Ana SayfaKürsüCumhurbaşkanlığı Seçiminde İkinci Tur ve Politik Tutum

Cumhurbaşkanlığı Seçiminde İkinci Tur ve Politik Tutum

 

Bolşeviklerin temel niteliklerinden birisi […] ve devrimci stratejimizin temel öğelerinden birisi, herhangi verili bir anda baş düşmanın kim olduğunu anlama ve tüm gücümüzü bu düşmana karşı nasıl odaklayacağımızı bilme yeteneğimizdir.ʺ

G. Dimitrov.

I

Cumhurbaşkanı seçimi ikinci tura kaldı. 28 Mayıs tarihinde gerçekleşecek ikinci tur seçim, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında geçecek ve en fazla oyu alacak aday cumhurbaşkanı seçilecektir.

Kısaca hatırlatalım: YSK tarafından açıklanan resmi verilere göre; Toplam Seçmen Sayısı 60.721.504’tü. Seçmenler, toplam 192.214 sandıkta oyunu kullandı. Kullanılan Oy: 53.993.683. Geçerli Oy: 52.972.386. Geçersiz oy: 1.037.104. Seçimlere katılım oranı ise % 88.92’dir. Yurt dışında toplam kayıtlı seçmen sayısı: 3.425.759. Kullanılan oy: 1.691.287. Geçersiz oy: 15 bin 19. Yurt dışında katılım oranı: %49,40.

II

Yaygın beklenti, arada önemli bir oy farkı gözükmemekle birlikte cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turda Kılıçdaroğlu lehine sonlanmasıydı… Bu beklenti anket şirketlerinin açıklamasıyla da çakışıyordu ya da önemli bir faktör olarak anket sonuçları ve “Millet İttifakı”nın yaptığı mitinglerin kitlesel ve coşkulu geçmesi bu beklentiyi güçlendirmişti. Seçim öncesi iki aday arasında, Kılıçdaroğlu lehine üstü örtüleyemeyecek bir oy oranı kazanılamazsa, Erdoğancı faşist rejimin manipülasyon, gasp yoluyla tabloyu lehine düzenleyeceği görülebiliyordu.

Fakat sosyolojik ve politik gerçekler farklı bir tabloyu ortaya koydu… Ortaya çıkan tabloyu esasen Erdoğancı rejimin komplosuyla izah edemeyiz. Geçmiş seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de ciddi tezgahların kurulmasıyla Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na önemli oy akışının (gasp) örgütlendiği kesindir ama asıl sorun, siyasal rejimin hâlâ büyük bir oranda korumayı başardığı kitle desteğidir… Kurulan ve etkili olan tezgâhlar bu ana eğilime dayanmaktadır. Sorunlar, bu bakış açısı gözden yitirilmeden tartışılmalıdır.

Dinci/İslamcı faşist diktatörlüğün elebaşı Erdoğan, AKP-MHP ittifakı, “Cumhur İttifakı” sol çevrelerin, dahası önemli bir sağ kesimin beklentilerinin aksine, “yarış”ı önde tamamladı. Bu durumun yaygın bir hayal kırıklığına, öfkeye, “bu halk adam olmaz” tepkisine yol açtığını görüyoruz.

Derin bir öfkeyle birlikte moral bozukluğu içerisine sürüklenen geniş kitlelerin bu pozisyondan çıkması ve çıkarılması yaşamsal önemdedir. Her şeye karşın HDP/YSP etrafındaki blok, bu bakımdan mücadeleci pozisyonunu koruyacaktır; ciddi bir oy kaybına, moral bakımından önemli bir yıpranmaya karşın, bu pozisyon yüksek bir avantajdır ve bu avantaj, anti-faşist blokun faşizme karşı mücadelede en diri, en direngen ve önde gelen gücü olmasına bağlıdır.

Hatırlatmak gereksizdir ki, Erdoğan’ın 1. turu “önde” tamamlaması, faşist teröre ve demagojiye, özellikle psikolojik teröre; devletin bütün imkânlarının sınırsızca seferber edilmesine, “seçim ekonomisi”ne dayandı. “Normal koşullar”da Erdoğan’ın “seçim yarışı”nı önde tamamlaması olanaklı değildi.

Soylu’nun şu “tahmin”i tesadüfi olamaz. Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür’ün yazdıklarından aktarıyoruz:

“Araştırma şirketleri ve anketler bu seçimde çok tartışıldı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun siyasi araştırma ve analiz konusunda iddialı olduğunu yakın geçmişten biliyorum. Bugün değil 2 binli yılların başından beri her seçim öncesi konuştuğumda aşağı yukarı gidişata ilişkin söyledikleri büyük oranda tutardı. Ama bu seçim öncesi söylediklerine gerçekten şaşırdım. Seçim günü bile aynen şöyle diyordu: ‘Seçim yüzde 49.50 gibi biter. Çok uğraştık ama yarım puan ileri götüremedik. Sahada biraz farklı görünse de sonuç böyle olacak gibi. Meclisteyse rahatız. Cumhur İttifakı 320-325 arası milletvekili çıkartır.” (Diken)

Bu açıklama ve bilgiler, seçimlerin özel bir tarzda manipülasyona uğradığını gösteren çok ciddi bir veri olarak okunmalıdır… Meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlarının neredeyse aynı çıkmasının normal olmadığı açıktır.

Bunu geçiyoruz.

“Erdoğangiller familyası”, gerek Erdoğan’ın 1. turu önde tamamlaması, gerekse de (bir önceki seçimlere göre oy ve mebus kaybına karşın) parlamento seçimlerinde çoğunluğu ele geçirmesi itibari ile 2. tura avantajlı girmektedir.

Kuşkusuz ki, seçim sonuçları önümüzdeki dönemde yoğun bir tartışma konusu olacak. Biz bu yazımızda başlı başına seçim sürecinin değerlendirmesine girmeyeceğiz. Sorunu ikinci tur bağlamıyla sınırlayacağız.

Erdoğan 1. turda seçilemedi ya da 1. turu kaybetti. 2014 (%51.79) ve 2018 cumhurbaşkanlığı (%52.29) seçimlerine göre de oy kaybetti. AKP’nin oy kaybı ise % 7. Somutlaşmış bir veri olmamakla birlikte Erdoğan’ın aldığı oyların önemli bir oranının oy hırsızlığına/oy gaspına dayandığı kesindir…

AKP’nin oyu yüzde 35.6, Erdoğan’ın ise 49,52. Aradaki fark % 14’tür.

Erdoğan AKP’si, 2002 tarihli oy oranına gerilemiş durumda ve o dönemden farklı olarak, devletin bütün imkânlarıyla ancak bu oy oranını bulabilmiştir. Bu olgu, Erdoğan ve AKP’nin feci durumunu, erime gerçeğini yansıtmaktadır. Bu tablo, AKP ve Erdoğan’ın gücüne değil, 2014’lerden bu yana gerileyen gücüne işaret etmektedir. Aslında bu olgu, siyasal İslamcılığın iktidar sürecindeki tüm kazanımlarına karşın, ağır bir darbe aldığını, prestij yitirdiğini, ağır bir çürüme süreci yaşadığını göstermektedir…

Erdoğan’ın oyu yüzde 49.52. Ama bu oran bütün seçmenlerin yüzde 42’sine tekabül etmektedir. Yani Erdoğan toplumun çoğundan (%56!) destek alamamaktadır. Erdoğan ve AKP; MHP ve ittifakta yer alan diğer partiler olmasa ne meclis çoğunluğunu ne de cumhurbaşkanlığını kazanamaz, kazanamıyor.

III

Ne yapmalı?

Her şey bir yana, somut bir gerçekle karşı karşıyayız: 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçilecek. Adaylar belli… (Bu arada vurgulamak gerekir; HDP-YPS önderliğindeki blokun ilk tura kendi adayıyla girmemesi doğru olmamıştır.) “Öncülük” iddiası ile ortaya çıkanlar “faşist şeflik rejimi”ne “Artık Yeter!” diyen, değişim isteyen, sınıfa, halklara, ezilenlere nasıl bir seçenek önermeli? 2013 Haziran ayaklanmasından bu yana (ki Bayburt hariç tüm illerde milyonlarca insan Erdoğancı dinci faşist rejimi protesto etmişti) Erdoğan yıpranma sürecine girdi ve bugünlere geldi…

28 Mayıs seçimi karşısında takınılacak politik tutum, Erdoğan’a kaybettirme tutumu olmalıdır. 

Daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi, baş düşman Erdoğancı faşist politik rejimdir. Darbe Erdoğancı dinci faşist iktidara ve “Cumhur İttifakı”na indirilmelidir.

Politik mücadelenin bu keskin dönemecinde, taktiksel bir tutum olarak “Oylar Kılıçdaroğlu’na!” demeliyiz. Bunu, Kılıçdaroğlu önderliğindeki burjuva blok dost olduğu, sınıfın ve halkların sorunlarını çözeceği için değil, düpedüz Erdoğancı rejime ve blokuna kaybettirmek için söylemeliyiz.

Erdoğancı dinci faşist rejim kendi tarihinin en zayıf dönemini yaşamaktadır… Erdoğancı rejime ağır bir darbe indirme imkânı, burjuva muhalefetten ve lideri Kılıçdaroğlu’dan ayrı olarak, güçlü ve karşı devrimin iç çelişkilerini keskinleştirecek, politik rejime ağır bir darbe indirecek anti-faşist bir blokun (YPS liderliğindeki blok – Emek ve Özgürlük İttifakı) varlığında somutlaşıyor. Bu blok, zaafları ne olursa olsun, nesnel olarak devrimci bir rol oynayan anti-faşist bir merkezdir… Bu merkez, burjuva muhalefet bloku ile fiili olarak Erdoğan’a kaybettirme ortak hedefinde birleşse de, iki ayrı düşman bloku, iki ayrı politik çizgiyi temsil etmektedir. Bu gerçek her zaman dile getirilmelidir.

Taşların bağlanıp itlerin serbest bırakıldığı koşullarda yapılan “yarış”ı önde tamamlamasına rağmen, Erdoğan kazanamadı ve ikinci turda kaybetme olasılığı da hâlâ mevcut. Erdoğan ilk defa ilk turda seçimi kazanamadı ya da ilk tur seçimini kaybetti. İkinci turda seçimi kaybedip kaybetmeyeceği “değişim” talep eden, Erdoğancı rejime “Artık Yeter!” diye haykıran ve mücadele eden kitlelerin ve “Erdoğan karşıtları”nın göstereceği çabaya bağlıdır…

Geçmeden hatırlatalım: İki blok/aday dışında kalan oylar+sandık başına gitmeyen seçmenlerin oyları+iptal edilen, geçersiz sayılan oylar 9 milyonu aşmaktadır. İkinci tur seçimde bu oyların nasıl dağılacağı, hangi adaya yöneleceği vs. şimdilik net değildir. Bu oyların hiç olmazsa esas ağırlığı, ikinci turun kaderini belirleyecek gibi görünüyor. Keza başkanlık seçiminde CHP dışındaki “Millet İttifakı” partilerinden, başta da İYİP’ten 1. turda Kılıçdaroğlu’na verilmeyen/gitmeyen oyların Kılıçdaroğlu’na ne kadar yönelip yönelmeyeceği de bu denklemde önemli bir yer tutacaktır.

Evet, “Oylar Kılıçdaroğlu’na!” demeliyiz. “Ölüm ya da sıtma” dayatılıyor, bu doğru, ama ikisini de kabul etmiyoruz. İlk adım “ölüm”den kurtulmaktır, bu, “sıtma” ile baş etmek ve vuruşmak için elimize bir imkânın geçmesi demektir. Kesinkes vurgulanmalıdır: Erdoğancı dinci faşist rejimin kaybetmesi proletarya ve halkların, ezilenlerin yararınadır. “Devrimcilik” adına bu gerçeği reddetmek saçmalıktır. Genel seçimlerden farklı olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “3. yol”u temsil eden alternatif bir aday yoktur. Ortada iki aday var ve iktidarın tepesine çöreklenmiş, çökmüş olan Erdoğan’a kaybettirilmelidir. İkisi de düşman, ama karşımızda taktik olarak eşit derecede iki düşman yok. Baş düşman Erdoğancı rejimdir. Gerçek durum bu. Rejimin güvencesi, (2014’ten, 2018’den bu yana tek başına iktidar gücü olmaktan çıkmış, oyları sürekli gerileyen, konumunu ancak koalisyonlarla koruyabilen) Erdoğan’dır. Erdoğan’ın kaybetmesi, dinci faşist diktatörlüğün kaybetmesinin yolunu da açacaktır. 

Başkanlık seçiminde iki düşman burjuva bloktan birisi kazanacaktır. Hangisinin kaybetmesi, hangisinin kazanması objektif olarak “ezilenler”in yararınadır? Bu soruya net yanıt verilmelidir. Şunu diyebilir miyiz: “Hayır, ortada böyle bir sorun yok, kimin kazanacağı veya kaybedeceği bizim sorunumuz değil.” Böyle bir yanıt ya da aynı kapıya çıkan bir yanıt, aslında “öğrenilmiş çaresizlik”in sol versiyonudur.

Milyonların Erdoğancı faşist diktatörlüğe kaybettirme politik tutumunu görmezden gelemeyiz, hiçe sayamayız. Her durumda devrimci ve sosyalist propaganda ve ajitasyonu yapacağız. Onlara kurtuluşlarının yalnızca kendi ellerinde olduğunu, eğer kazanırsa Kılıçdaroğlu önderliğindeki blokun da sermayenin programını uygulayacağını, dün olduğu gibi bugün de, yarın da sokaklarda olmak gerektiğini anlatmaya ve birlikte savaşmaya devam edeceğiz ama birinci düşmanı devirmek için ikinci düşmana, muhalefette olan düşman blokun liderine sadece ve sırf bu nedenle, oy verilmesi gerektiğini söylemeliyiz. Böyle bir taktik tutumu yadsımak devrimci duygularımızı ve devrimci öfkemizi tatmin edebilir ama bu, politika değildir. Apolitisizmin tersyüz edilmiş, “sol” keskinlik sosuna bulanmış bir biçimidir.

Demokratik ve sosyalist görevleri ve çalışmayı bir an olsun bile ihmal etmeden geliştiren, cumhurbaşkanlığı seçiminin sınıfsal ve politik karakterini ortaya koyan bir siyasi teşhir kampanyası, ne devrimciliğimize halel getirecektir ne de Kılıçdaroğlu ve ittifakı hakkında hayaller yayacaktır. Zaten bu duruş olmadan yapılacak “Kılıçdaroğlu’a oy ver!” çağrısı, düpedüz CHP’ye, “Millet İttifakı”na yedeklenmek olacaktır. Dolayısıyla ifade ettiğimiz duruşa aykırı her tutum ve tarz reformizmdir, kabul edilemez… CHP ve Millet İttifakı ile birleşik cephe kurma, bu blokla ortak hükümet kurma gibi politik taktikler devrimci değil, gerici olacaktır. Bu blokun emek düşmanı neoliberal ekonomi-politikasını, sermayenin bölgesel yayılmacı politikasını, şoven, milliyetçi, Kürt düşmanı, göçmen düşmanı politikasını, siyasal özgürlüğe düşman politikasını desteklemek söz konusu olamaz, dahası etkince teşhir edilmelidir…

Ancak, sözgelimi, meclis çalışmaları başladığında meclis zemininde, İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanması için, hangi saikle olursa olsun, sözleşmeyi onaylayan, sözleşmenin yürürlüğe girmesini isteyen burjuva partilerle taktiksel ortaklıklar kurulacaktır. Bu bağlamda da mecliste düşmanın iç çelişki ve çatışmalarına oynanacak; anti-faşist blokun ciddi bir temsiliyetle meclisteki varlığı ve bu odağın parlamento dışı muhalefete dayanma pratiği bunu sağlayacaktır. Yani bunu gerçekleştirebilecek maddi-politik bir güç vardır…

Bu örnekleri geliştirebilirsiniz ama burada olan şey, faşizm ve sermayeyle uzlaşmak değil, ezilen cinsin ve toplumsal-siyasal ilerici, anti-faşist mücadelenin dinamiğine dayalı olarak bir kazanımın elde edilmesidir. Bu bağlamda fiilen ya da resmen burjuva partilerle ortak davranışlar gündeme gelebilecektir. Sözgelimi bu duruşu “reformizm”, “sermaye cephesine yedeklenmek”, “burjuvaziyle uzlaşmak” olarak görebilir miyiz? Kuşkusuz ki hayır! Fakat bu tutumu, esnek taktik ve politik manevraları “burjuvaziye ya da bir kanadına yedeklenmek” olarak lanse edenler, edecek olanlar her zaman olacaktır. Dahası bunlar, “sol”cu tutum ve duruşlarını en devrimci, en Marksist kavram ve propagandayla süsleyeceklerdir… Kuşkusuz ki bu, “sol çocukluk” hastalığıdır…

Yukarıda cumhurbaşkanı seçiminin 2. turu ile ilgili ayrım çizgisini belirledik. Bu ilkesel ve taktiksel hatta durarak ilerlemek yanlış olmayacaktır. Varsın Erdoğancı faşist diktatörlüğe objektif olarak hizmet eden keskinlik yapanların boş çığırtkanlığı boşluğa boca olsun…

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar