Ana SayfaArşivSayı 42-43Almanya: Kızıl Ordu Fraksiyonu ya da Baader-Meinhof Grubu

Almanya: Kızıl Ordu Fraksiyonu ya da Baader-Meinhof Grubu

  

Aşağıdaki yazı, Proleter Devrimci Köz’ün Mayıs 2003 tarihli 8. Sayısında imzasız olarak yayınlandı.
http://www.kozonline.org/arsiv/PDK08/PDK08_18.htm

Kızıl Ordu Fraksiyonu ya da Baader-Meinhof Grubu

1966’dan itibaren ABD, Japonya ve Batı Avrupa’da gelişen öğrenci hareketleriyle birlikte sanayileşmiş ülkelerde devrimci şiddet yeniden ortaya çıkar. Protestolar kendini kitle gösterileri, fabrika işgalleri, sokak çatışmaları şeklinde gösterir. Önce Amerikan, ardından Alman öğrenci hareketlerinin içinde en baştan beri kültürel sistemdeki yeni bir boyut -sanayi toplumunun ve tahakküm biçimlerinin radikal olarak sorgulanması– bulunsa da, protestoların aldığı biçim, tarihsel bir devrim modelinin hala varlığını sürdürdüğünün kanıtı olmuştur. Öğrenci hareketlerinin ardından kendini gösteren gerilla gruplarıysa 19. yüzyılın son anarşistlerini çağrıştıran pratikleriyle tüm “geleneksel” devrimci şemaları bir kenara itmişlerdir. Böylece metropol ülkelerdeki “toplumsal barış”ın kırılganlığını gözler önüne serip, mevcut siyasal oyunu alt-üst ederler. Medya, kamuoyu ve hükümetler, belli anlarda geri kalan tüm siyasal ve toplumsal sorunları arka plana itip bu olguyu gündemlerinin birinci maddesi yapmak durumunda kalmışlardır.

RAF’la ilgili çok çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunlardan bazıları, bu tür mücadele gruplarının ortaya çıkışını toplumsal muhalefet hareketlerinin zayıflamasına bağlamıştır. Sistemin, kabul edilebilir bir muhalefet hareketine ihtiyacı vardır. Bu olmadığı takdirde toplumsal öfke daha radikal devrimci çıkışlarla kendini gösterebilir. Bu nedenle bugün de Avrupa’da ya da dünyanın başka yerlerinde var olan ‘demokrasi’ sınırlı muhalefet hareketlerine izin verir. Böylelikle toplumsal hareket maniple edilebilir ve sosyal yaşamın bir parçası haline gelen muhaliflik, sistemi güçlendirerek devamlılığını sağlar. Fakat Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) gibi radikal gruplar ortaya çıktığında özenilen ya da özendirilen burjuva demokrasisi vahşi yüzünü göstermekten geri durmamıştır ve de durmayacaktır. Çünkü Alman Devleti RAF’ı iktidarına bir tehdit olarak görmüştür ya da diğer deyişle RAF Alman Devleti’nin çok sağlam görülen tahtını sarsmayı başarmıştır.

2 Nisan 1968 RAF’ın birçok militanının yollarının kesiştiği tarihtir. 1960’lı yıllar parlamento dışı bir sol hareketin oluşmasında katalizör işlevi gören Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonu’na bağlı öğrencilerin Alman Sosyal Demokrat Partisinin bürokratlarıyla yollarının ayrıldığı bir dönemdir. Ama bu yol ayrımı sadece yaşlı Alman sosyal demokrat kuşağı ile bir yol ayrımı değildir. RAF yolunda buluşanların yollarını ayırdıkları akranları da vardır. O yıllarda emperyalist metropollerin gençleri arasında Nepal Katmandu seferlerine çıkmak, nihilizm ve uyuşturucu ile bezeli bir muhaliflik olarak hippilik, “savaşma seviş” vecizesiyle ifade bulan vurdumduymaz bir pasifizm yayılırken, RAF’a giden yolda buluşanlar ayrı bir doğrultuda yürümektedirler.

Alman öğrenci hareketine ciddi bir etkisi olan bu akım Marksist bir perspektife sahiptir aynı zamanda da Frankfurt okulu düşünürlerinden Marcuse’un ve Wilhelm Reich’ın görüşlerinden, felsefi açıdan ise Sartre’dan etkilenmektedirler. O dönemin kritik konularına özellikle üçüncü dünya ülkeleri ve metropoller arasındaki ilişkilere yoğunlaşan bu akımın içinde çok sayıda Latin Amerikalı bulunmaktadır. ABD’nin Vietnam’a müdahalesine karşı dev gösteriler düzenlerler. Vietnam ve Üçüncü Dünya Ülkeleri Hakkında bilgi başlıklı broşürlerinde bugüne dahi ışık tutabilecek çok çarpıcı vurguları vardır. “Taleplerimiz, Alman protesto hareketinin ezilenlerle dayanışma adına bugüne kadar sergilediği sulu gözlü, dolayısıyla etkisiz üslubunun dışına çıktığı ölçüde yankı bulacaktır. Taleplerimiz, düşen her Amerikan uçağı, yakılan her celp kağıdıyla, muzaffer halklarla dayanışma içinde da güç kazanacaktır. Bugüne dek ihmal ettiğimiz ve artık yapmamız gereken husus şudur: emperyalizmin mahkum ettiği ve kendilerini başarıyla savunan insanları kendimiz gibi görmek.”[1]

İleride RAF’ın önde gelen militanlarından olacak olan radikal öğrenciler Vietnam’a yapılacak en doğru desteği savaşın kendi ülkelerine taşınmasında görürler. 2 Nisan 1968’de Frankfurt’un iki büyük mağazası el yapımı bombalarla bombalanır. Eylemle ilgili yakalananlar RAF’ın kurucuları arasında olacak olan Andreas Baader (25), Horst Sochlein (28), Thoard Proll (29), Gudrun Ensslin’dir. 1968’de yargılanan sanıklar Vietnam’daki soykırıma karşı kayıtsızlığa ve tüketim toplumunun kinizmine karşı çıkmak amacıyla bir meşale tutuşturmak istediklerini söylerler. RAF’ın arkasındaki buluşma noktası bu eylemliliktir.

RAF gerillaları bir dönem Filistin’deki savaşa katılmak için Ürdün’deki askeri kamplarda eğitim de almışlardır. Aslında bazı yönleri ile Türkiye’deki 1970’li yılların devrimci kopuşunu temsil eden THKP-C, THKO gibi örgütleri kuranlara benzemektedirler. Özellikle öğrenci hareketine yaslanan, reformizmden kopuşu simgeleyen ve uluslararası sorunlar karşısında somut, devrimci adımlar atma vb. özelliklerin ortak özellikler olduğu söylenebilir.

Sadece silahlı mücadele ile ilgili değildir RAF militanları, gündelik sorunlara bugünden çözüm için ev komünleri kurarlar; yetiştirme yurdundaki öğrenciler için çalışmalar yapar ve onları örgütlerler. Ev işgalleri, genç suçlulara ve çıraklara yönelik eğitim çalışmaları, ev komünleri, otorite karşıtı kreşler, tüketim kooperatifleri kurarlar. Sistemden kopuş, yeni yaşamın, yeni konuşlanma ve yeni eylem tarzının doğuşu eş güdümlü olmaktadır. RAF bir yandan alternatif gündelik yaşamı örgütlerken bir yandan da silahlı mücadeleye girişmiştir

Grubun önemli bir özelliği çok sağlam görülen sistemin zayıf halkasını bulmak ve bunu kitlelere göstermektir. Lenin’in işaret ettiği zayıf halkanın çok güvenli görülen metropollerde de yakalanabileceğine inanmışlardır. Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Ulrike Meinhof, Horts Mahler ve öğrenci hareketinin içinden çıkan yeni solun bir düzine militanı Uruguay’daki Tupamarolar örneğinden hareketle şehir gerillası grubu olarak örgütlenmeye 1970’li yıllara gelirken karar vermişlerdir. Çoğunluğu öğrenci olan grubun içinde Ulrike Meinhof Alman entelektüelleri içinde önemli bir yere sahip olan bir gazetecidir. Aynı zamanda grubun en yaşlı üyesidir. 2 çocuk sahibi olan Ulrike Meinhof’un RAF’ın içinde olması RAF’ın ciddiyetinin ve sempatisinin Almanya’da artmasının önemli nedenlerinden biridir. Görüldüğü üzere Meinhof köşe yazarlığını değil silahlı çatışmayı yeğlemiştir.

Grup kuruluş eylemini ve ismini ilk defa tutuklanmış olan Andreas Baader’i polis nezaretinde halka kapatılmış bir kütüphanede iken kaçırma eyleminden sonra duyurmuştur. 14 Mayıs 1970’de düzenlenen bu eylemin amacı Andreas Baader’i kurtarmaktan çok devlete meydan okumak ve tutsak ettiği bir insanı ellerinden söküp almaktır. Çünkü zaten Baader’in cezasının bitmesine sadece 2 yıl kalmıştır. Bu kaçırma eyleminin ardından 22 Mayıs 1970’te Kızıl Ordu’nun İnşası başlıklı bir bildiri ile “Rote Armee Fraktion”, “Kızıl Ordu Fraksiyonu” adı tarih sahnesine çıkmıştır.

RAF köklerinin Marksizm-Leninizmin sınıf mücadelesinin silahlı olarak yeniden tanımlayan ve metropol ülkelerdeki devrimci mücadelenin uluslararası bağlamını ortaya çıkaran öğrenci hareketi olduğunu kabul eder ve önceliğin pratikte olduğunu belirtir. RAF bazı metinlerde bu sistemi, başı metropoller olan bir canavar olarak niteler ve teknolojinin, iletişimin, silahların yoğunlaştığı merkez olan metropollerde savaşan şehir gerillalarını çok önemser. RAF ideolojik görüşü sorulduğunda Marksist olduğunu ifade ediyordur. Fakat o dönemin Avrupalı Marksistleri çoktandır Sosyal Demokrat Partilerin ve işçi aristokrasisinin içinde erimiş olduğundan, onların Marksist olmadığını iddia eden çevreler de yok değildir. Anarşist olduklarını söyleyenler de vardı. Fakat tüm bunlara en uygun cevabı yine kendileri veriyordu:

“Devletin güvenlik birimlerinin gözünde anarşistler sağa sola bomba atmaktan başka bir şey yapmayanlardır. Bu kocaman bir anti-komünist palavradan başka bir şey değildir. Bundan muratları kitleleri gerici ve faşist bir çizgiye çekmek böylece de halkı devletin şiddet aygıtıyla özdeşleştirmektir. Aynı zamanda Marksist devrimcilerle anarşist devrimciler arasında kökü eskiye dayalı kapışmaya bodoslamadan müdahale etmek niyetindedirler. Ayrıca bize karşı Marksistlerin devlete değil sermayeye saldırılması gerektiğini, sınıf mücadelesinin alanının sokaklar değil de yalnızca fabrikalar olabileceğini söyleyen günümüz Marksizminin oportünist laf ebeliğine soyunduklarını görüyoruz. Bu yanlış Marksizm anlayışına itibar edecek olursak Lenin’i de anarşist, Devlet ve Devrim kitabını da anarşist bir metin olarak kabul etmemiz gerekir. Halbuki bu eser devrimci Marksizm’in en üst derecedeki strateji kitabıdır.”[2]

Şehir Gerillası Anlayışı Üzerine adlı ilk yazılarında RAF militanları şöyle demektedir: “Blanqui’yi büyük bir devrimci saymamıza ve nice anarşistin kahramanlığını hiçbir biçimde aşağılamamamıza rağmen ne Blankistiz ne de anarşistiz. Uzun süreden beri anarşistler oportünistlerin en sert eleştiricileri olmuştur ve bu nedenle oportünizmi eleştiren herkes anarşistlikle suçlanmaktadır”[3]

Bu sözleriyle RAF adeta Blankizm diye tanımlanan “Fransız devrimciliği”ni Blanqui ile birlikte mezara gömmekle böbürlenen İkinci Enternasyonal oportünizminin anavatanında onların korkulu rüyasının hortlaması gibidir.

RAF sistemin her yerde hazır ve nazır olduğu, yıkılamayacağı mitosunu sona erdirmek ister. Grubun temel anlayışı ise, şehir gerillasıyla tabandaki siyasal çalışmanın irtibatlanması, böylece her üyenin mahallelerde, fabrikalarda, yasal siyasi gruplarla mücadeleyi sürdürebilmesini sağlamaktır. Fakat RAF aynı zamanda aşırı polisiye önlemler nedeniyle ve silahlı mücadeleye yöneldiğinden illegaliteyi savunmaktadır. Genel grev mitosu eleştirilir ve yalnızca devlet aygıtına karşı silahlı bir mücadelenin bir ayaklanmaya yol açacağı öne sürülür. Sanayi proletaryasının devrimin öncüsü olmaktan çıktığı iddia edilir. Halbuki aynı yıllar, Fransa ve İtalya’dakiler başta olmak üzere, işçi hareketinin uzun zamandan sonra ilk kez üzerindeki ölü toprağını silkeleyerek harekete geçmesine sahne olmaktadır.

Bununla birlikte RAF’a göre şehir gerillasının siyasi ve ekonomik mücadeleyle bağları olmalıdır. Bu nedenle mahalleler, fabrikalar ve üniversiteler çalışma alanları olarak seçilir. Fakat işler pek bu yönde gelişmez. RAF’ın gittiği yolda sıra bu belirlenen alanlarda uzun soluklu bir çalışmaya izin vermeyecek kadar hızlı bir hareket vardır. RAF’ın ilk eylemleri önüne koyduğu hedefler arasında ilan edilmemiş olan Amerikan emperyalizmine saldırmak olmuştur. Federal Almanya topraklarındaki Amerikan Üslerini bombalayarak kendini gösteren Amerikan emperyalizmi karşıtlığı RAF’ın eylemliliklerine damgasını vuran önemli bir dönüm noktası olmuştur.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ilk kez Amerikan askeri öldürülmüştür. Bu aşamada çatışma sadece Alman devleti ve RAF arasında olmaktan çıkmış ve uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Savaşı Avrupa toprağına taşıyan RAF Amerikan yeni solunun “Bring the war home!” “Savaşı evinize taşıyın” sloganını hayat geçirmiştir. Bolşeviklerinki ile tıpa tıp benzemiyor da olsa başka bir ulusun özgürlük mücadelesine verilecek en önemli destek kendi devletine karşı mücadele etmekten geçer fikrinin vücut bulduğu önemli örneklerden biridir.

11 Mayıs 1972’de Frankfurt’taki Amerikan karargahında üç bomba patlar ve bir Amerikan subayı ölür. 12 Mayıs’ta Augsburg Emniyet müdürlüğü ve Münih’teki polis binasının park yeri bombalanır, 16 kişi ölür ve 100 kadar araba zarar görür. 15 Mayıs’ta çok sayıda RAF gerillası hakkında soruşturma yürüten Karlsruheli bir yargıç silahlı bir saldırıyla öldürülür. 19 Mayıs’ta radikal öğrenci hareketlerini yalan yanlış bilgilerle kötülemek, anti-komünizm propagandası yapmak ve RAF’ı sürekli yanlış bilgilerle halka teşhir etmekle nam salmış olan Springer Basımevinde bir bomba patlar. Bu eylem orada 19’u ağır 34 işçinin yaralanmasına neden olur. Son olarak 24 Mayıs’ta Amerikan ordusunun Vietnam’daki faaliyetlerine önemli bir lojistik destek sağlayan dev bir bilgisayarı tahrip eden ve 3 Amerikan askerinin ölmesine neden olan 24 Mayıs Heidelberg’deki Amerikan üssü bombalama eylemi gerçekleştirilir.

İşçilerin yaralanmasına neden olan eylem RAF’a duyulan sempatiyi oldukça azaltır ve RAF içinde de ayrışmalara ve tartışmalara neden olur. RAF bombalamanın ihbarının yapıldığı fakat Springer’in işçileri basımevinden çıkartmadığını söylese de bu işe yaramaz. Çünkü faşist bir işverenin işçilerin hayatını düşünmek gibi bir derdinin olmayacağı RAF tarafından tahmin edilmelidir. Üstelik söz konusu eylem sayesinde RAF’ın anti-propagandasını daha fazla yapabilecekse işçilerin yaralanmasına göz yummaktan kesinlikle geri durmayacak bir medya vardır ortada. RAF militanları bir radyo aracılığıyla yaralı işçilerden özür dilese de RAF’ın etkisini gölgeleyen bu eylem hafızalardan uzun süre silinmemiştir. Esasında hedefler bir bütün olarak çok anlamlıdır, adli kurumlar, emniyet teşkilatı, Amerikan ordusu ve medya…! Çağdaş kapitalizmin İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası en önemli köşe taşlarından bir kısmını oluşturan bu hedefleri vurmak suretiyle RAF kapitalizmin yıkılabilirliğini göstermek istemiştir.

Yine de yönünü silahlı eylemlere çeviren RAF ve kitleler arasındaki bağ devletin de dört bir koldan etkisiyle azalmaya devam etmektedir. Çünkü RAF diğer gerilla örgütleri gibi kitlelerin eyleminin yerine kendi eylemini koymaktadır. 1 Haziran 1972’de RAF gerillaları yakalanmaya başlamıştır. 15 Haziran’da da Ulrike Meinhof’un evinde kaldığı sendika sorumlusu ve pedagoji profesörünün Meinhof’u ihbar etmesiyle Ulrike Meinhof yakalanmıştır.

Türkiye’de de 19 Aralık Operasyonu, açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla hafızamıza kazınan F tipi hücrelerin ilk uygulandığı yerden biri sözümona demokratik bir cumhuriyet kabul edilen Almanya’dır. Demokrasiyi Avrupa’dan öğrenen TC devleti elbette bu demokrasinin tüm gereklerini yerine getirmek üzere cezaevinden çok ölüm evine dönüşen F tipi uygulamasını da Avrupa’dan öğrenmiştir. Almanya’da F tipi cezaevi uygulamasının mağdurlarından biri de Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun militanları olmuştur.

RAF militanları sesten yalıtılmış beyaz hücrelere kapatılmıştır. Tüm duyularından mahrum bırakılarak işkenceye tabi tutulmuşlardır. Giderek duyuların kaybedildiği bu hücreler psikolojilerinin giderek bozulmasına neden olsa da Alman Devleti’ne yapılan ne uluslararası baskı, ne sokak gösterileri, ne de RAF militanlarının başlattığı açlık grevi onların hücrelerden kurtarılmasını sağlamamıştır. Demokrasi havarisi Almanya, siyasi tutuklularla avukatlarının görüşmelerini gizli mikrofonlarla dinlemiş bunun ortaya çıkması bir sansasyona neden olmuştur. Üstüne üstlük RAF militanlarının avukatları tutuklanmış ve onlara destek verenler görevlerinden alınmış ve çeşitli cezalara çarptırılmıştır.

Sonunda 28 Nisan 1977’de RAF militanlarının önderleri hakkında hüküm verilmiştir. Andreas Baader, Jan-Carl Raspe ve Gudrun Enslin müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. RAF’in iki önemli militanı Ulrike Meinhof ve Holger Meins bu sonucu göremeden öldürülmüştür. Holger Mein Kasım 1974’te ölmüş. Ulrike Meinhof ise 9 Mayıs 1976’da hücresinde asılı bulunmuştur. Bunun bir intihar olduğu iddia edildiyse de ne cesede otopsi yapılmasına izin verilmiştir ne de konu hakkındaki sorulara tutarlı yanıt verilebilmiştir. Nitekim ölümü incelemek üzere kurulan soruşturma komisyonu 15 Aralık 1978’de şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştır: “İncelememizde Ulrike Meinhof’un asıldığında ölü olduğu şüphesini doğuran bulgularla karşılaştık…”

9-26 Mayıs 1976 tarihleri arasında bu ölümü protesto etmek için Almanya’da 11, diğer ülkelerde 20 saldırı ve kundaklama eylemi gerçekleşmiştir, bununla birlikte çok sayıda gösteri ve miting. Cenazeye ise 4 bin kişi katılmıştır.

RAF militanlarının önemli bir özelliği de mahkemeleri kürsülere çevirmiş olmalarıdır. Mahkemelerde, siyasi savunma yapmışlar fakat bu savunmalardan sadece birkaç tanesi kitlelere duyurulmuştur.

RAF’ın diğer çarpıcı bir özelliği ise, kadın militanların ağır bastığı ve hatta adı birbiriyle eşit bir kadın ve erkek militanın isimleriyle (Baader-Meinhof) anılan, bilinen tek gerilla örgütü olmasıdır. Saptanan 39 militanın 18’i kadındır. Gruba önderlik edenlerin, ağır hapis cezalarına çarptırılanların yüzde 50’si kadındır. Bu orana rağmen RAF, kadınların ezilmişliğini protesto edecek türden eylemlilikler düzenlememiştir. Yürüdükleri yolda bu sorunu çözdüklerini düşünmüşlerdir. RAF şehir gerillaları arasında çocuk sahibi kadınlar da vardır ve onlar sakin ve ‘güvenli’ bir hayatı seçmeyip RAF’a katılmışlardır. Sonrasında bu kadınlar ‘annelik’ görevlerini yerine getirmedikleri için medyada oldukça yerilmiş ve aşağılanmıştır. Oysa aynı şey tabii ki RAF militanı olan babalar için yapılmamıştır.

Ulrike Meinhof da hem bir kadın, hem bir anne, hem de RAF’ın kurucularından biri olan bir devrimcidir ve “Yüce Alman Demokrasisi” tarafından cezalandırılmıştır.

Onu morgdan da soğuk, aseptik bir hücreye kapattılar. Beyaz, sessiz bir hücreye, insansız, duyusuz ölü bir hücreye. Onların sahte dünyalarında renkli neon ışıklarında birinin altında insanlığını yitirmedi diye… Onların delirmiş palyaçolar gibi boyanan kadınlarından biri olmadı diye.. Gözlere menekşe mavisi… Yanaklara cezayir moru… Dudaklara zencefil kırmızısı… Ulrike Meinhof için ise onu delirtmek için sadece beyaz… Kafasındaki ve yüreğindeki rengarenk dünyadan korktukları için onu beyaza zorladılar. Büyük Alman demokrasisinin, şaşkın ve semiz halkı mışıl mışıl uyusun diye onu sessizliğe mahkum ettiler. Onu öldürülürken görmedik ama duymak için her zaman görmek gerekmez. Biliyoruz ki öldürülmeden önce de o beyaz sessiz hücreye inat bağırıyordur.

“Çok güvenli görünüyorsunuz! Fakat sanmayın ki bu böylece devam edecek! Öfke ve nefret büyük geminizin makine dairesinde terden geberenlerle birleşecek, biliyorum. İspanyol, Türk, Kürt, Yunan, Arap, İtalyan göçmenler ve Avrupa’nın tüm ezilenleri… Ve tüm kadınlar, ezildiğinin, aşağılandığının sömürüldüğünün farkında olan tüm kadınlar neden burada olduğumu ve beni neden öldürmek istediğinizi anlayacaklar… Gardiyanlar, yargıçlar, politikacılar… Hiçbiriniz umurumda değilsiniz. Asla beni delirtemeyeceksiniz! Beni sağlam öldüreceksiniz… Mükemmel bir ruh ve mükemmel bir beyinle. Böylece herkes katillerin devleti ve katillerin hükümeti olduğunuzu anlayacak! Herkes sosyal demokrasinin neye benzediğini anlayacak!

… Şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, kapıyı avukatlarıma kapatmanızı görür gibiyim. Ulrike Meinhof kendini astı diyeceksiniz. Kanlı ellerinizle kapıları yüzlerine kapatacak ve fotoğraf çekmeyi soru sormayı yasaklayacaksınız. Yasak diyeceksiniz, cesedi incelemek yasak! Soru sormak, düşünmek, tahmin etmek yasak!! Yasak!… Ama kendi korkunuzu yasaklayamazsınız! Her katile özgü korkuyu yasaklayamazsınız!

Cesedim bir dağ gibi ağır olacak… Yüz bin ve yüz bin… Yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin oturduğunuz o sahte tahtı sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar!… Ve hep birlikte bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz.”

Ama Ulrike Meinhoff’u öldürdüler. Sadece zaten hiç sakınmadığı bedenini değil, duruşunu ve başkaldırış tarzını da öldürdüler. Bunun en trajik kanıtı bugünlerde, güya onun ve yoldaşlarının devamı olduğunu iddia edenlere bakarak görülebilir. Şimdilerde sözümona savaşa karşı çıkma adına Alman ve Fransız emperyalistlerinin dümen suyunda pasifist eylemler yüceltilirken, onların “savaşı evinize taşıyın” çığlığını hasretle anmamak mümkün değil.

Elbette RAF ve benzeri örgütlerin çıkışı proleter devrimci bir çıkış değildi. Çıkmaz bir sokağa hapsolması kaçınılmaz bir başkaldırı idi. Ama o günden beri kırılamayan oportünizmin kısır döngüsünü kırmak için hiç şüphesiz en az onlarınki kadar cüretkar bir başkaldırıya ve inatla akıntıya karşı gitme cesaretine ihtiyaç vardır. O başkaldırının bugün pasifist eylemlere karışan sözümona takipçileri tarafından değil, bu cesareti ve direngenliği devralarak yeni bir Komünist Enternasyonal’in harcına katacak proleter devrimciler tarafından sürdürüleceğinden de kuşku duyulmamalı.

Komünistler Ulrike Meinhoff‘un şahsında onun ve yoldaşlarının gösterdiği cüretkar başkaldırıyı kendilerini onlarla özdeşleştirmeksizin selamlamayı ve onları anmayı ödevleri arasında kabul etmelidir. Onlarınkini aşan bir devrimci atılımın gereklerinin başında bu tutum gelir.

9 Mayıs 1976

Ulrike Meinhof

‘Demokratik’ Batı Almanya Devletinin Hapishanelerindeki hücresinde ölü bulundu.

Ulrike Meinhof, Almanya’daki reformist Marksizm’den kopuşun simgesi olan ve devrimci mücadelenin Almanya’da yükselmesini sağlayan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (Rote Armee Fraktion – RAF) kurucularındandır.

Meinhof 9 Ocak 1934’de dünyaya gelmiştir. Anne ve babasının erken ölümü nedeniyle, kız kardeşine ve kendisine annesinin yakın arkadaşı Riemack vesayet etmiştir. Riemack sıkı bir sosyalisttir ve Meinhof sosyalizmle onun sayesinde ve onun etkisiyle tanışır. Öğrenci hareketinin sol kanadını temsil eden Konkret isimli gazetenin yayımcısı ile evlenir. Birkaç yıl sonra Konkret’in editörü olmuştur. Yazıları sol kamuoyunda ciddi bir etki yaratmaktadır. 21 Eylül 1962’ye gelindiğinde Bettina ve Regine isimli iki kızı vardır. Radikal öğrenci gruplarıyla birlikte hareket etmeye yönelmesi 60’lı yıllarda olmuştur. 60’ların sonunda eşinden ayrılır. 14 Mayıs 1970 yılında RAF’ın kurucularından olan Andreas Baader’i kurtarma eyleminde yer alır. Bu eylem aynı zamanda RAF’ın varlığını ilan ettiği ve sahiplendiği ilk eylemdir. Bu eylemin de vesilesiyle RAF birçok yerde “Baader-Meinhof grubu” olarak da anılmaktadır.

Kaynakça

Anne Steiner ve Loic Debray, Kızıl Ordu Fraksiyonu: Batı Avrupa’da Şehir Gerillası, Metis Yay., İstanbul 2000

Richard Huffman, The Gun Speaks, The Baader-Meinhof Gang and the Postwar German Decade of Terror 1968-1977

Dario Fo, Kadın Oyunları, “Ben Ulrike Bağırıyorum”

 



[1] Anne Steiner ve Loic Debray, Kızıl Ordu Fraksiyonu Batı Avrupa’da Şehir Gerillası, Metis Yay., İstanbul 2000, s. 14

[2] a.g.e. syf 163

[3] A.g.e., s. 163

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar