pek çok kere doğrulanmıştır (Reclus, 1867, 671, 734-736). Bu tür bir kavrayış, Vernadsky’nin organizmaların jeolojik rolleriyle ilgili düşüncelerine güçlü bir dayanak olabilir (Schwartzman, 2002).
Reclus, insan dışındaki varlıklar ve ekosistemlerle ilgili olarak çok da yaygın olmayan bir hassasiyetle, tek bir evren içinde işleyen süreçler olarak sosyal ve biyofiziksel dünyaların dinamizmi üzerinde ısrar eden bir perspektif geliştirdi (Reclus, 1865). Böyle bir öngörü Reclus’u, özgürlüğü, ancak doğanın geri kalanını tanıdığımız, ona saygı gösterdiğimiz ve onunla dayanıştığımız müddetçe kazanabileceğimiz fikrine götürdü (Clark, 2004). Özgürlüğü güce aç bir kontrol mekanizması olarak değil, gerekliliğin bilgisi olarak tanımlayan böyle bir yaklaşım, Marx ve Engels’in, doğayı anlamayı ve hakimiyet altına almayı özgürlüğün ön koşulu sayan pozisyonuyla hem örtüşmüş hem de onu daha ileriye taşımıştır. Reclus da, Marx gibi, kendi açıklama metodunu detaylandırmadı (Kircz, 1998; Levins ve Lewontin, 1985). Diyalektikle ilgisini insan ve çevre arasındaki ilişkiyi açıklamakla sınırlandırdı. Reclus, doğayla kurduğu ilişkide nedenleri sonuçlardan titizlikle ayırması ve farklı süreçlerin işleyişlerinin betimlenmesinde katmanlı ve yoğun bir yöntem kullanmasıyla güncel temel eğilimlerle benzerlik gösterir. Reclus’un tanımlayışına göre, doğanın geri kalanındaki dinamizm, maalesef, daha çok mekanik materyalizmin bir çeşididir.
3) Engels’in (ve Marx’ın) materyalist diyalektiği ve takip eden irdelemeler
Biyofiziksel işleyişleri içeren bir materyalist diyalektik için yöntemli ve açıklayıcı bir program oluşturma işine girişen kişi Engels’ti. Yaşamı süresince bunu tam anlamıyla geliştirme fırsatı bulamadı, bu yüzden, çabaları başlangıç aşamasında kaldı. Düşüncelerinin büyük kısmı notlar ve parçalar halinde aktarıldı. Marx ve Reclus gibi, Engels de insanı daha geniş bir evrenin parçası olarak gördü, biyofizikle ve diyalektik dünya görüşünün biyofiziğe uygulanmasıyla ilgilendi. Engels, insan ile doğa arasındaki ilişkinin karşılıklı bir dönüşüm ilişkisi olduğuna inandı (Engels, 1972 [1875-1882], 231).
Engels’e göre diyalektik, doğadaki tüm ilişkilerin karşılıklı dönüştürücü süreçler biçiminde açıklanabileceği bir bağıntılar bilimi olarak geliştirilmeliydi.
“Hayvanlar da, aynı derecede olmasa da, insanlar gibi, eylemleriyle çevresini değiştirir ve bu değişimler de kaynağıyla etkileşime girerek kendisine sebep olanları dönüştürür. Doğada hiçbir şey yalıtılmış değildir. Her şey, diğer her şeyi etkiler ve onlardan etkilenir. Doğa bilimcilerimizin en basit şeylerle ilgili dahi açık bir kavrayıştan uzak olması, bu zengin devinim ve hareketi unutuyor olmalarındandır.” (Engels, 1972 [1875-1882], 178.)
Ona göre, diyalektik doğa ve dolayısıyla toplum için geçerliydi:
“Doğanın kendisi diyalektiğin ispatıdır ve söylenmelidir ki, modern bilim bu ispatı doğanın son kertede metafizik değil diyalektik işlediğini göstererek her geçen gün zenginleşen materyallerle donatmıştır. Ancak diyalektik düşünmeyi öğrenen doğa bilimcilerin sayısı çok az. Yerleşik düşünce biçimleriyle yeni keşiflerin sonuçları arasındaki çatışma doğa bilimleri teorisindeki bitmek bilmeyen zihin karmaşasını, bu konularla ilgilenenlerin çaresizliğini gösteriyor”. (Engels, 1880.)
Bu mesele aynı zamanda Sosyal Demokrat Parti’nin içine işlemiş bulunan metafizikle mücadelenin de bir parçasıydı. Bu sebeple, Engels’in endişeleri bu noktadan bağlamsallaştırılabilir. Diyalektik üzerine sistemli vurgu yalnızca üzerinde bilimin gelişeceği genel bir zeminin inşası değil, ayrıca yeni yeni filizlenmekte olan işçi hareketinin öncülüğünün donatılması girişimi olarak görülebilir.
Engels materyalist diyalektiği bir genel kurallar bütünü olarak formüle etti: 1) niceliğin niteliğe dönüşmesi, 2) karşıtlıkların iç içe geçişi ve 3) olumsuzlamanın olumsuzlanması (Engels, 1972 [1875-1882], 62). Bu kanunlar sınırlayıcı ve dogmatik görünebilir, fakat, külliyatından yola çıkarak, Engels için diyalektiğin, uygulanması sonucu ortaya çıkacak her türlü bilimsel yasayı içerecek biçimde, yorumlamaya ve özgülleştirmeye açık olduğunu söyleyebiliriz (A.g.e., 238-239; ayrıca bkz.: Wan, 2012, 418). Böyle kanunlar, kendini gerçekleştirici (self-actualizing) dönüşümler gibi olasılıkların yolunu açar  (Clark, 2014). Ya da öznesinin dünya görüşünün yansıtıldığı ve değişim içindeki gerçekliğe bilinçli katılımının sonucu olarak dönüştüğü bir praksis formu olarak düşünülebilirler (Kovel, 1998). Ne var ki Engels’in bu çabaları Marksistler tarafından çok az takdir görmüştür.
 David Schwartzman bize biyofiziksel süreçlere diyalektik bir bakışın nasıl bir şey olabileceğine dair eşine nadir rastlanan bir fikir verir (1975, 329-330). Schwartzman, Althusserci bir okuma sonucunda sistemler teorisiyle materyalist diyalektiği bir araya getirdi. Bu yaratıcı fikrin bu denli gözardı edilmesi şanssızlıktır. Bu, hem diyalektik ve sistemler teorisinin doğaları itibariyle bir araya getirilmelerindeki zorluktan (Dickens, 1992, 82; Levins, 1998) hem de 1980’lerin solcu çevrelerinde Althusser’in yaklaşımına yönelik itibarsızlaştırma yüzünden olabilir. Sonuç olarak Schwartzman’ın bu ilk gayretleri insan merkezli Marksizmin hegemonyası altında gelişim gösterememiş keşiflere bir örnek olarak kaldı. Schwartzman, toprağı azot ve organik madde döngüsünü kapsayan bir ekosistem olarak alan Commoner’in yaklaşımını kullandı. Humusu, onun azot ve organik madde döngüsündeki önemli rolünü de hesaba katarak, içsel çelişkiler ve üst belirlenimler gösteren karmaşık bir bütünün (toprak) son kertede belirleyeni olarak gördü.
Bu açıdan materyalist diyalektik, Althusser’in Genellik II olarak adlandırdığı bilginin üretim araçları (yani, çağdaş bilim kategorileri, ölçüm araçları, alan teknikleri) üzerinden işler. Bu, toprak dinamiklerinin analizinde ve açıklanmasında kullanışlı bir yöntem olabilir ama Althusser bilimi yalnızca teorik pratik olması bakımından önemsemiştir. Genellik II, Genellik I’e ─en basit haliyle koymak gerekirse, daha eski kavramlar ve soyutlamalar dizgesine─ etki eder, onları Genellik III’e ya da bilgiye, yani sıradaki Genellik I’e çevirir. Althusser şöyle der:
“(Bilim) katışıksız, nesnel veri’ler üzerinde, yani katışıksız ve mutlak olgular’ üzerinde çalışmaz’. Onun kendine özgü çalışması, tersine, önceki ideolojik teorik pratiğin hazırladığı ideolojik olguların eleştirisi yoluyla kendi bilimsel olgularını hazırlamaktan ibarettir. Kendi bilimsel olgular’ını hazırlamak, aynı zamanda, kendi teori’sini de hazırlamaktır, çünkü bilimsel olgu ─yoksa sözümona katışıksız görüngü değil─ ancak teorik bir pratiğin alanında tanımlanabilir. Önceden oluşmuş bir bilim gelişirken, ya hâlâ ideolojik kavramlardan, ya bilimsel olgular’dan, ya da bilimsel olarak önceden oluşmuş ama bilimin önceki bir evresine ait (eski Genellik III) kavramlardan oluşan bir hammadde üzerinde (Genellik I) çalışır. Dolayısıyla bilim bu Genellik I’i Genellik III’e dönüştürerek çalışır ve üretir.” (Althusser, 1969, 184).
Gerçekte humusun bu türden bir analizi mümkün değildir. Humus, insanların kendisi hakkındaki kavramsallaştırmalarının ötesinde bir varlığa sahiptir. Humusun oluşumu, çürüme, organizmalar aracılığıyla gerçekleşen dönüşümler, salt bilimsel kavramsallaştırma ve bilgi üretiminin sonucu değildir. Yeni ya da Genellik I tarafından işlenmemiş bilgilerin kaynağı olmalarının yanı sıra, araştırma sürecinde bilim insanlarıyla değiştirme, tepki verme biçiminde çeşitli etkileşimlere girerek onları etkilerler. İnsan dışı süreçlerin ve ilişkilerin verili olduğu fikrinin Althusser’in materyalizmine uygun olduğu düşünülebilir. Buradaki problem, bunların, biyofiziksel süreçlerin yalnızca bir parçası olan bilgi üretiminin merkeze alınmasıyla doğrudan tartışılamayacağıdır.
Bu, Althusserci yaklaşımı tümden terk etmek demek değil; onun, genel olarak bilimle ilgili oldukları ölçüde ideolojik araçlara uygulanışının sınırlandırılması anlamına gelir. Althusser’in diğer bir biçimde okunması ayrıca verimli olabilir. Schwartzman ve Siddique (1986)’a göre Genellik III kendi açıklayıcı sahasının sınırlarına ulaştığında (veya biyofiziksel bir süreç ya da insan dışı bir varlık başka bir Genellik III ile çeliştiğinde) ideoloji dışında kalan Genellik I ile Genellik II’nin inşasına katılabilir. Bunlar, insanı da içeren biyofiziksel süreçlerle karşılıklı etkileşim içindeki karşılaşmaları kapsar.
Bu türden karşılaşmaların açıkça diyalektik bir süreç olarak işleyişlerini irdelemek için Levins ve Lewontin’in (1985) Engels’in olgunlaşmamış ve parçalı fikirlerini yeniden gözden geçirdikleri geniş çalışmalarına başvurmak verimli olacaktır. Levins ve Lewontin, Hegel’in fikirlerini ciddiye alıp projesini geliştirmeye çalışmalarıyla istisnadırlar. Materyalist diyalektiğin kavramlarını, kendilerinin biyoloji alanındaki çalışmalarına uygulayarak, başka akraba bilimlerdeki kuram ve uygulamaların yeniden gözden geçirilmesinde yararlı olabilecek bir dizi kural formüle ettiler: İlk olarak, her zaman bütün ve parçalar arasında karşılıklı bağımlılık vardır. İkinci olarak, bileşenlerin karakteristiği bütünle ilişkisi üzerinden biçimlenir. Üçüncü olarak, özneler ve nesneler, nedenler ve sonuçlar yer değiştirebilir. Dördüncü olarak, parça ve bütünün karşılıklı olarak kuruculuğu ve çatışan güçlerin birlikteliği sebebiyle değişim süreklidir; bu yüzden sabitler değişken, değişkenler sabit halini alabilir ve dönüşümün yasaları değişebilir. Son olarak, bir sistemin değişim dinamikleri o sistemin zıddında ya da başka bir sisteme dönüşümünde ortaya çıkar. Bu, yöntemsel olarak, tarihsellik, evrensel bağıntısallık, heterojenlik, zıtlıkların birbirine nüfuz etmesi ve bütünleşen düzeyler olarak tercüme edilebilir (Levins ve Lewontin, 1985, 273-288).
Levins ve Lewontin’den sonra, biyofiziği de içeren bir materyalist diyalektiğin geliştirilmesi işinde Harvey yalnız gibidir. Harvey, burada da özetlenmiş olan 11 ilkeye katkı sunar. Ona göre (1) içsel çelişkileriyle (2) şeyleri meydana getiren (3) süreçlere odaklanmak gerekir; (4) sonsuz bir içsel çeşitlilik vardır; (5) zaman ve mekan olumsaldır ve süreçlerce içerilir; (6) parça ve bütün karşılıklı olarak birbirinin kurucusudur; (7) neden ve sonuç yer değiştirebilir; (8) içsel çelişkiler dönüşüme yol açar; (9) değişim kuraldır; (10) diyalektik araştırmanın kendisi de diyalektiğe tabidir; ve (11) praksis farklı ihtimalleri hayal etmeyi sağlar (Harvey, 1996, 48-57). Başka bir deyişle, Harvey; Levins ve Lewontin’in çalışmaları ve prensiplerini, zaman ile mekanın olumsallığını ve materyalist diyalektik olan doğası gereği politik projeyi belirginleştirerek, kendi tarzında tekrar eder. Harvey tartışmalı bir biçimde dördüncü önerme üzerine incelemelerinde nadiren irdelenen önemli bir problemi belirlemiştir. Bu, sınırlar çizmekle ilgilenen “büyük stratejik düşüncedir” (ayrıca bakınız: Levins ve Lewontin, 1985, 150-152).
Bu, tamı tamına, çözümlemenin ölçeğine ve analitik sınırların dağıtımına bağlı olarak farklı sonuçlar veya cevaplar elde edilen, modifiye edilebilir alan birimleri olarak problemlerin coğrafi kavranışıdır (Stallins, 2015). Aşağıda diyalektiğin henüz keşfedilmemiş bu veçhesiyle ortaklaşıldığını göreceğiz. Şunu söylemek gerekir ki, maalesef Harvey bu kavrayışı derinleştirip geliştirmedi, ancak materyalist diyalektiğin makul olabilmesi için bir girişimin kapsamını göz önünde bulundurmak ve böyle bir kapsamın geçerliliğini tartışmak gereklidir. Örneğin, toprak içindeki türlere özel bakteri popülasyonlarını çalışmak, türleri birbirinden, diğer mikroorganizmalardan ve mikroorganizma olmayan enzim, mineral gibi maddelerden ayrıştırmayı içerebilir. Eğer tek başına bakteriler değil de bakteri popülasyonlarının besin zincirindeki yeri incelenmek isteniyorsa bakteri popülasyonları ortadan kaybolur ve mikrobiyal basamağın bir parçası haline gelir. Analizin ölçeği araştırmanın kapsamıyla birlikte değişir. Herhangi biri ötekinden daha geçerli değildir, ancak her ikisi de, örneğin, toprak ekosistemi ve bizim onunla ilişkilenişimizdeki farklı yönleri açığa çıkarır. Türe özgü çalışmalar azot bağlanması veya salınımı gibi mekanizmalarla ilgili bulguları mümkün kılarken azotun tam hareketiyle ilgili olarak işlevsizdir. Sınırlara ve analiz ölçüsüne diyalektik bir yaklaşım, bakteriyel azot bağlanması mekanizmalarının nasıl daha geniş, gerek mikrobiyal, gerekse inorganik besin basamakları arasındaki döngüyle artıp azalabileceğini açığa çıkarır ve ikincinin ilkini nasıl etkileyebileceğini gösterir. Meyve toplayıcılığının potansiyelleri, çiftçilik verimliliği, toprağın biyolojik çeşitliliği ve aslında çoğu biyofizik çalışmaların ardında gizlenmiş olan yaşamın ne biçimde kurulacağına yönelik pek çok politik karar gibi toplumsal olarak neyin öncelendiğine dair kapsamlı ve diyalektik bir kavrayış kazanmak için bütün bu analiz ölçülerinin, mikroskobik sınırların bir bitki ve onun ekosistemiyle, genel olarak çiftçilik faaliyetleriyle vb. ilgisini araştırma konusu etmek istenebilir.
4) Diyalektiğin kullanımı ve Marx ile Engels ikiliği
Bunlar hâlâ oldukça heterodoks düşüncelerdir. Doğanın diyalektiği tartışmalı bir konudur. Fikir ayrılığı Engels’in ölümünden birkaç on yıl sonra ilk çalışmaları tekrar ele alındığında ortaya çıktı ve doğanın kendisinin diyalektik olup olmadığı, diyalektikle incelenip incelenemeyeceği ya da diyalektiğin yalnızca toplumsal süreçlere mi özgü olduğu soruları etrafında şekillendi. Konu, bir grup Marksistin, Engels ve Marx arasında, teorik yaklaşımları itibarıyla fark bulunduğuna ya da ‒Marksizmin vülger materyalist indirgemecilikle sonuçlanan bir dejenerasyonuna yönelik endişelerinde dile getirdikleri üzere‒ diyalektiğin toplumsal gerçeklik dışındaki alanlarda var olmasının imkansız olduğuna yönelik ısrarları sebebiyle gereksiz biçimde bulandı. Değişen politik dengelerle birlikte Engels’in düşünceleri büyük oranda gözden kaçtı ya da siyasi kutuplaşma ve otoriter eğilimlerin ağırlığı altında deforme oldu (Sheehan, 1985).
Diyalektik yaklaşımlar bazen ‒ABD’de McCarthyizmle ya da komünist partilerde ihraç yoluyla olduğu gibi‒ politik baskıyla, daha yaygın olaraksa kurumsal düzeydeki aleyhte telkin ve iş olanaklarında zorlukla, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da çoklukla baskı altına alındı. Sosyalist rejimlerde, bilim insanlarını disipline etmek ya da politik avantaj kazanmak için bir değneğe, özellikle 1960’lardan 90’lara kadar teknokratik kavramların propagandasını yapmak ve onları meşrulaştırmak için bir araca dönüştü. Diyalektiğin kapsamı ya da doğasına dair tartışmalarda pozisyon almak ciddi tehlikelerle, siyasi örgütlerden ihraçla, işinden olmakla, hapis cezasıyla veya doğrudan infazla sonuçlanabiliyordu. Bütün bu tarihsel gelişmeler biyofiziksel süreçlere dair meselelerde ve başka birçok meselede diyalektik perspektiflerin gelişimini tümden engellemediyse de hayli zayıflattı.
Buradan çıkarılacak bir ders de şudur ki, materyalist diyalektikçi akıl yürütme de dahil, bilim siyasi bir hareketin programı içinde araçsallaştığında, bilimsel çalışma yalnızca düşünsel değil, aynı zamanda günün toplumsal güç dengeleriyle de uyum içinde sonuçlanan bir egzersize dönüşür. Başka bir deyişle, bilimsel çalışma en güçlünün heveslerini ve kanılarını yansıtma eğilimindedir. Bugün bunu küresel ısınmayı yalanlayan, orantısız bir biçimde politik temsiliyet bulan ve fonlanan bilimsel hattın geniş etkisi üzerinden görmek mümkün. Levins ve Lewontin’in (1985, 191) Lysenkoculuktan çıkardıkları ders sonucu uyardıkları gibi (Ayrıca bkz.: Sheehan, 1985, 220-228):
“Diyalektik materyalizm, asla belli bir fiziksel problemin çözümünde kullanılacak programatik bir metot değildir ve olmamıştır. Daha çok düşünsel tembelliğe ve dogmatizme ilişkin bir genel kavrayış ve ona karşı bir uyarılar dizisi sağlar.”
Halbuki tam aksine, diyalektik materyalizm tamı tamına programlı bir metot olarak, pek çok menfur sonuca sebep olacak biçimde kullanıldı. Bu tip bir yanlış kullanımla başa çıkabilmek için politik bir strateji geliştirmek gerekir. Levins ve Lewontin bu konuyu doğrudan tartışmadılar ancak tarif ettikleri uyarılar böyle bir stratejiyi zihnimizde canlandırmada ve hatta uygulamada elverişlidir. Bu uyarılar, bağıntısallıklar ve tarihle ilgili olarak özenli olmayı, idealize edilmiş soyutlamalardan uzak durmayı ve süreçleri ve yapıları bütünler olarak almayı da içerir. Başka bir deyişle, bunlar, Engels’in az ya da çok öne sürmüş ve Marx’ın hiç değilse zımnen de olsa desteklemiş olduğu argümanlardır. En azından bu kadarı, Marx’ın, bilim pratiği ile ideolojiler arasındaki mesafeyi koruyup müdahalede bulunan (Levins ve Lewontin, 1985, Wan, 2012 ve Schwartzman, 1975) yazıları ve Engels ile olan yazışmalarına dayanarak (Sheehan, 1985) iddia edilebilir.
Levins ve Lewontin’in çalışmaları neredeyse biriciktir. Çoğu Marksist, Engels’in kabul gören yasalarını eleştirip geliştirmek yerine, saplantılı biçimde Marx’ın metinlerini (bu metinler Engels’in düzenlemesinden geçmiş olsalar bile) yakın okumaya tabi tutarak onlardan diyalektik ilkeler bulup çıkarmaya çalıştılar. Engels’in ve dolayısıyla kısmen Marx’ın fikirlerini tartışmak yerine, neden Marx’ın diyalektiği belli bir kodlamaya tabi tutup bu kodları takip etmeye niyetlenmediğine kafa yormak da kendine özgü ve ilginç bir özelliktir (Harvey, 1996, 48). Harvey’in Engels ve Marx arasında var olduğu iddia edilen zıtlığa getirdiği çözüm, işleyişler, şeyler ve sistemler arasındaki ilişkiye odaklanarak problemi hükümsüz kılmayı içerir ve bu bir kurallar dizgesi olarak diyalektik hakkındaki soyut tartışmaların bir argüman akışı halinde çözülüşünü hazırlar. Ne var ki bu, Marx ve Engels’in neden, eğer varsa, bu derecede kurucu farkları çözümleme işine girişmedikleri sorusuna işaret eder. Dahası, Harvey, biyofiziğin, diyalektikçi bir dünya görüşü uyarınca hangi biçimde çalışılması gerektiği konusunu irdelememiştir.
Diyalektiğin insan dışındaki dünyalara uygulanabilirliği tartışmasında çok daha başka tezler vardır. Örneğin, diyalektiğin doğal durum olarak görülmesi veya biyofizik biliminin genişlemesi, insanı yerinden eder ya da onu doğanın geri kalanına indirger ve politikayı teknokratik kontrolün emrine verir. Diyalektik, praksise işaret eder. Türlerin ve dolayısıyla insanın kendine özgülüğünü, yani diyalektiğin kendisini reddettiği için, diyalektiği doğrudan insan dışı doğaya atfetmek, diyalektik olmayan bir tavırdır (Kovel, 1998, 479). Lukács, Gramsci ve Sartre’ın da, birçok başkaları gibi, itiraz etmek için kendi sebepleri vardı (Royle, 2014). [4] Bununla birlikte diyalektiği insana içkin olarak kavrayan bir anlayış, gerçekliğin büyük bir kısmını açıklama işini, herhangi bir radikal siyasetle ilgisi olmayan, hatta doğrudan böyle bir politikanın alanını daraltan toplumsal güçlerin merhametine bırakır. Dahası, bundan çıkan sonuç şudur ki; Engels’i bu konulardaki çalışmalarında destekleyen ve aynı şekilde metafiziğe karşı mücadele eden Marx, ne yaptığını bilmiyordu.
5) Gerekli uzlaşı
Bu tip problemlerin üstesinden gelmek için Anti-Dühring’in bir tez değil polemik olduğunu ve diyalektikle ilgili çalışmaların tamamlanmadığını da göz önüne alarak, Engels’in metinlerinin daha mütevazı bir yeniden okumaya tabi tutulması önerilebilir. Bu şekilde doğanın diyalektiğinin gerçekten de bir yöntem olarak tarihsel materyalizmin daha soyut bir formuna işaret ettiği ve doğanın geri kalanına dair kavrayışla paralel olarak toplumdaki bilgi üretim süreçleriyle ilintili olduğu anlaşılabilir. Sonuç olarak, insanın doğaya dair açıklamalarının muhatabı yine insandır. Schwartzman’ın da paylaştığı bu kavrayış bir bakıma Althusser’in yaklaşımının esasıdır (1975). Diyalektiği toplum içindeki söylemsel kurulumlara içkin olarak alan böyle bir yeniden okuma, tartışmalı bir biçimde totolojidir (bizim için doğa diyalektik olduğu için doğa diyalektiktir). Daha önemlisi, bu, ne biyofiziğin gelişimi için insan dışındaki dünyalara dair açıklamalar ve kavramsallaştırmalara bir alan bırakır, ne de bilim adamlarıyla çalıştıkları biyofiziksel işleyişler arasında karşılıklı dönüştürücü ilişkilere izin verir.
Diyalektiği daha üst derecedeki bir soyutlama olarak alan önceki anlayış, doğanın geri kalanı hakkındaki tartışmaları genelgeçer bir analize mahkûm eder (Marx’ın sosyal işleyişlere dair fikirleriyle ilgili olarak uygulamaya konulmuş benzer bir yöntem için bakınız: Paolucci, 2007, 114). Bu yaklaşım, esasen, diyalektiği dolaylı ve belirsiz bir şekilde gerekli hale getirmek için uygulamada biyofizik bilimlerden hayli kopuk bir şey kılar, ki bu da Levins ve Lewontinin benimsediklerine yakındır. Diyalektiğin bu türden bir kavranışı, bizim doğanın geri kalanı hakkında kavramlarımızla ve açıklamalarımızla sınırlı olduğu için, diyalektiğin doğanın geri kalanıyla ilgili çalışmalara uygulanabilirliğine dair çok az şey söyler (bu bir bakıma Althusser’le örtüşür ve benzer problemlere sebep olur). Bu, biyofiziğe yönelik diyalektik düşüncenin ekosistemlerin ve organizmaların sahici bir analizine katılması demek olan Levins ve Lewontin’in (1985, 109-122) doğrudan ve programlı bir müdahalenin imkanları aracılığıyla ortaya koyduklarıyla keskin bir karşıtlık içindedir. Varyans ve regresyon analizleri gibi istatistiksel testlerde bağımlı ve bağımsız değişkenleri birbirinden ayırmanın tehlikeleri üzerine yürütülen tartışmalarda bunun imkanlılığını açıkça görebiliriz. Önerdikleri diyalektikten beslenen yorumlama prosedürleri (örneğin organizma ve çevresindeki ilişkiyi diyalektik akıl yürütmeyle açıklamak) aslında fiziksel problemlerin çözülmesinde (örneğin organizmalar arasında ya da organizmalarla sıcaklık gibi fiziksel işleyişler arasındaki etkileşimi analiz etmek) etkilidir.
Engels’in çalışmalarının üst düzey bir soyutlama olarak yorumlanışı, Engels ve Marx’ın hiçbir zaman doğrudan tartışmadığı fizik ve metafizik, insan ve hayvan gibi ikilikleri çözümsüz bırakır (Dickens, 1992, 62-63, 77-79; Forkasiewicz, 2014). Bu tip ikilikleri aydınlatmaya girişmek için bazı bağlamsallaştırmalar değerli olabilir. Engels “doğal olan”ı metafiziğin zıttı olarak fizikselin konumuna yerleştirdi. Yukarıda da söylendiği gibi, bu, Engels’in hayatının ikinci yarısında Alman Sosyal Demokrat Partisi içinde yükselmekte olan ve politik olarak tehlikeli gördüğü eğilime bir tepkiydi. Bu ikilikle ilgili problem, tinselliğe ya da aklın duygusal temeline dair herhangi bir ihtimali ve çağdaş bilimsel bilgi düşünüldüğünde, fiziksel olanın Engels’in düşündüğünden çok daha esnek olmasını gerektiren süreçleri reddediyor oluşudur. Doğal kavramı fiziksel olan biçiminde genişletilebilir, ancak bu durumda neyin metafizik olduğu sorusunun cevaplanması gerekir. Gündelik hayattan uzak, böyle çapraşık bir tartışmaya girişmenin gerekliliği tartışmaya açıktır. Başka bir yol da terimlerin tarihsel bağlamlarını yeniden incelemek ve maddi koşullarla ilişkili olarak onları büyük anlamsal değişikliklere uğratmaktır. Böyle bir girişim Marx ve Engels’in tarihsel materyalist yaklaşımlarıyla uyum içinde olmalıdır. Bu durumda Engels, dikkati toplumdaki güç ve baskı ilişkileriyle yüzleşmekten saptıran ve böylece yönetici sınıfın çıkarlarına ve mevcut sosyal dengelere hizmet eden perspektiflere tepki koyuyordu. Eğer bu, Engels’in terimleri kullanış biçimi ve en temel endişeleriyle ilgili makul bir değerlendirmeyse, Engels’in doğayı “metafizik olmayan” olarak alan fikirleriyle bugün doğayı metafizikten ayırma çabasına bağlı olmayan yaklaşımlar arasında bir kopukluk ya da çelişki olmasına gerek yoktur (örnek için bakınız: Kovel, 1998).
Yukarıdaki akıl yürütmenin, Marx ve Engels’in “doğal olan” üzerine fikirleri arasındaki yarılmaya dair düşünceleri ortadan kaldırmak gibi bir derdi yoktur. Engels’in diyalektiğe dair programıyla Marx’ın genel yaklaşımını uzlaştırmaya yönelik birtakım girişimler (bu bağlamda çalışmalarının defalarca okunması meseleyi daha karmaşık bir hale getirdiyse de) mevcuttur. Toplumla doğanın diyalektiğini ontolojik olarak birbirinden ayrı tutmak önerilebilir (örnek için bakınız: Carchedi, 2012, 547). Ancak bu, doğaya dair burjuva ideolojisine yakın, şüpheli bir girişim gibi görünmektedir ve praksisin doğaya doğru genişletilmesi problemiyle ilgili olarak pek işler değildir. Başka bir çözüm Engels’in ve Engels’i destekleyen ya da onun saptığı yolu fark edemeyen Marx’ın tümden yanıldığını kabul etmektir; buna göre Engels’in çalışmalarının deforme olmuş doğası çok temel hatalara sebep olmuştur. Öbür yandan, Harvey’in yukarıda açıklanan çözümü çok fazla açıklanmamış nokta bırakır. Harvey muhtemelen kendi önermelerinin sürüp giden tartışmalarla uyuşmazlığını fark ederek “herhangi bir önerme için ne kadar kanıt bulunabilirse, doğada şeylerin ve sistemlerin süreçlerden oluştuğuna ilişkin de bir o kadar kanıt bulunabilir” diye ekler (1996, 58). Bu önermeler makul görünüyorsa da gerçekte praksise dair problemden kaçınan kestirme formüllerdir ve özenle işlenmiş diyalektik prensipleri bir bakıma semantik bir oyuna indirgemektedirler. Doğanın diyalektiğini reddeder ya da itibarsızlaştırırken aslında onunla ilgili bir görüş kurmaktadırlar. [5]
6) Bağıntısallıklar bilimi
Yine de diyalektiğin biyofiziksel süreçlere doğrudan uygulanabilirliğini reddetmek, bilimlerde oldukça hakim olan dualistik, indirgemeci ve mekanik düşünce kalıplarına bir alternatif geliştirme sorunuyla ilgilenmez. Bu, eğer gerçekten de bilim, doğanın insan tarafından kavranışının sınırlarını belirliyorsa ‒bu, tartışmaya oldukça açık bir iddiadır‒ özellikle önemlidir. Yani, insanlıkla sınırlı bir diyalektiğin temeli, diyalektik olmayan akıl yürütmeye teslim edilmiştir. Bu yüzden diyalektik akıl yürütme, hem mevcut dualistik, mekanistik ve indirgemeci düşüncelerle hem de doğaya dair çalışmaların baskın ideolojilerle uyum içinde olan ve hatta onları pekiştiren teknokratik güçlerin inisiyatifinde oluşuyla mücadele etmek için gereklidir. Tam da bu sebeple, Schwartzman, Levins ve Lewontin’in geliştirdikleri yaklaşım, burjuva ideolojisinin altını oymak ve biyofiziksel bilimlerin teorik temeli ile varsayımlarını düzeltecek biçimde biyofiziğe müdahale etmek için en vaatkâr yoldur. Levins ve Lewontin’in dillendirdiği diyalektik bakış, diyalektik akıl yürütmenin insan dışındaki organizmalara uygulanabilirliğini mümkün kılar. Eğer Reclus’un dayanışmacı anlayışı (burada irdelenmeyen zor bir girişim olsa da) bir biçimde bu hatta dahil edilebilirse, hem etik hem de açıklayıcı boyutlarıyla ekolojik olarak yapılandırmacı bir biyofizik elde edilebilir.
Bu, böyle bir girişimin diyalektik olmadığına dair haklı itirazların üstesinden gelemez. Praksisi diyalektiğe içkin olarak almak, her şeyden önce ve esas olarak, insanın sosyal ilişkilerine işaret eder. [6] Bugün, hayvanların özbilinçlerine dair çalışmaların ortaya koyduğu gibi, Marx ve Engels’in, insanın hayvanla arasındaki en başlıca fark ve praksisin temeli olarak gördükleri amaçlılık, bilinçlilik, ahlaki duyarlılık ve daha başka kendine özgü mental kabiliyetlere dair düşüncelerine geri dönüş ironik bulunabilir (Buller, 2014a ve 2014b; Dickens, 1992). Aynı zamanda her ne kadar basmakalıpsa da insan doğasının değişkenliği ve diğer canlılara benzer olmakla birlikte, yine de birtakım farklılıklar içerdiği konusundaki açıklık ve netlik hayati öneme sahiptir. Aksi, insanın doğa üzerindeki geçmiş ve güncel etkisini tespit etmeye, hayvanlar üzerindeki istismarını fark etmeye yönelik gayretleri anlamsız kılar. Başka bir deyişle, insanın ne olup olmadığına dair ayrımı açıkça ortaya koyamamak, insanın yıkıcılığını önemsizleştirmeye çalışan birtakım fırsatçıların elindeki bir araçtır. Bu yüzden, diyalektiği insanın duygulanımı, düşünümselliği ve praksisinin hizmetine vermek isteniyorsa, Engels’i takip ederek bağıntısallıklar biliminden ya da diasindolojiden [7] söz etmek daha elverişlidir. Bunu yapmak, tarihsel materyalizmle esas olarak Engels’in başlattığı proje arasında bir farka işaret eder. Öbür yandan eğer Engels diyalektik bir doğadan bahsederken tüm türsel farkları silikleştiriyorsa, bunu bir hata olarak tanımak ve reddetmek, Marx’ın sunmuş olduğu genel çerçeve gereğince son derece meşru olacaktır.
Başka bir deyişle, çoğu Marksistin öne sürdüğü gibi, başka yaşam biçimlerinin praksisi olmadığı ya da diyalektiği mümkün kılacak bir karşıtlık içermediği yönündeki tez ne sanıldığı kadar nettir ne de (eğer birtakım kötü politik sonuçlardan endişe ediliyorsa) inanıldığı kadar gereklidir. Engels, yukarıda alıntılanan metinde olduğu gibi, kendimizi mutlak bir temelde başka organizmalardan ayırmanın gereksizliğini kavramıştı. Marx’ın bu tür bir akıl yürütmeyi hatalı bulduğu tartışmalıdır, ama onun, insanın doğanın güçlerinden biri olduğu yönündeki tezi, türler arasında keskin ayrımlardansa niceliksel ayrımlar olduğunu ve ilerleyen dönemlerdeki keşiflerle de desteklenecek biçimde, düalist perspektiflerin üstesinden gelinebileceğini ima eder. Zihinlerimizdeki ayrım, insan ve doğa arasında değil, doğanın bir kuvveti olarak doğadaki insanla ilgili olmalıdır ve insan, diğer yaşam formlarından, yani diğer doğal kuvvetlerden tarihsel olarak kendine özgü biçimlerde ayrıştırılabilmelidir (Dickens, 1992, 86-88). Marx’ın çalışmalarına yönelik eleştirel metinlerde tanımlanan insan ve hayvan arasındaki ikilik, ayırıcı karakteristiklerin belirlenmesi sorununu ortaya çıkarır (Benton, 1993; Forkasiewicz, 2014). Yani bu, uygun stratejinin belirlenmesini gerektiren modifiye edilebilir bir alan birimi sorunudur.
Levins ve Lewontin’in biyoloji topluluklarının diyalektik materyalizme bakışı üzerine yürüttükleri tartışmaları (1985, 139-144, 151-152) takip ederken karşılaşacağımız problemlerden biri de analiz düzeyine ya da Engels’in deyimiyle bağıntısallık derecesine ilişkindir.
“Evrende herkesin birbiriyle etkileşim içindeki birer çekim alanı olduğu şüphe götürmez bir gerçekliktir. Ancak sabahları kalktığımızda, kaslarımız ve sinirlerimiz, değil evrendeki, evimizdeki herhangi birinin hareketlerinin bile bedelini ödemek zorunda değildir.” (A.g.e., 151.)
Çalışılan süreçlerin zamansal ve mekânsal ölçekleri de, homojen ve stabil görünen, gerçekte analizin ölçeğine bağlı olduğu için, diyalektik analiz üzerinde belli bir etkiye sahiptir. Bu yüzden Harvey’in stratejiye dair yorumları oldukça önemlidir. Yukarıda söylendiği gibi, çalışmanın öncelikli olarak neye ihtiyaç duyduğu ya da neyi hedeflediği toplumsal olarak belirlenmiştir. Sınırlar, çalışmanın derecesi ve analiz birimleri, yalnız yaşam biçimlerinin ve biyofiziksel süreçlerin özellikleri ve eylemlerinin gerektirdikleri doğrultusunda değil, aynı zamanda insanın toplumsal bağlamı da göz önüne alınarak kararlaştırılır. Bu, açıkça kapitalist bir mantıktan beslenebilir veya beslenmeyebilir, fakat bilimsel çalışmanın tamamlanışının, sonuçlarının, analizlerinin ve yorumlarının hepsi sosyal ilişkilerin içinde ve biyofiziksel süreçlerle etkileşerek gerçekleşen süreçlerdir.
Bu yüzden bu konularda birkaç yüzyıl öncesinin bilimsel anlayışıyla yetişmiş olan iki düşünürün yazılarında öne sürülmüş olan gerçeklerde, metaforlarda ve terimlerde ısrarcı olmamak daha akıllıcadır. Marx ve Engels’in doğa ve organizmalar hakkındaki kavrayışlarının, genel düşünsel çerçeveleri ve akıl yürütme metotları üzerindeki sonuçlarını ve bunların güncel mücadelelerle ilgisini anlamak daha değerlidir. Bu yüzden, insanın diğer türler karşısındaki statüsü ve içkin karakteristik özellikleri hakkındaki tartışmalar yanlış konumlanmış olabilir. [8] Temel sorun, daha çok, insan ve hayvanların fiziksel çevrelerini nasıl dönüştürdükleri ve onun tarafından nasıl dönüştürüldükleridir. Sonuç olarak, doğanın geri kalanı hakkında bildiklerimizin bilginin üretildiği insan toplulukları içindeki mücadelelere indirgenemeyeceği gibi bir politik söyleme ihtiyaç yoktur. Biyofiziksel işleyişler ve organizmalar neyi nasıl öğrendiğimizi de etkiler; doğa pasif, eylemsiz, uysal bir altyapı değildir. İnsan ilişkilerini açıklamak için insan-ötesine başvuran ya da baskı ilişkilerini haklılaştırmak için biyolojiyi kullanan tarihsel ve güncel demagojinin, biyofizik işleyişler üzerine bilimsel çalışmaları yanıltmaması gerekir.
Ayrıca hem fizyolojik hem genetik bakımdan insan üretimine (teknoloji) ve ürünlere bağlılık gibi önemli değişkenlere tabi, önemli ve net bir biçimde ayırt edilebilir pek çok fark vardır. Bu tür farkların münferit ve tutarsız olduğunu düşünmeye gerek yoktur, gerçekte insanlar ve şempanzelerde olduğu gibi organizmalar arasında çok fazla fizyolojik ve genetik örtüşme vardır. Feministler gibi pek çoğu, insanların kendi içindeki ve insanlarla diğer türler arasındaki sınırların nasıl hareketli olduğunu çoktan göstermiştir (genel bir bakış için bakınız: Buller, 2014a; Scott, 2005). [9] Ayrıca bilinç, öz-farkındalık, amaca yönelik davranış ve bunun gibi mental kabiliyetler insanları diğer türlerden ayırmada, insanların birbirlerine karşı eylemlerini anlaşılır kılmada olduğu kadar kullanışlı sayılmaz. Bu, insan-hayvan ikiliğiyle ilgili olarak Marx’a yöneltilen haklı eleştirinin üstesinden gelmek ya da insanlar ve organizmalarla ilgili olarak materyalist ve açıkça diyalektik akademi içinden, daha yapılandırmacı bir yaklaşım kurmak için bir yöntem olabilir.
Dolayısıyla biyofiziksel işleyişlerin çalışılmasında bağıntısallığı (zorunlu kılmayıp) öneren, birbirleriyle karşılaşma içindeki ayrık ideolojilerin merkezlerini dağıtıp, gerçek bir materyalist diyalektiği yetiştiren iki yönlü bir program geliştirilebilir. Aslında bu konuda çalışan ve aynı zamanda ideolojik ve biyofiziksel olan arasındaki bağıntısallığa karşı duyarlı akademisyenlerin, biyofiziksel süreçlerde diyalektiğin kullanımının ideolojik alanla sınırlandırılmasındaki ısrarları rastgele değildir. Diyalektiğin biyofiziksel alana genişlemesiyle ortaya çıkan problemleri önlemek için Levins ve Lewontin’in Engels’in üç temel yasasından çıkardıkları prensiplerin tümünü muhafaza etmek tercih edilebilir. Çelişkiler tarafından sürdürülen sistemleri, sürekli bir olumsuzlama ile kendi kuyusunu kazan çelişkili sistemleri yorumlamak yerine, sorun, sistemin değiştirilmesiyle sonuçlanan eşiklerin geçilmesiyle oluşan içsel, dahili dengesizlikler ile kararsızlıklar olarak ortaya konabilir. Dönüşüm, toplumsal çağrışımları olan bir olumsuzlamadan daha uygundur ve bu, sistemler teorisinin diyalektik biçimde yeniden tanımlanmasıyla örtüşür (örneğin, Schwartzman, 2002). Programın ikinci kısmı doğrudan doğanın geri kalanıyla ilgili toplumsal pratiklere (bilimsel teoriler, kavramlar, terimler, varsayımlar) dairdir. Bilimsel düşünceler ve dönüşüm üzerine düşünebilir ve bilimsel fikirlere ve onları saran ideolojilere karşı savaşırken dönüşebilir. Bu semantik bir oyun olarak görünüyor olabilir ancak, en azından biyofiziksel bilimlerde, terminolojik netlik birincil önemde olmaksızın dünya zaman zaman semantik bilmecelere indirgenebilir.
Kaynakça
Ally, Matthew C. 2012. “Ecologizing Sartre’s Ontology: Nature, Science, and Dialectics.” Environmental Philosophy, 9:2, 95-121.
Althusser, Louis. 1969. For Marx. London: Penguin.
Benton, Ted. 1991. “Biology and Social Science: Why the Return of the Repressed Should Be Given a (Cautious) Welcome.” Sociology, 25:1, 1-29.
———. 1993. Natural Relations: Ecology, Animal Flights and Social Justice. London: Verso.
Bhattacharya, Ramkrishna. 2009. “Basham, Kosambi, and the Negation of Negation.” Psyche and Society (Kolkata), 7:2, 71-75.
Bitsakis, Eftichios. 2002. “Forms of Physical Determination.” Science & Society, 66:2, 228-255.
Buller, Henry. 2014a. “Animal Geographies I.” Progress in Human Geography, 38:2, 308-318.
———. 2014b. “Animal Geographies II.” Progress in Human Geography, 39:3, 374-384.
Carchedi, Guglielmo. 2012. “Mathematics and Dialectics in Marx: A Reply.” Science & Society, 76:4, 546-549.
Clark, John. 1989. “Marx’s Inorganic Body.” Environmental Ethics, 11, 243-258.
———. 1997. “A Social Ecology.” Capitalism Nature Socialism, 8:3, 3-33.
———. 2004. “The Dialectical Social Geography of Elisée Reclus.” http://72.52.202.216/~fenderse/Reclus.htm#nh26
———. 2014. “It Is What It Isn’t! A Defence of Dialectic.” Review, 31. http://review31.co.uk/essay/view/7/it-is-what-it-isn%27t-a-defence-of-the-dialectic
Creaven, Sean. 2002. “Materialism, Realism, and Dialectics.” pp. 131-154, in Critical Realism Marxism, Andrew Brown, Steve Fleetwood and Michael Roberts (Ed.), London: Routledge.
Dickens, Peter. 1992. Society and Nature: Towards a Green Social Theory. Philadelphia, Pennsylvania: Temple University Press.
Engels, Friedrich. 1878. Anti-Dühring. Herr Eugen Dühring’s Revolution in Science. Trans.: Emile Burns. https://www.marxists.org/archive/marx/works/download/Engels_Anti_Duhring.pdf
———. 1880. Socialism: Utopian and Scientific. Chapter II: Dialectics. https://www.marxists.org/archive/marx/works/1880/soc-utop/ch02.htm
———. 1972 (1875-1882). Dialectics of Nature. Trans.: Clemens Dutt. Moscow: Progress Publishers.
Forkasiewicz, Kris. 2014. “Animal Fragments.” Capitalism Nature Socialism, 25:2, 1-13.
Freire, Olival, Jr. 1995. “Dialectical Materialism and the Quantum Controversy: The Viewpoints of Fock, Langevin, and Taketani.” Nature, Society, and Thought, 8:3, 309-325.
Gier, Nick. 1983. “Dialectic: East and West.” Indian Philosophical Quarterly, 10, 207-218.
Gould, Stephen Jay. 1980. The Panda’s Thumb: More Reflections in Natural History. New York: W. W. Norton.
Harvey, David. 1996. Justice, Nature and the Geography of Difference. Cambridge, UK: Blackwell.
Kircz, Joost. 1998. “Engels and Natural Science: A Starting Point.” Science & Society, 62:1, 62-711118.
Kovel, Joel. 1998. “Dialectic as Praxis.” Science & Society, 62:1, 474-482.
———. 2001. “A Materialism Worthy of Nature.” Capitalism Nature Socialism, 12:2, 73-84.
Kropotkin, Pyotr. 1908. Modern Science and Anarchism. New York: Mother Earth Publishing Association.
Lautman, Albert. 2006 (1933-1944). Les Mathématiques, les Idées et le Réel Physique. Paris: Vrin.
Levins, Richard. 1998. “Dialectics and Systems Theory.” Science & Society, 62:3, 375-399.
Levins, R. – R. C. Lewontin, The Dialectical Biologist, Harvard University Press, 1985.
Lukács, Gyôrgy. 1971 (1923). History and Class Consciousness: Studies in Marxist Dialectics. London: Merlin Press.
Marx, Karl. 1978a (1844). “Economic and Philosophic Manuscripts of 1844.” pp. 66-125, in The Marx-Engels Reader, Robert C. Tucker (Ed.). New York: W. W. Norton.
———. 1978b (1891). “Critique of the Gotha Program.” pp. 525-541, in The Marx-Engels Reader, Robert C. Tucker (Ed.). New York: W. W. Norton.
———. 1992 (1867). Capital: A Critical Analysis of Capitalist Production. Vol. I. Trans.: S. Moore – E. Aveling. New York: International Publishers.
Niehrs, Christof. 2011. “Dialectics, Systems Biology and Embryonic Induction.” Differentiation, 81, 209-216.
Paolucci, Paul. 2007. Marx’s Scientific Dialectics: A Methodological Treatise for a New Cen­tury. Boston, Massachusetts: Brill Academic Publishers.
Perelman, Chaim. 1970. “Dialectique et Dialogue.” Les Études Philosophiques, 3, 333-338.
Reclus, Jean-Jacques Elisée. 1865. “Les Oscillations du Sol Terrestre.” Revue des Deux Mondes, C 55, 57-84.
———. 1869. La Terre: Description des Phénomènes de la Vie du Globe. Vol. II. L’Océan L’AtmosphèreLa Vie. Paris: L. Hachette.
Rescher, Nicholas. 2013. Dialectics: A Classical Approach to Inquiry. München, Germany: Walter De Gruyter.
Rosser, J. Barkeley, Jr. 2000. “Aspects of Dialectics and Non-Linear Dynamics.” Cambridge Journal of Economics, 24, 311-324.
Royle, Camilla. 2014. “Dialectics, Nature and the Dialectics of Nature.” International Socialism, 143. http://isj.org.uk/dialectics-nature-and-the-dialectics-of-nature/
Schwartzman, David. 1975. “Althusser, Dialectical Materialism and the Philosophy of Science.” Science & Society, 39:3, 318-330.
———. 2002. Life, Temperature, and the Earth: The Self-Organizing Biosphere. New York: Columbia University Press.
———. 2008. “Coevolution of the Biosphere and Climate.” pp. 648-58, in Encyclopedia of Ecology, Sven Erik Jorgensen Brian Fath (Ed.). Oxford, England: Elsevier.
———. 2009. “Ecosocialism or Ecocatastrophe?” Capitalism Nature Socialism, 20:1, 6-33.
———. & Mohsin Siddique. 1986. “How Ideology Relates to Natural Science, with Examples from Geology and Cosmogony.” http://www.autodidactproject.org/other/sn-ideology1.html
Scott, Anne. 2005. “Trafficking in Monstrosity: Conceptualizations of ‘Nature’ within Feminist Cyborg Discourses.” pp. 112-125, in Nature: Critical Concepts in the Social Sciences. Vol. IV: Reconfiguring the Social/Natural Interface, David Inglis, John Bone, & Rhoda Wilkie (Ed.). London: Routledge.
Sheehan, Helena. 1985. Marxism and the Philosophy of Science: A Critical History. Atlantic Highlands, New Jersey: Humanities Press.
Stallins, J. Anthony. 2015. “The Eco-Social and the Evolutionary.” Progress in Physical Geography, 39:5, 669-674.
Vogel, Steven. 1996. Against Nature: The Concept of Nature in Critical Theory. Albany, New York: SUNY Press.
Wan, Poe Yu-Ze. 2012. “Dialectics, Complexity, and the Systemic Approach: Toward a Critical Reconciliation.” Philosophy of the Social Sciences, 43:4, 411-452.
Weston, Thomas. 2012. “Marx on the Dialectics of Elliptical Motion.” Historical Materialism, 20:4, 3-38. 


[1] Bu çalışma, Science & Society editörünün ve başka bazı anonim eleştirmenlerin yapıcı yorumlarından oldukça yararlandı. Ayrıca David Schwartzman ve Kris Forkasiewicze de yazımın ilk aşamalarında taslakta ileri sürülen başlıklarla ilgili fikirlerini paylaştıkları için müteşekkirim.

[2] Rescher diyalektiğin kullanımı ve anlamındaki değişimlerle ilgili olarak bilgilendirici bir tarih sunar; ancak siyasi amaçlarla açıkça bozuma uğratılan, böylece yeni ve daha üst bir formun yozlaştırdığı ahlakçılığı ve antik Helenistik uygulamalara duyduğu Avrupa merkezli nostalji, Aristotelesçi özensiz diyalektikle kendi özlem ve idealleri gibi iki ayrı kutuptaki pratikleri mümkün kılan toplumsal koşullar ve tarihsel değişim arasındaki farkları anlamasına engel olur.

[3] Burada anlaşıldığı gibi sosyalizm, tarihsel olarak teknokratik, devletçi, milliyetçi, korporatist, sendikacı, komünist, kolektifçi anarşist, hatta (piyasa sosyalizmi, örgütlenme karşıtı anarşizm vb.) yarı bireyselci ve genellikle zıt başka formlar gibi kapitalizm karşıtı hareketler ve entelektüel akımlar olarak ortaya çıktı. Sosyalizm ve anarşizm arasındaki ayrım, Birinci Enternasyonal’deki ayrışmayla ortaya çıkan, İkinci ve Üçüncü Enternasyonal’le çoğu anarşist örgütün dışlayıcı uygulamaları ve diğer solcu gruplara yönelttikleri ilgisiz tavırlarından beslenen, kuşaklar boyunca yeniden üretilen bir bölünmedir.

[4] Lukács daha sonra fikirlerini değiştirdi, ama bunu yaparken baskı altındaydı. Faşist diktatörlük altındaki Gramsci, 8 yıllık mahpusluğunun kısıtlayıcılığı altındaydı ve koşullu serbest bırakıldıktan bir süre sonra öldü. Meseleyi etraflıca ele almasını önleyen pek çok zorlukla birlikte içinde bulunduğu durum doğal bilimlerle ilgili kendini güncellemesine hemen hemen hiç izin vermiyordu. Öbür yandan Sartre, doğanın diyalektiğine muhalif bir prensibi benimsememişti, ama edilgen bir biçimde biyofiziksel bilimlerin bunu kanıtlamasını bekliyordu (Ally, 2012).

[5] Bu hâlâ, Marx ve Engels’in, eğer varsa, neden bu kurucu farkları çözümleme işine girişmediklerine dair bir açıklamayı talep eder.

[6] Benim gibi birinin fark etmesi zor olsa da, başka yaşam biçimlerinin diyalektiği kullanabileceğini reddetmek gereksizdir ve her halükarda, örneğin, bir mantarın diyalektik bir girişimde bulunduğunu söylemek çok küçük bir fark doğuracaktır. Ben yalnızca mantar çorbası, mantar enfeksiyonu ya da çürümeye direnen ağaç gibi karşılıklı kurucu olayların ve teorik tartışmaların sonuçlarını anlayabiliyorum. Diğer taraftan mantarlar, mantar önleyici kimyasal uygulamaları, imha girişimleri ya da hoş, nemli ve gölge bir çevre gibi diyalektik egzersizlerimizin sonuçlarını deneyimleyebilirler.

[7] Hâlâ Avrupa merkezli akademik bir dünyada daha karmaşık bir görünüm kazanmak için Yunanca karşılıklar kullanılmak isteniyorsa: διασύvδεση (bağıntı).

[8] Bu, burada tartışılamaz; ancak muhtemelen baskın olarak burjuva dünya algısı içinde 1) Batı Marksizmiyle sarmalanmış olmaktan doğan ve 2) kendi temel öğretilerini yaşamsal ihtiyaçlardan (üretimcilik eğer öz savunma için hayati değilse başlangıçta kullanışlıdır) ya da kendine hizmet eden siyasi süreçlerden (Marxın fikirlerini otoriter bir rejimin kurulumuna kılıf olarak kullanmak) çıkaran birtakım kendine has tarihsel sebepler yüzünden Marxa atfedilmiş devletçi sosyalist bir alternatifin birleşmiş sonuçları olarak düşünülebilir.

[9] Engelsi ve diyalektiğe ilişkin Marksist tartışmaları görmezden gelen ya da reddeden yazarlar, diğer hayvanların nasıl çalışılacağını (genellikle birkaç memelinin oldukça dar temeli üzerine) tartışmanın ötesine geçen açıklayıcı bir çerçeveyi formüle etmekte başarısız oldular ve henüz embriyon halindeki yaklaşımlarının siyasi sonuçlarına çok az ilgi gösterdiler.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar