Ana SayfaArşivSayı 75Kopuş Kavramının Laçkalaştırılması

Kopuş Kavramının Laçkalaştırılması

Kopuş Kavramının Laçkalaştırılması

Vedat Düşküner

Epistemolojik kopuş kavramı Althusserin Marksist literatüre yaptığı en önemli katkılardan biridir. Kopuş kavramı Althusserin kullanımından sonra farklı bağlamlarda kullanım konusu oldu ve daha da olacağa benziyor.

Althusser, sistemli teorik çalışmasında kopuş kavramını kesinliği içinde, hiçbir yanlış anlamaya yer bırakmayacak biçimde bir teorik kavram olarak kullanır, fakat buna rağmen kendisi de kavramı kontrol edemeyerek laçkalaştırır. Althusser, bunun önüne geçmek için kendi kopuş tanımını vererek, kopuş kavramını çalışmalarının merkezine alanların da aynı hataya düşmesini önlemeye çalışır, ama bu çabasında başarılı olduğu söylenemez. Kendi denemelerini kopuş kavramına bağlayanlar, kavramın teorik anlamını geri plana atarak sıradan, gündelik anlamını ön plana çıkardılar. Bu haliyle kopuş kavramı teorik düşüncede teorik olmayan bir biçimde var olarak fiilen “sonucuna götürme”, “en ileride olma” ve nihayet aşma teriminin yerini almış oluyor.
Türkiyede Marksizm üzerine yapılan tartışmalarda özellikle İbrahim Kaypakkaya düşüncesi söz konusu olduğunda gündeme gelen kopuş kavramının yerli yersiz kullanımının yarattığı anlam bulanıklığı nedeniyle, bu kavramın Althusser düşüncesinde nasıl işlevlendirildiğini hatırlatmakta yarar var.
Althusser’de epistemolojik kopuş
Althusser, 1960’lı yıllarda geliştirdiği teorik çalışmalarını makaleler derlemesinden oluşan Marx İçin’de toplayarak kitaplaştırdı. Marksizm genel alanında teorik tartışma konusu olan derleme, Althusser sorunsalının ayırt edici yanını gözler önüne serer.
Althusser Marx İçinde ve ortak yazarlı çalışma olan Kapital’i Okumakta Marksist bir teorik düşünce çizgisi ortaya koyar. Bu anlamda Althusserin amacı bilgi üretim biçimlerini açıklamayı mümkün kılan kategoriler önererek, Marksist felsefi teorinin temel kategori ve kavramlarını oluşturmaya çalışmaktır. Althusser, Marxın bitiremediği ve Marksist felsefenin olasılığı üzerine yapılan tartışmalara rağmen daha sonra Marksist düşüncenin yakasını bırakmayan bir projeye kendi başına yeniden başlar. Pratikle ilişkili teorinin statüsünü tanımlamaya, bilimsel-bilgiye ve politik eyleme yol açan kavramların tanımında izlenecek yol haritasının hatlarını belirlemeye çalışır. Kısacası Althusser, bu projede yalnızca Kapital’in mantığını ya da teorisini değil, aynı zamanda bu teoride pratik halde mevcut bulunan bilimsel-bilginin teorisini de kurmayı amaçlar. Althusser, Marx okumalarından çıkardığı sonuçları iki temel teorik kavrama, “sorunsal” ve “epistemolojik kopuş” kavramına bağlar.
Althusser’in kendi düşünce düzeyinde ideolojik düşüncelerden epistemolojik kopuşu gerçekleştirip gerçekleştirmediği sorusunu yanıtlamak için onun sorunsalının hangi ana tema etrafında örgütlendiğini bilmek ve açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Ancak amacımız Althusserci girişimin ayrıntılarını tartışmak olmadığı için burada sadece konumuzu ilgilendiren belli başlı görüşlerini özetlemekle yetineceğiz.
Althusserin, Marxın erken dönemini ideolojiden epistemolojik kopuşa dayalı okumasının vaat ettiği şey, bilimsel bir girişim olarak Marksizmin toptan bir yeniden canlanmasından başka bir şey değildi. Althusserin Marx okuması, tarihi üretici güçlerin önlenemeyen gelişimi olarak yorumlayan mekanik ekonomizm ile onun ayna imgesi olan ve tarihi öznenin kendi yabancılaşmış özünün üstesinden gelmesi olarak yorumlayan Lukacs, Korsch ve Gramscinin Hegelci Marksizmi arasında bir hat kuruyordu. Birinci yorum, Marksizmin doğa bilimleri modelini dogmatik bir biçimde özümsemesi ve pozitivist yorumu olarak görülürken, ikinci yorumda ise Marksizmin, gerçek bilimsel statü iddiasını tamamen terk ederek tarihselciliğe yani bilginin kendi varoluş koşullarına indirgenmesine dayanıyordu. Ekonomizmi, tarihselciliği ve hümanizmi, tarihi ya tekil bir nedene ya da bir öznenin dışavurumuna indirgeyen bilimdışı girişimler olarak eleştiren Althusser, sorunu kaynaklara yani Marxa dönerek çözmeyi öneriyordu. Bu amaçla Althusser, Marxın düşüncesini iki döneme ayırıyordu. Buna göre Marxın düşüncesinde, Doktora Tezinden El Yazmaları ve Kutsal Aileye kadarki tüm metinleri ideolojik; 1844 sonrası metinler ise bilimsel dönemine aittir. Althusser, Marxın bu iki dönemi arasında epistemolojik nitelikte bir kopuş olduğunu iddia ediyor ve kopuşa bir öznellik atfetmiyor. Ona göre epistemolojik kopuş, bilimsellik öncesi ideolojik sorunsalın bilimsel bir sorunsala dönüşümünü ifade ediyor. Kopuş, ideolojik olandan bilimsel olana geçiş olarak artık geri döndürülemez, tamamlanmamış bir sürecin başlangıcıdır.
Alman İdeolojisinden itibaren saptanabilen ve geri dönüşü olmayan bir olay olarak ortaya çıkan epistemolojik kopuş, bilimsel teori içinde Tarih kıtasının bilimsel düşünceye açılmasını ifade eder.
Marksizmin teorik bir anti-hümanizm olduğunu ifade eden Althussere göre, bu, Marksizmin politik ve ideolojik olarak insan hak ve özgürlüklerine duyarsız olduğu anlamına gelmez. Aksine bu düşünce dizgeleri ideolojik Marksizm sorunsalına aittir. Marksist teori, belirli toplumsal tarihsel koşullar çerçevesinde kitle ideolojisi olarak bu temaların kullanılması işlevini görür, yani Marksist ideoloji bu tür temalardan oluşur. Ancak teorik anti-hümanizm teorik bir sorundur ve teorik bir sistem olarak teorik Marksizmin yapısı ile ilgilidir.
Yaygın görüşte olduğu gibi Marksizm özünde bir hümanist felsefe ise analizinin merkezine insanın özünü almak zorundadır. Bu felsefenin temel görevi insanın özünü ve insanın temel ihtiyaçlarını araştırmak olmalıdır. Bu durumda Marksist felsefeyi tarihte birçok benzeri bulunan hümanist felsefelerden ayıran farklılık ne olabilir? 
Althusser bu soruyu ideolojik bularak reddediyor ve Marksist teorinin dışına koyuyor. Ona göre Marksizm her şeyden önce tarih bilimidir. Tarih bilimine göre, tarih öznesiz, ereksiz bir süreçtir. Bu nedenle tarih insanın özünden oluşmaz. Marksizm, temelinde tarih bilimi olduğuna göre, kendi bilimsel terim ve kavramlarını kullanarak çalışır ve kendi nesnesinin bilimsel bilgisini üretir. Şu halde tarihi değişmez bir insan özü temeli üzerine kurulmuş felsefelerde değil, üretim güçleri, üretim ilişkileri ve bunların toplumsal taşıyıcıları olarak sınıflar gibi kavramlarla açıklayan bir yaklaşımda “insan özü diye bir kavram yoktur. Bu temel kavramların başında üretim tarzı, üretim güçleri, üretim ilişkileri, egemen sınıf ve ezilen sınıf, sınıf mücadelesi gibi nesnel, bilimsel kavramlar gelir.
Althusserin, tarih biliminin başlangıç kavramlarının Marx tarafından kuruluşunu kopuş olarak tanımladığında söz konusu ettiği şey, bu kavramlarla daha önceki terim ya da kategoriler arasındaki farklılık ve süreksizliktir.
Althusser’e göre, Tarih felsefelerinin insandan, iktisadî özneden, gereksinmeden, gereksinim değerinden, uygar toplumdan, yabancılaşmadan, hırsızlıktan, haksızlıktan, tinden, özgürlükten söz ettiği yerde, Marx kendi erken dönem çalışmalarından kopuşuyla birlikte, üretim tarzından, üretken güçlerden, üretim ilişkilerinden, altyapı ve üstyapıdan, ideolojilerden, sınıflardan, sınıflar savaşımından vb. söz etmeye koyuldu.
Althusser bunu, Bu süreklilik ilişkisi yokluğuna, bu teorik ayrılığa, bu diyalektik sıçramaya bir epistemolojik kopuntu, bir kopma adını verdik sözleriyle anlatıyor. Althusser, epistemolojik kopuşu Marx İçin ve Kapitali Okumak adlı çalışmalarında genel olarak bilim ile genel olarak ideoloji arasında düşünüp ele aldığını, oysa kopuşun Marksist bilim ile onun kendi ideolojik tarih öncesi arasında gerçekleştiğini ifade ediyor. Kopuşu bilim-ideoloji karşıtlığına indirgeyen önceki yaklaşımını Marksist teorinin eleştirisine sunan Althusser, buradan çıkardığı varsayımlar sonucunda önceki tanımını düzeltiyor ve kopuşu yeniden tanımlıyor.
Althusser, özeleştiri döneminde, Marksist bilim ile onun ideolojik tarih öncesi arasında teorik bir süreksizlik olduğunu ve kopuşu Marx’ın kendisinde de aramak gerektiğini belirtiyor. Althusser, bilim ile ideoloji arasında karşıtlık kuran ve kopuşu epistemolojik düzeyle sınırlayan önceki yaklaşımını düzeltiyor ve kopuşun ontolojik boyutlarının da olduğunu belirtiyor: Marx, burjuva ideolojisinden kopmakla, egemen burjuva ideolojisi dünyasıyla kendi politik ve felsefi konumları arasındaki uzlaşmazlığı politik ve ideolojik olarak yaşadıktan sonra kendi konumlarına ulaşabilmiştir.
Bu durumda kopuş, sadece ideolojik tarih anlayışlarından değil, burjuva ideolojisinin ve onun teorik oluşumlarının da içinde bulunduğu bütünden, bu ideolojik sorunsaldan kopuştur. Böylece Althusser, ideolojik sorunsala bağlı terimlerle oluşturulan bütün ile Marksizm arasındaki kategorik ayrımı ifade eder.
Althussere göre dinsel, ahlaki, hukuki ve siyasal esinli ideolojik görüşler, kısacası tarih felsefeleri, toplumda ve tarihte olup biteni açıklama iddiasında olsalar da gerçekte, toplumlar tarihini yöneten mekanizmaların üzerini ideolojik nosyonlar altında gizlemekten başka bir işlev görmüyorlardı. Söz konusu olan bir rastlantıdan ziyade toplumsal-tarihsel sürece organik olarak bağlı bir zorunluluğun sonucudur. Zira, bu ideolojik görüşler işlevleriyle bir bütün oluştururlar ve onların toplumsal tarihsel süreçteki asıl işlevi üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlamaktır. Marx, bu pratik ideolojilerin teorik ifadelerinden koparak, Tarih kıtasını teorik düşünceye yani bilimsel teoriye açmıştır. Kopuşun tarihsel boyutlarına dikkat çeken Althusser, Marxın gerçekleştirdiği kopuşun epistemolojik nitelikte bir kopuş olduğunu özenle belirtiyor.
Althusser, Marxın teorik düşüncesinde tarihsel bir öneme sahip bulunan kopuşu kabul edenler ve onu hiçe indirgeyenler arasında bir karşıtlık olduğunu ve bu karşıtlığın da siyasi olduğunu vurgulayarak, Marksizm alanındaki teorik, ideolojik mücadeleye dikkat çekiyor. Buna göre, kopuşu burjuva ideolojisinden kopuş, yani ideolojik bir kopuş olarak anlayıp tanımlayanlar ile kopuşu epistemolojik bir kopuş olarak ele alıp tanımlayanlar arasında teorik olarak uzlaşmaz bir karşıtlık ve mücadele söz konusudur. Kopuşu, ideolojik bir kopuş olarak anlayanlar Marksist bilimin tarihsel ve sınıfsal olduğunu ileri sürüyorlar.
Bu anlayışa göre, Marksizm ayrıştırılamaz bir bütündür. Bilim, felsefe ve politika gibi ayrımlar inşa etmek Marksizm açısından söz konusu değildir, zira Marksizmin bileşenleri içsel bağlarla birbirine bağlı ve iç içe geçmiş haldedir. Bu anlayış açısından Marksizm, geleneksel felsefeyi ve onun idealizm-materyalizm karşıtlığını aşan yepyeni bir felsefedir. Marksizmi felsefe ile temellendirenlere göre, Marksizmin bilim de olduğunu söylemek, Marksizmin devrimci niteliğini ortadan kaldırmak anlamına gelir. Çünkü bilimle devrim uyuşmaz; yasalılık ve zorunluluk, olanı onamak durumundadır.
Marksizmi felsefe ile temellendirenler, anlayışlarını insan öznesine vurgu yapan bir felsefi akıma dayandırarak kendi Marksizm anlayışlarını bu felsefeyle ilişkilendiriyorlar. Onlara göre, Marksizmin ayırt edici özelliği, Marxın tarihin öznesini tek evrensel sınıf olan proletarya olarak ilan etmesidir. Bu anlayış için Marksizm işçi sınıfının bilimsel dünya görüşüdür, Marksizm işçi sınıfının ideolojisidir.
Althusser bu anlayışa karşı çıkar. Ona göre öznenin insan, ulus veya proletarya olması kategorik bir farklılığı ifade etmez. Kaldı ki özneden yola çıkan bir görüş burjuva ideolojisinin teorik ön varsayımlardan hareket etmek zorundadır. Onun içindir ki bu görüşler reddederken bile burjuva ideoloji dünyasının dışına çıkamamaktadır.
Buna karşılık, kopuşun epistemolojik olduğunu savunanlar, tarih biliminin, diğer bilimsel adlı disiplinler gibi sınıfsal ve tarihsel olmadığını kabul ediyorlar. Bu anlayışa göre, Marksizmin yeniliğini ve burjuva ideoloji dünyasından başka bir dünyaya ait olmasını mümkün kılan, onun daha önce olmayan bir bilimi oluşturması ve temellerini ondan almasıdır. Bu anlayış için Marksizm, işçi sınıfının bilimi, bakış açısı veya ideolojisi değildir. Bu tür nitelemeler, teorik bir sistem olan Marksizmin teorik bütünsel yapısını tanımlayamaz. Bu görüşler ideolojik Marksizme dahildir. Marksizm, bütünsel teorik bir yapı olarak, işçi sınıfının toplumsal gerçeği algılayış ve bilgiye karşı konumlanışından kategorik olarak farklı bir yaklaşımın kendisidir. Marksizmi bilim, felsefe ve politika bileşenlerinden oluşan açık uçlu bir bütünsel yapı olarak tanımlayan bu anlayış, önceki anlayışın aksine, bilim, felsefe ve politika arasında ayrımlar olduğunu ifade ediyor ve Marksizm bileşenleri arasındaki ilişkiyi nesnelerinin farkını gözeterek tanımlamaya çalışıyor.
Bilim, felsefe ve politikadan oluşan epistemolojik bütünün tarihsel oluşla dolaysız ilişkisinden söz edilemez. Marksist teorik bütünün ele aldığı nesnesi gereği ontolojiyle ilişkisi bütünün açık ucu olan politika dolayımıyla gerçekleşir. Marksist teorik bütünselliğin ontolojiyi içermesiyle, teorik-politika, Marksist bütünlük bakımından teori ile pratik arasındaki ilişkiyi kendinde ifade eder. Buna göre, Marksist bilim ve felsefenin nesnel gerçekle doğrudan ilişkisi yoktur. Burada teorik olarak bağlantıyı kuran politikadır ve politikanın nesnesi, içinde olunulan gerçek yani konjonktürdür.
Marksizmi işçi sınıfının ideolojisi ilan edenler ve diyalektik materyalizmin yasalarını sınıfsal temelde keşfedenler, Marxın metinlerinde bulunan çelişkili durumu çözmede teorik olarak pek rahatlar. Marksizmi aşma kavramı altında tarihsel süreklilik içinde düşünen bu anlayışın pratik uygulanmasında, bilimle politikayı felsefenin nesnesi haline getirerek, bilim ve politikayı tarih felsefesi ve politika felsefesine dönüştürerek sorunu çözmüş oluyorlar.
Marxın, işçi sınıfının ideolojisinin öncüllerinden etkilenerek kopuşu gerçekleştirmesi, işçi sınıfı ideolojisinin kopuşu zorunlu kıldığı anlamına gelmez. İşçi sınıfı ideolojisi, kopuşun ontolojik koşulunu oluşturuyor. Bu ontolojik koşul, Marksizmin genel bütünlüğünü sağlamayı ifade ediyor, Marxın epistemolojik kopuşla kurduğu Tarih biliminin işçi sınıfı ideolojisi olduğu anlamına gelmiyor. Tarih bilimi sınıfsal değildir, ama incelediği toplumsal tarihsel süreçte sınıflara ve onların ideolojilerine işaret ediyor ve işçi sınıfı ideolojisinin tarihsel süreçte ne anlama geldiğini belirtiyor. Ancak bu, epistemolojik bir belirlemedir ve ontolojik algılamanın konusu edilemez. Marxın gerçekleştirmiş olduğu bilimsel buluş insanlık tarihinde eşi benzeri görülmeyen teorik bir olaydır ve bu olayın geri dönüşü yoktur.
Bu saptamalar elbette önemlidir, fakat bununla yetinmemek, söz konusu saptamaların teorik sonuçlarını üstlenmek için Marksist teorinin teorik oluşum koşullarını teorik alanda düşünmek ve ifade etmek gerekiyor.
Engels ve Lenin, Marksist teorinin ortaya çıkışını saptamanın yeterli olmadığını belirterek, ortaya çıkış koşullarının Marksist teorinin ilkelerine uygun bir çözümlemesini yapıyorlar. Bu çözümlemenin ilk öğelerini Marksizmin üç kaynağı biçiminde sunuyorlar: Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizmi.
Üç kaynak teorisinde asıl önemli ve dikkate değer olan şey, bu teorinin, Marxın keşfinin, Marxın bireysel dehasının ürünü olarak değil; ayrı ve bağımsız öğelerin birleşmesinden doğan bir sonuç olarak düşünülüp açıklanmasıdır. Ancak bundan sonra bileşime katılan öğeler bu sonuca göre tamamen yeni bir anlam kazanırlar. Bu anlam her bileşende farklı sonuçlar yaratır.
Marxın buluşunun tarihsel teorik zorunluluğunu anlamak için bunları birey Marxın faktörü olduğu teorik tarihin olayı olarak ele alıp düşünmek gerekiyor. Bu teorik tarihin kendisi de toplumsal ve politik bir tarih zemininde ilerlemektedir. Marxın buluşu bu teoriler tarihi alanında düşünüldüğünde belirli bir sosyo-politik konjonktür zemininde ve belirli bir teorik-ideolojik konjonktür içinde üç kaynağın bileşiminden doğan devrimci bir sonuca dönüşür. Marxın gerçekleştirdiği epistemolojik kopuş bu teoriler tarihi alanında anlaşılmalıdır.
Bununla birlikte Engels ve Lenin, Marksist teorinin oluşumunu salt içsel epistemolojik bir anlayışla savunmazlar. Marksizmin genel bütünlüğünü savunurlar. Bu genel bütünlük içinde üç teorik öğenin arka planına işaret ederler ve üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki belirleyici dönüşümün toplumsal-tarihsel düzeyde sınıf savaşımı biçimine büründüğünü hatırlatırlar. Kısacası, bu üç teorik öğenin pratik ideolojiler olduğunu anımsatırlar, ki Marx da yazdığı mektupta burjuva tarihçilerinin ve iktisatçılarının kendisinden önce sınıflar savaşımından söz ettiklerini belirtir. Sınıflar ve sınıflar savaşımı az çok soyut biçimler altında bu üç teorik öğede de düşünülmüş ama aynı zamanda gizlenmiştir. Çünkü bu teorik öğeler ideolojik bir özlüktedir.
Bu üç teorik öğenin bileşiminin Marksist teorinin ortaya çıkışıyla sonuçlandığını saptamak önemlidir, ancak yeterli değildir. Bu bileşimin bir bilimsel ayrılmayla ve kopmayla sonuçlandığını ortaya koymak gerekir.
Althusser, Marksist bilim ile öncesini tartışırken, Marksist teorinin temel kavramlar dizgesinin bir bilim teorisi şeklinde işlediğini ve konusunun sonsuzluğu içinde yeni bilgiler ürettiğini, buna karşılık eski görüşlerin temel teorisi[nin] bize yeni bilgiler üretmek için (geçici) bir doğru (verite) olarak işlemek şöyle dursun, tam tersine kendini pratik bakımdan Tarihin doğruluğu (verite), onun etkisiz, kesin ve mutlak bilgisi olarak ortaya koyan, kısacası terimin bilimsel anlamıyla konusuz olduğu için gelişimsiz olan ve bunun sonucunda da gerçek içinde kendi öz yansısından başka bir şey görmeyen, kendi içinde kapalı bir dizge olarak göründüğünü söyleyerek bilimsel bilginin açık uçluluğunu ifade eder.
Bu görüşler, sınıflı toplumlar tarihinde burjuva ideolojisinin teorik ifadelerinden başka bir şey değildi. Marx, bu ideolojik görüşlerden koparak Tarih kıtasını bilimsel bilgiye açmıştır. Marx’ın bilimsel bulgusu, kapitalizm olarak bilinen toplumsal yapının işleyiş mekanizmasının bilgisini veriyordu.
Marksist teorinin oluşumundan önce de var olan işçi hareketi, ütopyacı sosyalizmin, anarşizmin ve benzeri ideolojik görüşlerin etkisi altında bulunuyordu. Bu ideolojik görüşler işçi hareketinin varoluşuna bir görünüm kazandırıyordu, fakat tuhaf bir şekilde işçi hareketi bu görünüm içinde kendi gerçekliğini bulamıyordu. İşçi hareketi var oluşuna kazandırdığı görünüm içinde kendi gerçekliğini bulamazken, kendi gerçekliğine de bir varoluş kazandıramıyordu. Dolayısıyla, Marksizmin işçi hareketi gerçekliğine bir görünüm kazandırması ve işçi hareketinin bu görünüm içinde kendi gerçekliğini bulup tanıması, Marksist teori ile işçi hareketinin birleşmesi ve söz konusu birleşmenin biçimlenerek tarihsel bir varoluş kazanması için uzun bir ideolojik, politik mücadele gerekmiştir. Gerçekleşme ve varoluş koşulları sonucunda gerçekleşen bu birlik, yani Marksist teori ile işçi hareketinin birleşmesi de sınıf savaşımı yasasına tabidir ve hiçbir zaman bozulmayacağı anlamına gelmez. Marksist teori ve işçi hareketinin gerçekleşen birleşmesi geçen dönemde korunmuş olsa da söz konusu birleşmenin günümüzde devam ettiğini söylemek mümkün değildir. Sadece Marksist teori ile işçi hareketinin birliğinden değil, uluslararası komünist hareketin birliğinden de söz etmek mümkün değildir. Uluslararası komünist hareketin dağılmasının ardından Marksizm ve Marksist hareketlerin tarihi de tartışmaya açılmıştır.
Ezilenlerin kendiliğinden felsefesi
Bu açıdan bakıldığında, Marksizm içindeki anti-materyalist eğilimin ontolojik temelinin ezilenlerin kendiliğinden anti-materyalizmi olduğunu söylemek gerekiyor. Marksizmin içindeki bu eğilim, düşüncenin toplumsal konuma bağlı olduğunu savunuyor ve kulübede başka, sarayda başka düşünüldüğünü ifade ediyor. Bu anlayış, Marksizmin, çağdaş kulübeli proletaryanın bakış açısı olduğunu belirtiyor ve Marksizmin temel ayıracının da ezilenlerden yana olmak olduğunu vurguluyor. Oysa bu, Marksizm öncesi bir ayrım olmanın yanında Marksizmi ezilenci bakış açısından tanımlayarak, ontolojik alanla sınırlamakla birlikte, olana ve bilgisine karşı da konumlamaktadır. Zira gerçeğin bilgisi tam da olanın bilgisidir, olanı ve bilgisini reddeden ezilenler, olması gerekeni teorik olarak üretemiyorlar ve ütopyaya yöneliyorlar. Ütopyanın betimlenişini, olan ve olması gerekenin bilgisinin yerine koyarak, kurucu bir politika geliştiremiyorlar. Kolayca yıkıcı olabilen ezilenler, ezilen konumlarını değiştiremedikleri için bilinçlerinin kendilerine oynadığı oyunu bozamıyorlar. Çünkü ezilmişlik konumu bu oyunun ontolojik temelidir. Ezilenlerin politik temsilcileri teorik ideolojik anlatımlarında kendi konumlarında bu temel yönelimi yansıtıyorlar.
Marksizm alanında, ezilenlerin düşünce geleneği güçlü bir idealist yönelime sahiptir. Pratik Marksizmin politik anlatım dilinde görülen idealist temaların tamamı ezilenlerin idealist düşünce geleneğinin devamıdır. Bu alanda teorik düşünce olarak sunulan ürünler de bu özelliği paylaşıyorlar. Marksizmin genel alanındaki teorik akımlardan hangisine yakın olduklarının bilincinde olan bu anlayış sahipleri, kendi Marksizmlerinin teorik ifadelerini bu anlayışlardan ediniyorlar. Teorik tarzda olmasa da ezilenlerin idealist eğilimini devralarak, yeniden üretiyorlar. Zorunluluğu, yasalılığı reddeden, buna karşılık bilinçli insan eylemini yücelten bu yaklaşım, Marksizmin gerçekliğini de niceliksel değer ihtiva eden aşma ifadesiyle düşünüp teorik anlatıma kavuşturmaya çalışıyor.
Kaypakkaya koptu mu aştı mı?
Bu anlamda son dönemde sıklıkla kullanılan kopuş kavramının aşma ifadesinin yerine ikame edilerek kullanıldığını, anlam kaydırmasında bulunulduğunu söylemek gerekiyor. Bunun somut örneğini İbrahim Kaypakkaya düşüncesinin değerlendirilmesinde görmek mümkündür. Kaypakkayanın soldan koptuğuna yönelik yapılan değerlendirmelerde kopuş diye anlatılan, kopuştan ziyade, Kaypakkayanın soldan daha tutarlı, daha ileri şeyler söyleyerek solu aşmasıdır. Kopuş, bu anlatımlarda fiilen aşmanın yerini almaktadır. Bu tarz değerlendirmeler esas olarak Kaypakkayayı solun içinde düşünüp ele almakta, onun için de Kaypakkayanın farklılığını kategorik nitelikleriyle ortaya koyamamaktadır.
Bunun başlıca nedeni Kaypakkaya düşüncesi ile düşünülmesini sağlayacak olan Kaypakkaya Marksizminin teorik anlatıma kavuşturulmamış olmasıdır. Kaypakkaya düşüncesiyle düşünülmediği doğrudur, ancak Kaypakkaya düşüncesi de teorik anlatıma kavuşturularak var kılınmış değildir. Kaypakkayanın eserinde teorik Marksizmin argümanları bulunuyor olsa da, Kaypakkaya, pratik Marksizmine işçici argümanları kullanarak görünüm kazandırmıştır. Kaypakkaya kendi düşüncelerine soyağacı bulmuş, Lenin ve Maonun düşüncelerini miras almıştır, fakat Kaypakkaya da kendi Marksizmini Lenin ve Maoda bolca rastlanan işçici söylemleri kullanarak ifade etmiştir. Kaypakkaya kendi Marksizmini teorik anlatıma kavuşturmuş değildir. Bu teorik yokluk koşullarında, ardılları, olmayan teorik Marksizmin yerini Aydınlanmacı sol Marksizmle doldurmuşlardır. Buna karşı çıkanlar da Hegelci Marksizm anlayışına sarılmış, boşluğu bu Marksizm argümanları ile doldurmaya çalışmışlardır. Kaypakkaya düşüncesinin geride kalan kırk yıllık tarihinin Aydınlanmacı Marksizm ve Hegelci Marksizm arasında salınımla geçtiğini söylemek abartı olmaz. Haliyle, Kaypakkayanın ne tür bir Marksizmden koptuğunu, farklılığının ne olduğunu açıklayamamaktadırlar. Kopuş yerine onun farklılığını Hegelci aşma nosyonu içinde düşünerek açıklığa kavuşturmaya çalışıyor, ama bu çabada tutarsızlığa düşmekten kaçınamıyorlar. Çünkü tanımlamaya çalıştıkları teorik Marksizm ile Kaypakkayanın gerçekliği uyuşmamaktadır.
Aydınlanmacılığa karşı Hegelci Marksizmin argümanlarına başvurulurken, ister istemez, kopuş kavramı anlam dönüşümüne uğrayarak aşma kavramının içeriğini ifade eder hale gelmektedir. Bu durumda “daha ileri”, “daha tutarlı” gibi ifadeler kaçınılmaz olarak devreye girmekte ve tarihselci yaklaşımı açıklığa kavuşturmaktadır. Bu ifadeler özne-nesne özdeşliği anlayışının nerelere kadar uzandığının örnekleridir.
Ontolojik sapma olarak tarihselcilik, epistemolojik ve ontolojik düzeyleri kapsayan bir teori yönelimine girmekten uzaktır. Bugün kopuş kavramını olur olmaz her yerde kullananlar bu hastalıktan muzdariptirler. Dar anlamıyla tarihselcilik, tarihsel idealizmin yansımasıdır. Bu yaklaşımın sahipleri Kaypakkaya’nın eserini savunamamakla kalmıyor, onun sola aykırı görünen radikalizmini törpüleyerek makul göstermeye ve liberalize etmeye yöneliyorlar. Bunların tüm derdi tasası Kaypakkayayı köylü devrimcisi görünümünden kurtararak, ona kentli, modern bir sol sosyalist profil kazandırmaktır.
Teorik düşünce geleneği bulunmayan sol hareketin, teorik fukaralığını ve yaşadığı darlığı aşması, gökyüzünün kuyunun ağzından daha büyük olduğunu anlaması için daha çok yağmurun yağması, kuyunun suyunun taşması gerekecek. O zamana kadar, kuyunun içindeki kurbağa gibi, sol hareket kuyunun içindeki kavramları tüketmeye devam edecek. Solun fukaralığını paylaşan komünist hareket için kopuş kavramı teorik anlamını yitirmiş, gerçekte hiçbir şey ifade edemez hale gelmiştir.
Epistemolojik kopuş kavramının laçkalaştırılmasına karşı bir materyalist tutum gerekiyor ve bu konuda başlıca görev teori işçiliği yapanlara düşüyor.
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar