Ana SayfaKürsüTürkiye Devrimci Hareketini Eleştirmek: Vurun Abalıya mı?

Türkiye Devrimci Hareketini Eleştirmek: Vurun Abalıya mı?

Garbis Altınoğlu, her zaman Marksist-Leninist bir mihenk oldu. Onun, Türkiye sol ve liberter çevrelerinde Kemalizme ve Türk milliyetçiliğine karşı gelişen tepkinin öbür uca savurucu boyutuna karşı Leninist uyarı niteliğindeki yazısını sunuyoruz.

Türkiye Devrimci Hareketini Eleştirmek: Vurun Abalıya mı?

Garbis Altınoğlu

6-7 Mayıs 2017

2017’nin 6 Mayısı, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının siyasal mirası üzerine farklı düşüncelerin bir kez daha dile getirilmesine tanıklık etti. 1960’ların son yıllarının devrimci gençlik hareketi olan Dev-Genç içinden çıkan üç ana devrimci odağın siyasal çizgi ve nitelikleri geçmişte de nisbeten kapsamlı değerlendirmelerin konusu olmuştu. (Bilindiği gibi bu üç ana devrimci odak; Türkiye Komünist Partisi (Marksist-Leninist) ya da kısa adıyla TKP (M-L), Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi, kısa adıyla THKP-C ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ya da kısa adıyla THKO’dur.)

Bu yıl yapılan yorumlar arasında, Ermeni ve Kürt milliyetçiliğinin etkisini yansıtan hatalı ve hatta uç değerlendirmelere daha sık rastladığımı söyleyebilirim. Aslında bir yanıyla bu tür değerlendirmeleri bir iyileşme ve sağlığına kavuşma belirtisi sayabiliriz. Resmi tarih Kemalist rejimin ve Türk burjuva devletinin, Anadolu’nun Hristiyan halklarına ve Kürt ve Alevi halkına karşı uyguladığı zulmü onyıllardır görmezden gelmiş, hatta bu devlet terörünü meşru göstermeye ve bu tarihin hedef aldığı toplulukları şeytanlaştırmaya çalışmıştı. Türkiye devrimci hareketinin bu siyasal iklimden şu ya da bu ölçüde etkilenmesinin nesnelerin doğası gereği olduğunu unutmamak kaydıyla, son yıllarda resmi tarihin dayattığı deli gömleğinin yırtılmasını olumlu bir gelişme saymalıyız.

Ancak bugün ideolojik sarkacın öbür uca doğru salınımına ve 1960’ların sonu ve 1970’lerin başının devrimci hareketini, özellikle sosyal medyada birkaç tümceyle mahkum etmenin, önüne geleni “Kemalist” ya da Türk milliyetçisi/ sosyal-şoven olarak nitelemenin adeta bir spor ya da günün modası haline gelmesine ya da getirilmesine tanık oluyoruz. Burada içine düşülen -ya da bazılarının kasten işlediği- önemli bir hata şudur: Türkiye devrimci hareketini homojen bir bütün olarak sunmak ve özellikle de bu hareketi, aslında 1970’lerin sonlarından bu yana onun bir parçası olmaktan çıkmış olan Perinçek grubu gibi çevreler ya da gerici burjuva “Cumhuriyetin değer ve kazanımları”ne sahip çıkan TKP gibi sosyal-milliyetçi gruplar üzerinden eleştirmek. Böylesi yaklaşımların herhangi bir bilimsel değeri yoktur. Tıpkı, 1960’ların sonu ve 1970’lerin başında yaşanan gelişmeleri bütün yanlarıyla ele almayı reddeden ve buna bağlı olarak 1971 devrimci hareketini adeta “düşman” kategorisine koyan ezilen ulus milliyetçiliği ve/ ya da zihin tembelliği ve subjektivizm kaynaklı değerlendirmelerin ciddi bir bilimsel değeri olmadığı gibi. Bu fenomenin; Kürt ulusal hareketi güçlenmeye devam eder ve hatta Ortadoğu düzeyinde önemli bir siyasal aktör haline gelirken Türkiye devrimci hareketinin marjinal bir güç konumunda kalmış olmasının yarattığı ideolojik basınçla da yakından ilişkili olduğu açıktır.

Ben burada tipik bir örnek olması bakımından sevgili dostum Sarkis Hatspanyan’ın tutumunu ele alacağım. Sarkis; Deniz Gezmiş’in 1971’de mahkemeye sunduğu Savunma metnine dayanarak, formel olarak doğru ve özünde de büyük ölçüde haklı bir eleştiri yapmış. Bu eleştiri Deniz’in savunmasında; Kemalistlerin Ermeni ve Rum halklarına karşı giriştiği ve aslında Anadolu’nun Hristiyansızlaştırılmasını amaçlayan bastırma eylemlerini meşru göstermesini esas alıyor.

Ancak burada şu soruyu sormamız gerekiyor: Acaba Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının siyasal mirasını değerlendirirken sadece ya da esas olarak onların özelde Ermeni jenosidine ve genelde ulusal soruna ilişkin bakış açılarını ele almakla yetinebilir miyiz? Acaba Denizler’in siyasal mirasını onların gerek 1971 dönemecine kadar ve gerekse daha sonraki yıllarda yaşadıkları ideolojik-örgütsel evrim sürecini dikkate almadan değerlendirebilir miyiz? Bence bu sorunun yanıtı net bir “HAYIR”dır.

THKO’nu ve dönemin diğer iki ana devrimci hareketini doğuran Dev-Genç (ya da Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu), daha önce kurulmuş olan FKF’nun (=Fikir Kulüpleri Federasyonu) devrimci bir dönüşüme uğraması sonucu oluşmuştu. Bu örgüt özellikle 1960’ların ikinci yarısının üniversite -ve kısmen de lise- ağırlıklı gençliğinin üniversite boykot ve işgalleri süreci içinde biçimlendi. Dev-Genç’in eylemleri giderek, ABD emperyalizmine, başında Süleyman Demirel’in bulunduğu Adalet Partisi iktidarına ve faşist odaklara karşı bir kavgaya dönüştü. Avrupa ve hatta dünya ölçeğindeki gelişmelerden ve tabii 1968 gençlik hareketinden de etkilenen Türkiye’nin genç devrimcileri zamanla, özellikle 1969-71 döneminde işçi sınıfının ve emekçi köylülüğün bir dizi grev, yürüyüş, toprak işgali gibi eylemlerine de aktif olarak katıldılar. Uzun sözün kısası burada, oluşum halinde olan ve sadece kaba bir “Kemalist” damgası vurularak belirlenemeyecek bir hareketle karşı karşıyayız. Deniz Gezmiş işte, 1970’de kurulan THKO’nun da ötesinde devrimci gençliğin bu kitle hareketinin bir simgesiydi.

Sarkis, yukarda değindiğim haklı eleştirilerinden yola çıkarak, Deniz Gezmiş’i ve örgütü THKO’nu adeta “düşman” kategorisi içine yerleştiriyor ve şöyle diyor:

“Böyle dostları olanın düşmana ihtiyacı yoktur.” Ama içinde Deniz ve arkadaşlarının da bulunduğu 1967-71 devrimci gençlik hareketini ve o hareketin ürünü olan THKO’nu “Kemalist” ve o halde -en azından objektif olarak- “gerici/ düşman” olarak niteleyebilir miyiz? Bu sorunun yanıtı “HAYIR”dır. Peki acaba, Sarkis ve onun gibi düşünenlerin, henüz bu gençlik hareketinin o günlerin fırtınalı tartışma ve devrimci arayış ortamında biçimlenmekte olan bir “çocuk” olduğunu anlayamadıklarını söyleyemez miyiz? Bu sorunun yanıtı ise “EVET” olmalı. Marksist-Leninist bir teorik-ideolojik omurgası olmayan, toplumun -potansiyel ya da edimsel olarak- en devrimci sınıf ve katmanlarına dayanmayan ve geçmişin biricik muhalefet partisi TKP’nden devrimci bir teorik ve pratiksel bir miras devralamayan 1971 devrimci hareketinin Kemalist yanılsamalarla yüklü olması şaşırtıcı olmamalıydı.

Şubat-Nisan 1998’de kaleme almış olduğum “Bir Geleneğin Eleştirisi/ Türk Ordusuna İlişkin Oportünist Değerlendirmelere Bir Bakış” başlıklı çalışmamda şunları söylemiştim:

“1970’den başlayarak kurulacak olan THKP-C, THKO, TKP (M-L) gibi radikal devrimci örgütleri yaratacak olan kadro ve yöneticilerin beşiği olan Dev-Genç, 1965 sonrasında yoğunlaşan öğrenci, işçi ve köylülerin demokratik ve anti-emperyalist kavgaları içinde oluşmuştu. Siyasal bakımdan çocuk denebilecek konumda bulunan, Marksizm-Leninizmle tanışma fırsatını henüz yeni bulmakta olan ve daha da kötüsü ideolojik besinini başta Mihri Belli gelmek üzere TKP revizyonizminin çizgisindeki sözde öğretmenlerden alan Dev-Genç’in ve ondan türeyen radikal devrimci örgütlerin ordu, devlet ve devrim konularında yanlışlar yapmaları anlaşılabilirdi.”

Dahası THKO’nun ulusal soruna yaklaşımını, sadece Deniz Gezmiş’in ve arkadaşlarının yaşanan yenilgi sonrasının karamsar atmosferinde yaptıkları mahkeme savunmalarını esas alarak değerlendirmek te tümüyle doğru olmayabilir. (THKP-C kadrolarının mahkemedeki savunmalarında bu yenilgi sonrası atmosferinin olumsuz etkisi daha da belirgindir.) THKO’nun programatik görüşlerini yansıtan bir belgede bu konuda, diğer şeylerin yanısıra “ulusal kurtuluş” savaşı sonrasında “hiçbir ulusa demokratik hak ve özgürlükleri”nin tanınmadığı, Türk-olmayan ulusların “asimile edilmeye başlan”dığı, “Türk ulusunun imtiyazlı hale getirilmeye çalışıldı”ğı söyleniyordu:

“Kurtuluş savaşına, Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan bütün ulusların ilerici ve anti-emperyalist sınıf ve tabakaları aktif olarak katıldılar. Bağımsızlık savaşının sonunda kurulan hükûmette Türk milliyetçileri hakim durumda idi. Bu nedenle Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan hiçbir ulusa demokratik hak ve özgürlükleri tanınmadı; tam tersine, bütün uluslar asimile edilmeye başlanarak Türk ulusu imtiyazlı bir duruma getirilmeye çalışıldı… ” (Hüseyin İnan, Türkiye Devriminin Yolu, Ulusal Kültür, 1991, İstanbul, s. 27)

Bu broşürde daha sonra da ulusların kendi yazgılarını belirleme hakkına sahip çıkılıyor ve Türk ulusunun imtiyazları şu sözcüklerle reddediliyordu:

“Biz, sosyalizmin kurulması için verdiğimiz mücadele içinde; Türk, Kürt, Arap vs. uluslardan geniş halk kitlelerini güçlü bir örgüt içinde birleştirmeyi ve ortak düşmana karşı güçlü bir cephe kurmayı işçi sınıfı ideolojisinin ve Türkiye devrimi stratejisinin gereği sayıyoruz. Bunu gerçekleştirmeye çalışırken bütün ulusların eşitliğini ve ‘her ulusun kendi kaderini tayin etme hakkına’ titizlikle saygı gösterip, her türlü imtiyazlara karşı çıkıyoruz.” (aynı yerde, s. 28)

THKO bu belgede, klasik ve resmi Kemalistlerin olmazsa olmaz saydıkları merkezi bürokratik üniter devlet anlayışının yerine, “tüm emekçilerin çıkarlarına en uygun” olarak nitelediği bölgesel özerkliği savunurken şöyle diyordu:

“Türkiye’deki tüm emekçilerin çıkarlarına en uygun çözüm yolu da BÖLGESEL ÖZERKLİK olacaktır. Bölgesel özerkliğin sınırlarını ve kapsamını da ancak aynı sosyal ve iktisadî yaşantıya sahip olan halkların kendileri tayin eder. Biz, bu özerklikte titizlikle Türkiye’de uluslararası (sosyalist) kültürün ve iktisadî yapının korunmasına çalışmalıyız. Çalışmalıyız, çünkü sosyalist, uluslararası kültür ve iktisadî ilişkiler bütün çalışan sınıf ve tabakaların çıkarınadır.” (aynı yerde, s. 29) Demek ki, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ulusal sorunda takındıkları tutumun esas olarak hatalı olmakla birlikte, egemen sınıfın şoven anlayışıyla tümüyle örtüşmediğini belirtmek zorundayız.

Kaldı ki, her ikisi de Mustafa Kemal’i, 1919-22 yılları arasındaki Türk “ulusal kurtuluş” savaşını ve Kemalist cumhuriyeti olumlulayan, hatta yücelten THKO ve THKP-C adlı örgütlerden doğan yeni gruplar -farklı tempolarda olmakla birlikte- Kemalist yanılsamalarından kurtulma yönünde evrildiler. Askeri cuntanın yerini geleneksel gerici parlamenter rejime bıraktığı 1973 sonrasında devrimci hareket yeniden canlanmaya başladı. Bu dönemde THKO içinden üç devrimci grup çıktı. Bunlardan birincisi, 1980’de Türkiye Komünist Emek Partisi adını alacak olan Mücadelede Birlik, ikincisi, 1978’de TDKP-İÖ (=Türkiye Devrimci Komünist Partisi- İnşa Örgütü) ve 1980’de Türkiye Devrimci Komünist Partisi adını alacak olan çevre ve görece küçük olan üçüncüsü de Türkiye Devriminin Yolu idi. Kuşkusuz bu süreçte, devrimci kavgadan uzaklaşanlar ve klasik Kemalizm ve Türk milliyetçiliği yolunu tutan kadrolar da oldu; ama hareketin ana gövdesi farklı örgütlerde yer almakla birlikte Kemalizmin ve Türk milliyetçiliğinin etki alanından giderek uzaklaştı. Herhalde THKO, Sarkis’in söylediği gibi Türk burjuva devletinin çizgisinde bir Kemalist örgüt olmuş olsaydı, böylesi bir görece olumlu ideolojik-örgütsel evrim yaşayamazdı.

Dahası, Sarkis’in mantığıyla hareket etmiş olsaydık, Abdullah Öcalan’ın, Bese Hozat’ın, Murat Karayılan’ın, Rıza Altun’un vb. Ermeniler ve Ermeni jenosidine ilişkin sözlerinden hareketle PKK/ KCK’nın başını çektiği Kürt ulusal hareketini -hem de kaç kez- gerici, Kemalist, İslami-faşist, hatta İttihat-Terakki yanlısı ilan edebilirdik!

Demek ki bazı durumlarda arif olanlara da tarif gerekebilir!

* * * * *

Sarkis Hatspanyan’ın 6 Mayıs 2017 tarihli yazısı:

ARİFE TARİF GEREKMEZ!

Kemalist Deniz Gezmiş’in Ermeni soykırımı hakkındaki sözleri bize “Böyle dostları olanın düşmana ihtiyacı yoktur” sözünü hatırlatırken, Ermeni soykırımı kurbanlarını büyük bir utanç ve saygıyla anıyoruz!

https://www.youtube.com/watch?v=J7tO9TOMroE

DENİZ GEZMİŞ: SOYKIRIM YOKTUR!

Deniz Gezmiş, 1971 yılında mahkemede yaptığı savunmada şöyle diyordu:

“Doğu Anadolu’da, Ermenilerin bağımsız bir Ermenistan için Amerika’dan destek alarak çıkardıkları iç isyan, sivil halk ve ordu tarafından bastırılmıştır.

“1. İstanbul’da İngilizlere karşı, Karakol ve Müdafaa-i Milliye öncülüğündeki, şehir gerillasının ağırlık kazandığı mücadele yürütülmüştür. Diğer taraftan, görevleri, Anadolu’ya malzeme, donatım ve adam kaçırmak olmuştur. Bu örgütler, sivil güçlerin de bulunmasına rağmen, subayların ağırlık kazandığı teşkilatlardır.

“2. Ege Bölgesi’nde Yunanlılara karşı yürütülen mücadele, önceleri dağınık bölgesel çete savaşı, sonra örgütlü çete savaşı ve sonunda nizami ordu savaşı şeklinde yürütülmüştür. Zaferi tayin eden mücadelenin ağırlığını nizami ordu mücadelesi teşkil etmiştir.

“3. Güneyde Fransız saldırganlara karşı, Antep, Maraş, Urfa, bölgelerinin yerli halkı, çete savaşına başlamış, daha sonra belirli oranda subay kadrosu katılmasına rağmen, esas başarı yerli halkın kendi çabasıdır.

“4. Karadeniz Bölgesi’nde, Rum Pontosçuları Amerikan yardımıyla ayaklanmış ve ayaklanma, sivil çetelerin ve ordunun mücadelesiyle bastırılmıştır.

“5. Doğu Anadolu’da, Ermenilerin bağımsız bir Ermenistan için Amerika’dan destek alarak çıkardıkları iç isyan, sivil halk ve ordu tarafından bastırılmıştır.

“6. Padişahın emriyle, Anadolu’da Ulusal Mukavemeti kırmak ve güçleri bölmek için başlatılan isyanlar, Kuvayı Seyyare tarafından bastırılmıştır.

“Bu arada, Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgelerinde çıkan iç isyanlardaki Amerikan etkisini belirtmek gerekir.”

DENİZ GEZMİŞ (Kaynak: Deniz Gezmiş, SAVUNMA, İleri Yayınları, sayfa. 54)

Yoruma gerek yok!

Sarkis HATSPANIAN

6 Mayıs 2017

Yerevan / DOĞU ERMENİSTAN

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar