Ana SayfaKürsüPopülizme Giden Yolu Döşeyen Taşlar “Quantum”dan Geçmek Zorunda mı?

Popülizme Giden Yolu Döşeyen Taşlar “Quantum”dan Geçmek Zorunda mı?

 “Daha küçük ayrıntılar da eleştirilebilir. Anti-entelektüalizm yolunda dev adımlarla ilerleyen Erdoğan’ın “Quantum” bilmemesi ona vurmak için “silâh” olabilir mi? Seçmenlerinin arasında bu kavramı bu vesileyle hayatında ilk kez işitmiş olanların oranı bu kadar yüksekse, etkisi olumsuz olacaktır. Popülizmin kuralı, sıradan yurttaşın kendisiyle önder seçtiği kişi arasında kuracağı özdeşlik ilişkisidir. Neyse, bunu fazla uzatmayalım.”

http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8986/mahalle-siyaseti#.W0SFa6czY2x

Murat Belge’nin geçen hafta Birikim’de çıkan “Mahalle Siyaseti” başlıklı 24 Haziran seçimleri hakkındaki yazısına ilişkin birkaç söz söylemek istiyorum. Belge’nin popülist stratejiye dair sorusunu haklı ve irdelenmeye değer görmeme rağmen yaklaşımını ve cevabını, siyaset yapmaklık bakımından fazlasıyla hümanist buluyorum. Bana göre yazının üstüne düşünmeye değer kısmı alıntıladığım paragrafta yatıyor. Belge’nin fazla uzatmamasına karşın ben bu popülist strateji eleştirisinin 24 Haziran özelinde genişletilmesi taraftarıyım. 

Siyaseten sıkışmış ve statükosuyla etkili bir siyaset öremeyen aktörler, popülist siyaset yolunda yeni bir antagonizma yaratmaya mahkûm ve meyillidirler. Yeni bir antagonizma yaratılması da ancak toplumda halihazırda varolan kutupların yeniden (statükoyu bozup aşacak şekilde) kurgulanmasıyla mümkündür. AKP’nin ve Erdoğan’ın otoriterleştiği ölçüde muhalefet de –özellikle 24 Haziran kavşağında– karşı hegemonya kurmanın ve Erdoğan’ı alt edebilmenin yollarını, uzun erimli olarak yan yana gelmesi pek mümkün görünmeyen grupları popülist bir siyaset ekseninde bir araya getirerek bulmaya çalışıyor. “Muhafazakâr-faşist AKP” ve “Laik-demokrat bizler” şeklindeki antagonizma yerini, yine 24 Haziran ekseninde daha basite indirgenmiş, sıfatlarından olabildiğince arınmış bir karşıtlık şeklinde gösteriyor: AKP ve Biz. Çeşitli muhalefet odaklarından oluşan bu “Biz”in uzun erimli bir paydaşlık olamayacağı, muhtevasındaki gruplardan belliydi. Kendini Millet İttifakı’nda somutlayan CHP-İyi Parti-Saadet Partisi (ve Demokrat Parti) birliği, her ne kadar açıktan bloka dahil edemese de, HDP’ye gösterdiği yakınlık ile Erdoğan’ı devirebilmek için her türlü “Biz”e açık olduklarını gösterdi. AKP karşısında laik-Kemalist CHP’liler – milliyetçi İyi Partililer – muhafazakâr Saadetliler – HDP’liler – Sosyalistler şeklindeki ideolojik çok parçalı muhalefet, yaratılan yeni “Biz”in “lideri” konumuna da, şerhler düşülmekle birlikte, Muharrem İnce’yi oturttu “80 milyonun cumhurbaşkanı adayı” olarak. Muhalefetin HDP ve sosyalistler kanadı, cumhurbaşkanı adayları her ne kadar Demirtaş olsa da, yaktıkları sinyaller ile ikinci turda Erdoğan’ın karşısındaki İnce’yi destekleyeceklerini hissettirdiler.

Bir tür entelektüel popülizm, Erdoğan’a karşı uzunca zamandır popülist bir strateji ve propaganda metodu olarak kullanılıyor. 24 Haziran sürecinde bu entelektüel popülizm, yeniden karılmaya çalışılan antagonizma üzerinden yürütülen siyasetteki “Biz”in temel propaganda silahı işlevini gördü. İnce’nin popülist stratejisindeki Yusuf Yerkel ve TRT muhabiri nezdinde ortaya koyduğu “istisnalar”ı, “Demek istisnaları olacak!” şeklinde çocuksu bir serzeniş ile eleştiren Murat Belge, karşısına bir Öteki koymadan ne kadar popülist olursa olsun “siyaset” yapılamayacağını hesaba katmıyor sanırım. Zaten Belge’nin popülist ama siyasetsiz yaklaşımı, “Seksen milyona dayanmış bir toplumda yüzde yüze yaklaşan bir konsensüs kurmak zaten imkansızdır.” şeklindeki en iyi tabirle “naif” yorumuyla ortada. 80 milyon değil de 10 milyonluk bir ülkede toplumun yüzde yüzünü barındıran bir konsensüs üzerinden siyaset yapılabilir demek ki! Siyasetin kurucu mantığı, hele ki popülist bir siyasetin kurucu mantığı kendisine karşıt/düşman bir “Öteki” yaratmaktan geçer. Bu yüzden İnce’nin “Herkese çay var, ama sana yok Yusuf” şeklindeki Öteki’leştirmesi, bu kadar geniş yelpazedeki (ideolojik, politik, demografik vs birçok açıdan) muhalefetten popülist bir siyaset kurma çabasının kaçınılmaz sonucu ve gerekliliğidir. Ancak Belge’nin cevaplarını bir yana bırakmak kaydıyla, kısa kesmekle geçiştirdiği 24 Haziran entelektüalizmine dair eleştirel soruları düşünmeye değer. 

Erdoğan’a karşı İnce’nin başlattığı popülist taarruzda sık sık gündeme gelen noktalar “diploma”, “quantum”, “endüstri 4.0” vb idi. İnce; Erdoğan’a ve “millet kahvesi/kek-çay” gibi vaatlere rakip ve karşıt olarak diploma sahibi, fizik öğretmeni, quantum ve endüstri 4.0’dan anlayan entelektüel bir lider portresi çizmeye çalıştı ve kısmen başarılı da oldu. Özellikle gençlerin diline “hiperfizikçi başkan” gibi söylemlerle yapışsa da, İnce’nin bu espri yollu söylemlerle yüceltilmesi popüler siyasetinin başarısını göstermektedir. İnce her ne kadar beriki yüzde 50’yi kısmen birleştirebilmişse de, Erdoğan’ı devirebilmek için HDP de dahil muhalefet blokundan fazlasına, diğer yüzde 50’nin bir kısmını da “Biz” kesimine çekmek zorunda olduğunun farkındaydı ve bu yüzden “Yusuf Yerkel” ve “TRT muhabiri” vb şeklinde örneklenen AKP’li seçkinler hariç, içinde AKP seçmenin de bulunduğu bir “80 milyon”un cumhurbaşkanı olacağını ısrarla ifadelerinde kullandı. Böylece AKP ve elitlerinden oluşan Öteki’nin karşısına bir bütün halinde Türkiye’yi çıkarma gayreti içine girdi. Ancak Belge’nin de belirttiği gibi, “Anti-entelektüalizm yolunda dev adımlarla ilerleyen Erdoğan’ın “Quantum” bilmemesi ona vurmak için “silâh” olabilir mi?”. Gerçekten de popülizme giden yolları döşeyen taşlar “quantum”dan geçmek zorunda mı?

Bu quantum meselesi özellikle liberaller tarafından, belirli günler ve haftalardaki “sempatik” tavırları nedeniyle göklere çıkarılan Kanada başbakanı Trudeau şahsında bir entelektüel-üst düzey bürokrat olma kıstası haline geldi. (Trudeau bir gazetecinin “aslında size quantum bilgisayarı hakkında soru sormak isterdim ancak …” şeklinde başlayıp Kanada’nın IŞİD politikasına odaklanan bir soru sorması üzerine, cevabını siyasi bir ustalıkla quantum bilgisayarını açıklamak üzerinden örerek asıl soruyu es geçmiş, entelektüel popülizmi çok güzel kullanmış ve hayli sükse yapmıştı.) Türkiye’de bu tür entelektüalizm 24 Haziran sürecinde İnce’de vücut buldu; fizik öğretmeni olması, sivri zekası ve “endüstri 4.0” gibi popüler bilim tadında şiarlarıyla. Trudeau’ya yapılan bu yakıştırma, kısa süreliğine de olsa Türkiye’de –tabii Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısına uyarlanmış bir şekilde– İnce’ye yapıldı ve İnce de bu yakıştırmayı pekiştirdikçe pekiştirdi. 24 Haziran’da Erdoğan’ı devirmek için yürütülen sandık stratejisini bir tarafta tutmak kaydıyla, İnce’nin özellikle liberal/sol-liberal kesimden ideolojik anlamda da bu kadar sempati görmesinde bu entelektüalizmin etkisi gözardı edilemez.

Kanımca bu türden bir entelektüel popülizm her ne kadar etkili bir silah olarak kullanılmaya çalışılsa da sığ durmaktan kaçınamadı. Bu entelektüalizm eleştirisi Nagehan Alçı’da, “kitap okuma” ve “cumhurbaşkanının diploması” niteliklerinin ultra halkçı (!) bir şekilde karikatürizasyonunu bulsa da; Belge’nin dediği gibi, “quantumcu” bir entelektüel popülizm de kendine dönen bir silah haline gelebilir Türkiye’de. Zira kitap okumak ve diploma sahibi olmak kısmen elitist kriterler olsa da, halkın kulağını tırmalayıcı ve “aşağılayıcı” nitelikte değiller. Ama “quantum” gibi, bırakın içeriğini, adının bile insanların çoğu tarafından söylenemeyeceği propaganda araçlar, geri kalan yüzde 50’den de medet umarak yaratılmaya çalışılan bir “Biz” siyasetinde işlevsiz hatta kendine dönen bir silah olma niteliğine sahip. 

Bunun entelektüelden çok “espritüel/genç” popülist kanadını da Demirtaş oynadı 24 Haziran sürecinde. Bu espritüel popülist oyuna seçim sürecinde Karamollaoğlu şahsında Saadet Partisi de dahil oldu (“Bilge Başkan”, “Comandante Temel”) ve o da muhalif kesimden belirli (ve hatta fazlasıyla) bir sempati kazandı. Ancak bu espritüalizm bir süredir Demirtaş şahsında bilakis “Ketıl” sembolü ile vücut bulmuştur. TRT konuşmasını bir tarafta tutmak kaydıyla; Demirtaş uzunca bir süredir gençlerin “tatlış”, gönüllerde yatan cumhurbaşkanı adayı rolünü, gereğinden fazla espritüel bir şekilde oynuyor ve buna İnce’den farklı olarak liberal/sol-liberal kesimin yanında bu sefer devrimci kesimler de dahil oluyor. Sonuç olarak HDP açısından vıcık vıcık, espriler şakalarla dolu ve sert siyasi eleştiriler yapmaktan özenle kaçınan bir seçim stratejisi ortaya çıktı. Demirtaş’ın 24 Haziran’ı ile kıyaslandığında, İnce’nin 24 Haziran’ının daha muhalif bir duruşa sahip olduğu açık. Bunda kanımca Demirtaş liderliğinde yürüyen parlamenter siyasette Kürt Hareketi’ni; baş düşman Erdoğan’ı parlamenter siyasette yenebilmek için kendisini geri kalan burjuva muhalefetinden ve ortaya çıkan “Biz”den ayrıştırmama yolunda sivri, sert, devrimci söylemlerden kaçınma ve fazlasıyla popülist/sempatik olma stratejisi yatıyor. Yine TRT konuşmasını bir yana bırakmak koşuluyla. Nitekim Demirtaş cesur seçim konuşması ile yüreklere su serpti ve espritüalizmin içinde boğulmuş 24 Haziran’ı devrimci bir propaganda aracı olarak kullanmayı bir nebze de olsa son dakika golüyle başarabildi. Demirtaş, düşmanın ideolojik silahı olan TRT’yi, bir virüs gibi paralize etmeyi birkaç dakikalığına da olsa başardı.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar