Ana SayfaGüncel YazılarGöçüşün Ardından

Göçüşün Ardından

 

 

Öngörülebilir olan ve bir süredir öngörülen vuku buldu ve Türkiye Devleti kendi içine doğru göçtü. Tayyip Erdoğan’ın, kurumsal alana hâkimiyetinin sınırlarının farkında olarak Kurumsal Kemalizmle zımni bir ittifak içinde olduğu, buna rağmen ve bu nedeni de kapsayan nedenlerle yoğun bir kampanya başlattığı görülüyordu. 

Bölgesel politikaların –özellikle Suriye politikasının– ters yansımalarıyla bir dönem her kapının konuğu olma avantajı, açık bir ‘üzeri çizilme’ durumuna dönüşmüştü. Bu durumun, bağımlılık ilişkileri derin olan devletler için anlamı aşikârdır. Kapıyı çalan ‘iç savaş’ kesin, ‘iç savaş’ın zamanlaması tetikleyicisi ve kapsamı belirsizdi. Sadece öngörünün, öngörene politik bir avantaj sağlamadığı notu düşürmeli; hatta durumun bu oranda belirgin olmasının, öngörenlerin politik sınırlarını ve sınırlılıklarını da belirgin kıldığı söylenebilir.

Şu halde bugün, içine doğru göçmüş devletin egemenlik sahasını koruyabilir ve ‘yönetimi sürdürülebilir’ kılmasının dayanakları ve ezenler sahasındaki çatışmaların açılan yeni konjonktür için sınırlayıcı ya da ön açıcı yanlarına bakmak gerekiyor.

Devlet bir patlamayla dağılmamış, adeta içi –bir devletin içi olarak tüm kurumsal alan– boşalmış ve en son taşıyıcı direğin çatırtı ile yıkılmasıyla içine göçmüştür. Ezenler cenahı bu çöküşü varlığını devlete bağlamış kesimlerin seferberliği aracılığıyla bir güç gösterisi; ama daha belirgin olarak derlenen tüm devletli kanatların birliği üzerinden bir konsolidasyon manzarası ile yaşıyor. Öyle ya da böyle, tüm devlet güçlerinin çekilen savunma hattında toplanması ana görev olarak konulmuş durumda. 15 Temmuz’dan sonra olanlara bakıldığında tablonun hayli dramatik olduğu teslim edilecektir. Hamaset nutukları, “Yenikapı ruhu” propagandaları bir yana bırakılacak olursa geriye kalan kocaman bir panik havası ve sürek avıdır. 

Girişilen öncelikli iş de içi boşalmış devlet zırhının sağında solunda açılan gedikleri yamamaktır. Bu zırhı kimin nasıl kuşanacağı üzerine ciddi belirsizliklerin bulunduğu, ağır zırhın ancak ve ancak yeni ittifaklar aracılığıyla hareket edebileceği görülüyor.

Ezenlerin aleti olarak ezilenler

Ezilenlerin, herhangi bir politik varlık gösteremediği bir konjonktürde, ezenlerin bindirilmiş kıtası işlevi gördüğü çokça örnek mevcuttur. İlk başından beri tüm çabasını ve siyasal varlığını, yönlendirdiği ezilenlerin Kemalizm ile temsil edilen devlet ideolojisi ile mesafeli barbar kesimini devlet sahasında masssetmek için yoğunlaştıran; devletin kapsama alanını genişleterek bu ezilen kesiminin tarihsel-toplumsal biçimlenişini yelkenlerini şişirmek için istismar eden Tayyip Erdoğan, diğer tüm rast getirilmişlikler bir yana bırakılırsa, son yaşananlarla içi boşalmış devlete bir kitlesel kabuk kazandırdı ve en azından göçüşün etkisini bu kabuk ile devleti sarmalayarak yumuşatmanın olanağını yakaladı. Hatta bu Erdoğan için yegâne hareket etme ve nefes alma sahası olarak önemli ama yetersiz bir işlev görüyor hâlâ.

Ezilenlerin uygar kesimlerinin yenilgiyi derinden yaşayan geriye çekilmeciliği ve buna bağlı liberal duruşu katlanarak devam ediyor. Kuşkusuz galebe çalan bir ideolojik Kemalizmin etki alanı da sürekli üretiliyor ve bu alandan mevcut durumda devlet sahasına destek aktarılıyor.

“Cumhuriyet değerleri” savunuculuğunun çoklu etmenlerle birlikte bir ideoloji kalıbı olarak işleyişini görmek şaşırtıcı değil. 15 Temmuz’un merkezinde Fethullahçıların konumlandırılması, uygar ezilenlere devletin geleneksel kurumlarını sahiplenmede doğrudan kanal açtı. Erdoğan’ın iktidar döneminin toplamının “o güzelim cumhuriyet”i bu hallere getirdiğine yönelik sayısız hayıflanma ortalıkta dolanıyor. İdeolojik Kemalizmin temsilcileri hızlıca “konu devlet ise gerisi teferruat” konumunu aldı. Bu konum aynı zamanda Erdoğan’ın kısıtlılıklarının yattığı yeni dağılımın düzenlenmesine katılma çabasını da gösteriyor. Uygar ezilenler bu hesapların dışarıdan izleyicisi konumunda, ama tedirgin bir etkiyle söz konusu hesapları kurumsal devlet sahasına bağlı tutuyorlar.

Erdoğan’ın Kurumsal Kemalizme mahkûmiyeti

15 Temmuz darbesinin ve darbecilerin çapsızlığı açık. Yenilgi sonrası lime lime dökülen, kendi başını kurtarma derdine düşmüş güruhun çapını tartışmak bile abes. Ancak devletin kurumsal alanının görüntüsü berraklaştıkça orada oluşan ve oldukça da geniş bir alanda etkin olan darbe örgütlenmesinin devlet ile arasında uçurum olmasa gerek. Çapsız bir devlet çapsız bir darbe girişimi mi yaşadı?

Türkiye devletinin tüm kurumsal yapısı Ordu’nun merkezi direği etrafında ve onunla bağlantılı olarak inşa edilmiştir. Geleneksel olarak kurumsal Kemalizmin merkezinin Ordu olduğu kabul edilir. 15 Temmuz ile birlikte diğer tüm devlet kurumları Ordu’dan başlayan sarsıntıyla birbiri ardına çöktü. Daha doğrusu mevcut hükümetin, ama hepsinden öte Tayyip Erdoğan’ın devlet sathında nasıl etkisizlik ve sınırlılık yaşadığı, kendisinin merkezinde toplananlar haricinde kalan güçlere tabiiyeti açığa çıkıverdi. 

Erdoğan’ın kurumsal Kemalizme mahkûmiyeti ile oluşan sınırlılıklar bir dönemdir açığa çıkmıştı. 15 Temmuz üzerinden geçen süre, güç gösterilerinin de tüm sınırlarını ortaya koydu. Tayyip Erdoğan, mevcut koşullarda Saray ve Saray kadar kalmış devletin başında bulunuyor; makamını mevkisini korudu, ancak her halükarda siyasi olarak gidicidir. Bunun anlamı gayet açık: Erdoğan her yandan kuşatılmıştır ve ittifaklarına, yeni ittifaklara hiç olmadığı kadar mahkûm olmuştur. En uzun süreli ve en yakın ittifakının başına ördüğü çorap düşünüldüğünde bu mahkûmiyetin varlığı rahatsızlık ve güvencesizlik olarak yaşanacaktır.

7 Haziran seçimleri sonrası hükümet kurma çalışmaları sürerken, daha sonra koalisyon kurulma olasılığını sabote etmekle görevlendirildiği söylenen Erdoğan’ın prenslerinden Ömer Çelik, AKP-CHP görüşmelerinin gidişatını, iki parti arasında “ontolojik fark” olduğu, koalisyon çalışmalarının bu ontolojik fark nedeniyle önemli zorluklar taşıdığı sözleriyle değerlendirmişti. Çelik’in sözleri, sadece güncel siyaset ile ilgili bir koalisyon kurma arayışının çok ötesinde, Cumhuriyet tarihinin iki ezen kesimi arasında süregelen çatışmanın yapısal boyutlarına ilişkindi. AKP, en son DP’nin bir araya topladığı ezen bloğunu neredeyse firesiz toparlamış ya da kendi etki alanına dahil etmişti. Güncel çıkar çatışmaları dar anlamda bu iki ezen kesim arasında da sürmekteydi ama temel ayrımın büyük gölgesi bu çatışmalara sınırlayıcı etkide bulunuyordu. Cemaat ile çatışmanın başlaması ve gittikçe yükselen eğrisi bu sınırları zorlayıcı yönler taşımakla beraber en azından Erdoğan ve ekibi açısından bu temel ‘ontolojik fark’ gölgeleyici düzeyde değildi. Hatta Cemaat dışarıya, bu temel ayrım noktasında CHP-MHP eksenine itilmeye çalışılıyordu.

İki ezen klik arasında güç dağılımındaki dengesizlik Kurumsal Kemalizm üzerindeki hakimiyeti belirleyici konuma taşımıştı. ‘Kurumsal Kemalizm’in ‘İdeolojik Kemalizm’ ile bağlantısı ve kadro donanımı eski etkinliğini uzun süre korudu. Sonraki dönemde Erdoğan ve ekibinin çatışma biçimlerini düzenleyen müdahaleleri belirdi. Her ayarlayıcı müdahale de ilk fırsatta kurumsal alana dolaylı ya da dolaysız müdahaleleri gündeme getirdi.

Bu aralığın temel yürütücüsü Cemaat kadroları ile birlikte Erdoğan’dı.

2012 MİT krizi ile birlikte bu tablonun geleneksel ayrımların belirlediği sınırlar içinde sürgit devam etmeyeceği açığa çıktı. AKP’nin devlet sathında etkinlik kurabilmek için kadro donanımı bulunmuyordu, bu konuda kadro rezervini kullandığı ve operasyonel müdahalelerine saha açtığı –ve şimdilerde artık bir tür ‘siyasi magazin’ ve ‘itirafçılar geçidi’ tarafından hakkında birçok ekleme, yönlendirme ve hikaye anlatılarak her şeyin sorumlusu ilan edilen– Cemaat, gücünün karşılığını iktidar alanında gerçek bir etkinlik olarak aramaya başladı. Kuşkusuz bunda Tayyip Erdoğan ekibinin yetersizliğine bakmayıp, baş stratejik ortağı ABD’nin politikaları karşısında oyunda daha etkin bir rol talep etmesinin de payı vardı. 

Defalarca ifade edilen bir dizi aşamadan geçen bu yeni ve orijinal çatışma, Cemaatin sonuncu ölümcül hamlesi ve yenilgisiyle sonuçlanmış görünüyor. Ancak durumun, ‘muharebe bitti savaş devam ediyor’ şeklinde artçı etkilerinin olması hiç de yabana atılmayacak bir olasılık. Darbe girişiminin, kimi ayrıştırma ve kolaylıklar sağlaması açısından bütün olarak Cemaatin sırtına yüklenmiş olsa da, kapsamı açısından en azından ‘Erdoğansız AKP’yi de kapsayan bir hinterlanda sahip olduğundan şüphe yok. Darbe girişiminin en net etkisi, Türkiye’de ezenlerin iç çatışmasının bölgesel çatışmalara ve savaşlara dolayımsız olarak eklemlenmiş olmasını açığa çıkarması oldu.

Ötelenen çatışma

Cemaat-Erdoğan çatışması bir bakıma Türkiye’de geleneksel olarak ayrışmış ezen kesimler arasında yaşanan çatışmayı öteleyici, ‘muhafazakâr modernleşmeci’ kesimin tüm kadrolarını yeniden düzenleyen bir çatışma, dahası iç savaş niteliğine bürünmüştür. Çatışmanın iki tarafı öteden beri iç içe geçmiş durumdadır ve birbirleri hakkında detaylı vukufları çatışmayı kıyıcı bir boyutta yürütmeyi de beraberinde getirmektedir.

Erdoğan ve çevresinin kurumsal alanda çare üretmekte zorlandığı ve öngörülemez bir dönem daha zorlanacağı kesin gözüküyor. Öyle ya da böyle tüm devlet kurumlarında işleyişin merkezine, çevresine ve pratik fonksiyonel alanlara AKP tarafından yerleştirilmiş kadroların Cemaat ile ilişkili, hiç değilse Cemaatçe kontrol edilebilir kadrolar olduğu biliniyor. Bir ara çözüm olarak 17-25 Aralık başlangıç olarak konulmaya çalışılsa da bunun net bir eleyici etkisi yok. Erdoğan’ın elinin altında, boş kalan yerlerin doldurulması için gerekli özelliklerle donanmış kadro rezervi yok. Şu halde Erdoğan’ın devlet olarak kabulünde sıkıntı yaşamayan ve aslında onun yeni sınırlarını daha geriye çekmesine neden olacak kurumsal Kemalizm tedrisatından geçen, ‘devlet terbiyesi’ almış kadrolar, bu dönem işleri yürütmeye aday. Bir kısmı görev başına çağrılmış durumda. Erdoğan tufanı dindirmeye çalışıyor, kimi hamleler yapıyor ve dengelemeye çaba harcıyor, ancak mahkûmiyeti derinleştiriyor.

Dayanağını bir süredir ilan ettiği seferberlikte bulan Erdoğan, gayet farkında ki bu seferberlik havası yeterli olmadığı gibi başlı başına sınırlayıcı sonuçlar da doğuruyor. İlk fırsatta, bir süredir ‘düşman’ı işaret ederek Kürdistan’da fiilen yürüttüğü ve ilan ettiği olağanüstü hal yönetimini, şimdi genişletiyor ve yeniden düzenleyerek yasal ‘kabul edilebilir’ çerçeveye dahil ediyor. Bir dönemin ezenler arasındaki çatışmadaki tüm uygulamalar ve ezilenlere yönelik ayyuka çıkmış saldırılar “Hepsini onlar yaptı” nidalarıyla Cemaate yükleniyor. Kemalist kanat için bu hamleler, Erdoğan’ı çevreleme ya da daha deneyimli oldukları devlet sahasında yeniden ve kalıcı mevziler kazanma amacıyla değerlendiriliyor. Bu ara dönemin özellikle Erdoğan rejiminin uluslararası alanda meşruiyetinin sorgulanması ile birlikte genişleyerek devam edeceği görülüyor. Cemaat ile geçirilen uzun aralık, Cemaate yüklenen tüm fiillerde AKP ve Erdoğan’ın dahlini, yönlendirmelerini ve gönüllü işbirliğini gündemden düşürmeyeceği kesin.

Erdoğan ülke içinde nasıl ittifaklara mahkûm ise Türkiye devletinin egemenlik sahasına çekilmeye de mahkûm. Darbe istihbaratının Rusya ve İran’dan geldiği bilgisi ortalığa saçıldıktan sonra ne kadar hamasi nutuk atılsa atılırsa atılsın, bölgesel konularda Türkiye’nin nefes alabilme olanağı bulunmuyor. Bu çekilme ne oranda mevcut siyasi sınırlar civarında kalır, ne oranda daha derinlere yönelir, bugünden söylemek güç. Ne var ki kendi varlık derdine düşmüş bir ekibin yönettiği devletin hareket kabiliyetinin alabildiğine zayıfladığı ve zaten varlığının tartışmalı olduğu alanlarda varlığını yeniden tesis etmesinin görünür koşullarının olmadığı söylenebilir.

15 Temmuz bir iç savaşın birçok belirtisini bir anda göstermiş oldu. Bu girişim, ezenler arasında direkt olarak devlet kurumları ve özellikle devletin silahlı güçleri arasında yaşanan bir çatışma sınırında kaldı. Yayılma marjı taraflardan biri olan Cemaat ve ittifaklarının teknik ve politik sınırlarından kaynaklı olarak düşük yoğunlukta idi. Teknik ve pratik olarak başarısız olan darbe girişimi, politik olarak bir bakıma başarılı bile kabul edilebilir. 

Erdoğan başından itibaren darbe girişiminin hedefi idi, ama AKP’nin bu girişimde hedef olduğuna yönelik herhangi bir emare bulunmuyor. Erdoğan, olayın sıcak anını geride bırakıp bilanço çıkarma için gerekli zamanı bulunca, ABD ve AB nezdindeki itibarsızlığının ve kabul edilmezliğinin artık ‘üzerine bir çizgi çekme’ olarak yaşandığını gördü. Erdoğan’ın itildiği nokta, şimdiye kadar gözden düşmüş olanların son sığınağı olan hamasi milliyetçiliktir. Başlarına gelenin kaynaklarına ilişkin konuşan kimi AKP’lilerin Suriye politikasına işaret etmeleri de bu noktada tesadüf değildir.

Erdoğan’ın darbe girişimi ardından esen havayı omuzlayıp omuzlayamayacağı ayrı meseledir. Hatta varlığıyla yeni çatışma odakları yaratan bir rol oynaması güçlü olasılıktır. Ezenler arasındaki çatışma, varlık riskine girildiği görüldüğünde hızla dizginlemeye yatkınlık gösterir. İstikrar çağırıcılarının beklentisi de bu yöndedir. Her yanından içe doğru büyük bir gürültüyle göçmüş devletin bırakalım istikrar kazanmasını, iç düzenlemesini yapıp yapamayacağı bile belirsizdir. Şimdilik koşullar yeniden düzenlenmekte ve yeni çatışma dinamikleri mayalanmaktadır.

Sonuç

Çatışmada, devlet terbiyesi almış ezenler kesimini bu terbiyeden yoksun ezenler kesimlerine yeğlemek bizim işimiz değil.

Devlet kurumlarının boşaltıldığı ya da şuraya buraya teslim edildiği de sorun kapsamında değil. Devlet her zaman öyle ya da böyle ezenler arasındaki hakimiyet kavgasının sahası oldu. Bundan sonra da olacak ve bir ezen kesiminin ağırlığını taşıyacak.

Mesele, mevcut haldeki devletin tüm varlığının kendi içine göçmesine karşın genişçe bir ezilen kütlesinin ‘kara kalabalık’ olarak da olsa devletin çeperine yığılmasıdır. İşte bu durum hangi bakış açısından olursa olsun ezilenlerin devrimci politikası arayışı için temel sorunu belirginleştiriyor. Hiç değilse ezilenlerin diğer kesiminin mevcut durumla ve devletle arasına mesafe koyduğu tesellisi de boştur. Oluşan yarılmayı korunaklı bir mesafeden izlemek ve devletin çöküşüne hayıflanmak, geleneksel devlete yönelik bir arayış, dolayısıyla da mevcut çatışmanın sonuçlarından yararlanacak olan kurumsal Kemalizm ile temsil bulan kanadın doğal tabanı olmayı sineye çekmektir.

Karanlıkta ıslık çalıyor olma riskine rağmen ezenlerin önlerini göremiyor oluşunun ezilenler için güncel olarak yıkımlar yaratma riski taşımakla birlikte güçlü politik olanaklar taşıdığını kabul ediyoruz. Burada beliren istikrarsızlık koşullarını değerlendirebilecek bir ezilenler politikası önemli avantajlar yakalayacaktır.

Türkiye siyasetinin ağırlık ekseni, Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmelere bağlanmıştır. Bundan korunmanın herhangi bir yolu bulunmuyor. Önümüzdeki çatışma biçimlerinin toplamında Ortadoğu etkisinin yüksek bir yoğunluğunu göreceğiz. Ezilenler politikasının ağırlık merkezi bu koşulların keskin yansımalarına –olumlu ya da olumsuz– maruz kalacak ve bu koşullarda kendi devrimci yolunu açmakla karşı karşıya kalacaktır.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar