Ana SayfaKürsüSeçimler, Politika ve Seçim Taktiği

Seçimler, Politika ve Seçim Taktiği

 

Dinci faşist diktatörlüğün elebaşı seçim tarihini açıkladı: 14 Mayıs. İşin “hukuksal” tarafını geçiyoruz. Ortada anayasa ve yasalarla bağlanmış bir yasal çerçeveden bahsedilemez. Bunlar özellikle 2013’ten bu yana “tarih” oldu. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”yle yasama, yürütme, yargı tek elde toplaştı; başında da TC tarihinin gördüğü en kibirli “Cumhurbaşkanı” dinci faşist Erdoğan var. Söylediği her şey yasadır, en üst yasadır. Dinci faşist keyfilik sınır tanımıyor. Dinci faşist devlet terörü ve toplumsal demagoji ile dış politikada şoven, ırkçı, ilhakçı, yayılmacı saldırganlık süreci belirliyor. “Topluma giydirilmiş bir deli gömleği” var. En ufak muhalif tavır bile faşist cezalandırılma yoluyla eziliyor. Politik özgürlük yoksunluğu yaşamın her zerresine damgasını basıyor. Müthiş bir toplumsal çürüme düzeni sarmış durumda. “Narko devlet”, “mafya devlet” olgusu faşist diktatörlüğün karakteristiklerindendir. Sıradan kitleler kendi deneyimleriyle bir dizi gerçeği daha çıplak görmeye başladı.

I

Seçimler yapılabilir mi? Yapılabilir. Peki, seçimler yapılmayabilir mi? Yapılmayabilir. Yapılırsa iptal edilebilir mi? Edilebilir. Seçimlerin yapılıp yapılmayacağı neye bağlıdır? Politik güçler dengesine. Seçimlerin yapılıp yapılmayacağı devrimle karşı devrim arasındaki mücadeleye, karşı devrimin kendi iç çelişki ve çatışmalarına; bu olgunun iç, bölgesel, uluslararası konjonktürdeki yerine; dinci faşist “Saray yönetimi”nin hesaplarına bağlıdır. Her halükarda Erdoğan’ın kadir-i mutlak bir güç olmadığını bilmek gerekiyor.

Tepesinde Erdoğan’ın oturduğu, AKP-MHP bağlaşmasına dayanan politik rejim her cephede yıpranmaya devam ediyor. Politik rejim ve Erdoğan AKP’si önemli bir güç kaybı yaşıyor. Bu eğilimin süreceği anlaşılıyor. İç ve uluslararası sermaye henüz tümden desteğini çekmemekle birlikte Erdoğan’la daha fazla gidilemeyeceğini görüyor. Sömürü ve zulme, toplumsal adaletsizliğe karşı birikmiş ve büyümekte olan ve “sosyal patlama”ya dönüşme tehdidi taşıyan siyasal ve toplumsal öfke gibi gerçekler, bir seçim yapılmasını gerektiriyor. Ekmek, adalet, özgürlük talebi toplumsallaşmaya, politikleşmeye devam ediyor. Bu eğilim özellikle Batı’da büyük kitle hareketlerine dönüşmemiş olmakla birlikte, gelişmektedir. “Sosyal patlama” korkusu iktidarı ve muhalefetiyle burjuvazinin realitesidir. Kendi aralarındaki it dalaşında da bu tehlike ve tehdidi hep hesaba katmaktadırlar. Sokakları faşist terör eşliğinde yasaklayıp ezen politika ile, “bizi sokaklara çekmek istiyorlar, provokasyona gelmeyeceğiz, sandıkta hesap soracağız” diyen politika, aynı burjuva politikanın birbirini tamamlayan iki yüzüdür. Bu birlik, proletaryaya, halka, Kürt ulusal devrimine karşı kurulmuş burjuva ittifakın gerçeğidir.

AKP kendiliğinden çekilip gitmeyecektir. Erdoğan bunu defalarca açıkladı; “kaybedeceğimiz çok şey var” diyerek altını da çizdi. İç politikada sınır tanımayan toplumsal demagoji ve manipülasyon, dizginsiz faşist devlet terörü, neoliberal ekonomik saldırı; dış politikada emperyal yayılmacı, ilhakçı, işgalci saldırganlık ve kışkırtıcılık, dinsel faşist rejimin ve Erdoğan’ın politik çizgisidir. Politik iktidarı bırakmamak için, kaybedeceği bir seçimi yaptırmama ya da bugün öne çıkan yanıyla yapıldığı koşullarda seçim sonuçlarını tanımama, oy gaspıyla iktidarı zorla elde tutma politikası Erdoğan faşizminin politikasıdır. Örgütlediği ve yönettiği, silahlandırdığı on binlerce dinci faşist paralı askerini, SADAT’ı da, daha önce yaptığı gibi, açık bir tehdit unsuru olarak kullanmaktan geri durmamaktadır. Dinci faşist rejimin planlarının ve tehditlerinin boşa çıkarılıp çıkarılamayacağı son tahlilde işçi sınıfının ve halkların gücüne ve direnişine bağlıdır.

Rejim; Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-antilaik kutuplaştırması yoluyla denetimli iç savaş yönelimi, Kürdistan’a, Kobani’ye daha kapsamlı bir işgal saldırısı, keza örneğin 3-5 Yunan adasına/kayalıklarına bir çıkartma yaparak ya da içeride Ankara Gar katliamı gibi katliamlar gerçekleştirerek ya da Suriyeli göçmenlere dönük ırkçı faşist kışkırtma ve kitlesel katliamlar yaparak kitleleri terörize edecek bombalamalarla, birkaç önemli politikacıyı suikastle öldürerek “terörizme” vs. karşı mücadele gibi manevralarla olağanüstü hal ilan ederek seçimleri yaptırmayabilir ya da iptal edebilir, seçim sonuçlarını tanımayabilir. Açık ki, faşist elebaşı, bir kez daha “Ya ben ya da kaos!” politikasını fütursuzca dayatacaktır. Geçmişte bunlar yaşandı ama bu kez, daha keskin bir saldırganlık eşliğinde bu oyun oynanacaktır. Kedinin fareyle oynaması örneğinde olduğu gibi, Erdoğan ve AKP’si Millet İttifakı ile oynamaktadır. Yani, Erdoğan senaryoları karşısında durabilecek dirençli bir burjuva koalisyon yok. Ki Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında büyük bir oy farkı da olmadığı görünüyor. Politik rejimin, Erdoğan ve AKP’sinin bu denli yıprandığı koşullarda bile memnuniyetsiz, öfkeli geniş kitleleri yanlarına çekememeleri, bir çekim merkezi haline gelememeleri CHP’nin, Millet İttifakı cephesinin gerçeğidir. Etkili bir halk hareketinin gelişememesinin yanı sıra, Erdoğan’ın en büyük avantajlarından birisi de karşısında kendisinin çizdiği sınırlar içerisinde sözde “muhalefet” yapan burjuva partilerin varlığıdır. O da bu olanağı tepe tepe kullanmaktadır ve kullanacaktır.

Bütün olasılıkların hesaba katılması, bu bağlamda mücadeleci pozisyon alınması, yaşamsal önemdedir. Olası gelişmeleri boşa çıkarabilecek güç, şimdilik devrimci hareket, özellikle de yurtsever hareket ve HDP’dir; meşruluk hattında mücadele etmek, geniş kitleleri seferber etmeyi başararak sokaklarda mücadele etmek tek çıkış yoludur. Hatırlatmak gereksizdir ki, Erdoğan rejiminin manevraları ve saldırıları, dönüp onu vurabilir. Tersinden bu tablo, yeni devrimci olanakların ortaya çıkması ve kullanılmasının aracı haline dönüşebilir. Bütün mesele hazırlıklı olmak, buna uygun konumlanmak ve militan kitlesel mücadele yolunda yürüyebilmektir. Bu görevi yerine getirebilmek ise tümüyle hazırlık düzeyinizle, manevra yeteneğinizle, vs. bağlıdır. “Emek ve Özgürlük İttifakı” bu araçlardan birisidir. HDP olmazsa ittifakta yer alan çoğu partiden ise böyle bir militanlık beklenemez…

Seçim sürecinde devrimci ve komünist programa bağlı faaliyet önemlidir. “Sosyal reform” program ve stratejisine bağlanmış bir çalışma kuşkusuz ki devrim ve sosyalizm programının yok sayıldığı ya da ikincil plana itildiği bir siyasal çalışmadır. Bütün zayıflığına ve zaaflarına karşın, devrimci-demokrasinin ve komünist hareketin varlığı, devrimci niteliğinde ısrar etmesi son derece değerlidir. Kuşkusuz ki sadece program ve ilkelerle, genel stratejik sloganlarla sınırlı yapılacak bir seçim çalışması karşılıksız kalacaktır. Bu bağlamda önemli olan, programın ışığında güncelleştirilmiş, sınıfın ve halkların güncel talepleriyle birleştirilmiş, somutlaştırılmış politika yapabilmektir… Bu olgu, en geniş anti-faşist kuvvetlerin birleşik cephesini ve mücadelesini gerektirmektedir. Bu, sınıf mücadelesinin yakıcı ve her bir gelişme evresinde her bakımdan geliştirilmesi gereken politik gereksinimdir. 

II

Geçen seçimlerde (yerel seçim) HDP’nin politikası, doğru bir taktik politikaydı. Devrimi anlamayan devrimcilik kategorisi ve yönelimi bu gerçeği anlayamamıştı ve “sol” keskinlikle biçimlenen “seçim taktiği”yle “mücadele” etmişti.

Herhangi bir burjuva kampa yedeklenmemek; burjuva muhalefeti kitlelere bir alternatif olarak sunmamak; karşı devrim içerisindeki çelişkilere fiilen oynamak, Erdoğan rejimine ve AKP’ye, AKP-MHP ittifakına (Cumhur İttifakı) kaybettirmek; faşizm ve sermayeye karşı mücadelede darbeyi, en zayıf halkaya, “Saray rejimi”ne yöneltmek; İyi Parti’nin aday olduğu kentlerde karşı aday çıkarmak; halkların kardeşliği hattında yoğunlaşmak, izlenen taktiğin unsurlarıydı.

Nitekim bu taktik başarılı oldu. AKP başta metropoller olmak üzere pek çok yerde yerel seçimleri kaybetti. Bu, geniş kitlelere moral ve cesaret verdi. Türk ırkçılığının, şovenizmin politik etkisi altında olan kitlelere halkların kardeşliği doğrultusunda gerekli ve önemli bir mesaj verildi. Şovenizmin etkisi altında olan Türk ulusundan kitleler ‒öncelikle de CHP tabanı‒ üzerinde sorgulamaya yol açan etki gücü yarattı. HDP’nin Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olarak kilit rolü; HDP’siz Millet İttifakı’nın kaybetmeye mahkûm olduğu daha keskin biçimde açığa çıktı. Ve burjuva muhalefet cephesi ve kitle tabanında HDP’nin güç ve rolü daha belirginleşti. Ki burjuvazi ve klikleri bu gerçeğin çok iyi bilincindedirler.

Bir olgunun altı çizilmelidir. Burjuva karşı devrim içerisindeki parçalanma, çelişkilerin keskinleşmesi, dolaylı olarak devrime yarar. Stalin bu olguyu “stratejide dolaylı yedekler” kategorisinde inceler. Ancak karşı devrimin iç parçalanmasından yararlanabilmek politik güç olmaya bağlıdır; herhangi bir politik güç değil, manevralar yapmayı, darbeler indirmeyi sağlayacak bir politik maddi güçten, kudretli bir kitlesel hareketten ve öncü kuvvetin varlığından bahsediyoruz. Kürt halkı, yurtsever hareket, HDP böyle bir güçtür. HDP Türk ulusundan işçi ve emekçilerin özellikle de ileri kesimlerinin politik desteğini almayı başaran bir partidir. İşte bundan dolayıdır ki, geçen yerel seçimlerde AKP’ye ağır darbeler indirilebildi ve HDP’nin siyasetteki kilit rolü gösterilebildi. HDP’nin seçim taktiği, güç toplamaya, kitleler nezdinde politik etkisinin büyümesine hizmet etti. Faşist propagandanın HDP’nin “terör örgütü” olduğu demagojisi de ciddi bir darbe aldı. Şovenizme kitle temeli oluşturan geniş kitleye halkların kardeşliği mesajı taşınabildi. Bu, nesnel olarak devrimci, anti-faşist olanakları geliştirdi ama seçim sonrası bu olanaklardan ne kadar yararlanılabildiği ayrıca incelenmelidir; bu bağlamda, devrimci ve komünist hareketin, HDP’nin atıl kaldığı söylenebilir. Bu da devrimci-demokratik ve komünist hareketin zayıf bir güç oluşuyla, güncel mücadelenin gereksinmelerine yanıt olmaktan uzak olmasıyla bağlıydı ve bağlıdır…

HDP’yi pek çok açıdan eleştirebiliriz (parlamenter hayaller, sınıflar arası uzlaşma vs.) ve eleştirmeliyiz de. “Birlikte vurma” taktiği ve siyasal tarzı, her zaman ve her konuda HDP’yi onaylamak anlamına gelmez. HDP’ye destek eleştirel “destek”, propaganda ve ajitasyon özgürlüğüne dayanan bir destek olacaktır. İdeolojik ve siyasal bağımsızlığı korumak ama politik mücadelede birlikte yürümek politik mücadelenin gereksinimidir. Ortak düşmana (faşizm ve sermayeye) karşı ortak mücadele perspektifi ve güncel politikasının gözden yitmesi ağır bir zaaf olur… 

Kuşkusuz ki, taktik politikalar koşullara bağlı olarak değişir. Dün doğru, geliştirici, devrimci ya da devrimci rol oynayan taktikler, bir başka durumda mücadelenin gelişmesinin önünde engele dönüşebilir vs. İlkelerde katı, taktiklerde esnek olmak sınıf mücadelesinin bir gereğidir. Taktiklerin stratejik zaferi uzaklaştıran değil, yakınlaştıran; strateji doğrultusunda güç toplayarak seferber etmesine hizmet etmesi durumunda anlamlı bir politik ağırlığı olacaktır. Sınıf ve geniş kitlelerle bağı olmayan, kendine dönüklükten kurtulamayan, sınırlı grupsal güçle yapılanmış parti ve siyasi çevrelerin “seçim taktiğimiz” üzerine yazıp çizmesi de pek anlamlı olmamaktadır. Eğer maddi bir güç olarak sınıfa ve kitlelere dayanan politik bir güç değilsen, bu durumda “seçim taktiği” adına söylenenler etkisiz kalır. Dahası bu tarz siyaset lafazanlığa, biçimselliğe tekabül eder. Doğru taktik politikaların toplumsal ve siyasal bir karşılığını bulması yaşama geçirilmesinin ön koşuludur. Gündemi etkileyen ciddi bir politik güç değilsen, “seçim taktiğimiz” üzerine yapılacak propaganda ve ajitasyonun da, kendi dar siyasal çevreni memnun etmenin ötesinde çok bir anlamı kalmamaktadır. Unutulmamalı ki, “militanlık”, içerisinden geçilen siyasal koşulların gündemleştirdiği politik gereksinmelere yanıt vermekte, lafta değil, gerçek ilişkilerde karşılığını bulacak ve bulması gereken yanıt olmakta somutlaşır. Militan mücadelenin komünist teori ve pratikte anlamı budur; yani militanlığın ölçüsü, dar grupsal çıkarlara, mezhepçi taktiklere, “radikal eylem”lere dayanmaz; ölçü, devrim ve sosyalizm kavgasının ve bu kavganın güncel koşullarına ve gereklerine ne kadar yanıt verip veremeyeceğinle ölçülür ve ölçülmelidir.

Komünist bir işçi hareketi yaratamayan, işçi sınıfı hareketi içerisinde ciddi bir politik güç haline gelemeyen, proletaryanın en yakın müttefiki olan kent yoksulları (yarı-proletarya) içerisinde ciddi bir ağırlık oluşturmayan, bu eksende emekçi kitleler içinde ciddi bir ağırlık oluşturmayan bir güç isen, bu durumda, “taktik politika”lar, “seçim taktiğimiz” üzerine yazılıp çizilenlerin fazla bir rolü olmayacaktır. Bu, komünist hareketin tarihsel ve güncel açmazıdır. Bu olgu, hem komünist hareketi hem de işçi sınıfı hareketini güçsüz bırakan en yakıcı olgudur. “Ezilencilik”le bu sorun çözülmek bir yana, “ezilenler” teorisi ve pratiği ile komünist hareket kendi öz sınıfsal temellerinden daha fazla koparak halkçı eğilimlerin tutsağı haline gelmektedir. Komünist işçi hareketine dayanan bir güç olarak “ezilenlerle” ilişkilenmek ile “ezilenci”liğin peşinde sürüklenmek farklı şeylerdir. Komünist hareketin gerekleri ve gereksinmeleri birincisine dayanır ve dayanmalıdır. Bugün de olduğu gibi, işçi sınıfı hareketinin tarih boyunca hep reformistlere, burjuva sendikal harekete terkedilmiş olması; bu tabloyu yıkacak sistematik bir politikanın, teori ve pratiğin ortaya konulamamış olmasıyla bağlıdır. İşçi sınıfının ve kent yoksullarının ana kitlesinin gerici ve faşist partilerin oy deposu olması komünist iddianın neden yaşam bulamadığının sorgulanmasıyla birlikte ele alınmalıdır. Kesin olan şudur: Türkiye devriminin kaderi büyük sanayi merkezleri ve işçi sınıfı tarafından belirlenecektir…

III 

Burjuvazi karşısında proletaryanın siyasal bağımsızlığının korunması, taktik değil, ilkesel bir sorundur. Taktikler ilke bozmaya tekabül edemez. Ama ilkeler de taktiğin yerine ikame edilemez; ilke bozmaya tekabül eden taktik politikalar, berbat bir oportünizme sürükler. Taktik politikaların yerine ikame ettirilen ilkeler de “sol” oportünizm ve aydın gevezeliği üretir. Her iki durumun da proleter devrimci öncülükle ilişkisi yoktur; mücadelenin gereksinmelerine yanıt vermez. Güncel siyasetini ilkelerine, program ve stratejine bağlı olarak yürütmek zorundasın. Ama güncel politika ve taktiklerin yerine/adına ilkelerini, program ve stratejini geçirirsen, burada yapılan politika değildir. Proleter militanlık denen şey, asgari ve azami hedeflerine bağlanmış güncel siyaset üretmekte ve somut mücadelenin gereksinmelerini karşılamakta somutlaşır. Bunu yapamadığın koşullarda öncü adını hak edemezsin, kendiliğindenliğin önünde boyun eğer, yarı-kendiliğindenci bir çizgide sürüklenip gidersin; üstüne üstük “İdare-i maslahatçılık”ı, dar pratikçi ilkelliği “büyük politika” vb. olarak lanse edersin; ama nihayetinde gerçek yaşamda proleter ve geniş emekçi kitlelerden, kitle hareketlerinden kopuk durumun teorisini yaparak kendi küçük dünyan içinde ne kadar mükemmel olduğunun ajitasyonunu yaparsın.

Devrimciliğin, komünistliğin ölçütü “sol” keskinlik değildir. Burjuvaziye ve faşizme karşı en keskin lafların arkasına geçebilir, buna da “yüksek siyaset ve öncülük” diyebilirsiniz. Bu, öteden beri Türkiye devrimci hareketinin karakteristiklerindendir. Sağ oportünizmin “sol” oportünizme ya da tersi yalpalamalara dönüşmesi, savrulmalar da bu tarihin geri yanlarından, karakteristiklerinden birisidir. Bu iki uç, birbirinin yerine geçebilir ve bu potansiyel her zaman vardır.

Geçen seçim deneyi, yeni süreçte kendi özgün gerçeği içerisinde dikkate alınmalıdır. Önemli bir politik deneyimdi. İki burjuva bloktan birine yedeklenmeden fiili manevralar yaparak gücü açığa çıkarmak; güç toplamaya, karşı devrimin iç çelişki ve çatışmalarını derinleştirmeye, kendine alan açmaya, daha etkili darbeler indirmeye, mücadeleyi geliştirmeye hizmet eden taktikler yaşamsal önemdeydi.

Lenin, “Daha güçlü bir düşman, ancak en büyük çabayı sarf ederek ve düşmanlar arasındaki herhangi bir, hatta en küçük yarıkların en eksiksiz, uyanık, dikkatli, ustaca ve zorunlu kullanımıyla yenilebilir. Bunu anlamayanlar, Marksizmin, genel olarak modern bilimsel sosyalizmin en küçük bir zerresini bile anlayamadıklarını ortaya koyarlar” diyor.

Burjuva karşı devrim cephesinde büyümekte olan iç parçalanmayı derinleştirerek de yolu açma politik mücadelenin ve tarihin önemli bir dersidir. Her dönem karşı devrim içi parçalanmalardan yararlanmasını bilmek gerekir; lafla değil, kitlesel politik bir güç, politik ve askeri bir güç olarak… Yoksa “yararlanma” sözleri lafazanlıktan öteye geçmez.

Politika sanatı ve politik önderlik yeteneği, politik mücadele tarzı bakımından Lenin’in şu sözlerinden öğrenilmelidir ve Lenin’in söylediği şey, ancak politik-maddi bir güçsen yaşama geçirebilir.

“Kendinden daha güçlü olan bir düşman, ancak en son kertesine varan bir çaba gösterilerek ve düşmanlar arasındaki en küçük çatlaktan, ayrı ayrı ülkeler burjuvazileri arasında, her ülkenin içindeki burjuvazinin çeşitli grupları ve kategorileri arasında en küçük çıkar çelişkilerinden ve aynı zamanda geçici bir müttefik olsa da, sallantılı olsa da, koşula bağlı bulunsa da, pek o kadar sağlam ve güvenilir olmasa da, sayıca güçlü bir müttefiki kendi tarafına kazanmak için, en küçük olanaktan en büyük özen ve uyanıklıkla, en ustaca ve en akıllıca yararlanıldığı takdirde yenilgiye uğratılabilir.”

Burjuva cephenin iç parçalanmasına yedeklenmek ile, bu parçalanmadan devrimci, anti-faşist ve sosyalist mücadelede yararlanmak iki farklı politikadır. Birincisi reddedilmelidir, ikincisini kavramadan da devrimci politik öncülük iddiasında bulunamazsın.

Türkiye’de seçim mücadelesi, yalnızca dar anlamda iç bir sorun değil, mücadelenin diğer sorunlarında da olduğu gibi, iç, bölgesel, uluslararası politik mücadele ve güçler dengesinin ve mücadelesinin bir parçasıdır. Sözgelimi, AKP-MHP ittifakının, dinci faşist rejimin yıkılıp yıkılmaması sorunu sadece iç politikanın sorunu değildir ve ortaya çıkacak sonuçlar da içerisiyle sınırlı olmayacaktır. Yani meseleyi geniş bir perspektiften ele almak ve değerlendirmek zorunludur.

Eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda özgürlük ilkesi, faşizm ve sermayeye karşı kurulan güç ve eylem birliklerinde, cepheleşmelerde olmazsa olmaz koşuldur; dahası bu, ilkesel bir sorundur.

HDP bir birleşik cephe hareketidir; keza bileşimi genişlemeye açık olarak kurulan “Emek ve Özgürlük” bağlaşması da aynı özellikte, olumlu bir gelişmedir. Bu ittifak güçlerinin sokak vurgusu önemlidir ve pratik tutarlılıkla uygulanması için azami derecede bir irade sergilenmelidir. Böyle bir iradenin geliştirilmemesi durumunda, söz konusu saptama kuru laf kalabalığı olarak kalacaktır. Ki bu bağlam başlı başına bir irade savaşımını gerektirir. Yoksa bağlaşmaya dahil olan reformist ilerici partilerin yapacakları şey ortadadır.

Proletarya için, parlamento ve parlamenter mücadele, devrim ve sosyalizm mücadelesinde yardımcı bir mücadele alanıdır. Keza parlamenter mücadele parlamento dışı mücadeleye bağlıdır.

Genel ve yerel seçimler, proletaryanın asgari ve azami hedefleri temelinde politik müdahaleye fırsatlar sunar. Bu bağlamda devrimci ve komünist hareketin stratejik hedefleri HDP ve sosyal reformist hareketten temelde farklıdır. Bu bilinç ve donanıma sıkı sıkıya bağlı kalmak gerekir.

Bu hatırlatmaları yapma gereği duyduk; çünkü faşizm ve sermayeye karşı kurulan ittifaklar şu veya bu akımı tatmin etmeyebilir. Bu bağlamda da, birleşik cephe politikaları içerisinde yer alan devrimci ve komünist kuvvetler, propaganda ve ajitasyon özgürlüğünü kullanarak, kendi amaçlarına bağlı faaliyetlerini yürütecektir. Devrimci yapılar, HDP etrafında gündemleşecek “seçim taktiği”nde yetersiz gördüğü her konuda kendini özgürce ifade edebilecektir. Bir diğer ifadeyle, eğer HDP etrafında örülen bağlaşma ortak bir seçim taktiği etrafında şekillenirse, bu durumda, her bir akım, çevre ve partinin, yetersiz bulduğu her konuda “kamuoyu”na seslenme özgürlüğü vardır; dar kafalı, tarikatçı, mezhepçi, sekter analizlerle bu gerçeği görmezden gelmek baştan aşağı yanlış olacaktır. Bir yerden bir yere kadar omuz omuza yürürsün, yürüdüğün süre boyunca istediğin her konuda propaganda ve ajitasyonunu yürütürsün. İdeolojik mücadele yürütmenin önünde de hiçbir engel yoktur.

Devrimci bir seçim taktiği bahanesiyle HDP’den uzak durma politikası sosyal şoven bir sınıfsal, ideolojik-politik kimliğin bas bas bağırmasıdır. Sermaye ve faşizmin baskısının ürünü olan “Kürtlerle bir arada görünmemek” politikası, düpedüz politik özgürlük mücadelesinden kaçma politikasıdır. Bu politika CHP vb. partiler için anlaşılabilir ama “devrimcilik”, “sosyalizm” adına iddia sahibi görünenler için kabul edilebilir değildir. Değildir, çünkü bu duruş ve zihniyette devrimciliğin D’si, sosyalizmin S’si yoktur. Dahası bu duruş ve zihniyetle tutarlı bir anti-faşist demokratik bir mücadele bile yürütülemez.

“Devrimciler herhangi bir burjuva cepheye taraf olamaz, bundan dolayı HDP’nin seçim taktiği dün yanlıştı, bugün de böyle bir politikayı kabul edemeyiz” vs. diyenler var.

Peki, bu değerlendirme ve eleştiri ne kadar doğru? Evet herhangi bir burjuva kampa dahil olmamak gerekli. Ama geçen seçimlerde HDP “Millet İttifakı”nın bir uzantısı ya da yedeği olmadı ki! Bu burjuva blok on milyonlara kurtuluş seçeneği olarak sunulmadı. Buna inanmayan her devrimci yapı kendi programının propagandasını yaptı. HDP’nin kilit parti konumuna gelmiş olması, her kanadıyla burjuvazinin istemediği şeydir. Ve bu istenmeyen şey, politik bir gerçek olarak kendini burjuvaziye ve şovenizmin, milliyetçiliğin etkisi altında olan kitlelere dayattı; “iç ve dış güçler”den hiç kimse bu gerçeği yadsıyamıyor. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor. Bugün HDP boşuna mı sürekli faşist terörle susturulmaya çalışılıyor? HDP’yi siyaseten etkisiz bir güç haline getirmek, kapatma hamleleri vb. tesadüfi değil ki! Yurtsever Kürt hareketini ezmeden HDP’yi ezemezsin ve HDP “Doğusu ve Batısı”yla birlikte ciddi bir politik güç ve cephedir. HDP kurtuluş değildir ama kurtuluşa giden yolda bir araç olarak görülmelidir. Bugün, nesnel olarak devrimci rol oynayan anti-faşist, anti-sömürgeci bir partidir. Faşist diktatörlük ve bütün kamplarıyla burjuva bloklara ek olarak Kürt ulusal burjuvazisi, sayısız yol ve araçla HDP’yi tasfiye etme ya da sistemin uysal parçası olacak bir partiye dönüştürme mücadelesi veriyor. HDP “bize aittir”. Sınıfsal iddia ve politik hedefinde sağlam dur, ama anti-faşist mücadelede birlikte yürü! Seçim süreci bunun bir aracıdır.

Seçimler sürecine girildi. Henüz ciddi bir heyecan dalgasından bahsedilemez. Ancak bu hava gelişmektedir. HDP cumhurbaşkanı seçimi bağlamında gelişmelere göre taktiksel tutumunu somutlaştıracaktır. HDP kapatılma tehdidi altında yaşıyor ve her bakımdan ağır baskı ve saldırıların kuşatmasında. Ancak en kötü durumda bile bu süreci atlatacaktır.

Değişik seçeneklerin gündemde olduğu görülüyor. HDP’nin merkezinde olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ilk turda kendi bağımsız cumhurbaşkanı adayı etrafında seçimlere katılabilir.

Resmi bir ittifak kurmadan, fiili olarak, Millet İttifakı’nın “uygun” bulunabilecek adayı desteklenebilir ya da bu “destekleme” ikinci turda ortaya çıkabilir. Eğer bir destek gerekirse, bu destek HDP’nin / Emek ve Demokrasi İttifakı’nın “uygun bulduğu” adayı ve partisini kurtuluş umudu olduğu için değil, faşist diktatörlüğün “verili durumda” en zayıf halkasından vurulması anlamına geldiği için olacaktır. Bu gerçek, her durumda en geniş kitleler nezdinde vurgulanmalıdır.

Boykot taktiği HDP’nin gündeminde yok. (Boykot, özel koşullarda gündeme girebilecek bir taktik politika olabilir.) Seçimlere katılmak en geçerli politika olacak ama ne olursa olsun, sokakların, milyonların gücü temelinde ilerlemek, geniş kitlelerin birikmiş öfkesine ve taleplerine dayanarak eylem gücünü açığa çıkarmak temel olmalıdır. HDP, “üçüncü yol” üzerinde yürüyecektir. Ve “üçüncü yol” Millet ittifakı ile blok kurmak gibi bir yol değildir. HDP / Emek ve Özgürlük İttifakı kendi yolunda ayrı yürüyecektir. Bu durum, değişik burjuva partilerle görüşmek gibi manevraları dışlamaz. “Kamuoyu” nezdinde, kendi gücünü burjuva muhalefete dayatarak onları teşhir etmek doğru bir tutumdur. Burjuva muhalefet partilerine, Millet İttifakı’na ilkesel tutum açıklama istek ve baskısı, kamuoyunun gündemine girme, azgın faşist teröre karşın kendini geniş kitlelere duyurma, etkileme taktiğinin bir boyutudur. Millet İttifakı ve partileri HDP’ye muhtaçtırlar. Ancak HDP oyları “çantada keklik” değildir. Buna karşın onlar HDP’nin baskısına karşı direnmektedir. Dahası, bir arada görünmeme politikasını izlemektedirler. Her adımları hesaplı-kitaplıdır. Ortada tarafların “irade savaşı” var. Her bir tarafın kendine göre farklı hesabı bulunuyor. Bu da kaçınılmazdır. Fakat devletinden Erdoğan’ına, CHP’sinden bilmem ne partisine kadar uzanan cephede herkes HDP’nin kilit parti rolünün farkındadır. Burjuva cephelerin manevraları bu gerçeği de hep hesaba katarak şekillenmektedir.

Neymiş efendim, “Burjuva bir partiyle, Millet İttifakı ile görüşülemez”miş. Peki neden? “Çünkü onlar düşman, görüşme onlar hakkında hayaller yayar”mış! Bu, dar kafalılıktır. HDP ağırlığı olan, legal, meşru siyaset yapan politik bir güç olarak, mücadeleyi geliştirdikten sonra, şeytanla da görüşebilir. Duruma göre bu burjuva partiyle görüşür, duruma göre şu partiyle görüşmez ya da görüşme talebini reddeder ve bu taktik manevraları da kendi politikasının gereklerine bağlı ele alır.

Ayrıca şu gerçeğin üzerinden atlayamazsınız: HDP, Türkiye ve Kürdistan’da devrimi yapacak, sosyalizmi kuracak bir parti değil. HDP’nin böyle bir iddiası ve hedefi yok. Ona, “neden bizim programımızı, amaçlarımızı benimsemiyorsun” diyemezseniz! Aksi halde, ne dediğinizin farkında değilsinizdir. HDP’nin nesnel sınırlarının ve politik karakterinin bilincinde olmak gerekiyor. Dünya bizden ibaret değildir. Karşı devrimi zayıflatacak, devrim cephesini güçlendirecek, halkların kardeşliğini ve ortak mücadelesini geliştirecek taktiklerle seçim sürecini omuzlamak lazım.

Burada söz konusu olan “cumhurbaşkanı” seçimidir. Genel seçimlerde HDP, ilerici sol blok ya da dileyen her akım kendi adaylarıyla arenada olacaktır. (Bu bağlamda özel istisnalar olabilir.) Çıkarılacak aday önemli olmakla birlikte bir değerlendirmede sorun politikanın bütünlüğü içerisinde ele alınacaktır. Kendi cumhurbaşkanı adayı ile ortaya çıkmak HDP’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı doğal hakkıdır. Bunun nasıl gerçekleşeceği koşullara bağlıdır. Daha baştan “ne olursa olsun kendi adayını göstermemeli” denemez. Bu, politik toyluk olur. Aynı şekilde, HDP ve ilerici blokun ne pahasına olursa olsun Millet İttifakı’nın adayını desteklemesi de söz konusu olamaz. Böyle bir cendereye girmek de kabul edilemez.

Faşist diktatörlüğe karşı mücadelede yakalanacak taktik halka, dinci faşist Erdoğan rejiminin yıkılmasıdır. Darbeyi faşist diktatörlüğün zayıf halkasına indirmek gerekir. Burada sorun salt AKP-MHP Hükümeti’nin ve Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi değildir; bu ilk adımdır, daha da önemlisi sonraki süreçtir. Tek başına Erdoğan cephesinin cumhurbaşkanlığı seçimlerini, milletvekili seçimlerini kaybetmesi politik rejimin çöküşü anlamına gelmez ama buradan önemli bir yol açılır ve bu açılan gedikten sokak siyaseti ve gücü ile yeni ve yıkıcı darbeler indirerek yürümesini bilmek gerekecektir.

Doğaldır ki devrimci ve komünist hareket her bir aşamada kendi program ve stratejisine bağlı davranacak ve taktiksel politikaları bu ayrım çizgisinde uygulayacaktır. Yani reformist perspektifle devrimci perspektif arasındaki temel ayrımın her bir gelişme evresinde korunması gerekir. Bu bakımdan, sorun, HDP öncülüğündeki blokun çizdiği çerçevenin ötesinde ele alınmak zorundadır. Sorun, emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin egemenliğinin devrimle yıkılması hedefine bağlı ele alınmalıdır. Bu bağlamda, faşist diktatörlüğe karşı mücadelede anti-faşist blokun başarısı önemli ama yetersiz bir adım olacaktır. Özellikle sokak siyaseti yolundan politik mücadelenin geliştirilmesine yüklenmek gerekir. “Sosyal reformlar”ın yolunun açılabilmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılıp genişletilmesi bile tamamen proletarya ve halkların ortaya koyacağı mücadele gücüne bağlıdır. 

Bu seçim süreci de devrim ve karşı devrim cephesi arasında sert ve karmaşık mücadelelere tanık olacak. Zayıf halkayı yakalamak, yüklenmek ve kırmak güncel anti-faşist görevdir. Bunu başarmak, Türkiye, Ortadoğu halklarının, Kürt halkının lehine olacaktır. Ve Erdoğan faşist hükümetinin yıkıldığı koşullarda, “restorasyon hükümeti” olarak devreye girebilecek burjuva muhalefetten hiçbir beklenti içerisinde olmadan mücadeleyi güçlü ve yaygın tarzda sürdürmek gerekecektir.

AKP’nin ve Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi, ne devletin ne de politik rejimin yıkılması anlamına gelir. AKP devlet içerisinde etkin ve yaygın örgütlenmiş bir güçtür; seçimleri kaybetmesi, otomatik olarak, onun devlet içindeki iktidar mevzilerini kaybetmesi anlamına gelmez. Bu gerçeklerin sınıfa, geniş kitlelere anlatılması, anti-faşist kitle hareketinin devrimci baskısının dayatılması, olası bir “restorasyon” hükümetinin kurulması koşullarında yakıcı bir görevdir.

Hatırlatmak gereksiz olmayacak; Cumhur İttifakı’nın seçimleri kaybetmesi, Millet İttifakı’nın hükümeti kurması durumunda “burjuva demokratik” açılımlar beklenmemeli. Olası yeni cumhurbaşkanı ve hükümet, bazı sınırlı taktik manevraların dışında, geçmişe sünger çekme politikası izleyecektir. Liberal beklentilerle hayaller yayılmamalı ve karşı mücadele yürütülmelidir. Her şey, proletarya ve halkların fiili, meşru mücadelesine bağlıdır ve bağlı olacaktır. “Devletin bekası”ndan başka bir şey düşünmeyen burjuva muhalefetten “demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik”, “Kürt sorununda demokratik açılım” bekleyenler burjuva liberalleridir ve onlar bu hayalleri sürekli yaymakta ve yaygın beklentiler yaratmaktadırlar. Dolayısıyla bu liberal eğilime karşı kesin bir ideolojik mücadele geliştirmek, sınıfı ve kitleleri uyarmak, yeni ve daha etkili mücadelelere hazır olmak gerekir.

Son olarak eklemek isteriz. HDP öncülüğünde anti-faşist blokun salt seçim bloku olmamasını dileriz. Keza kurulan blok içinde yer alan değişik parti ve grupların kendileri için en fazla milletvekili koparma grupçuluğuna, fırsatçı ve hesaplı tutumlarına karşı da mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çirkinlik her zaman göz çıkarmıştır.

Bu yazı 4 Şubat 2023’te yazarın kendi sosyal medya hesabında yayınlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar