Ana SayfaKürsüStalin Semptomu

Stalin Semptomu

Anna-Louise Strong, Türkiyeli devrimcilerin “Dünyayı Sarsan On Gün” kitabıyla tanıdığı gazeteci John Reed’in çağdaşıdır. Yıkıcı aşamanın ütopik hissiyatından sıyrılmayı başarmış bu orta-batı Amerikalı gazeteci, “devrimin kendisini devrimin sözünde boğmayı” ilke edinmiş ütopik çocukluğu aşabilmiştir. Liberal bir ortamda büyüyen Anna-Louise Strong’un ulaştığı aşamayı ortaya koyan, 1956’da kaleme aldığı “Stalin Dönemi”[1] adlı kitabıdır. Yazarın, pasifist liberalizmden devrimci siyasete uzanan yaşamında ulaştığı perspektifi en net biçimde göstermektedir bu kitap. Döneme dair çoğu anlatımla kıyaslandığında oldukça kısa sayılabilecek bu kitabın, yalnızca üç sayfalık önsözü ise sadece kitapla ilgili bir fikir vermekle kalmıyor aynı zamanda devrimciler için birçok ders barındırıyor. Yolu Çin’den de geçmiş olan, Mao ve Çin komünistleriyle yakın ilişki kuran Strong, 1970’te Çin’de öldü ve Pekin’de resmi törenle gömüldü. Mezar taşında “Çin halkının dostu” yazar.

 

1

Strong’a göre Stalin bir “çağı” açan ve ölümüyle o çağı kapayan bir özne. O, milyonları tarihin ilk sosyalist devletinin kuruluşunda yöneten bir mimar. Yani Stalin, sorumluluk almayan ve bedellerden kaçınan biri değil; aksine bir özne olmanın tüm yükünü omuzlayan biri. Strong’a göre Stalin’in omuzladığı, hiçbir Batılı sosyalistin aklına bile getirmeye cesaret edemeyeceği ve sığındıkları teorik fanatizmlerinde onların birçok mazeret bulabilecekleri bir yüktü. Stalin geri bir köylü ülkesi olan, iç savaşın paramparça ettiği Rusya’nın gelişmemiş üretici güçlerine kritik bir özellik edindirmiştir: “yapabilirsiniz!”. Bu söylenen Türkiyeli birçok solcuya tuhaf ve gizemli gelecektir. Obama’nın “yes we can”ini kendilerinin gibi sahiplenen, Trump karşısında demokrasinin zaferi için Biden’a hayırhah bakan bir solcu için gayet normal değil midir bu tuhaflık. Alman Yeşillerinde ilericilik gören birinin Stalin’in yaptıklarına hangi gözlerle bakacağını tahmin etmek hiç de zor olamaz. Ama 1956 yılında bunu sadece söylemekle kalmayan aynı zamanda sahiplenen Strong’un ideolojik duruşu ve olaylara bakış açısı keşke biraz öğretici olsa.

anna louise strong

 

2

Strong kitabını Kruşçev’in “kişilik kültü eleştirisi”nin ertesinde yazmıştır. Evet, Kruşçev bir tartışma açmıştır ve evet bu tartışma çoğu devrimcide bir inanç kaybına yol açmıştır. Sosyalist kuruluş sırasında, kuruluşun kesintiye uğradığı anti-faşist savaş döneminde ve sonrasındaki gelişmelerde birçok nobranlık, zalimlik yaşanmış ve yoğun bir şiddet uygulanmıştır. Stalin olsun olmasın, olanların olduğu gibi değerlendirilmesi tarih karşısında olduğu kadar devrimci pratik-politik diyalektik için de bir görevdir. Bunları görmek ve ders çıkartabilmek ne kadar elzemse, tüm bunlar için tarihin gördüğü en büyük devrimlerden birini yapan, ardından kuruculuğa geçebilmiş kadrolardan biri olan Stalin’in başardıklarını ‒sırf bu kötülükleri reddetmek için‒ sahiplenmemek o derece sorumsuz bir sol sapmadır. Böyle bir solcu nezdinde, herhalde, otodidakt bir mujik sayılan Stalin’in yönetici olarak reddedilmesini kolaylaştıran, teorik hümanist Batılı efendilerin pratik anti-hümanizmlerini ikirciksiz biçimde bizzat yaşamın bir parçası görmesidir.

 

3

Strong’un değindiği en ilginç nokta muhtemelen Rus insanının Stalin döneminin ortaya çıkardığı şiddete dair sorular sormamasını söylemesidir. Koskoca SBKP onu eleştirmiş, Avro-komünistler mal bulmuş mağribi gibi bu eleştirilerin üzerine atlayarak kısa erimde anti-komünist olmuşlar ve birçok “vicdanlı” solcu, dümeni Batılı efendiye bağlı vicdanlarını davalarına tercih ederek tövbe etmiş ama Rus insanı bunları yapmamış. Neden? Strong’a göre, “Geçmişi onlar daha iyi bir geleceğin aracı olarak çözümlüyorlar. Bütün insani gelişmelerin, yalnız kahramanların savaşta can vermeleriyle değil, insanların haksızca ölümleriyle de çok pahalı bir şekilde satın alındığını biliyorlar[2]”. Ne kadar tuhaf, Stalin’in gadrine uğramış olanlar bunu son derece ‘insani’ buluyorlar ve şiddet, hata, fedakârlık ve bedelleri ‘insani’ olmanın ayrılmaz bir parçası sayıyorlar. Ama normaldir, ne de olsa üretici güçlerin yeterince gelişmediği, sosyalizmin tek ülkeye sıkıştığı ve kültürel olarak barbarlığa teşne bir insani yapıdan vicdan sahibi solcuların onlar için duyduğu kederi anlamalarını bekleyemeyiz. Zaten bu kadir kıymet bilmez Rus insanı değil miydi, tövbekâr köleci ABD bir siyahı başkan yapmak için o kadar beklerken, Çarlığın periferisinden bir Gürcü’yü 1900’lerin hemen başında yönetimin tepesine taşıyan.

 

4

Strong şöyle devam ediyor: “Gene onlar, Stalin’in öncülük ettiği sosyalizmin kuruluşu sırasında katlandıkları bütün kötülüklerin, ister bunlar zorunluluktan, yanılgıdan ya da kasıtlı suçtan gelsinler, Hitler’in istilacı savaşı sırasında Batı dünyasının haksız isteklerinden ve hele söz verilen ‘ikinci cephenin’ açılması konusunda Amerika’nın gösterdiği gecikme dolayısıyla çektiklerinden çok daha azı olduğunu biliyorlar[3]”. Buna Batı’nın iç savaşa silahlı müdahalelerini de ekleyebiliriz. Ruslar sadece bizim için üzülmeyin, sizlerin yaptıkları yanında Stalin’in yaptıkları devede kulak kalır demekle kalmıyorlar; üstüne üstlük kendi çektiğimiz acılar yine kendimiz içindi, başkasının ziyafetine ekmek olmaktansa kendi soframda havyar olurum diyorlar.

anna louise strong

 

5

Devrim sadece Stalin’i, Rus toplumunu değil, bütün yeryüzünü dönüştürdü. Alain Badiou’nun ifadesiyle, “insanlığın neolitik devrimden sonraki en büyük dönüşümü”nde sadece yapılan yanlışlara ve işlenen suçlara dönüp dönüp bakacak, kendi başarısızlıklarının sebeplerini farklı öznelerde bulacak ve aydınlanmalarını böylesi dönemlerin çetelelerinde bulacak olanlar bu büyüklük karşısındaki küçük insanlardır. Bunun karşılığı, Hitler karşısında sadece 11 gün dayanabilmiş, Başkentini tek kurşun atmadan teslim etmiş Fransa’nın direnişçilerini kahramanlaştırırken; beş yıllık katliam, soykırım ve Batılılara uygun görülmeyen bütün muamelelere sınırsızca maruz bırakılması karşısında boyun eğmeyen Sovyet insanının bu çıplak gerçekliğini anlatmayı romantizm olarak yaftalamaktır. Sonuçta, Aydınlanmanın beşiği uygar Batı Hitler karşısında aman dilenirken, Faşizm karşısında ayakta kalan Stalin’in kurduğu mekanizmaydı. İşte Strong’un, içerisinde bulunduğu, bizzat yaşadığı gerçekliğe yabancılaşmamanın semptomatik bir vurgusunu taşıyan bu kısacık metni, sırtında yumurta küfesi taşımamanın verdiği sorumsuzlukla yapılan eleştirilere verilebilecek en net ve öz cevaptır.

Son sözü, bu ve bunun gibi yapıtların özgül biçimde incelenmesi dileğiyle Strong’a bırakalım: “Bu devrin kötülükleri pek çok nedenden doğdu: Rusya’nın geçmişteki alışkanlıklarından, düşmanca çevirmenin baskısından, Hitler’in Beşinci Kolundan ve kısmen de bu devre önderlik eden insanın karakterinden. Ama hepsinden çok bunlar, Batının demokratik ve teknik bakımdan gelişmiş işçi sınıfının, sosyalizmin ilk kuruluşunu bu kurulma görevine hazır olmayan ama gene de onu kuran okumamış ve teknik bakımdan geri kalmış köylü halkına bırakmış olmasındandır.” [4]

[1] Stalin Dönemi, Çev. Alaatin Bilgi, Onur Yayınları, Ankara, 1988.

[2] A.g.e., s. 16.

[3] A.g.e., s. 16.

[4] A.g.e., s. 17.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar