Ana SayfaGüncel YazılarGÖRÜŞ: ABD IŞİD’DEN DAHA KORKUTUCU

GÖRÜŞ: ABD IŞİD’DEN DAHA KORKUTUCU

En yakın müttefiklerimiz bile askerî ve çevresel bir tehlike olduğumuzdan korkuyor. Oluşturduğumuz tehdit gerçek ve ölümcül.

Çeviri: A. Ercüment Özkaya

General Martin Dempsey, iki yıl önce bir Senato komitesine bilgi verirken, “Dünyanın şimdiye dek olduğundan daha tehlikeli bir yer hâline gelmiş olduğu gerçeğine bizzat tanıklık ederim” demişti. Steven Pinker’ın “The Better Angels of Our Nature” başlıklı çalışmasında ustalıklı bir şekilde ayrıntılandırdığı gibi bu iddianın geçerliliğinden kuşkulanmak için haklı gerekçeler bulunsa da, bugünün dünyasında birçok karanlık kuvvetin kol gezdiği ve – Twitter ve YouTube’dan tutun da nükleer bombalar ve biyolojik silahlara kadar – modern teknolojinin kötü niyetli aktörlere şimdiye dek görülmemiş ölçüde güç kazandırdığı da bir gerçek.

ABD’ye yönelik en büyük tehditler üzerine kafa yorarken, aklıma gelen ilk şey İslamcı terörizm. Çoğu ABD’li için de bunun böyle olduğuna kuşku yok. En dikkate değer biçimiyle deniz aşırı Müslüman fanatikler tarafından yürütülen dinsel terörizm 1990’lı yılların başından beri başlıca şiddet kaynağı olarak belirmiş bulunuyor. Küresel Terörizm Endeksi’ne göre, şu anda dünyada terörizmin “başlıca yürütücüsü” dinsel terörizmdir. Dinsel kaynaklı şiddet edimleri milliyetçiler, anarşistler ve Marksistler tarafından işlenen geçmiş terörizm biçimlerine kıyasla hem daha ölümcül hem de daha ayrım gözetmez şekilde olma eğiliminde olduğundan bu durum kaygı vericidir. Bu bakımdan, istatistikler şiddet eylemlerinde genel bir düşüşe işaret ediyor olsa bile, Dempsey bizim durumumuzun daha tehlikeli olduğu tespitinde tamamen haklıdır.

Bu böyle olsa da, insan uygarlığına yönelik en büyük tehditlerin nereden kaynaklandığını düşündüğümde, öbür potansiyel risklere kıyasla ABD ön plana çıkıyor. Böyle düşünmekte de yalnız değilim: 2014’te yapılmış bir küresel kamuoyu yoklamasına göre (2014 global survey), bütün dünya, dünya barışına 1 Numaralı tehdit olarak “açık ara” ABD’yi görüyor. En yakın müttefiklerimizden bazıları bile, ABD’yi en önemli tehlike sayıyor. Bu, ABD’nin istisnaîliğine dair düşüncemizin yeniden yorumlama gerektirdiğini akla getiren çarpıcı bir sonuç. Belki gene de müstesna bir ülkeyiz, ama düşündüğümüz şekilde değil. Dünya bizden korkuyor.

Peki niye? Dünya niçin ABD’den Kuzey Kore ve İran gibi ülkelerden korktuğundan daha fazla korkuyor? ABD’yi eleştirenlerin hemen işaret ettikleri gibi, bunun yanıtı, çağımızın en önemli çatışmalarından çoğunun, anlaşılması güç bir şekilde, bizim aptalca eylemlerimizce yol açılmış ya da müzminleştirilmiş olması. Bu iddiayı doğrulamak için on yıllarca geriye gidip 1953’te İran’da demokratik bir hükümeti devirmek, kitle imha silahları ile işlediği en berbat vahşetler sırasında Saddam Hüseyin’i desteklemiş olmak ve 655 uçuş numaralı İran yolcu uçağını İran hava sahası içindeyken düşürmek – ve sonrasında özür dilemeyi reddetmek – gibi dış politika ahmaklıklarını örnek gösterebiliriz.

Ama daha yakınlardan, 2003 yılında Irak’ın ABD önderliğinde önleyici amaçlı işgaliyle başlayalım. ABD’de 3000’in biraz altında ölüme yol açan bir saldırıya karşı yapılan bu işgal, ilk iki yılında, bizzat [dönemin ABD başkanı] George W. Bush’a göre 30.000 sivil ölüme yol açtı. Bu savaşın Orta Doğu’yu istikrarsızlaştırarak ve bütün bir neslin ılımlı Müslümanlarını bir Kaleşnikov kapıp “Haçlılara” karşı kutsal savaşa katılmaya ikna ederek büyüyen İslamcı terör sorununu daha da ağırlaştırdığı tartışma götürmez bir gerçek. CİA’nın eski direktör yardımcılarından Michael Morell’in “The Great War of Our Time” adlı kitabında gözlemlediği gibi, Irak çatışması Üsame bin Ladin’in öne sürmekte olduğu mesajın ta kendisini doğrulamaktan başka bir şey yapmadı. Morell’in sözleriyle, “Irak Savaşı’nın el Kaide’nin anlatısını desteklediğinde ve grubun ideolojisinin yayılmasına yardım ettiğinde de kuşku yoktur.”

Ek olarak, Irak Savaşı Orta Doğu’da bir kıyamet coşkusunun yükselmesine yol açarak, – gerek Sünni gerek Şii – bütün bir Müslüman neslini dünyanın sonunun yakın olduğuna ikna etti. İslam uzmanı David Cook’un belirttiği gibi, ABD önderliğindeki savaşın bazı İslamî kehanetleri yerine getirdiği inancı geniş kabul görmüştür, öyle ki, açıklanmış hedefi yabancı işgalcileri kovmak olan önde gelen Şii milis güçlerinden biri kıyametten önce ortaya çıkacak İslâmi mesih figürü Mehdi’ye istinaden Mehdi Ordusu adını almıştır. 2014 yılındaki bir Reuters haberi bir Şii savaşçının ABD ile Britanya’nın Irak’ı işgal etmesinin kendisini dünyanının sonunun yakın olduğuna ikna ettiğini söylediğini bildiriyordu. “Bu ilk işaretti” demişti “sonra her şey bunun arkasından geldi.”

Irak fiyaskosu ile bölgeyi saran kıyametçi ruh hâli arasındaki aynı neden-sonuç ilişkisi Sünniler arasında da görülebilir. İslam Devleti’nin (IŞİD) öncüsü Ebu Musab el-Zerkavi [iyilerle kötüler arasındaki] büyük savaşın – gerçek anlamda Armageddon’un– Suriye’deki küçük Dâbık kasabasında cereyan edeceği kehanetini hatırlatarak kıyamet beklentisini körüklemişti. IŞİD’in internetteki propaganda dergisinin adının Dâbık (Dabiq) olması ve her sayısının el-Zerkavi’nin şu açıklamasıyla başlaması da tesadüf değildir: “Kıvılcım Irak’ta çakıldı ve harareti artmaya devam edecek … tâ ki haçlı ordularını Dâbık’ta yakıncaya dek.”

El-Zerkavi’nin ölümünden sonra kıyametçi eylemciliğe yönelik bu vurgu Ebu Eyyüp el-Mısri ve İslam Devletinin hâlihazırdaki halifesi Ebu Bekir el Bağdadi’yi de içeren sonraki liderlerce devralındı.   Graeme Wood’un 2015 tarihli “What ISIS Really Wants” başlıklı makalesinde belirttiği üzere, “ABD’nin Irak işgalinin son yıllarında İslam Devleti’nin ilk kurucuları … her yerde zamanın sonunun geldiğinin işaretlerini gördüler. Bir yıl içinde Mehdi’nin geleceğini bekliyorlardı.” İslam Devleti bugün hâlâ Dâbık’ta savaşın an meselesi olduğu hayalini yüksek sesle tekrarlıyor, aynı şekilde, onların gözünde 80 farklı ulusun Müslüman kuvvetleriyle savaşmak üzere bir araya gelmesi gibi başka birçok kehanet de gerçekleşmekte. ABD öncülüğündeki koalisyon şu anda 60’ın biraz üzerinde devleti bir araya getiriyor. Eh, gerisi için bekleyin.

Talihsiz gerçek şu ki, aşırılıkçılık aşırılıkçılığı doğuruyor, bunun anlamı, Irak Savaşı’nın yarattığı nev zuhur terörizm sorunu geri dönüp sağcı siyasetin gücünü artırıp pekiştiriyor ve ABD seçmenleri gözündeki cazibesini büyütüyor. Donald Trump’ın o seçkin diliyle ifade ettiği IŞİD üyelerinin ailelerini öldürmek ya da “onları sıçtıkları yere kadar bombalamak” önerileri bu durumun tezahürü. Daha da ürkütücüsü, Trump’ın ABD’ye Müslümanların girmesini yasaklamamızı teklif etmesi, o kadar ki, Dick Cheney bile “savunduğumuz ve inandığımız her şeye aykırı” diye bu fikre karşı çıktı. Bu tür politikalar uygulamaya konulduğu takdirde, hiç kuşku yok ki, sadece teröristlerin elini daha da güçlendirmeye yarayacaktır. İntihar terörizminin önde gelen uzmanlarından Robert Pape, terörist intihar saldırılarının arzla sınırlı olmaktan çok büyük ölçüde taleple artan bir görüngü olduğu gözleminde bulunuyor. Bu yüzden, “eşek arılarının yuvasını” bir nükleer bomba sağanağı ile toptan temizlemeyeceksek – açıkça ahlâk dışı bir strateji (ama aşağıya bakınız!) – “yuvaya” çomak sokmak, sadece “eşek arılarının” daha da azmasına yol açacaktır. Terörizmi caydıracaksanız ona olan talebi ortadan kaldıracaksınız.

Durumun belki de en çarpıcı yönü, Trump’ın kendi kıyamet anlatısını izleyicilerine, yani ABD’lilerin en az eğitimli kesimine yutturuyor oluşu. Sağ siyaset ve kıyametçi hareketler konusunu araştıran bir akademisyen olan Chip Berlet’e göre, Trump’ın taraftarları, hep birlikte inananları “kurtaracak” bir mesih figürünün ortaya çıkmasını gerektiren bir kıyamet iklimi yaratan âcil meselelere – Çin’in güçlenişinden tutun da IŞİD’e, yasadışı göçmenlere ve ekonomik belirsizliklere kadar – kafayı takmış bulunuyor. Berlet’in deyişiyle “mevcut liderler yozlaşmış ve bize ihanet ediyor, [ve] aşağıdaki asalaklar orta sınıfın cebini tırtıklıyor. Bu yüzden beyaz Hıristiyanlar kendilerini soyguncu ve tecavüzcü Meksikalı komşularından koruyacak bir duvar örmek ve bu arada, terörizm tezgâhladıkları için Müslümanları tespit ve derdest etmek zorunda olduklarını söylüyorlar. Bu tehditler ABD’nin varlığına yönelik olduğundan, gayetle güzel bir kıyametçi senaryo bu.” Sonuç ise, kuşkusuz, Müslümanların daha da yabancılaşması ve “eskatojilerin çarpışmasının” daha da kemikleşmesi, ki bu da IŞİD’in tam istediği şey. Bir anlamda, kökten dincilikler için karşılıklı kazan-kazan durumu.

Ülke çapındaki anketlerde Trump önde gidiyor olsa da Iowa eyaletinde Kanada doğumlu Ted Cruz’un ardından ikinci sırayı aldı. Cruz’un Trump’tan az değil belki daha bile korkutucu olduğunu söyleyeceğim. Cruz’un 2006 yılında ABD’nin en güçlü dinci lobilerinden biri olan İsrail İçin Birleşmiş Hıristiyanlar (CUFI) grubunu kurmuş olan süper rahip John Hagee ile yakın ilişki kurmuş olduğu gerçeğine dikkat edin. Bu yıl başlarında Cruz, Hagee’nin dev kilisesinde Hagee ile birlikte kürsüye çıkmayı bir “onur ve ayrıcalık” olarak tanımlamıştı. Aynı şekilde, Mike Huckabee, Lindsey Graham, George Pataki, Rick Santorum, ve Jeb Bush gibi başka başkan adaylarıyla birlikte .CUFI’nin 2015 Washington Zirvesinde boy göstermişti.

Hagee dünyanın sonunun yaklaştığına gerçekten inanan bir Hıristiyan aşırılıkçısı olduğundan, dünya barışından yana olan herkes bu durumdan kaygı duymalıdır. Özellikle de – belki de haklı olarak – İsrail’e karşı varoluşsal bir tehdit olduğuna inandığı İran’a kafayı takmış bulunuyor. İsrail ise onun açısından şu bakımdan önemli: Filistin’de bir Yahudi devleti var olmadıkça İncil’deki kıyamet senaryoları gerçekleşemez. Hagee’nin ve İncilci müritler ordusunun İsrail aşkının sırf dinsel ve özellikle kıyametçi nedenlerden kaynaklandığını söylemek abartı olmaz. Ve bu marazî aşkın sonucu bayağı tehlikeli. Örneğin Hagee defalarca ABD ile İsrail’in birlikte İran’a karşı bir önleyici savaş açmaları çağrısında bulundu. Pentekostl Charisma dergisi için yazdığı bir makalede şunu ilân etti: “Bir nükleer Armageddon’un eşiğinde duruyoruz. İran ile yakın bir nükleer hesaplaşma kesin bir gerçekliktir.” Hagee’nin Cumhuriyetçiler arasındaki etkisinin büyüklüğü düşündüğünde, adayların hepsinin bir CUFI etkinliğinde söz almış olduğu bir partiden çıkacak bir ABD başkanlığı düşüncesi hepimizi huzursuz etmelidir.

Son olarak, jeopolitik çevreden doğal çevreye geçtiğimizde, ABD’nin Çin’in ardından gezegenin ikinci en büyük kirleticisi olduğuna işaret etmeye değer, üstelik, Çin’in nüfusu ABD’den yaklaşık 1.054.000.000 (bir milyar elli dört milyon) kişi fazlayken. Bu durum çeşitli nedenlerle önemlidir. İnsan yapımı iklim değişikliği, hava durumundaki aşırılıkları, büyük kuraklıkları, çölleşmeyi, ormansızlaşmayı, canlı türlerinin yok oluşunu, biyo-çeşitliliğin azalmasını, ekolojik yıkımı, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını, toplumsal kargaşalıkları ve siyasal istikrarsızlığı içeren bir dizi yıkıcı olaya yol açacaktır. Bunlar aşikâr tehlikelerdir. Elimizdeki bilimin en iyisine inanılacaksa – ki inanılsa iyi olur – bu görüngüler “ciddî”, “her yerde” ve “geri döndürülemez” olacak ve toplumları felâketin eşiğine sürükleyecektir.

Ama iklim değişikliği aynı zamanda terörizmin yükselişiyle de bağlantılıdır. Bu olgu hem de CİA’nın şimdiki başkanı John Brennan tarafından teyit edilmiştir. Aslına bakılırsa Ulusal Bilim Akademileri Toplantısında yapılan bir sunumda, Suriye’de 2007 yılından 2010 yılına dek süren rekor sertlikteki kuraklığın ardında muhtemelen iklim değişikliğinin yattığı sonucuna varılmıştır. Bu kuraklık Suriye’nin kentlerine kitlesel bir çiftçi göçüne yol açtı ki bu da Suriye’deki iç savaşın patlak vermesiyle bağlantılı bir görüngüdür. Ve İslam Devleti de her zamankinden güçlü bir biçimde bu çatışmanın içinden doğdu. Bundan çıkan sonuç iklim değişikliğinin IŞİD’in doğuşunu tetiklediğidir – bu da bu kötülük canavarlığının koşullarını birçok yoldan bizim yaratmış olduğumuz anlamına geliyor.

Günümüzün dünyası Rusya’nın saldırganca davranışlarından tutun da Suriye’deki başlangıç hâlindeki Üçüncü Dünya Savaşı’na dek kaygı verici krizlerden yana yoksul değil. Yine de, bir bütün olarak insan uygarlığının geleceği söz konusu olduğunda, en büyük endişe kaynağı olarak kendi ülkemi görüyorum. ABD’nin müstesnalığı – iyicil hegemonyamız ve manevî üstünlüğümüz, iyi niyetliliğimiz ve Tanrı’nın gözünde ayrıcalıklı yerimiz – mitolojisi bir veriyken, izlediğimiz politikaların tüm dünyada nasıl felâketlere yol açtığını görmek çoğu kez zor oluyor. Ama insan kendisini dünyayı herhangi bir toplumu ötekine üstün tutmadan tarafsız gözle izleyen dünya dışı bir yaratık olarak hayal edebilse, ABD’nin küresel huzursuzluğun başlıca kaynaklarından biri olduğu ve olmaya devam ettiği sonucuna varmamak zor olurdu.

2014 yılında dünya, barışa karşı en büyük tehdidi bizim oluşturduğumuzu teyit etmişti ve olgular da bu kanıyı destekler gözüküyor. Peki, bundan çıkarılması gereken ders ne? Oturup kendimizi suçlamak değil ama tarihimizdeki aptallıklarımızı kabul etmek ve gelecekte çok değil azıcık daha akıllı ve âdil olmaya çalışmak için elimizden geleni yapmak.

Salon.com İnternet medyasında 20 Aralık 20015’te yayımlanan İngilizce orijinalinden çevrildi.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar