Ana SayfaGüncel YazılarGÖRÜŞ: Rojava Devrimi tehdit altında

GÖRÜŞ: Rojava Devrimi tehdit altında

ABD Türkiye ittifakının sağlamlığı Kürtleri bir kez daha büyük politik hesaplara kurban edebilir

 

Türkiye ile Irak Kürdistanı’nda da görev yapmış bir akademisyen olan yazar, hâlen Oxford Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesidir. Bu yazı, Jacobin Magazine İnternet dergisinde 16 Eylül 2016’da yayımlanan orijinalinden TvP için A. Ercüment Özkaya tarafından çevrildi.

Suriye iç savaşı bölgesel ve küresel birçok gücün karıştığı bir vekâlet savaşına dönüştü. Bir yanda Beşar el Esad rejimini korumak için hareket eden Rusya, İran ve şimdilerde de Çin var, beri yanda Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Türkiye ve ABD Şam’da bir rejim değişikliği sağlamak için Esad karşıtı asileri destekliyor.

Bununla birlikte, -beş yıllık çatışmalarda yaklaşık yarım milyon insan hayatına mal olan ve II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük sığınmacı krizine yol açan- Suriye trajedisi, Esad rejimini devirmek isteyen bu güçler için suyu bulandıran bazı öncü kuvvetleri de ortaya çıkardı. Batı ve bölgesel müttefikleri desteklemek için “ılımlı” asiler diye tanımladıkları unsurları ararken, Esad rejimine karşı en etkili direniş radikal İslamcı grupların bir derlemesinden geldi. Bu derleme, şimdi Şam Fetih Cephesi adını alan Nusra Cephesi ile sırf Suriye’de değil Müslüman dünyasının tamamında İslam’ın radikal bir çeşidini hâkim kılmayı hedefleyen bir örgüt olan Irak Şam İslam Devleti’ni de (IŞİD) içeriyor.

Ne var ki, İslamî yönelimli “kara tepki” Suriye’deki kaosun serbest bıraktığı tek kuvvet değil. Çatışma, Suriye’de uzun süre bir kenara itilmiş -sayıları 1,5 ile 2,5 milyon arasında tahmin edilen- Kürt azınlığın  da, kendi dillerinde Rojava dedikleri ülkenin kuzeyindeki yoğunlukta oldukları bölgede öne çıkmasını getirdi. Demokratik Birlik Partisi’nin önderliğindeki Kürt öz-yönetim deneyimi İslam Devleti’nin küresel bir halifelik kurma çabalarından muazzam farklılık gösteriyor.

İslam Devleti’nin sınırları içinde yaşayanlar, İslam hukukunun harfi harfine ve merhametsiz bir yorumuyla yönetilen vahşi bir rejimin, kadınları ezen, cinsel köleciliği teşvik eden ve daha genel olarak kendi doğru İslamî davranış anlayışına uymadıklarını düşündüklerini en ağır cezalara çarptıran bir sistemin elindeler. Tersine, Kürt öz-yönetim deneyimi, etnik gruplar arasında dayanışma ve işbirliğini, kadınların kurtuluşunu ve halk demokrasisini öne çıkarmış bulunuyor.

Rojava Devrimi’ni savunmak

Hem ideolojik hem örgütsel bakımdan PYD, esas olarak, Türkiye’de 1970’lerin sonunda kurulan ve hem Türk devletine, hem de “devlet yanlısı” işbirlikçiler olarak Kürt güçlerine karşı bir gerilla savaşı yürütmüş olan Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) uzantısı. Örgüt, 1999’da tutuklanışına dek, kararlarına karşı olanları düzenli olarak gözden uzaklaştıran ve kendisi çevresinde grotesk bir kişi tapıncı inşa etmiş bir kişi olan kurucusu Abdullah Öcalan tarafından yönetilmişti.

Bununla birlikte mahpusluğundan beri olgunlaşmış görünen Öcalan yazılarıyla PKK’yi Sovyet tarzı bir Marksizmden uzaklaştırıp, feminizmin, çevreciliğin ve anarşizmin unsurlarını harmanlayan, anarşist filozof Murray Bokchin’den esinlenen bir ideolojiye yönlendirmiş bulunuyor.

Gerçekten de,1978 bildirgesinde (Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki toprakları birleştiren)  bir “birleşik, bağımsız ve sosyalist Kürdistan” hedefi ilân etmiş olan PKK, partinin “yerel otonomiye dayanan bir katılımcı demokrasi biçimi” şeklinde “demokratik konfederalizm” olarak tanımladığı bir model lehine Kürt sorununun çözümü için ulus-devlet modelini tümüyle reddetmiş bulunuyor. Bugün Suriye Kürdistanı’nı bu ilkeler yönetiyor.

Bu gözlemler Rojava Devrimi’ni idealize etmek anlamına gelmiyor. Bütün devrimci hareketler gibi, PYD ideallerine uygun davranmakta sık sık başarısız oldu. Hâlâ PKK’den miras aldığı otoriter dürtülerinden kurtulmak zorunda ve Suriye’deki, Irak Kürt yönetimiyle yakın bağlara sahip Kürt Ulusal Konseyi (KNC) de dâhil öbür Kürt partilerine baskı uyguladığı sık sık karşısına çıkan bir suçlama.  Aynı şekilde Arap köylerinde etnik temizlik uyguladığı ve zaman zaman çocuk askerlerden yararlandığı iddialarıyla da karşı karşıya. Örgüt, eğitim sistemi ve medya üzerindeki kontrolü sayesinde Öcalan tapıncını yaymayı da sürdürüyor.

Bu zaaflara rağmen Rojava Devrimi’nin başarıları inkâr edilemez. “2014 Rojava Toplumsal Sözleşmesi” etniler arası işbirliğini, dinsel hoşgörüyü, halk demokrasisini ve cinsiyet eşitliğini kutsuyordu. Gerçekten de, cinsiyet eşitliği konusunda Kürt devrimcileri olağanüstü büyük adımlar atmış bulunuyor.

Ortadoğu boyunca şu sözde seküler rejimlerin çoğu “kadın hakları” konusunda göz boyamaktan öteye gitmemişken, PYD kadınların özgürleşmesini güvenceye alacak somut önlemler uyguladı. PYD’nin karar organlarında cinsler arası eşitlik yürürlükte ve sorumluluk mevkilerinde kadın ve erkek eş-başkanlar görev yapıyor. PYD’nin askerî yapılanmasında da tümüyle kadınlardan oluşan Kadın Koruma Birimleri (YPJ) adlı bir bölüm var. Kadınlar Rojava Devrimi’nin pasif gözlemcileri değil, aktif katılımcıları.

Bütün bu nedenlerle, birçok eksiklik ve aksaklıklarına rağmen ve sırf Ortadoğu’daki tek politik seçeneğin laik askerî diktatörlüklerle İslamî teokrasiler arasında olduğu efsanesini yıktığı için bile olsa, Rojava Devrimi politik solun desteğini hak ediyor. Ne var ki, iki yıllık askerî ve politik başarılarına rağmen, Rojava Devrimi tehlike altında bulunuyor.

Katlanılmaz çelişkiler

Kuzey Suriye’de Kürtlerin yerleşik olduğu alanların kontrolünü çok erken ele geçirmiş olmasına rağmen, PYD’nin uluslararası düzeyde önem kazanması İslam Devleti’ne karşı verdiği mücadele bağlamında gerçekleşti. İslam Devleti, 2014 yazında kuzeybatı Irak’ı başarıyla istila ettikten sonra Suriye Kürtlerine karşı topyekûn bir saldırı başlattı. Mücadele, çoğu genç kadınlardan oluşan yerel Kürt savaşçıların kahramanca bir savunma savaşı verdikleri Kobanê kenti çevresinde odaklandı.

Kobanê için verilen savaş Kürtler açısından belirleyici önemde olduğunu kanıtladı. IŞİD’in Irak ordusu ve Irak Kürtlerinin Peşmerge kuvvetleri de dâhil ABD desteğindeki güçleri rezil ederek hem Irak’ta hem de Suriye’de ilerlediği bir sırada, ABD yönetiminin örgüte yenilmezlik imgesini pekiştirecek yeni bir zafer fırsatı vermemek için Obama yönetimi Kobanê’de direnen PYD güçlerine hava desteği vermek zorunda kaldı.

Ne var ki, Suriye Kürtleri lehine müdahale etmekle ABD Ortadoğu politikasında, özellikle de Türkiye ile ilişkileri bakımından sürdürülemez bir çelişki yaratıyordu.

Bu çelişkinin kökleri ABD’nin -PYD’nin içinden çıktığı örgüt olan- PKK’yi uzun süredir terörist bir örgüt  kabul ettiği ve onyıllar boyunca Türkiye’nin PKK ile mücadelesini hem askerî hem politik bakımdan desteklemiş olduğu gerçeğinde yatıyordu. Suriye Kürtlerini destekleme kararıyla ABD yetkilileri böylece PYD ile PKK’nin birbirinden bütünüyle ayrı iki örgüt olduğuna inanıyor numarasına yatarak kendilerini gülünç duruma düşürdüler, neredeyse sürdürmesi imkânsız olan bir kandırmacadır bu.

ABD önceliği İslam Devleti ile mücadeleye verirken, Ankara’nın PKK-PYD ekseni ile Esad rejimini baş düşman olarak görüyor olması durumu daha da kötüleştirdi. İşin gerçeği, Türkiye düşmanlarını zayıflatmak için Suriye’ye silah ve savaşçı akışını hoş görmeye gönüllü olmaktan fazlasını yaptı: İslam Devletinin konumunu güçlendiren bir politika.

Aynı zamanda Ankara, Türkiye’nin Kürtlerin çoğunlukta olduğu güneydoğusunda şiddetli protestolara yol açan ve Kürt yanlısı Halkların Demokratik Partisi’nin Haziran 2015 seçimlerinde oyların yüzde 12’sinden fazlasını kazanmasına yardımcı olan bir tutumla, kenti savunmak için Kürtlerin Türkiye’den Kobanê’ye geçmesine izin vermeyi de reddetti.

Türkiye, “IŞİD karşıtı” koalisyona katılmayı 2015 Temmuz’unda nihayet kabul etti, ancak kuzey Suriye’deki IŞİD mevzilerine karşı harekâtları büyük ölçüde sembolik kaldı.Askerî eylemliliğinin asıl ağırlığı Irak’taki PKK hedeflerine yöneldi ve Ankara PYD’nin Suriye’deki çatışmaya son verme amaçlı barış görüşmelerinin dışında tutulması için sürekli çaba gösterdi.

Suriye Kürtlerini zayıflatmak için sürekli gösterilen gayretlere rağmen PYD Kobanê savaşını kazandı,  bu Türkiye için önemli bir başarısızlıktı. Zaferinin ardından PYD başarılı bir karşı saldırıya geçerek, 2015 Temmuz’unda İslamcı militanların Türkiye’den önemli bir geçiş noktası olan IŞİD’in elindeki Tel Ebyad kasabasını ele geçirdi. Bu zafer, Suriye Kürtleri açısından son derece önemliydi.

O zamana dek, Kürtlerin denetimindeki topraklar, Afrin, Kobanê ve Kamışlı’daki Kürt kantonlarının IŞİD’in elindeki topraklarla birbirinden ayrılmış olmasıyla kopuk kopuktu. Tel Ebyad zaferi Kobanê ile Kamışlı’yı birbirine bağlayarak Kürtlerin Suriye’deki konumunu güçlendirdi. Bu durum Türkiye’yi PYD’nin Fırat’ı aşmak ve Afrin kantonu ile bağlantı kurmak yönündeki her türlü girişiminin kabul edilemez bir “kırmızı çizgi” oluşturacağını ilân etmeye zorladı.

Ankara, PYD’ye karşı ateşli muhalefetine rağmen, özellikle artık sınırlı bir ABD desteğinden yararlandıklarından, Kürtlerin Suriye’deki ilerlemelerini durdurmaya kadir değildi. Ama Türkiye’nin politikasındaki temel PYD karşıtı hesap değişmeden kaldı. Her şeyden önce, PYD’nin her kazanımı sadece Suriye Kürtlerinin itibar ve etkisini artırmakla kalmıyor, 2015 yılı sonlarında Kürtlerin yaşadığı güneydoğu boyunca kentlerde ve kasabalarda Türk makamlarına karşı silahlı mücadeleye tutuşmuş olan PKK’ye de yarıyordu.

PYD’nin radikal Kürt öz-yönetim deneyi uzadıkça Türkiye Kürtlerinin gözündeki çekiciliği de o ölçüde artmaktaydı. Ne var ki Türkiye’nin bu konuda eli kolu bağlanmıştı. İçerde istikrarsızlık ve huzursuzluklarla çalkalanan, Türk savaş uçakları tarafından bir Rus jetinin düşürülmesinden sonra Rusya ile diplomatik bir çatışmaya girmiş olanTürkiye, Suriye’ye doğrudan bir müdahalede bulunabilecek durumda değildi.

Devrim satışa mı getirilecek?

Ne var ki, Temmuz 2016 darbe girişimi Türkiye’deki politik manzarayı kökten değiştirmiş bulunuyor. Bir grup komplocu subayın Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı görevden uzaklaştırma girişiminin başarısızlığa uğramasının ardından Erdoğan, içlerinde PKK’ye karşı mücadelede deneyimli bir asker ve Türkiye-Suriye sınırından sorumlu komutan olan Adem Huduti’nin de aralarında bulunduğu darbeye adı karışan subaylar hakkında tam tekmil bir temizliğe girişti.

Bu gelişmelerden yüreklenen ve Türkiye’nin askerî müdahale tehdidinin hafiflediği varsayımından hareket eden PYD önderliği, Türkiye’nin “kırmızı çizgilerini” ihlal ederek batı yönünde Fırat aşırı bir askerî saldırı emretti. 2016  Ağustos ayına gelindiğinde PYD, IŞİD güçlerini Menbic’den sürüp çıkartmış ve ezici çoğunluğu Arap olmasına rağmen (saflarında çarpışan Arap müttefikleriyle birlikte) kent halkınca kurtarıcı olarak selamlanmıştı. Rojava asilerinin bu hareketi Ankara için çok fazlaydı ve sahne Türk askerî müdahalesi için hazırlanmış oluyordu.

24 Ağustos sabahında  Özgür Suriye Ordusu ile bağlantılı yerel İslamcı milislerce desteklenen Türk Silahlı Kuvvetleri sınırı geçerek IŞİD’in kalesi Cerablus’un denetimini ele geçirdi. Dikkate değerdir ki, IŞİD, bütün operasyonun Batılı gözleri aldatmak için düzenlendiği ve IŞİD güçlerinin önceden haberdar edilmiş olduğu suçlamalarına yol açarak, Türklerin ilerleyişine karşı neredeyse hiçbir direniş göstermedi. Türkiye’nin kente IŞİD karşıtı koalisyonun bayrağı altında girmiş olmasına rağmen, harekâtın gerçek hedefi Cerablus’a doğru yavaş yavaş ilerlemekte olan PYD idi.

Dahası, Türkiye’nin Ağustos müdahalesi ABD hükümetinin bölgesel politikasındaki içsel çelişkileri de gözler önüne sermiş bulunuyor. Washington’un politika yapıcılarının gözünde PYD asla ilk müttefik tercihi olmamıştı: PYD-Washington ilişkisi, PYD’nin Esad rejimi dışında Suriye’de İslam Devleti’nin ilerleyişini durdurabilecek tek askerî güç olduğu gerçeğinden kaynaklanan, şartların zorladığı bir ittifak ilişkisi olmuştu.

Buna karşılık, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin soğumasına rağmen, Washington, NATO’daki kadim müttefikiyle ilişkisine öncelik vermeye devam ediyor. Türkiye’nin sınırı geçmesinin hemen ardından PYD’nin Menbic’den Fırat’ın ötesine geri çekilmesini talep eden ABD Başkan Yardımcıdsı Joe Biden’dan başkası değildi.

Doğal olarak ABD ile Avrupalı müttefikleri, Türkiye ile PYD güçleri arasında çatışmalardan kaçınılmasını çok istiyor. Ama Türkiye’nin desteklediği İslamcılar şimdi PYD ve onun Arap müttefikleri ile açık bir çatışma içindeyken bunu durduracak bir konumda gözükmüyorlar. Erdoğan ABD’nin blöfünü görüyor. Suriye’ye girmekle ABD’yi KürtlerleTürkiye arasında bir seçim yapmaya zorluyor.

Bu senaryoda ABD’nin geri basacağından kuşku yok. Ve Kürtler bir kez daha emperyalist büyük güç politikalarının kurbanı olacak. Rojava Devrimi’nin günleri sayılı olabilir.

 

 Formun Altı

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar