Ana SayfaGüncel YazılarKürdistan Hareketinde Yeni Devrimci Unsur: Kentlerin silahlı gençliği

Kürdistan Hareketinde Yeni Devrimci Unsur: Kentlerin silahlı gençliği

Kürdistan’ın kentsel yerleşim birimlerinde, yeni bir şeyler oluyor. Yenilik, değil Türkiye’deki ilgililere, henüz Kürdistan Hareketinin öteki bazı bileşenlerine bile anlamlı bir şekilde yansımamış görünüyor. Yeniliğe ilişkin belirtiler, Kürdistan’daki il ya da ilçe statüsündeki bazı küçük kentlerde ve büyük bazı kentlerin varoşlarında çatışmaların sürdüğü ve devletin bildik gaddar operasyonlarını yaptığı şeklinde yansıyabiliyor medyaya…

Gözden kaçırılamaz ve gerçek boyutuyla yenilik, bir kez daha, becerikli ve çalışkan Batılıların sayesinde tarafımıza yansıdı. İngiltere’de yayın yapan Financial Times’ın yaptığı bir haber, Kürdistan’da ortaya çıkan yeniliği dikkatimize ve bilgimize getirdi. (Haberin bir özeti şu adresten okunabilir: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/08/150827_financial_times_kurt_gencler_silahlaniyor)

Sadece devlet saldırısı yok

Marx, “sefaletin içinde sefaletten başka bir şey bulamazlar, sefaletin içinde eski toplumu alaşağı edecek devrimci, yıkıcı yönü göremezler” diye horluyordu bazılarını… Bugün Kürdistan’da sadece devletin zulmünü, katliamını görenler ve bunun vaveylasını koparanlar var. Salt sulu göz hümanistler veya barışçılıktan başka dil bilmeyen liberal Türkiyeliler değil, Kürdistan Hareketinin “demokrat siyaset” alanında faaliyet yürütenlerinin bile birçoğu, Kürdistan’da sadece devletin yakıp yıktıklarını buluyor, ama bu topraklarda inşa olan kudretin yeni bir boyutunu göremiyorlar.

Kürdistan’da, devlet güçlerinin operasyonlarından dolayı sızlananların, “sivil toplum örgütleri” aktivistlerini ve bilumum barışseverleri seferberliğe çağıranların, “Lice’de, Silvan’da, Cizre’de, şurada-burada katliam var!” diye velvele edenlerin örtmeye çalıştığının aksine, gerçek bir kudret dinamiği belirmiş bulunuyor. Bu dinamikle çeliğe bir su daha verilmiş; yapıya bir kat daha eklenmiş; egemenlik yoluna bir hat daha döşenmiştir. Sözü edilen dinamik, yaygın olarak Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’ne (YDG-H) bağlanan gençlik faaliyetidir. Gençlik, silahlı bir örgütlülükle alana hakim olmaya ve başka hakimiyet gücü tanımamaya dönük bir çalışma yürütüyor.

Artık ayırdında olunmalı; Kürdistan’da “90’lar konsepti” türünden katliamlar yapılamıyor, asker ve polis artık ölmek istemiyor. Tayyip Erdoğan adındaki düşmanın en büyük dezavantajlarından biri bu. Devlet güçleri, insanları öldürmekten çok binalara, mala-mülke zarar vermeyi hedefliyor.

Öte yandan, bir devlet, kendi hükümranlık alanında hükümranlık iddiasında bulunan bir güce elbette izin vermek istemeyecek ve o gücü bildiği yolla engellemeye çalışacaktır. Dolayısıyla, özyönetim ilanı, saldırıyı göğüsleme sorumluluğunu üstlenmiş olmayı öngerektirir. Özyönetim türünden ilanlar, sözünü edip köşeye çekilecek nitelikte olamaz. Kürdistan Hareketinin gelişme aşaması göz önüne alındığında, bu, belirgin kurumsal sorumluluk altına girme iddiası anlamına gelir. Hareketin henüz yapıcı misyonlar üstlenecek ölçüde gelişmediği ve yıkıcılığın ön planda olduğu dönemlerde geçerli olabilecek ve mazur görülebilecek güçlü ve tok bir şekilde sahiplenememe gibi birtakım yönelimler, yapıcılığın öne geçtiği ve devrimci pratiğin de bu bağlamda anlaşılması gereken içinde bulunduğumuz dönemde hem düşman hem de sorumlu olunan toplum nezdinde karşılık bulamaz.

Ama bundan önce, özel bir ayrımı vurgulamak zorunlu görünüyor.

Özyönetimin basın açıklamasıyla ilanı

Kürdistan’da bir yenilik varsa, bunu, ilan edilmekle kalan ve kötü malzemeli bir kulübe gibi içindekilerin başına çöken “ilancı özyönetim politikası” olarak görmek büyük bir yanılgı olacaktır. Özyönetim ilan edilmiş, ama bizzat ilan edenler tarafından bile sahiplenilmemiştir. Bu hamlenin başarısızlık göstergesi, Damla Yur’un, 27 Ağustos tarihli Cumhuriyet’teki haberidir. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/353609/Tutuklanan_baskanlar__Bizim_haberimiz_yoktu.html) Haberle, özyönetim açıklamasını okuyanın da aralarında bulunduğu, belediye ve DBP yetkilileri dahil bazı kişilerin verdiği ifadeyi öğreniyoruz:

Sur Belediyesi Eşbaşkanı Fatma Şık Barut: “Benim bu metinden önceye dayalı herhangi bir bilgim yoktu. Ben oraya basın açıklaması olduğunu bilmeden gittim. Gitme amacım orada bulunan Ali Rıza Çiçekçi ile görüşmek içindi. Benim söz konusu basın açıklamasına ilişkin içeriğinde yer alan yazılarla ilgili hiçbir bilgim yoktur. Biz son 15 gün içerisinde bu olayları önlemek için kaymakamlık, emniyet, il yönetimimiz ve milletvekillerimiz ile çalışma içerisindeydik. Hatta emniyet teşekkür amaçlı birçok defa telefon açtı. Benim bu tür olaylara sebep olarak açıklamanın olduğu yönünde herhangi bir bilgim yoktur.(…)”

DBP Sur İlçe Eşbaşkanı Ali Rıza Çiçekçi: “Basın açıklamasının içeriğine ilişkin olarak herhangi bir bilgim yoktur. Bildirinin kimler tarafından hazırlandığı ve kaleme alındığına ilişkin herhangi bir bilgim yoktur. İlçemizde meydana gelen olaylar nedeniyle valilik emniyet tarafından olayların yatıştırılabilmesi ve kimseye zarar gelmemesi açısından milletvekillerimiz, il yöneticilerimizin orada bulunması ve kimsenin zarar görmemesi için orada bulunmamız istendi.”

Sur Belediyesi Eşbaşkanı Seyid Narin: “Olay günü ilçemizde meydana gelen olayların yatışması amacıyla Sur kaymakamlığında kaymakam beyle görüşme yaptık ve olayların yatışması amacıyla elimden gelen gayreti göstereceğime ilişkin beyanlarımı kaymakama bildirdikten sonra kaymakamlıktan ayrıldım. Benim olay günü yapılan basın açıklamasının içeriğine dair herhangi bir bilgim yoktur.(…) Hatta kazılan hendekler gerek emniyet gerekse bizler tarafından kapatıldı. Hatta hendekleri kapattığımız için bazı kepçelerimize gençler tarafından el konuldu.”

Özgür Kadın Kongresi aktivisti Güneş Ölmez: “Bildiri okunan yerde bulunan bayanlar süreçte yaşanan çatışmaların sona ermesi ve müzakere sürecinin tekrardan başlanabilmesi açısından toplanmışlardı, ben de o esnada kalabalığa dahil oldum. 35-40 yaşlarında bir teyze elinde metin bize okumamızı istedi. Ben de bunun üzerine okudum. İçeriğini tam olarak bilmiyordum.”

Bu, etkileşime girmek anlamına gelebileceği için eleştirisinden bile kaçınılması gereken ölçüde düşkün bir manzaradır.

Kürdistan Hareketinin legal alandaki politikacılarının 1980’ler ve ‘90’larda görülebilen ezik tutumunun tipik bir yansıması olan bu halin, Hareketin, zamanında Genelkurmay’ın “sözde vatandaş” açıklamalarına karşı cepheden duruş gösterebilen Tuncer Bakırhan gibi tok ve güçlü temsilcileri tarafından çoktan aşıldığını, aşılmanın aşama kaydederek günümüzde Selahattin Demirtaş tarafından gayet iyi temsil edildiğini ve bugün artık gömüldüğü yerde çürümüş olması gerektiğini biliyoruz. Tecrübeli ve köklü bir düşmanla “demokratik siyaset” alanında çekişmeyi ancak yetkin temsilciler kararlı ve güçlü bir söylemle yürütebilir.

Özyönetimin silahla ilanı

Özyönetimi kürsüden okunan bildiriyle değil, silah tarrakalarıyla ilan edenlere bakmak gerekiyor. Bir değer atfedilecekse, Kürdistan kentlerindeki özyönetim girişimleri için devletin yasaklı ve güvenli alan ilan ettiği yerlerdeki silah sesleri takip edilmeli. Azıcık sertleşen ortamlarda, basın açıklaması okuyan sesler bizi bir yere götürmüyor.

Özyönetim gibi bir ilanı “demokratik siyaset” alanı ancak ılımlı bir ortamda izleyebilir ve sürükleyebilirdi. Sert rüzgarlarda “demokratik siyaset” alanının direncinin düşük olacağından, bu konjonktürde, özyönetim gibi bir iddia ancak “devrimci politika” alanında güdülebilir. Kaldı ki, bugünkü koşullarda, özyönetimin yaşama geçirilmesinin, bu alan bakımından bile, olanaksız ya da son derece zor olduğu besbellidir. Dolayısıyla, özyönetim politikası üzerinden bir değerlendirmenin esaslı bir gereği bulunmamaktadır. Mesele, Kürdistan Özgürlük Hareketinin özyönetim politikası vesilesiyle yeni bir devrimci gücü alana sürdüğünü görmektir.

*

Kürdistan’daki yeni gücü, başlıca temalarıyla, Piotr Zalewski imzalı ve 26 Ağustos tarihli söz konusu haberin önerme ve aktarmalarıyla, izliyoruz.

• “Birkaç yıl önce bu çocuklar polise taş ve molotof kokteyli atıyordu ve bazıları hapse girdi. Şimdi silahları var.”

Gençlik, 2004 ila 2006 yıllarındaki, taş atan ve örgütlülüğü çok zayıf gençlik değil bugün. Kullandıkları araçlar, örgütlülüğün ve politik niteliğin de ileri taşındığının açık göstergesi. Gençlerin elinde ilk mücadele silahı olan taş yok; genç eller artık “keleş” tutuyor ve düşman güçleri üzerinde caydırıcılıklarını bu araçla sınıyor, hakimiyetlerini bu araçla kurmaya yöneliyorlar.

O yıllarda “taş çocukları” diye anılan ve aralarında çocuk yaştakilerin bol olduğu bu gençlerin, Kürdistan Hareketinin adeta yeniden-kuruluş yıllarında aşağıdan gelen sosyo-politik bir kurucu öğe olarak kendilerini ortaya koyduğunu zamanında Nazan Üstündağ saptamıştı. Taş çocukları, legal partidekilerin kendilerini yasal alanla sınırlama konformizmini alaşağı etmiş, Kandil’deki liderliğin varlıklarını dikkate almasını sağlamış ve belki en önemlisi, Apo mitini, Kürdistan jeo-politiğine bir kez daha bir üst-imge olarak taze bir güçle enjekte etmişti.

Bugün izlediğimiz, taş çocuklarının “büyümesi”dir; ellerindeki araçlar da kendileriyle birlikte büyüdü ve etkisini artırdı. Büyüme, aynı zamanda Kürdistan Hareketinin de büyümesi anlamına geliyor.

“Cizre’deki militanlar PKK’nın Kuzey Irak’taki liderliğinden emir aldıklarını reddediyor. Silaha sarılma kararının kendilerine ait olduğunda ısrar ediyorlar.

Şimdi, hiçbir emir ve talimatla ortaya çıkamayacağı için kendiliğinden, ama Kürdistan Özgürlük Hareketinin bizatihi 30 yıllık tarihinin sevk ve idaresiyle örgütlendiği, bilinçlendiği, politikleştiği için kendiliğindenlik kalıplarına sığmayan bir gençlik hareketi boy verdi. Kürt halk kitlelerinin kendiliğindenliği bile Hareketin köklü ve örgütlü bilincinin eseri olarak ortaya çıkıyor. Talimat, koşulların kendisi tarafından veriliyor ve Kürt gençleri nesnel koşullardaki seçeneklerden birinin gereğini yerine getiriyor. Bu hareketin, Kürdistan Hareketinin daha önceki örgütlenme şemasında bu ölçü ve boyutta yer almadığı öngörülebilir. Bu bakımdan, kuşkusuz bir yenilikle karşı karşıyayız.

Silahlı gençlerin bir anlatımı, Kürdistan Hareketi örgütlülüğünün nasıl örgüt-aşırı bir hale geldiğini de gösteriyor: “PKK’ye katılmaya ihtiyacımız yok, çünkü PKK halktır.” Yani artık örgüt ile kitle arasındaki sınır da belirsizleşmiş oluyor. Bunu, zamanın kötü modası dikey-olmayan ve hiyerarşik-olmayan sözümona örgüt anlayışı bağlamında değerlendirmenin hiçbir gereği bulunmuyor elbette. Silahlı gençlik, Kürdistan Hareketine aşağıdan bir yerden dikey olarak eklemleniyor.

• “HDP’nin de aralarında bulunduğu kendi politikacılarının ateşkes çağrılarına da çok az tahammülleri var.”

Kürdistan Hareketinin “demokratik siyaset” bileşeninin, gençliğin devrimci kaynamasına karşılık olamayacağını kestirmek zor değil. Bu, “taş çocukları” zamanında da böyle olmuştu. Taş çocukları, dinamiklerini anlayamayan legal partinin yetkililerinin ne otoritesini tanıyorlardı, ne de politik yönelimlerine uyuyorlardı. Onlar, resmi politikacıların olgunluğuna prim vermeden kendi politikalarını uyguladılar ve sonunda Hareketin izlediği politik hattın çizilmesinde önemli bir rol oynadılar. Bu bakımdan, Kürt Hareketine pek dost liberallerin her dem çiğnediği sakızı çiğnemeye yeltenen kendi politikacılarının sözlerinin doğası onların gerçeğine yabancıdır.

Bırakalım barış için çağrı yapsınlar, ama bize silahlarımızı bıraktırabilecek tek kişi Apo’dur.”

Öcalan miti, Kürdistan Hareketinin salt bir sembolü değil, gerçek bir kilidi konumunda. Gençlik, Kürt politikacıların ateşkes çağrısına tahammül edemez, ama Öcalan’ın silah bırakma talimatını bile ikiletmez. Buradaki köklü farkı sezinleyen silahlı gençlik, Öcalan’ın talimatının kendilerine ulaşmasının bile, devlet ile Hareket arasındaki ilişkilerin dengesinin Hareket lehine döndüğünün bir işareti olduğunu görüyor.

Öcalan’ın, devlet ya da Hareket alanında aşınabilen imgesi, gençlik tarafından tazelenerek yükseltiliyor. Gençlerin yanı sıra, mahalle veya köylerine gelen yabancıyı zafer işareti yaparak ve “Biji Serok Apo” sözüyle karşılayan dört-beş yaşındaki Kürt çocuklarının imgeleminde adeta genetik olarak büyüyor Öcalan miti… Öcalan’ı, dolayısıyla Kürt Hareketini güçlendiren yeni bir ağırlık oluşuyor.

“Dağlara da gitmedik, Suriye’ye de gitmedik çünkü bunun gelmekte olduğunu tahmin ettik. Şimdi savaş tam burada.”

Dağlarda gerillacılık, Rojava’da savaşçılık… Kentlerde “demokratik siyaset” alanında faaliyet yürütmek ya da en fazlasından milis olmak…

Kürdistan kent gençliği, kurumsal silahlı mücadelede varlığını koruyacağı öngörülebilecek yeni bir alan açtı. Kürdistan Hareketi, 1990’ların başından beri, kentsel yerleşim birimlerinde tutunabilecek silahlı birimler oluşturmayı denemiş ama bunu başaramamıştı. Şimdi, mücadelenin ezilenlere özgü politik, yani silahlarla yürütülmesi için dağlar dışında bir alan daha yaratılmış bulunuyor. Kentsel yerleşim birimleri de şiddet-politikanın alanı haline geliyor. Şiddet-politika, yeni bir boyutun katılmasıyla alan genişletiyor. TC, dağlardakileri sökemezken, Rojava’da başına bela almışken, şimdi bir de Kürdistan kentlerinde silahlı güçlerle uğraşmak zorunda kalacak.

Kürdistan tarihinin bilinçsiz ilerletici aleti olarak Tayyip Erdoğan

TC’nin artık ölmek istemeyen, zengin olanın asker de, şehit de olmayacağını söyleyebilen polis ve askeri için, bu, yıldırıcı yani “terörist” bir gerçek. Kürdistan’da yerli olmayan sivil kamu görevlileri nasıl yerlerini terk ediyorsa, asker ve polis de, ölmeden bir an önce uzaklaşmak istediği bu topraklardaki yabancılığını, işgalciliğini daha çıplak ve derinden yaşayacaktır.

Bu, en başta Tayyip Erdoğan sayesinde gerçekleşti. Tayyip Erdoğan, Kürdistan tarihini ilerleten bilinçsiz alet konumundadır bugün. Tayyip Erdoğan’ın Suriye ve Irak politikası, Kürt Hareketine –güya düşman olduğu Kemalizmden miras aldığı- kadim devletli düşmanlığı ve kalleş husumeti, bir yandan politik sınırların geçişkenliğini artırdı, öte yandan Kürt kent gençliğinin silahlanmasını sağlayan koşulları yarattı.

Kobane düştü düşecek”, Türkiye Cumhuriyetinin tarihsel misyonunu temsil eden Tayyip Erdoğan’ın, Kürt tarihine aşama kaydettiren sözü oldu. Tayyip Erdoğan sayesinde, “dindar Kürtler” de “ateist ve Zerdüşt” PKK’nin hegemonya alanına gönüllü olarak aktılar. Bu henüz başlangıç aşamasında bir gelişme, ama Kürdistan’daki dinamiğin, bu gelişmenin oluşturduğu rota üzerinden ilerleyeceğini öngörebiliriz.

Kürdistan tarihinin bilinçsiz ilerletici aleti Tayyip Erdoğan’ın nefesi bakalım nereye kadar yetecek!

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar