Ana SayfaKürsüTarih Üzerine Bir Deneme

Tarih Üzerine Bir Deneme

Bugünden geçmişe baktığımızda, yenilgiye yazgılı isyanların trajik/hüzünlü hikâyelerini görüyoruz. Düşünsel patoloji mağduru bazı “tarih yazıcıları”, yeni bir toplumsal sistemin doğum sancıları olarak da niteleyebileceğimiz acı verici trajik vakaları, sonradan yaşanan bütün olumsuzlukların kaynağı olarak görüyor. Bu “tarih yazıcıları”nın tarihsel olay ve olgulara bakışlarının sorunlu olduğunu anlamak için, onların da büyük çoğunluğunun, ‒sırf egemenlerin tarih yazımı da öyle dediğinden dolayı‒ absürt olduğuna katılacağından emin olduğum bir örnek vermek yerinde olur: “Polonyalılar direnmeselerdi Almanlar Varşova’yı yerle bir etmezdi.” On binlerce Polonyalının ölümünden işgale karşı direnenlerin sorumlu tutulması gibi…

Bu aklın varacağı yer, asi” olan herkesin toplumsal huzuru bozmak”tan sorgusuz sualsiz tarihin çarmıhına gerilmesi olacaktır.

Dünü değiştirme olanağımız yok… Dünümüze, geçmişimize ya sahip çıkacağız ya da reddedeceğiz. Yaptıklarımızla cehennemin yollarına taş döşemiş olsak da ve bunu ‒modası hiç geçmeyen bir deyim olduğu üzere‒ “son tahlilde” bütün iyi niyetimizle yapsak da…

Hayatın bize öğrettiği başlıca düsturlardan birisi “iyi-kötü”, “doğru-yanlış” gibi kavramların “mutlak” birer ifade olmadığıdır. Tarihsel değerlendirmelere ilişkin de mutlak doğrularım olmamakla birlikte, “bütün kültürel başarıların, sanatın, felsefenin, dinin ve ahlakın değerini, bunları meydana getirdiği kabul edilen güçlü kişilerle ölçen” Nietzsche felsefesine, kısmi doğrular içerse de, sempati duymuyorum. “Kitleler, ona göre, üç-beş büyük adamın meydana gelmesini sağlayan dolambaçlı bir yoldan başka bir şey değildir.”

Tarih yaşanırken yazılır. Yaşamı esrarengiz ve mucizelere açık kılan budur. Mucizeler olur mu olmaz mı bilmem. Ve bu nedenle, bugünden yenilgiye mahkûm olarak gördüğümüz bütün savaşlar, mücadeleler varoluşlarının özünde umut parıltısı taşırlar. Yenilgiyle sonuçlansa da hiçbir hareket yenilmek için yola çıkmaz.

“Tarih yaşanırken yazılır” önermesinde ifrata veya tefrite yol açmamak için Engels’ten biraz uzun bir alıntı yapmamı mazur görün:

Ekonomik durum temeldir, ama üstyapının çeşitli unsurları –sınıf mücadelesinin siyasal formları ve sonuçları; başarılı bir savaştan sonra galip sınıfın yerleştirdiği anayasa vs., yani hukuk formları; hatta bütün bu fiilî mücadelelerin savaşan tarafların zihnindeki yansımaları; siyaset, hukuk ve felsefe kuramları, dinî düşünceler ve bunların geliştirilip dogma sistemlerine dönüştürülmesi– tarihsel mücadelelerin seyri üzerinde etkide bulunur ve pek çok durumda onların formunu belirlemede ağırlığını koyar. Bütün bu unsurlar arasında bir etkileşim vardır, ve bu etkileşim içinde, sonsuz tesadüfler yığını (yani, aralarındaki bağlantılar ya çok uzak ya da kanıtlanması imkânsız olduğu için yok saydığımız ve görmezden geldiğimiz şeyler ve olaylar) ortasında ekonomik unsur sonunda kendisini zorunlu olarak ortaya koyar. Böyle olmasa, kuramı tarihin herhangi bir dönemine uygulamak, birinci dereceden basit bir denklemin çözümünden daha kolay olurdu.”[1]

Bu açıklamayla akış sürecine ilişkin kısmi bir çerçeve çizdiğimiz tarihsel süreçte, bedeli ağır olan zamansız çok başkaldırı olmuştur. Bunlar için, keşke yapmasalardı bu hataları demenin bir faydası yok. Spartaküs keşke isyan etmeseydi; Denizler, Mahirler ve İbrahimler devrim hareketi başlatmasalardı demenin anlamı devrime hizmet değildir ama egemen sınıfların sosyalistleri, solcuları bir şekilde sisteme entegre etme çalışmalarına utangaç bir destek olduğu aşikârdır. “İsyan dersi”nden yenilerek çıktıkları doğru, ama isyan etmeselerdi zaten bütün derslerden daha baştan çakmış olacaklardı. Önemle vurgulanması gereken nokta, tarihte, ezilenler için yenilgilerin, yeni mücadelelerin vesilesi ya da başlangıcı olmasıdır.

Yenilgiler, sınırlı yaşam sürecinde bedelleri ağır sonuçlar yaratır çoğunlukla. Ama bu ağır bedellerin yanı sıra çok önemsenmesi gereken başka sonuçları da var yenilgilerin. Dadaloğlu bir savaş kazanmamıştır ama “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir!” sözü, haksızlık ve adaletsizliklere karşı yol gösterici bir kutup yıldızı olmuştur. Bedeli yüzlerdeki derin çizgilerdir evet; bedeli kaybedilmiş yoldaşlardır evet; ve bu ağır bedelleri seve seve omuzlayan insanların anıları, onları geleceğe taşıyanlar olduğu sürece, suya yazılan yazılar gibi silinip gitmeyecektir.

Tarihi yapanlar, genellikle önceden çizilmiş bir harita, çeşitli durumlara uygulayacakları hazır reçetelerle yol almazlar. Bunu yapmaya çalışanlar vardır elbette. Tarih, “tarihin dönüşümün öznelerinin” hedeflerinin motamot gerçekleştiği bir hat izlememiş, her zaman özneyle nesnelerin, özne ile başka öznelerin ve tahmin edilemeyen faktörlerin dolaylı/dolaysız etkileşimleri nedeniyle farklı bir gelişim seyri izlemiştir. İmkânları oranında geçmişin bilgilerine vakıf olan tarihin özneleri, eskilerin izlerini sürerek geleceği oluşturamazlar; yeni bir yol açmak zorundadırlar. Bunu yaparken, geçmişin bütün yüklerini de sırtlarında taşımaktadırlar ve bu durum, geleceği görmek bakımından hem önemli imkânlar sunmakta hem de yenilikler karşısında kristalize olmuş fikirlerle mücadele etmek anlamında menfi sonuçlar doğurmaktadır.

Süreç nasıl bir seyir izlerse izlesin, her hâlükârda, sık sık kontrol edilse de “dikiz aynasına bakarak araç sürülmez” anlayışı gereğince yüzümüz geçmişe değil, geleceğe dönük olmalıdır. Tarihin devrimci analizi, üzerindeki giz tabakası kaldırılan bir geçmişten yola çıkarak, kuramlar ve bu kuramların yanı sıra geçmiş pratik deneyimlerin üzerine oturtulan varsayımlar üzerine kurulu bir gelecek tasavvuruyla inşa edilen pratikte karşılığını bulur. Henüz belirginleşmemiş tarihsel olgular veya olaylar hakkında bağlamlarından kopartılarak yapılan her analiz ve eleştiri, tarihin öznelerine ve oynadıkları rollere ilişkin yetersiz ve yanlış oluşturulmuş kriterlere dayanmak zorunda kalacaktır.

“Gerçek” netameli bir kavramdır. Son zamanlarda sıkça kullanıldığına tanık olduğum “Gerçekler devrimcidir” gibi bir önerme ‒Lenin gibi büyük bir referanstan alınsa bile‒ daha da netameli… Soruyorum: “Gerçek” olarak tanımlanan şeylerin ekseriyeti ne kadar “gerçek”tir? “Gerçeğin bir kısmı” da gerçek midir? Marx’ın tam da bu konu için söylediği sözü değerli buluyorum: “Görünüş ile şeylerin özü çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” Algılarımızla elde ettiğimiz bilgilerin çoğu gerçek değildir. Gerçek bilgiye, algısal bilgiyi sınanmış bilgi birikimiyle zihinde yeniden harmanlayarak, karşıt tezlerle birlikte çok yönlü bir değerlendirmeyle elde edilen bilginin tekrar pratiğe uygulanmasıyla ulaşılır. Gerçeklik olgusu çok boyutlu bir çalışmayla belirlenir. Kısmi gerçek gerçeğin bütününe tekabül etmez. Örneğin, cephe duvarlarının renkleri ve lambalarının rengi farklı olan bir eve, değişik açılardan bakan her bir gözlemci, gerçeğin bir kısmına şahit olacaktır. Ama söz konusu olan ev ise, gerçeği hiçbiri tam ifade etmiş sayılmayacaktır.

Devrimci olan gerçekler midir? Kanımca devrimci olan gerçekler değildir; gerçeği algılama ve kavrama ve buradan hareketle gerçeğin bilgisi üzerine kurgulanmış hayaller, teoriler ve eylemler devrimcidir. Yeni bir toplum, yeni bir dünya perspektifiyle ortaya çıkan özne devrimcidir. Gerçeği değiştirilecek, dönüştürülecek verili bir durum olarak gören ve onun nasıl değiştirileceğine ilişkin kuramsal bilgiye sahip bireysel veya organize teorik araştırma ve dönüştürme pratiği devrimcidir.

 

KİMLİKSİZ SURETLER

Gece çöküyor,

Kar yağıyor,

ağır,

     telaşsız.

Bozgunlarla örselenen

Ruhum

Karlı bozkırda yalnız bir ağaç.

 

Kimliksiz suretler beliriyor

Kar aydınlığında,

Bir hayalin sıra neferleri

geçiyorlar tek tek.

Vakitsiz kıyamların

Ve tarihin erken doğumlarının

                        talihsiz ebesi!

Uğursuz bir yazgı mıdır ki

Doldurulamaz eksilenlerin yeri.

 

Hesaplaşmak istiyorum seninle

                                    ey tarih!

Kader midir bilcümle altta kalmak.

Hiddetli

            ve sürekli kanamaktadır hayat.

Körpe sürgünler kırımlara yazgılı,

Umut varlığın yoldaşı.[2]

 

 

Sonuç yerine

Günümüzün bilgi birikimi ve kültürel değerleriyle tarihsel olgu ve olayları kavramak ve yargılara varmak mümkün. Ancak, artık bedenen aramızda bulunmayan, devrim pratiklerinin ‒bedelini canlarıyla ödemiş, isimleri hatırlanan/hatırlanmayan‒ öncülerini, bugünün değer yargılarıyla ve bilgi birikimiyle yargılayarak mahkûm etmek işin kolayına kaçmaktır. Hayata geçirdikleri eylemler kriminalize edilmiş tarihsel pratikler olarak değerlendirilse dahi, onları bu yola yönelten koşullar üzerinde de durulması gerekmez mi?

Bilimsel bir değerlendirme; tamamen yeni bir sürece önderlik etmeye, yeni bir tarih yolunu açmaya cüret eden bu özneleri, düşünce ve pratiklerine zemin oluşturan çağlarının ekonomik ve sosyal ilişkileri ama en belirgin olarak da politik ilişkileri içinde, etkileşimler yoluyla şekillendikleri olay ve olguları nesnel olarak ortaya koymaya çalışırdı.

Geçmişle hesaplaşma heveslisi tarih yazıcılarının anlamadığı şey, kendilerinin bugünden geçmişe bakmanın avantajıyla sonunu bildikleri bir kitabı “okuma”ları ile, yazarlarının, trajik talihlerinden dolayı sonunu bilmedikleri o kitabı “yazma”ları arasındaki farktır. Özgürlüğün tarihini yazmaya çalışanları, birçok şeyi yanlış yaptıkları için yerle bir etmek kolaydır. Ve gerçekten de yanlışları vardır. Ama geleceğe açılan hangi yol hiç yanlış yapmadan oluşturuldu ki…

Özgürlük ve sömürüsüz bir dünya düşü uğruna (birçoğumuzun göze almadığı/alamadığı) yaşamlarını veren ya da ağır bedeller ödeyen bu öncüleri niçin itibarsızlaştırmaya çalışıyorsunuz? Sanırım, ardıllarına “kirliyi atıp temizi giydirmek” istiyorsunuz. Yanlış bir yolda ilerlediklerini gösterip, doğru bir güzergâh mı çizmek istiyorsunuz? Bunu yapabilecek birikiminiz, donanımınız ve hepsinden önemlisi niyetiniz var mı? Niyetiniz onların bıraktığı bayrağı daha yükseklere çekmek mi? Yoksa miadını doldurdu diye bir kenara koymak mı? Küçümsüyorsunuz geçmişin ağır bedeller ödeyen önderlerini. En büyüğü 25-26 yaşında olan bu insanlardan ne öğrenebiliriz diye…

Farkında değil gibisiniz; bu topraklarda devrimci uyanışın tohumlarını eken, deneyim ve fikirleriyle insanların büyük çoğunluğunun birkaç ömürde yaşayamayacağı bir hayatı üç-beş yıllık profesyonel devrimciliğe sığdıran, aklı yaşından ileri insanlardan söz ettiğinizden…

Gerçekten, ne öğrenebiliriz onlardan?

 

 

[1] F. Engels, „J. Bloch’a mektup”, 21 Eylül 1890.

[2] 2021 yılının sonlarına doğru yazdığım bir şiir.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar