Ana SayfaGüncel YazılarLenin Devrimin Bir Gecede Olmayacağını Biliyordu

Lenin Devrimin Bir Gecede Olmayacağını Biliyordu

Çeviri: Burak Obruk

Belki de Lenin’in en temel başarısı tarihsel ilerlemenin zorunlu uğrağı olarak devrim şeklindeki ortodoks Marksist fikri sessizce bir kenara bırakmasıdır. O, bunun yerine, Louis Antoine Saint-Just’ün devrimciyi “meçhul diyarlarda seyreden bir denizci” olarak kavrayışını takip etmişti.

Bu, Lenin’in Batı Marksizminin büyük problemine, işçi sınıfının nasıl olup da kendini devrimci bir fail olarak var edemediğine, verdiği cevaptır. Batı Marksizmi o dönemde, hasta işçi sınıfının yerine dublör olarak atanacak ‒üçüncü dünya köylüleri, öğrenciler ve entelektüeller, dışlananlar, bugün bazı biçare solcuların “göçebe proletarya” olarak kutsadığı göçmenler… gibi‒ devrimci özne rolünü oynayabilecek diğer toplumsal özneler için sürekli bir arayış içindeydi.

İşçi sınıfının devrimci özne olarak başarısızlığı Bolşevik Devriminin kalbinde yatıyordu: Lenin’in mahareti umutsuz köylülerdeki “potansiyel asabiyye”yi saptamaktı. Ekim Devrimi, geniş köylü yığınlara yönelip, onların bir anlık radikal memnuniyetsizliklerini yakalayan “toprak ve barış” sloganı sayesinde galip geldi.

Lenin bu konulara on yıl önce de kafa yoruyordu, bu yüzden yeni bir bağımsız çiftçi sınıfı yaratmayı amaçlayan Stolypin toprak reformlarının başarı ihtimali onu korkutmuştu. Stolypin başarılı olursa, devrim ihtimalinin onlarca yıllığına kaybolacağını yazmıştı. Küba’dan Yugoslavya’ya bütün devrimler bu yolu izleyerek, ulusal özgürlük ya da “öfke sermayesi”ndeki diğer unsurları göz önünde tutup son derece kritik bir durumda inisiyatifi ele alarak başarılı oldular.

Mesele artık devrimlerin sadece tarihin lokomotifi olmayışı, onun yasalarını takip etmeyişi değil ‒farklı bir şey. Mesele, sanki bir tarihi yasa, tarihsel gelişmenin az çok belirgin bir ana hattı varmış gibi devrimlerin yalnızca burada bulabildiği boşluklarda, “akıntıya karşı” gerçekleşebiliyor olması.

Burada 1917’nin “karar veren” Lenin’inin karşısında hayatının son demlerinde, mütevazı bir şekilde devrimi kurumsallaştırmaya gayret eden, daha pragmatik ve gerçekçi Lenin’i buluruz. Ancak her iki Lenin’in de paylaştığı, iktidarı ele geçirmek ve elde tutmak için duyulan amansız arzudur.

Lenin’in iktidarı almaya odaklanması salt güç arzusunu ifade etmez, anlamı daha büyüktür: küresel kapitalist sistemin dışında özgürlükçü güçler tarafından tutulan bir mekan, bir “özgürleştirilmiş bölge” açmaya olan (kelimenin olumlu anlamında) takıntısını ifade eder.

1920’lerin başında, beklenen Avrupa devriminin yenilgisinin ardından kimi Bolşevikler bu koşullarda iktidardan el çekmenin, onu elde tutmaktan daha iyi olacağını düşünüyordu. Lenin ise bu fikirden dehşete düşmüştü. Sürekli devrim şarkılarının Lenin’e yabancı olmasının nedeni de budur.

Öte yandan, Lenin’in kapitalist sistemin dışındaki özgür alanı yenilikle doldurmak için gösterdiği çabada çok daha fazla “ütopyacılık” vardı ‒paradoks, iktidarı ele geçirme hususunda pragmatik, onunla ne yapmak gerektiği hususunda ise ütopyacı olmasıdır.

Ve bugün bizler de benzer bir açmazdayız. Küresel kapitalizme karşı sol direniş onun ilerlemesini sekteye uğratmakta tekrar ve tekrar başarısız olmakla birlikte, kapitalizmin ilerici çözülüşüne işaret eden birçok eğilime de ilgisiz kalmaktadır. Sanki iki eğilim (direniş ve çözülüş) farklı düzlemlerde ilerliyor ve bir araya gelemiyor, öyle ki içsel çürümeye paralel, nafile protestolara girişiyoruz ve ikisini kapitalizmin özgürleşimci aşılması yönünde eşgüdümlü bir eylemde bir araya getirmenin hiçbir yolu yok.

Bu durum nasıl ortaya çıktı? Solun çoğu, eski işçi haklarını kapitalizmin saldırısına karşı umutsuzca korumaya çalışırken ‒sanki bildiğimiz kapitalizmden post-kapitalist yeni bir düzene geçiş kapitalizmce benimsenmiş gibi‒ post-kapitalizm hakkında konuşanlar neredeyse sadece (Elon Musk’tan Mark Zuckerberg’e kadar) “ilerici” kapitalistlerdi.

Marx, kapitalist yeniden üretimin aşılamaz bir analizini yapmasına rağmen hatası yalnızca kapitalizmin nihai çöküşü ihtimaline bel bağlaması ve böylece kapitalizmin her krizden güçlenerek çıkışını kavrayamaması değildi. Eserinde çok daha trajik bir hata vardı.

Wolfgang Streeck’in deyimiyle, Marksizm, kapitalizmin “nihai krizi” konusunda haklıydı. Bugün açıkça bu krize giriyoruz, ancak söz konusu kriz yalnızca Hegelci “Aufhebung”un görüş açısında olmadığı, bu çürümeyi pozitif bir sapmaya uğratacak ve onu daha yüksek bir toplumsal örgütlenme düzeyine geçişe dönüştürecek bir öznenin olmadığı uzun bir çürüme ve çözülüş olarak yaşanıyor.

Yakın gelecekte ekolojik felaketlerden toplu göçlere kadar uzanan kıyamet olasılıkları göz önüne alındığında yine de Beckett’ın çizgisi izlenmelidir: “Tekrar dene. Tekrar yenil. Daha iyi yenil.”

Gerçek ütopya, varolan küresel kapitalist sistem içinde devam edersek kendimizi kurtarabileceğimiz düşüncesidir. Bu yüzden Lenin’in radikalizm ruhuyla birleşik amansız pragmatizmine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

(Yazının son iki paragrafına, “Zizek türü gevezelik”in bir örneği olarak değerlendirdiğimizden yer vermedik.)

http://www. independent.co.uk/voices/ russian-revolution-100-lenin- bolshevik-capitalism-marxism- communists-soviets-a8040136. html

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar