Ana SayfaArşivSayı 75Marksizm, Cohen ve Althusser

Marksizm, Cohen ve Althusser

Marksizm, Cohen ve Althusser
Karl Marx’ın Tarih Teorisinde Althusser

Burak Kayan

Louis Althusser ve Gerald Allan Cohen, kriz yılları olarak anılan bir dönemde Marksizme müdahaleleriyle arkalarında görmezden gelinemeyecek özgünlükte yapıtlar bırakmış iki düşünürdür. Ayrı ayrı uyandırdıkları ilgiye rağmen bu iki düşünür ne birbirleri hakkında ayrıntılı sözler söylemiş, ne de başka araştırmacıların karşılaştırmalı okumalarına pek fazla konu olabilmişlerdir. Burada, G. A. Cohen’in Karl Marxın Tarih Teorisi: Bir Savunma [1] kitabında Althusser üzerine söylediklerinden hareketle, giriş niteliğinde olması umulan bir okumaya girişildi.
*
Cohen, Marksizmi tek bir teori değil, bir teoriler seti olarak değerlendirir: Marx en azından dört farklı düşünce alanında ürün vermiştir: Felsefi antropoloji, tarih teorisi, iktisat ve bir gelecek toplum öngörüsü. [2] Kendi çalışmaları da bu alanların her birine temas etmekle birlikte, esas olarak ikinci ve son başlıklara yoğunlaşır.
Herhalde ‘tarih teorisi’ Cohen ve Althusseri yan yana getirebileceğimiz en uygun başlıktır. Cohenin Althussere yaptığı az sayıda gönderme de ya tarih teorisiyle ilgilendiği döneme rastlamaktadır ya da geçmişe dönük bir vurgu eşliğinde gündeme gelmektedir. Öte yandan, Althusserin Cohene ilişkin herhangi bir yorumunun bilgisine sahip değiliz. Dolayısıyla, iki düşünürü bir arada değerlendirmeye dönük bir girişimde Cohenin 1978de yayımlanan Karl Marxın Tarih Teorisi (KMTT) adlı eserine başvurmak gerekiyor.
Analitik Marksizm adlı yeni bir okulun kuruluşuna kaynaklık eden bu önemli kitapta Cohen, bir taraftan Althusserin Marx İçin eserinin kendisini Marxın geç dönem çalışmalarına yönlendirdiğini ve bu yüzden kitabın yazılmasını Althussere borçlu olduğunu, diğer taraftan Althusserle aralarındaki farkların epeyce çok olduğunu belirtir. Ancak epey farklılıktan yalnızca birini açıkça dile getirir: Kendisi, eserini analitik felsefenin açıklık ve kesinlik (clarity, rigor) standartlarına bağlılıkla kaleme almışken, Althusserin Kapitali Okumak eseri bu standartları karşılamaktan uzak görünmektedir. Nitekim, Cohen, Kapitali Okumakta Fransız dilinin ne kadar incelikli ve dolambaçlı yollardan kullanılabileceğini görmüş fakat içerik kendisini hayal kırıklığına uğratmıştır. [3] Seneler sonra Althusserci Marksizmi zırva olmakla itham ettiğinde ise bu görüşünün pek de değişikliğe uğramadığı anlaşılacaktır. [4]
Cohen, bu kusuru nedeniyle, berraklığın değerli bir miras olduğu (…) İngilterede Althusserci belirsizliğin talihsiz sonuçları olabil[eceğini]” iddia eder. [5] Bu iddia, analitik felsefi geleneğin güçlü olduğu Anglofon dünyada ortaya çıkacak analitik bir Marksizmin, Althusserci Marksizmin talihsizliğinden azade olacağı imasında bulunmaktadır. Başka bir deyişle bu, zırva-olmayan bir Marksizm olacaktır.
Aşağıda, ilk bölümde Cohenin bahsettiği analitik standartlar ve zırva-olmayan Marksizm düşüncesi arasındaki paralellik “zırva” kavramının değerlendirilebileceği bir bağlam oluşturma niyetiyle ele alındı ve Cohen’in bu kavramı kendi (analitik) Marksizmi için tanımlayıcı bir öğe olarak düşündüğü gösterilmeye çalışıldı. Bu bölümde William Lewis’in [6] üzerinde durmadığı ve bence asıl önemli olan düşünce-tarihsel boyuta dikkat çektim. İkinci bölümde ise Cohen’in, KMTT’nin yazılmasını Althusser’e borçlu olduğu ifadesine kaynaklık eden tarihsel ve teorik yakınlaşmalara değinildi. Dolayısıyla, burada yalnızca Cohen’in KMTT’ye yazdığı önsözde Althusser üzerine ettiği birkaç cümlenin düşündürdükleri bahis konusudur.
1. Analitik Standartlar ve “Zırva-Olmayan
Marksizm”
Analitik standartlar
Analitik ve Kıta felsefi gelenekleri arasındaki farkın izlerinin, 17-18. yüzyıllarda İngiliz ampirizmi ve Kıta rasyonalizmine kadar sürülebileceği görüşü yaygın olarak paylaşılır. Kimi zaman da “son ortak ata” olarak Kant’a işaret edilir. Bugün İngilizce konuşulan dünyada analitik geleneğin, Kıta Avrupası’nda ise, adından anlaşılacağı üzere, Kıta geleneğinin baskın olduğu açık olsa da salt coğrafi bir ölçüt çok sayıda karşı örneğin mevcudiyeti nedeniyle geçersizleşmektedir. Elbette iki farklı coğrafyada, iki farklı düşünsel geleneğin mevcut olması da bir açıklama olmaktan çok açıklanmaya muhtaç bir vaziyet arz ediyor. Burada, aradaki ayrımı açıklamak yerine, analitik felsefecilerin kendilerini Kıta geleneğinden ayırt ettiğini düşündükleri “açıklık ve kesinlik” (ya da “sıkılık”) standartlarını nasıl ele aldıklarıyla ilgileneceğiz.
Ayrımın ortaya konuluşundaki “analitik” adlandırması bir yönteme işaret ederken, “kıta”nın bir coğrafyaya işaret ediyor oluşu göze çarpan bir garipliktir. Neil Levy, analitik felsefenin kendini başarılı şekilde doğa bilimleri üzerine modellediğini ve Kuhncu terimlerle “normal bilim” niteliği gösterdiğini öne sürüyor. [7] Bu da, metodoloji ve ontolojiye dair çelişen görüşlerin önemli ölçüde askıya alındığı ve sınırları belirli bir paradigma tarafından çizilmiş bir araştırma gündemi etrafında mutabakat sağlandığı anlamına geliyor. Analitik gelenek içinde ─dil felsefesi, mantık gibi─ baskın ilgi alanları saptamak mümkün, ancak zorunlu olduğu söylenebilecek tanımlayıcı öğelerin belirlenmesi oldukça problemli bir konu. Özellikle 1960’larla birlikte farklı yaklaşımların ve ilgi alanlarının ortaya çıkışıyla önemli değişikliklere uğramış olsa da, geleneğin, İngilizce konuşulan dünyada sağlamış olduğu sosyolojik birlik geçerliliğini hâlâ tartışmasız şekilde korumakta. Öyle ki, Leiter’a göre “akademik olarak ve profesyonel olarak analitik felsefeden daha sağlam yerleşmiş bir ‘devim’ imgelemek güçtür.” [8]
Kıta geleneğinde ise böylesine geniş çaplı bir uzlaşı ve bütünlüklü bir görünümden söz etmek mümkün değildir. Kıta geleneği birleşik bir geleneğe sahip olduğu söylenemeyecek, birbirinden farklı entelektüel akımların (post-yapısalcı, fenomenolojik, hermenötik gelenekler vs.) oluşturduğu son derece parçalı bir görünüme sahip. Söz konusu parçalı vaziyet, Kıta Avrupası’ndaki felsefeciler için kendilerini tanımlayacak bir şemsiye terim benimseme ihtiyacını ve ihtimalini de ortadan kaldırmaktadır. Nitekim, “kıta” adlandırması ortaya çıkışı itibariyle Kıta Avrupası’ndaki filozofların kendilerini tanımlamak üzere kullandıkları değil, analitik felsefecilerin onları tanımlamak üzere pejoratif anlamlar yükleyerek kullandıkları bir terimdir. [9] Bu nedenle, kimi analitik felsefecilerce “kıta”ya atfedilen nitelikler analitik geleneğin tanımının negatif uzantısı olarak görülebilir.
Cohen, açıklık ve kesinlik standartlarını “20. yüzyıl Anglo-Amerikan felsefesinin ayırt edici nitelikleri” olarak niteler. Bu noktada birçok analitik felsefecinin Cohen’le hemfikir olduğu ve analitik felsefeyi Kıta felsefesinden ayırt etmek üzere sık sık benzer nitelemelere başvurdukları göze çarpıyor. Fuller, Moore ve Russell’ın adlarını anarak analitik geleneğin ortaya çıkışını şöyle tarif ediyor: “Moore-Russell hareketi, Alman idealizmi ve Hegelciliğin ‘baş döndüren müphemliğine’ tepki olarak felsefede açıklık, mantık ve dille ilgilendi ve şiirsel olmayan, net bir yaklaşımın temellerini attı.” [10] Kıta adlandırmasına ilk defa başvuran analitik felsefeciler ise Kıta felsefesini kendi “mantıksal nesnellik ve açıklık idealleri”ne ters, “öznel ve belirsiz” olarak değerlendiriyordu. [11] 1992’ye gelindiğinde bu tartışma Fransız felsefesinin kanonik düşünürlerinden Derrida’nın şahsında cisimleşiyor ve önde gelen bir grup analitik felsefeci tarafından “eserinin felsefeden çok edebiyattan izler taşıdığı”, “kabul görmüş açıklık ve kesinlik standarlarını karşılamadığı” eleştirisine maruz kalıyordu. [12] Hatırlarsak, oldukça benzer sözleri Cohen, Althusser’e ilişkin, “Fransız dilinin ne kadar dolambaçlı ve ustaca kullanılabileceğini” gördüğünü belirterek sarf etmişti. Ancak söz konusu standartların analitik gelenekle ne derece özdeşleştirildiğini gösteren, onları bizzat analitik kelimesinin tanımı olarak değerlendiren daha yakıcı bir yaklaşım “analitik” adlandırmasının günümüzde yalnızca “açıklık, sağınlık ve uslamlamada sıkılık”ın birincil önemde olduğu bir “yazma ve düşünme biçeminin sınırlarını çiz[diğini]” öne sürer. [13]
Örnekler çoğaltılabilir olmakla birlikte, görülen o ki Cohen’in de aralarında olduğu pek çok analitik felsefeci, analitik felsefenin sahip olduğu yazım standartlarıyla Kıta felsefesinden ayrıldığını düşünüyor. İlginç olan ise birçok örnekte fanatikçe savunulan bu standartlar üzerine ayrıntılı sözler edilmemiş olması. Yalınlıktan uzaklaşan felsefecilerin felsefeciden çok edebiyatçı olmakla suçlandığını görmüştük. Açıklık standardıyla amaçlananın, okurun biçemdense aktarılmaya çalışılan düşünceye odaklanmasını sağlamak olduğunu çıkarsıyoruz. Felsefeyi edebiyattan ayırt ettiği düşünülen diğer nokta ise düşünceyi mantıksal bakımdan iyi tasarlanmış argümanlar vasıtasıyla belirgin kılmaya ve temellendirilmemiş iddialardan kaçınmaya özen göstermektir. Disiplin meselesi olarak anlaşılabilecek bu tutum, kesinlik ya da sıkılık diye tabir edilen ikinci standartla ilişkilendiriliyor.
Üzerinde ısrarcı oldukları standartlar analitik felsefeciler tarafından ayrıntılı bir tanıma kavuşturulmamış olmakla birlikte iki gelenek arasında ampirik olarak saptanabilen bir biçem farkı gerçekten mevcuttur. Valerie Hobbs, her iki geleneği takip eden dergileri baz alarak hazırlanan bir milyon kelimelik kapsamlı bir derlem üzerinde yaptığı çalışmada, analitik felsefecilerin yazılarında kendi düşüncelerini diğerlerinden ayırt etmek üzere birinci şahsa Kıta felsefecilerine kıyasla daha fazla göndermede bulunduğunu, daha kısa cümleler kurduğunu, yönlendirici ifadelere daha sık başvurduğunu ve analitik gelenekte daha az değişkenlik gösteren, daha yerleşik bir söz dağarcığının mevcut olduğunu bulgulamıştır. [14] Bir diğer husus da güç anlaşılır Kıta felsefecilerinin eserleri için analitik tarzda kaleme alınmış yorumlara rastlanabilirken, tersi durumu düşünmenin pek mümkün olmamasıdır. Bu niteliği dolayısıyla, analitik felsefenin, felsefede lingua franca işlevi gördüğü iddia ediliyor.
Yukarıda aktarılanlar çerçevesinde analitik felsefenin, dil ve mantığa gösterilen ilginin yanı sıra cümle ve kelimelerin anlamlarının analizi ve tutarlı bir söylemsel yapıya yerleştirilmesi gayretiyle karakterize olmuş bir felsefi gelenek olduğu söylenebilir. Kıta geleneği ise, analitik felsefeciler tarafından yaygın olarak bu gereklilikleri yerine getirememekle itham edilmiş ve bu hasletlerden yoksunluğu üzerinden tanımlanmıştır. Görülen o ki bu standartlar, elbette her örnekte olmasa da, hem analitik felsefecilerin yapıtlarında ampirik karşılık buluyor, hem de analitik olmanın alamet-i farikası mertebesine yükseltilerek tanımlayıcı bir işlev üstleniyor.
“Zırva-olmayan” ya da analitik Marksizm
Cohen, “zırva” kavramını farklı tarihlerde kaleme aldığı iki yazıda inceler. “Deeper Into Bullshit” [15] [Zırva Hakkında Daha Fazlası] başlıklı yazı, hem zırvanın niyet odaklı değil ürün odaklı nihaî tanımını vermesi, hem de özel olarak bu kavramı incelemeye vakfedilmiş olmasıyla diğerinden ayrılır. Dolayısıyla, Cohen’in bu nitelemeye başvururken aklından geçenin ne olduğunun anlaşılması için bu metinde verilen tanımdan yararlanmak yerinde olacaktır.
Bu metninde Cohen, üç farklı zırvalık türü ayırt eder. Argümanların “işe yaramaz” olması, yani mantıken ya da ampirik veriye duyarlılık bakımından kusurlu olması bunların ilkidir. İfadenin doğru ya da yanlış olduğunun gösterilmesinin mümkün olmaması anlamında, “telafi edilemeyecek kadar spekülatif” olması bir diğer zırvalık çeşidini oluşturur. Cohen’in asıl olarak ilgilendiği ve Althussercilere de atfettiği zırvalık türü ise “açıklanamayacak kadar belirsiz” olma durumunda ortaya çıkar. Cohen bu son durumda belirsizliği saptamak üzere sentaktik bir ölçüt de geliştirmiştir: Olumsuzluk eki eklenmesi ya da çıkarılması ifadenin makuliyet düzeyinde değişikliğe yol açmıyorsa, o ifade belirsizdir. [16] Bu tanımın fikir verici olduğunu yadsımamak gerekir, ancak Cohen iddiasını somut örneklerle destekleme yoluna gitmez. Önceki bölümde olduğu gibi, burada da ithamın haklılık payının peşine düşmek yerine, kavramın daha çok Cohen ve analitik Marksistlerce nasıl değerlendirildiğine odaklanacağız.
Andrew Levine, analitik Marksizmin temellerini atacak entelektüellerin, dolayısıyla Cohenin de, eğitim gördükleri 1960’ların İngilizce konuşulan dünyasındaki felsefi uğraşların Kıta felsefecilerine yavan görünen işler, (…) kavramsal yapıları ayırt etmek, uygun olduğunda ayrımlar çizmek, elverişsiz durumlarda ayrımları ortadan kaldırmak, berrak ve sağlam uslamlamalar sıralamakolduğunu belirtiyor. [17] Zırva olmamanın sağlıklı bir argümantasyon için başlı başına belirleyici önemde olması ve ifadenin linguistik niteliğine ilişkin olması Cohenin analitik felsefeye bağlılığından ileri gelmektedir. Bu yüzden, Cohenin kanaati, Marksist düşünceye sirayet edenzırvalık probleminin ancak başka bir coğrafyanın sorunsalı dahilinde, başka bir deyişle İngilizce konuşulan dünyanın analitik standartlarının edinilmesiyle çözülebileceği yönündedir. Aşağıda, analitik Marksizmin önde gelen isimlerinden yapacağımız aktarmalarla, analitik olmanın asıl olarak bir ifade sorunu olarak görüldüğünü ve zırva-olmamakla birbirinin yerini tutacak şekilde kullanıldığını göstermeye çalışacağız.
Cohenin kitabında ne söylediği kadar, nasıl söylediğinin de önemli olduğunu öne sürebiliriz. Zira, KMTT’deki tezleri esasen Marxtan alıntıladığı bir pasaja ─1859 Önsözü─ dayanmaktadır. [18] Cohenin yaptığı, daha çok, tarihsel materyalizmin temel kavramlarının kesin tanımlarına kavuşacağı sınırlar saptamak ve bu kavramların çeşitli tezler aracılığıyla nasıl ilişkilendiğini göstermekti. Aynı şekilde, analitik Marksistleri bir araya getirmesinin sebebi de, öne sürdüğü tezlerden çok, bu tezleri analitik yazım standartlarına bağlılıkla kaleme almasıdır. Analitik felsefenin ortaya çıkışının felsefi ifadenin yeni ve daha yüksek standartlara kavuşması olarak selamlanması gibi, analitik Marksizmin ortaya çıkışı da Marksizmin yeni standartlara kavuşması olarak selamlanmıştır. Bu hususta, Cohenle beraber analitik Marksist grubu bir araya getiren Jon Elsterın, KMTT hakkındaki yorumu dikkat çekicidir: G.A. Cohen’in Karl Marx’ın Tarih Teorisi kitabı bir vahiy gibi çıkageldi. Bu kitap Marx ve Marksizm üzerine yazmak için gereken açıklık ve kesinlik standartlarını birden bire değiştirdi. [19]
Analitik Marksist grubun bir diğer önde geleni E.O. Wright’ın sözleri ise analitikliğin bir biçem sorunu olarak anlaşıldığını ortaya koyuyor: “Analitik başlığı, kanaatimce konuştuğumuz şeyleri tamamen apaçık hale getirecek biçimde tanımlama, terimlerin belirgin ve açık kullanımı hakkında konuşmanın bir yolu olan analitik felsefeden türetilmiştir.” Ardından, gruba kendi aralarında zırva-olmayan (harbi) Marksist [non-bullshit Marxist] adını vermelerinin ne kadar yerinde bir tercih olduğunu ekleyerek, analitik olmak ve zırva-olmamak arasındaki yakın ilişkiyi gösteriyor: “Bence, kimi yönlerden, bu niteleme grubun amacını daha iyi karakterize ediyor: Marksizmin yakasını obskürantizmden kurtarmak ve en sağlam ve savunulabilir özü tespit etmek.” [20]
Cohen ise Wright örneğinde dikkat çektiğimiz analitik olma ile zırva-olmama paralelliğini hem çok daha çarpıcı biçimde ortaya koyuyor, hem de zırva ithamının polemikçi karakterini göz önüne getiriyor. Ayrıca bu örnek zırvalık suçlamasının yalnızca Althusseri ya da Althussercileri değil, ‘Kıta Marksizmi’ diye adlandırabileceğimiz çok daha geniş bir kesimi hedef aldığını da ortaya koyuyor:
“Başkaları, yaptıklarımı ‘analitik Marksizm’ olarak adlandırmayı öğretmeden önce ben onu ‘zırva-olmayan Marksizm’ olarak adlandırıyordum. Bu daha agresif bir deyimdir, çünkü yapılanı analitik Marksizm olarak adlandırıp öte yandan diğer Marksizmlerin de geçerli olduğuna inanabilirsiniz, buna karşın yaptığınızın zırva-olmayan Marksizm olduğunu söylediğinizde, diğer Marksizmlerin ‘zırva’ olduğunu ve kendi Marksizminizin biricik meşru Marksizm olduğunu ima eder görünürsünüz.” [21]
Analitik Marksizm, işe, Marx’ın dili “terimlerin tek tanımını belirleyecek şekilde” kullanamaması [22] ya da Althusser’in dilinin belirsizlikle malul olması kabilinden hatalardan kaçınma iddiasıyla başlıyor. Bu örneklerde analitikliğin esas olarak ifadeye ilişkin bir nitelik olarak kavrandığı ve zırvalıktan azade olmakla özdeşleştirildiği daha iyi görülmektedir. Analitik Marksistler yöntem konusunda, hatta gelecek tahayüllerinde dahi uzlaşamamalarına rağmen Marxın savlarını açık ifadelere kavuşturma ve savunulabilir özü tespit etme amacında uzlaşıyorlar. Bertramın aktardığına göre, analitik Marksistlerin üzerinde anlaştıkları şeyler çok azdı ve sık sık birbirleriyle derin anlaşmazlığa düşüyorlardı. Ama hiç değilse savları ve tutumları açıklıkla belirtmeyi zorunlu saymalarıyla, eleştiriye ve tartışmaya açık oluşlarıyla kıvanç duyuyorlardı. [23]
İlk başlıkta değindiğimiz noktalardan hareket ederek bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Analitik felsefecilerce felsefe alanında yürütülen polemik, Cohen ve analitik Marksistlerce bir bütün olarak Marksizmin alanına tahvil edilmektedir. Hatırlanacağı üzere, analitik felsefecilerce yaygın olarak paylaşılan bir görüş, gerekli yazım standartlarından yoksun felsefi eserlerin Kıta Avrupası’nda ortaya çıktığı yönündeydi. Cohen kendi Marksizmine yakıştırdığı “zırva-olmayan” sıfatıyla, çok benzer bir ithamı analitik-olmayan Marksistlere yöneltmektedir. Üstelik zırvalığın adresi olarak da, Fransa’yı işaret etmektedir. [24] Aynı şekilde, Cohenin de tasdik ettiği gibi, diğer Marksizmlere atfedilen zırvalık, ne olmadığına işaret etmesiyle analitik Marksizmin tanımının bir parçası rolünü oynamaktadır. [25] Bu paralelliğin, hem zırva-olmamanın KMTTnin sıkı mantığı ve yalın biçemiyle Cohenin eserinde ─hiç değilse bir ölçüde─ ampirik yansısını bulması, hem de analitik-olmayan Marksizmler ile kendi Marksizmi arasına ayrım çizgisi çekme hususunda ideolojik bir işlev üstlenmesiyle devam ettiğini saptayabiliriz. Dolayısıyla zırva kavramını, böyle bir düşünce-tarihsel arka planı akılda tutarak ele almak, Cohenin Marksizminin kurucu unsuru ve ideolojik payandası olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.
Öte yandan, burada tartışmanın kapsamını, analitik felsefenin düşüncenin ifadesi için koyduğu standartlar ve bu standartların Cohen’in Marksizmine yansımalarıyla sınırlamaya çalıştık. Cohen, kavramların kesin tanımlarını saptamak ve aralarındaki ilişkiyi belirgin kılmak için gösterdiği gayretle, yapı itibarıyla, neredeyse saydam bir metin ortaya koymuştur. Bu eser, Marksistler için bu bakımdan örnek teşkil etmelidir. Ancak hem kimi analitik felsefecilerin “Kıta” felsefesi, hem de Cohen’in “Kıta Marksizmi” hakkındaki genellemeleri, karşı örneklerin varlığını görmezden gelebilmektedir. Söz konusu standartları yalnızca anaakım bilimsel ve felsefi çalışmaların karşılayabildiği de, gücü hayli şüpheli olan başka bir savdır. Birini bu standartlardan yoksun olmakla itham ettiğinizde, iddianızı açıklıkla ortaya koymanız beklenir. Cohen’in KMTT’de düşüncelerini ifade ederken son derece titiz davrandığını teslim etmek gerekir, fakat bu son konularda pek başarılı olduğu söylenemez.
2. Tarihsel ve Teorik Yakınlaşmalar
Cohen’in ithamının çok daha geniş bir kesimi hedef aldığı açığa çıktığına göre, “Neden Althusser?” sorusu sorulabilir. Aslında bu sorunun yanıtı, giriş bölümünde Cohen ile Althusser ilişkisinin ikili karakterine (Althusser’in eserinin hem ilham kaynağı, hem de zırva olarak değerlendirilmesi) değinilerek kısmen verildi. İlk bölüm, bu ilişkinin “zırvalık” boyutu üzerinde duruyordu, burada ise kitabın yazılmasını Althusser’e borçlu olduğunu söylemesine kaynaklık eden kimi yakınlıklara değinilecek. Cohen’in polemikçi tavrının bir nedeni Althusser’le aralarında “epeyce çok” bulunduğunu söylediği farklılıklarsa, bir diğeri de benzerliklerdir.
Marksizmin Britanyada entelektüel yükselişinin 1960lı yıllarda başladığı, bu tarihten önce ise entelektüel ve politik bakımdan Güney Avrupa ve Güney Amerikanın gölgesinde kaldığı, hatta Marksizm üzerine çalışmaların önemli bir bölümünün de eleştirel değerlendirmeler olduğu görülüyor. [26] Öyle ki, entelektüel çalışmaların ivme kazandığı dönemde tartışma başlıklarından biri de Britanyada Marksizmin, Kıta Avrupasına kıyasla göstermiş olduğu “güdük gelişme”dir. [27] Deyim yerindeyse, Marksizmin 20. yüzyıl boyunca gündeme getirilen krizine, Britanyada ve İngilizce konuşulan dünyanın genelinde bir de lokal etkisizlik eşlik etmiştir.
Bugün ise tablonun değişmiş olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde Anglo-Amerikan dünya, Marksizm üzerine entelektüel çalışmaların ağırlık merkezi haline gelmiş durumda. Callinicos, bu entelektüel yükselişin başlangıcı olarak 1960lı yıllara işaret ediyor ve Althusserin eserlerinin İngilizceye çevrilmesiyle birlikte Marksizm üzerine tartışmaların canlanmasını entelektüel yükseliş döneminin önemli bir uğrağı olarak değerlendiriyor. Takip eden yıllarda popülerlik kazanan analitik Marksizmi ise “tamamen İngilizce konuşulan dünyaya has” ilk Marksizm olarak niteliyor. [28] Sayers da benzer şekilde Britanyada Marksist felsefeye dönük ilginin yükseldiği yıllarda sırasıyla yapısalcı (Althusserci) ve analitik olmak üzere iki Marksist geleneğin ağırlığının hissedildiğini vurguluyor. [29] Jorge Larrain ise bu iki geleneğin Britanyada gösterdiği etkiyi tarihsel materyalizm tartışmaları özelinde daha çarpıcı bir dil kullanarak örnekliyor: “Ne Fleischer ve Sartre, hatta ne de Habermas, önce Althusser’in daha yakınlarda ise Cohen’in Anglo-Sakson entelektüel alandaki Marksist çalışmalara yaptığı geniş etkiyle yarışabilir [30]
Analitik felsefe ve Fransız teorisi sık sık ─Cohen’in kendisi tarafından dahi─ karşıtlık içinde düşünülse de, Marksizm söz konusu olduğunda ortaya farklı ve ilginç bir görüntü çıkıyor. Bu bağlamda, başta Cohen olmak üzere analitik Marksizmin temellerini atacak olanların birçoğunun yolunun evvela Althussercilikten geçtiğini görüyoruz. Kendini analitik Marksist olarak niteleyen Levine ise, Althusserin düşüncesinin “canlılığını koruyan kısmı[nın], analitik Marksizmle uygunluk içinde ve onun tarafından sürdürülmekte [31] olduğu iddiasını ortaya atarak, Althussercilikten analitik Marksistliğe geçişin Marksist düşüncede bir ilerlemeyi temsil ettiğini öne sürüyor.
Althusserin Marksizm yorumunun dünya çapındaki etkisinin aksine analitik Marksizm ancak lokal ve akademik bir varlığa sahip olabilmiştir. Bidet ve Kouvelakis’in tanımını [32] izleyerek, Marx ve Engels’in yapıtını yeni araçlarla, yeni bağlamlarda yorumlama gayretleri nedeniyle ve ortaya çıkışları itibarıyla hem analitik Marksizmi hem de Althusserci Marksizmi neo-Marksist girişimler olarak değerlendirebiliriz. Ancak, Althusser örneğinde bu proje Marxın eserinde gizil halde de olsa mevcut olan düşünsel yapıların ortaya çıkarılmasını hedeflerken, analitik Marksizm örneğinde Marksizmin, analitik felsefe ve ana akım sosyal bilimsel yöntemler aracılığıyla “yeniden yapılandırılması” görünümünü alıyor. Bu projelerin ilki, yapısalcılıktan, psikanalizden ve Fransız tarihsel epistemolojiisinden Marxın yapıtını değerlendirmeye yardımcı araçlar ödünç almakla yetinirken, ikincisi Marxın yönteminden çok, öne sürdüğü argümanlarla ilgilendi ve bu argümanların analiz edilip açık ifadelere kavuşturulması, neoklasik iktisadın yöntemleri gibi o güne dek genellikle anti-Marksist çalışmalara ilham olmuş bilimsel yöntemlerin edinimiyle temellendirilmesi için çalıştı. Bu anlamda analitik Marksizm, Cohen’in dediği gibi, Marksist olmadan önce analitiktir.
Cohen, kendisini “Marxın öneminin Kapitalde ve ona hazırlık niteliğindeki yazılarda bulunabileceğine” Althusser’in ikna ettiğini söyleyerek, Althusser’in Hegel etkisi altındaki “Genç Marx” ve tarih biliminin (ya da tarihsel materyalizmin) kurucusu “Olgun Marx” arasında yaptığı ayrıma gönderme yapar. Buradan hareketle, ikili arasında saptayabileceğimiz ilk benzerlik, Hegelci temaların Marksizmin bilimselliğine gölge düşürdüğü görüşüdür.
Adnrew Levine’in değerlendirmesinden hareketle, hem Althusserci hem de analitik Marksistler tarafından reddedilen Hegelci tarihselciliğin üç karakteristiğini saptayabiliriz: 1) Bütüncülük, 2) Modern bilimin öne sürdüğü formel ve deneysel bilme yolları dışında kalan diyalektik bilme, 3) Edimsel ile potansiyel arasında olduğu varsayılan içsel bir bağlantı ya da erek. [33] Üçüncü maddeyi, hem Althusserin hem de Cohenin olduğu gibi reddetme eğiliminde olduğunu kabul edebiliriz. İlk iki maddeye ise şerh düşmek gerekir.
Cohen, bütüncülüğün analitik Marksistlerin çoğu tarafından reddedildiğini söyler. Ancak bunu ─diyalektik yöntemin reddinin aksine─ analitik olmak için zorunlu bir koşul olarak öne sürmez. Çoğu analitik Marksist, toplumsal olguları açıklamanın tek uygun yolunun, onların kurucu bileşeni olarak değerlendirilen bireylerin eylemlerinden hareket etmek olduğunu iddia eder. Jon Elster gibi bazı analitik Marksistler ise Marxı “metodolojik bireycilik” adı verilen bu yöntemin öncü ve uygulayıcılarından biri olarak kabul eder. Cohen bu anlayışın, “molar fenomenleri, sırasıyla varlıkları oluşturan ve daha büyük düzeylerde vuku bulan süreçlerin altında yatan mikro-bileşenlere ve mikro-mekanizmalara atıfta bulunarak açıklama eğilimi”nden ileri geldiğini belirtir. [34] Kurduğu analojiden hareketle, bu yaklaşımın birey ile toplum arasındaki ilişkiyi atom ile molekül arasındaki ilişkiyle benzerlik içinde düşünen bir sosyal ontoloji görüşüne dayandığını söyleyebiliriz. Doğal olarak, bireyin toplumsal yapılara kıyasla daha basit bir gerçekliği temsil ettiği inancı, moleküler düzeydeki açıklamaların temel alınmasını muğlak olarak değerlendirmeye ve atomsal düzeyde açıklamaların meşru kabul edilmesine yol açar. Açıklama nesnesinin basitleşmesinin aynı zamanda açıklamanın kendisinde de bir basitleşme meydana getirdiği göz önünde bulundurulduğunda, bu tercihin ilk bölümde ele aldığımız yazım standartlarının benimsenmesinden bağımsız olmadığını söyleyebiliriz. Cohen, KMTTnin 2000 tarihli baskısına yazdığı Önsözde ilkece bireyci bir konum savunur. Fakat, aşağıda değineceğimiz gibi, bu yaklaşımla Cohenin KMTTde geliştirdiği tarih teorisi arasında uzlaşmazlık değilse de bir gerilim saptamak mümkündür.
Althusser ise bireyi toplumsal yapıların yaratıcısı değil ürünü olarak değerlendirir. Toplumsal “bütünü her-zaman-önceden-verili” kabul eder ve bireysel eyleme herhangi bir açıklayıcılık atfetmez; bu anlamda Althusser katı bir bütüncüdür. Ancak ona göre Hegelci ve Marksçı bütünlük anlayışları önemli bir farklılık gösterir. Hegelci bütünde, bütünün parçaları hiyerarşik olarak ilişkilenmezler ve ortak mevcudiyetlerinin dayanağını aldıkları bütünün ilkesine (İdea’nın diyalektik gelişimi) indirgenerek açıklanırlar. Althusser’in resmettiği şekliyle Hegelci bütünlük, parçaları bu içsel ilkenin dışavurumları olarak ele alan “ifade edici” ya da “dışavurumcu” [35] bir nedensellik anlayışına dayandığı için bilimsel açıklamaya konu olamayacak denli “manevîdir”: “Hegelci bütünlük öyle bir birlik türüne sahiptir ki, bütünün her öğesi, hangi maddi ya da iktisadi belirlenim, hangi politik kurum, hangi dinsel, sanatsal ya da felsefi biçim söz konusu olursa olsun, belirli bir tarihsel anda kavramın [İdea] kendinde varlığından başka bir şey değildir.” [36] Öte yandan Althusser toplumsal bütünü, biri diğerine ya da herhangi bir içsel ilkeye indirgenemez olan ve kendi tarihlerine sahip pratiklerin (ekonomik, politik, ideolojik, vs.), nihai kertede ekonomik düzeyin belirleyiciliğiyle eklemlendiği “yapılandırılmış bütün” kavramıyla düşünür. Balibara göre, bu keşfi Althusseri hem bireyci hem de klasik anlamda bütüncü toplum görüşlerinin dışında konumlandırmaktadır. [37]
İkinci madde ise bilginin ancak formel disiplinler (mantık, matematik) dahil olmak üzere bilimin modellerinin izlenmesiyle edinilebileceğini savunan pozitivist bilgi kuramına dayanır. Akıllarında böyle bir ayrımı tutup tutmadıklarını dikkate almaksızın hem Althusserin hem de Cohenin, Engelsten ilhamla geliştirilen diyalektik hareket yasalarının evrenselliğini ya da burada ima edildiği gibi bilgiye ulaşmanın diyalektik adı verilen ayrıcalıklı bir yolu olduğunu kabul etmediğini söyleyebiliriz. Klasik çalışmalarında Althusser, diyalektiğin Marxın bilimsel sisteminde Hegelin felsefi sisteminden farklı içerimlere sahip olacağı inancından hareketle Marksist diyalektiği tanımlamaya girişir. Ona göre, “üstbelirlenim”, “yapılandırılmış bütün” gibi kavramlarla, Marx’ın toplum teorisinde çelişki ve bütünlük gibi diyalektik kategorilere kökten yeni anlamlar yüklenmiştir. Cohen ise soruna daha genel bir perspektiften, analitik muhakeme ve diyalektik muhakemeyi karşıtlık içinde ele alarak yaklaşır. Ayrıntılı bir açıklama yapmasa da, onun anlayışına göre, diyalektik düşüncenin, varlığın çelişkili olduğu varsayımı ve parçayı daha genel düzeylere referansla açıklama eğiliminden (bağlantılılık gibi) hareket ettiğini kestirebiliriz. [38] Ancak tercihini temellendirmeye gelince, bir kez daha “analitik standartlar”ını kıstas alır ve diyalektiğin hiçbir zaman analiz kadar kesin şekilde tanımlanmadığını, bu nedenle analitik yaklaşımın daha tercih edilebilir olduğunu öne sürer. [39]
Öte yandan Cohen, Althusser’in “epistemolojik kopuş” iddiasının daha ileri imalarını desteklememektedir. Althusser bir taraftan Marx’ın kopuşunun yeni bir bilimsel disiplin kurduğunu (tarih bilimi) öte yandan bu bilimsel keşfin açıkça teorize edilmemiş bir felsefeyi zımnen içerdiğini, bu nedenle felsefi bir devrimi de beraberinde getirdiğini öne sürer. Bu düşünce Althusser’in erken dönem metafelsefe görüşünde temellenir: Bilimdeki ilerlemeler kavramsal evrende şaşkınlık yaratır ve felsefe, mevcut kavramsal uzayı yeniden yapılandırarak bu şaşkınlığı ortadan kaldırma çabası olarak ele alınır. [40] Dolayısıyla “epistemolojik kopuş” iddiası, “teorik-pratiğin teorisi” olan yeni bir felsefeyi beraberinde getirmek durumundadır. Althusser bu gereklilikten hareketle Marx’a, bilimi belirli bir hammaddenin (ideolojik ya da bilimsel kavramlar), belirli üretim araçları aracılığıyla (kuram) belirli bir ürüne (bilgi) dönüştürüldüğü bir üretim süreci olarak tasavvur etmesiyle öncellerinden ayrılan, yeni ve özgün bir felsefe (diyalektik materyalizm) atfeder.
Cohen ise felsefesi ya da yönteminden ziyade Marx’ın aslen argümanları aracılığıyla diğer düşünürlerden ayrıştığı kanaatinde görünmektedir. Ona göre, “Marx’ı anti-pozitivist bilim felsefesi saflarına koymaya yönelik son zamanların moda çabası bütünüyle yanıltıcıdır” ve Marx’ın görüşleri, onu anti-pozitivist saflara yerleştirmeye çalışanların düşündüğünden daha fazla “Victoriandır”. [41] İngiliz felsefeci Acton, Marksizme, pozitivizm ve Hegelcilik gibi birbiriyle bağdaşmayan iki felsefeyi bir araya getirdiği eleştirisini yöneltir. Cohen’in, hem Marx’ın döneminin pozitivizminden çok fazla farklılaşmadığını, hem de Hegelyan temaların Marx’ın eserinin bilimsel niteliğini gölgelediğini savunarak Althusser ile Acton arasında orta yol tuttuğunu söyleyebiliriz.
Daha verimli tartışmalara olanak tanıyan bir yakınlaşma ise tarihsel materyalizm konusunda saptanabilir. 1960 ve 70’li yılların tarihsel materyalizm tartışmalarında felsefi ve bilimsel olmak üzere iki ayrı hattın varlığından söz edebiliriz. Althusser ve Cohen’in çalışmaları, Marksizmin teorik ve pratik boyutları arasında ayrım gözetmeleri, tarihi geçmiş olaylarla özdeşleştirmek yerine tarihsel değişimleri birtakım yapısal değişiklikler olarak anlamaya gayret etmeleri ve kolektif eylem üzerindeki yapısal kısıtlara dikkat çekmeleri gibi bir dizi nedenle felsefi nitelikteki tarihsel materyalizm yorumlarından ayrılır. Jorge Larrain benzer bir ayrım yaparak Althusser ve Cohen’in bilimsel hattını, Sartre, Fleischer ve Habermas gibi isimlerin felsefi hattının karşısında konumlandırır. Onun anlatımıyla, “Fransa’da Althusser ve İngiltere’de Cohen, tarihsel materyalizme ilişkin sistematik yorumlar önerdiler, aralarındaki büyük farklılıklara ve birbirlerinin görüşlerine çok az itibar etmelerine rağmen ikisi de kesin ve bilimsel formülasyonlarla ilgilenmekte ortaklaşıyor ve tarihsel materyalizmin herhangi bir açıklayıcı güce sahip olmasının bütünüyle ve kesin olarak tespit edilebilecek yapısal faktörlerin insan eylemlerini, sınıf mücadelelerini, toplumsal değişimi ve tarihsel gelişimi etkileyip belirlemesinden kaynaklandığı inancını paylaşıyorlardı.” [42]
“Althusser (…) tarihi öznesi olmayan bir süreç’ olarak tasarlayıp, insanları nesnel yapıların taşıyıcları’ veya destekleyicileri’ olarak, öznelliğin kendisini de ideolojinin bir yapılandırması olarak görmüştür.” [43] Althusser’inkine benzer olarak, dikkat çekildiği üzere Cohen’in tarihsel materyalizm yorumu da güçlü bir yapısal eğilime sahiptir. Tarihsel gelişimi basitçe, üretken güçlerin gelişme eğiliminde olduğu ve üretim ilişkilerinin bu gelişimle bağdaşıp bağdaşamamaları nispetinde yükselip düştüğü bir süreç olarak tasarlar. Ona göre kolektif eylemin başarısı, üretken güçler ile üretim ilişkileri arasında açığa çıkan yapısal çelişki tarafından belirlenmiştir. Öte yandan, Jon Elster gibi diğer bazı analitik Marksistlerin benimsediği metodolojik bireyci yaklaşım, bireysel eylemi önceler ve toplumsal yapıların bireysel eylemlerin sonucu olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Alex Callinicos buradan hareketle Cohen’in ortodoks tarihsel materyalizm yorumu ile diğer analitik Marksistlerin bireyci yaklaşımı arasında açık bir ayrım gözetir: “Cohen’inki, tarihin aslen insanın üretkenlik gücünün artması olduğu ve toplum biçimlerinin bu büyümeyi mümkün kıldıkları ya da engelledikleri derecede güçlenip yıkıldığı eski moda bir tarihsel maddeciliktir. Böylelikle üretici güçlere başlıca rolü veriyor ve aynı biçimde ısrar ediyor ki, Marksizm temel olarak davranışla değil, ama onu sınırlayan güçler ve ilişkilerle ilgilenir.’ [Cohen’den alıntılıyor.] O halde Cohen için, tarihsel değişimin açıklanmasında yapı etmenlikten önce gelir. Buna karşın, pek çok diğer analitik Marksist, özellikle Jon Elster ve John Roemer, bunun yerine toplumsal yapıların bireysel insan eyleminin niyetlenilmemiş sonuçları olduğunu savunan yöntembilimsel bireycilik doktrininin yanında yer almıştır. ” [44] Chilcote & Chilcote, KMTT’nin bireysel düzeyde açıklamalara önemli bir yer vermeksizin kendi ayakları üzerinde durduğunu belirtir ve Cohen’in tarihsel materyalizm yorumunun bireysel tercihe odaklanan analitik Marksist çalışmalarla uzlaştırılmasının zor olduğu, hatta öyle ki doğrudan Althusser’in etkisi altında gelişen yeni yapısalcı anlayışla daha iyi uyuşmakta olduğu sonucuna varır. [45] Burada, Cohen’in teorisinin bireyci bir angajmanla ele alınmasının olanaksız ya da hatalı olduğu gibi bir imada bulunmak istemem. Ancak KMTT’de geliştirilen tarih teorisinin farklı okumalara açık olduğunu ve analitik Marksistlerin yöntemsel tercihleriyle birlikte ele alınmasının ilkece zorunlu olmadığını görmek önemlidir.
Sonuç
Burada, Cohenin sözlerinden hareketle ancak başlangıç niteliğinde olabilecek değerlendirmelerde bulunduk. İlk bölümde, Cohenin Althusser ve diğer Marksistlere dönük ithamının polemikçi karakterinin analitik felsefedeki köklerini göstermeye çalıştık. Cohenin ithamının, analitik felsefeciler tarafından Kıta felsefecilerine yöneltilen eleştirilerin Marksizm alanına tahvil edilmesi olarak değerlendirilebileceği sonucuna vardık. Ancak bu polemikçi karakter, Cohenin, Marksizmi, argüman kurmada eşine pek rastlanmayan bir titizlikle tanıştırdığı gerçeğini gölgelememelidir. Marksistlerin bugün bu konuda hem analitik felsefeden, hem de analitik Marksizmden öğrenmesinin önünde herhangi bir engel yoktur.
İkinci bölümde, bu polemikçi tutumun arkaplanında iki düşünür arasındaki farklılıklar kadar tarihsel ve teorik ortaklıkların da yattığını öne sürdük. Tarihsel ortaklık Britanyada Marksizmin kendine has gelişiminden ileri gelmektedir. Teorik ortaklaşmalar ise esas olarak Marksizm için öngördükleri geleceğin bilimsel karakterinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu yazının, tam da bu noktada ortaya çıkan ayrışmaları es geçmek gibi önemli bir eksikliği bulunuyor. Tarih teorisi konusundaki bu ayrışmaların incelenmesi iki düşünürün sözlerinin dışına çıkıp, 20. yüzyıl Marksizminin ulaştığı en ileri noktaları temsil eden geniş bir külliyatın ele alınmasına da imkân tanıyacaktır.

[1] G. A. Cohen, Karl Marx’ın Tarih Teorisi: Bir Savunma, Çev.: Ahmet Fethi, Toplumsal Dönüşüm Yay., İstanbul 1998.

[2] G.A. Cohen, History, Labour and Freedom, Oxford University Press, Oxford 1988, s. 136

[3] Cohen, Karl Marx’ın Tarih Teorisi, a.g.e., ss.11-12

[4] Cohen bu iddiayı iki ayrı yerde dile getirir. Bunlardan biri, 2000 yılında, Karl Marx’ın Tarih Teorisi kitabının İngilizce yeni baskısına yazdığı giriş yazısıdır. Bu yazı, Teori ve Politikanın elinizdeki sayısında “Analitik Marksizm Üzerine Düşünceler” başlığıyla yayımlanıyor.

[5] Cohen, a.g.e., s. 12

[6] Teori ve Politika’nın elinizdeki sayısında yer alan “Marx İçin, Kapital’i Okumak’tan Daha mı Az Zırva?” başlıklı yazı.

[7] Neil Levy, “Analytic and Continental Philosophy: Explaining the Differences”, Metaphilosophy, Nisan 2003, s.291.

[8] Leiter’dan aktaran Aaron Preston, Analitik Felsefe: Bir Yanılsamanın Tarihi, Çev.: Meriç Mete, İdea Yayınları, İstanbul 2016, s.22.

[9] Simon Glendinning, The Idea of Continental Philosophy, Edinburgh University Press, Edinburgh 2006, s.3.

[10] Mike Fuller, “The Continental Rift”, https://philosophynow.org/issues/7/The_Continental_Rift.

[11] Gary Gutting, “Bridging the Analytic-Continental Divide”, https://opinionator.blogs.nytimes.com/2012/02/19/bridging-the-analytic-continental-divide/.

[12] Hepsi de saygın isimler olan bir grup analitik felsefecinin, Cambridge Üniversitesi’nin Derrida’ya fahri doktora vermeyi gündeme getirmesine itiraz etmek için kaleme aldıkları yazıdan. İlk olarak The Times’ın 9 Mayıs 1992 tarihli nüshasında yayımlanmış. Neil Levy, a.g.e., s.296.

[13] Leiter’dan aktaran Aaron Preston, a.g.e., s.23.

[14] Valerie Hobbs, “Accounting for the Great Divide: Features of Clarity in Analytic Philosophy Journal Articles”, Journal of English for Academic Purposes , 15 (2014), ss. 30-31.

[15] G.A. Cohen, “Complete Bullshit”, Michael Otsuka (Ed.), Finding Oneself In The Other içinde, Princeton University Press, New Jersey 2013, ss.112-132. Söz konusu makalenin genişletilmiş versiyonudur.

[16] Cohen, a.g.e., s.105.

[17] Andrew Levine, Marksizmin Geleceği Var mı?, Çev.: Ali Çakıroğlu, Aykırı Yayınları, İstanbul 2004, s.151.

[18] Cohen, Karl Marx’ın Tarih Teorisi, a.g.e., s. 9-10.

[19] Jon Elster, Making Sense of Marx, Cambridge University Press, Cambridge 1985, s.xiv.

Alex Callinicos, “Anglosakson Marksizmi Nereye?”, Çev.: Şükrü Alpagut; Jacques Bidet, Stathis Kouvelakis (ed.), Çağdaş Marksizm İçin Eleştirel Kılavuz içinde, Yordam Kitap, İstanbul 2012, s.96.

[20] Erik Olin Wright, “Why Class Matters?”, https://www.jacobinmag.com/2015/12/socialism-marxism-democracy-inequality-erik-olin-wright/.

[21] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, Princeton University Press, Princeton 2000, s. xxvi.

[22] Cohen, Karl Marx’ın Tarih Teorisi, a.g.e., s. 328.

[23] Christopher Bertram, “Analitik Marksizm”, Çev.: Şükrü Alpagut; Jacques Bidet & Stathis Kouvelakis (Ed.), a.g.e., s. 132.

[24] Cohen, “Complete Bullshit”, a.g.e., s. 108.

[25] Cohen, Karl Marx’s Theory of History, a.g.e., s.xxvi

[26] İlk akla gelenler Popper, Acton ve Plamenatzın çalışmaları.

[27] Alex Callinicos, a.g.e., s. 91.

[28] Callinicos, a.g.e., s. 96.

[29] Sean Sayers, “Marxist Philosophy in Britain”, Modern Philosophy, 2008 (2), ss. 53-54.

[30] Jorge Larrain, Tarihsel Materyalizmi Yeniden Yapılandırmak, Çev.: S. Çeviker, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2018, s. 12.

[31] Andrew Levine, a.g.e., s. 147.

[32] “Son zamanlarda ‘post-Marksizmler ve ‘neo-Marksizmler hakkında pek çok şey söylenmiştir. Aralarında ayrım yapmak her zaman kolay olmamasına karşın, ikisi ilke olarak birbirinden farklıdır, çünkü birisi Marksist paradigmanın tükendiğini ilan ederken; ötekisi, Marxtan alınmış belirli fikirlerle özel bir ilişkiyi devam ettirerek onları yeni bağlamlarda yeniden yorumlayan ya da farklı geleneklerle birleştiren sorunsallar ortaya atar.” Jacques Bidet & Stathis Kouvelakis , “Marksizm, Post-Marksizm, Neo-Marksizmler”, Çev.: Şükrü Alpagut; Jacques Bidet & Stathis Kouvelakis (Ed.), a.g.e., s. 13.

[33] Levine bu başlıkları; 1. Holizm (Bütüncülük), 2. Bilimcilik karşıtlığı, 3. Olgu-değer ayrımı olarak belirler. Burada ikinci başlığı açarak ifade etmek, üçüncü başlığı ise erekselciliğin kökeninde neyin yattığı hakkında tartışmaya girmemek niyetiyle yeniden adlandırdım. Andrew Levine, a.g.e., ss. 84-87. 

[34] G.A. Cohen, a.g.e., s. xxiii.

[35] Louis Althusser, Kapitali Okumak, Çev.: Işık Ergüden, Nora Kitap, İstanbul 2017, ss. 432-433.

[36] Louis Althusser, a.g.e., ss. 302-303.

[37] Etienne Balibarın 1996 Tarihli Baskıya Önsözü. Louis Althusser, Marx İçin, Çev.: Işık Ergüden, İthaki Yay., İstanbul 2015, s. 13.

[38] “Klasik analitik mantıkta özdeşlik yasası, A=A, bir simgeyi, işaret ettiğine bağlamaya yarar. Çelişki yasası, özdeşlik yasasını sorgulayacağından dolayı, Anın ve olumsuzlaması A-olmayanın üst üste gelemeyeceğini belirtir. (…) Ancak diyalektik mantık, A’nın A-olmayana eşit olabilmesinin olanaklılığına dayanır.” Kay Salleh, “Diyalektikler, Sorunsallar”, Çev.: Sina Güneyli, Teori ve Politika, Sayı 8, Güz 97, s. 71. İkinci noktayla ilgili olarak Sean Sayers, Cohenin analitik yönteminin ilişkiyi, o ilişkiye tabi olan şeylere (ya da terimlere) dışsal olarak değerlendirdiğini,  böylece nesneleri yalıtık halde ele aldığını ve bu nedenle diyalektik dışı olduğunu söyler. Sean Sayers, “Marxism and The Dialectical Method”, Radical Philosophy, Sayı 36 (Bahar 1984), s. 4.

[39] G.A. Cohen, a.g.e., s. xxii-xxiii.

[40] Andrew Levine, a.g.e., s.103. Ayrıca bkz.: Louis Althusser, Kapitali Okumak, a.g.e., ss.274-275

[41] G.A. Cohen, Karl Marx’ın Tarih Teorisi, a.g.e, s. 365, 63.

[42] Jorge Larrain, a.g.e., ss. 6-7.

[43] Alex Callinicos, Tarih Yapmak, Çev.: Nermin Saatçioğlu, Doruk Yay., İstanbul 2009, s. 15.

[44] Alex Callinicos, a.g.e., s.106-107.

[45] Edward B. Chilcote & Ronald B. Chilcote (1992), The Crisis of Marxism: An Appraisal of New Directions, Rethinking Marxism: A Journal of Economics, Culture & Society, 5:2, s. 94.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar