Ana SayfaArşivSayı 62Haziran Ayaklanması Üzerine Düşünceler

Haziran Ayaklanması Üzerine Düşünceler

İ. Meriç Velioğlu

Haziran 2013 Ayaklanması ile hayırlı bir süreç açıldı.

Kadim gerçekliğe çarpan sayısız devrimci niyetin yarattığı psikoloji dağıldı. Kadim gerçeklik: Kitlesizlik! Tozlu raflar dışında yaşayan her belleğe yabancı bir kitlesellik gözlendi. Siyasal olarak ümmi denebilecek bir nesil bir isyan çıkardı.

Bu halk aydınların zihninde Nasreddin Hoca’ya, “Bu file bir eş lazım” dedirten bir halk değil miydi? Bu halk, cezaevlerinde ölüm orucu döneminde bir devrimciye, “Ateşler içinde yalnızlıktır yaşanılan” dedirten halk değil miydi?

Fakat halkımız resmi ya da sivil istatistiklerin yansıtamayacağı bedelle; dişi tırnağı, kanı canıyla mücadeleye atıldı.

Karşı-devrim ve devrim beraber büyüdü. Artan devlet şiddeti henüz oluşmamış bir ‘dünyevi din’in ilk inananlarını yarattı: örneğin ciddi yaralara, kırıklara rağmen gözleri ışıldayan ve gülümseyen insanlar görüldü; örneğin bacağı kırılan bir genç kız kendi durumunu değil yoldaşlarının durumunu soruyordu.

***

Umut geometrik olarak büyüdü: “İktidar bu kadar yoğun gaz çıkarttığına göre sıçması yakındır!”

***

Olaylar her ne kadar yaygın olarak “Gezi Direnişi” ya da daha kapsamlı bir tanım olan “Haziran Direnişi” olarak adlandırılsa da “gezi” ya da “direniş” tanımları yaşanan karşısında eğreti duruyor.

Sokaktaki kitleler “direniş” lafını çokça benimsese de yaptıkları kendilerine ilişkin bilinçlerini aşıyor: Devlet tüm aygıtlarıyla, ezberindeki tüm yöntemlerle uğraşsa da; kitleleri, bir avuç ‘kahramanın’ ‘direniş’i ile sonuçlanacak denli uysallaştıramıyor.

Eğer yaygın olarak kabul edildiği gibi yeni bir dönem açıldıysa, ki şüphesiz açıldı, yaşanan direniş olamaz: Bu düpedüz isyan! “Direniş” şimdi daha ziyade toplumsal belleğin konusu ve geçmiş olumsuz özellikleriyle şimdiye uzanıyor. Geçmişin olumlu özellikleriyle bağlantı kurma görevi devrimcilere düşüyor.

***

Sokağa çıkanlar kimlerdi?

Büyük bir kitlenin politizasyonu durumunda ideolojik düzeyde yapılan tanımlamalar, sınıflandırmalar hükmünü yitiriyor. Burada önemli olan; politizasyonun zoruyla, bir “an” boyunca birbirinden ayrı binlerce umut ve arzunun bir arada tutulması, politizasyonun zoruyla gündelik hayatın sarsılması. Bu, yuvarlandıkça büyüyen bir kartopuna benziyor.

Bu “an” uzadıkça ve hareket kitle kapsamını arttırdıkça devletin restorasyon planı imkansız olacak. Olaylar sonucunda ‘İdeolojik Kemalizm’den sonra ‘Kurumsal Kemalizm’ de ilk ciddi yarasını aldı.[1] Fakat bu, ‘İdeolojik Kemalizm’in hortlaması pahasına mıydı? Devlet denen ‘Janus’un[2] iki (ya da birçok) yüzünden birine mahkûm olup olmadığımızı belirleyecek olan hareketin bundan sonraki seyri olacak.

***

Bundan sonraki seyir konusunda birçok olumlu işaret görüldü. Devlet tüm aygıtlarıyla yıprandı.

Medyanın ahmakça sansürü ve manipülasyon çabası kitlelerin hareketi ile boşa çıkarıldı. Geçmişte herhangi bir çatışmada devrimciler, sol liberaller tarafından bile “çiçeklere saldıran iflah olmaz vandallar” olarak yansıtılabilirken şimdi kamuoyunun yaygın kanısı; “Biz yıllarca Diyarbakır’ı da bu medyadan dinledik” haline dönüştü.

Türk Devrimi ile Kürt Devrimi arasında kurulacak köprünün temelleri halkımız tarafından atıldı. Hareket birlikte hayal dahi edilemeyecekleri aynı fotoğraf karesinde birleştirdi.

Eylemciler orduyu darbe yapmaya kışkırtmakla suçlanırken polis güçleri yetmeyen devlet, askerini de yardıma çağırmak zorunda kaldı. Kitleler, polisiyle askeriyle, tüm kurumlarıyla çıplak olarak devlet denen gerçekle tanıştı.

Göt kılları, “evde zorla tutulan yüzde 50” palavrasını ifşa etti. Bir kısım zavallı, zorla evden çıkarıldı. Devlet bir avuç satırlı faşiste muhtaç kaldı.

Başbakan “başörtülü bacımıza saldırdılar” derken Şişli’de sırtında Türk bayrağı olan başörtülü bir kadının polis tarafından tartaklanmasının görüntüleri yayınlandı. Başörtülü bacılarımıza kimin saldırdığını cümle âlem gördü.

***

Bununla birlikte hareketin bundan sonraki seyrine olumlu katkı açısından eleştirel bir bakış açısının daha işlevsel olacağını düşünüyorum. Haziran Ayaklanması’ndan etkilenmeye, öğrenmeye evet; ama halkımız, çaktığı kıvılcımın ışığı söndüğünde yeni bir kıvılcıma kadar karanlıkta yol alacak. İdeolojilerin yeniden önem kazanacağı bu ara dönem için hazırlanmak gerekiyor. Bunun için de Haziran Ayaklanması’nın niteliği üzerine düşünmek gerekiyor.

***

Haziran Ayaklanmasına katılanların çeşitliliği birçokları tarafından “kentsel” bir olgu olarak değerlendirilecektir: Kentler kalabalık mekanlar olduğu için insanlar bire bir ilişkiler üzerinden değil dolaylı ilişkiler üzerinden sosyalleşirler. Akrabalık, arkadaşlık, komşuluk şehirlerde tali ilişkiler olarak değerlendirilebilir. Hatta post-fordist üretim çağında iş ilişkileri de dağılmış, eski tarzda bir fabrikada toplanıp devrimcileşme ihtimali kalmamıştır. Şehirler sınıfsal çelişkileri de belirsizleştirmektedir. Bu, bir twitter, facebook fenomenidir.

Bu görüşün, genel olarak ayaklanmaların özellikleriyle Haziran Ayaklanmasına özgü olanları karıştırsa da, Haziran Ayaklanması için ampirik olarak doğru tarafları var. Haziran Ayaklanması büyük oranda orta sınıfların uzun süredir yaşam alanlarına, yaşam tarzlarına, bedenlerine yapılan kontrol ve müdahalelere karşı bir protesto ile başladı. Devlet çaresizce şiddeti arttırdıkça protestolar kitleselleşti ve farklı sınıfları kapsadı, devrimci olanak ve umutları büyüttü. Yalnız, gözlenen şey kendinde olumlu özellikler taşısa da çıkarılan sonuçlar olumsuz olabilir.

Tarih treni rayına oturdu: Bu görüşe göre nihayet uzun süredir beklenen Mesih, “aydınlanmış birey” ortaya çıktı. ‘Cumhuriyet’in kazanımları’ndan geriye düşemeyiz!

Örneği çokça gösterilebilecek, sürekli yutturulmaya çalışan bir masal, hareketin orta sınıf niteliğinin getirdiği liberal özelliklerden güç alıyor. Ne yazık ki bu masalın solda da hakim etkisi var.

***

Bence bu tür analizlerin büyüsüne kapılmak zararlıdır ve bizi Aydınlanmacı ve modernist dar görüşlülüğe sürükler. Dardır çünkü köy topluluklarında da insanlar arasındaki dolaylı ilişkiler bire bir ilişkilerden daha önemlidir. Twitter yoktur da köy köy dolaşan hikaye anlatıcıları, ozanlar vardır. Osmanlı’da isyanlarda meczup derviş kitleleri vardır. Sürekli doğudan batıya akın akın geçen göçerler ve şehirlerde boş boş gezen kitleler vardır.

Ayrıca kitlesel politizasyon her zaman bir ideolojik bulamaca benzer. Bu, şehirlere değil, politizasyonun zoruna has bir özelliktir. Şeyh Bedreddin İsyanı öyle değil midir? Üstelik bu sadece isyanın toplam kitlesinde değil Bedreddin’de de belirgindir. Abdülbaki Gölpınarlı, Bedreddin’i inançlarında bocalayan bir insan olarak görür.

Konuyu uzatmak pahasına değerli bir monograftan bahsetmek istiyorum: J. Hathaway’ın “Unutulan İkon: Hz. Ali’nin Kılıcı Zülfikar’ın Osmanlı Türevi”[3] adlı monografında Osmanlı Sancaklarında kullanılan Zülfikar arkasında Hıristiyanların haç, Müslümanların Zülfikar görerek savaştığı anlatılır.

O zaman Haziran Ayaklanması’nda burjuva demokratik değerlerin ardında birleşmiş yekpare bir bütün, kaynaşmış sınıfsız kitle göremeyiz.

Bunlar niye önemli? Şüphesiz yeni olanı değersizleştirmemek, anlamak ve yüzleşmek gerekiyor fakat bu başka bir şeyi anlamamak ve onunla yüzleşmekten kaçınmak anlamına gelebilir mi? Sosyolojisi yapılan kitleler devrimin asli unsurları değil.

***

Bu ayaklanma için, devrimin bir işaret fişeği denilebilir. Fakat sadece işaret fişeği! Kendisi değil!

***

Devrimin olası müttefikleri asli unsurlardan önce ayaklandı. Olası müttefikleri asli unsur gibi görmek ve göstermek en büyük aymazlık olacaktır. Başka bir konjonktürde olası müttefikler değişebilir.

***

Kitlelerin gündelik hayata ilişkin tepkileri, istek ve arzuları ile etkileşmek gerekiyor. Fakat ideolojilerin yeniden önem kazanacağı ara döneme de hazırlanmalıyız. Bu dönem güneşin balçıkla sıvanmaya çalışıldığı bir dönem olacak. Biz güneşin mirasçısıyız. “Biz, yığınların tükenmez enerjilerinin, mucizeler yaratan dehalarının, sonsuz devrimci güçlerinin mirasçısıyız.”[4]

 



[1] İdeolojik Kemalizm – Kurumsal Kemalizm konusunda tartışmalar için bkz: Teori ve Politika 56-57, “Devlet ve Devrim: Değişimin Dinamikleri” dosyası.

[2] Bir yüzü sağa, bir yüzü sola bakan iki yüzlü Roma tanrısı.

[3] Cogito, Sayı 19: “Osmanlılar Özel Sayısı” içinde

[4] İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Altınçağ Yay., 1999, s. 160

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar