Ana SayfaGüncel YazılarGeçiş Dönemlerinin Nedenselliği

Geçiş Dönemlerinin Nedenselliği

Dobb ve Sweezy’den Althusser’e…

İkinci Dünya Savaşının hemen ardından, bir grup Marksist ekonomist ve tarihçi feodalizmden kapitalizme geçiş süreci üzerine ateşli bir tartışma başlattı. Maurice Dobb ve Paul Sweezy ön planda olmakla birlikte, Eric Hobsbawm, Rodney Hilton, Christopher Hill gibi önemli figürler de tartışmanın içindeydi. Tartışma feodalizmin çöküşü ve kapitalizmin doğuşuna ilişkin birçok alt-temayı kapsıyordu: Feodalizmin çöküşünün tarihlendirilmesi sorunu, feodalizmin ve serfliğin tanımı, ticaretin yükselişinin feodalizm üzerindeki etkilerinin açıklanması ve feodalizmin içsel süreçlerin bir sonucu olarak mı yoksa dışsal faktörler tarafından mı yıkıldığı sorusu. Tartışma asıl olarak Paul Sweezy ve Maurice Dobb arasında bu son soruya ilişkin bir karşıtlığın doğmasıyla alevlenmişti ve teorik boyutlar kazanmıştı.

Dobb, feodalizmin esas olarak feodalizme içsel faktörler, daha doğrusu feodalizmin kendisinin üretmiş olduğu çelişkiler tarafından yıkıldığını savunuyorken; Sweezy’ye göre feodalizm, kendisinden bağımsız olarak ticaretin ve ona bağlı olarak şehirlerin yükselişiyle asıl darbeyi yemişti. İlk bakışta denebilir ki Sweezy’nin modeli geçiş sürecinin karmaşık, çoğul ve çizgisel olmayan karakterini teslim etmeye, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz’ünde (1859) Marx’ın ortaya koyduğu modeli takip eden Dobb’un klasik Marksist posizyonundan daha yatkın ve daha elverişlidir. Ne var ki Dobb, toplumun altyapısı olarak üretim ilişkileri fikri ve toplumun istikrarsızlık ve çelişkiler içeren bir yapı olarak kavranışı gibi Marksist kategorilere bağlılığını sürdürürken; geçiş sürecinde söz konusu olan karmaşık nedensellikleri dışlamadı.

Bu durumda Dobb’un pozisyonu, Önsöz’ün modeline ve karmaşık nedenselliklerin kabulüne birlikte yer vermesi sebebiyle, teorik bir tutarsızlıkla mı maluldür? Önsöz’de öne sürülen, geçiş süreçlerinin karmaşıklığını açıklamaya izin vermeyen bir model midir? 20. yüzyıl Fransa’sı, özellikle Alexandre Kojève’in Hegelyan Marx okumasıyla alevlenen, Hegel ve Marx arasındaki ilişkiye dair büyük bir tartışmaya sahne olmuştur. Louis Althusser bu tartışmaya Marx’ın iki dönemini (ve ikisinin arasındaki bir geçiş dönemini) birbirinden ayırarak dahil olur: (1) Hegel’in idealist ve teleolojik felsefesinin etkisi altındaki “genç Marx”; ve (2) Hegelcilik ile epistemolojik bir kopuşa ulaşan “olgun Marx”. Althusser’e göre, Marx’ın olgunluk dönemi Kapital ile başlar; ve 1859 Önsöz’ü hâlâ Hegelyanizmin izlerini taşımaktadır ki bu Hegelyanizm, hem Kojève’in hem Althusser’in gözünde, tarihin tek bir ilke (Ruh) tarafından ilerletilen bir bütünlük olarak kavranışıyla belirlenmiştir. Althusser, Marx İçin adlı kitabında Marx’ın Hegelyan bütünlük ile olan kopuşunu üstbelirlenim modeliyle açıklarken, geç dönem eseri Karşılaşma Materyalizminin Yeraltı Akımı’nda karmaşık nedensellikleri açıklayabilmek adına tüm belirlenim modellerini terk ederek, karşılaşmaların olumsallığı üzerine kurulu bir konum benimser. Bu tür bir konum elbette Dobb’un, eğer karmaşık nedenselliklere ilişkin kabulünü korumak istiyorsa, Önsöz’ün Hegelyan şemasını terk etmesi gerektiğine hükmedecektir.

Toplumsal ilişkiler ve tarihsel geçişlerdeki belirlenim ilişkilerine ilişkin tartışmayı Marksizm içinde kalarak, fakat kolaycılığa düşmeden yürütmek ciddi bir teorik çaba gerektirmektedir. 20. yüzyıl post-Marksizmi, Marksizmin altyapı-üstyapı modelinin yerine farklı topolojik modeller koymayı önermiştir; Althusser ve Deleuze gibi yetkin filozoflar tarafından kavramsal ve imgesel boyutlarıyla özenli biçimde inşa edilmiş bu modeller Marksizmin dışına çıkmakla sonlanmıştır. Erken dönem Althusser (ideoloji kuramıyla sunduğu üstyapı kavrayışı, toplumsal zamanlıklar ayrımı vs.), İngiltere kökenli Eleştirel Realizm okulu (toplumsal yapının katmanlı analizi) ve Hikmet Kıvılcımlı (altyapı-üstyapı üzerine tartışmaları) Marksizm içinde kalınarak toplumsal belirlenime dair açıklamaları güçlendirmenin olanaklarını taşımaktadır. Bu katkıları sentezleyen özenli bir çalışmayı Teori ve Politika’nın ilerleyen sayılarında dosya çalışması olarak görmeyi arzu etmekle birlikte, bu yazının bu iddiaya sahip olmadığını belirtelim. Bizim bu kısa çalışmamız, daha çok Dobb ve Sweezy arasındaki tartışmayı aktarmak ve Dobb’un yaslandığı Marksist modelin Fransa’da pek tutulan bir eleştirisinin kimi zayıflıklarına ve felsefi istismarlarına işaret etmekten ibaret olacaktır. Şunu da belirtmeliyiz ki, Dobb ve Sweezy ikilisinden hangisinin açıklamasının tarih disiplini bakımından daha yetkin olduğu bizim yanıtlayabileceğimiz bir soru değildir; fakat bizim tartışmamızın modelleri konu alan teorik boyutu bakımından bu sorunun yanıtlanması zorunlu da değildir.

**

Dobb, Kapitalizmin Gelişimi Üzerine İncelemeler: Geçiş Tartışmaları isimli eserinde bir sistemin özünün belirli bir üretim tarzında aranması gerektiği şeklindeki Marksist ilkeden yola çıkar. Şöyle devam eder Dobb:

“Her tarihsel dönem, az çok homojen, tek bir ekonomik biçimin ağır basan etkisi altında şekillenmiştir, ve bu baskın sosyo-ekonomik ilişki türünün doğasına göre tanımlanmalıdır.”[1]

Dobb’a göre, özü bir üretim tarzı tarafından teşkil edilen her tarihsel dönem; yine o da esas olarak bir üretim tarzıyla tanımlanan bir önceki tarihsel dönemin ürünüdür. Dobb’un takip ettiği şemaya göre, istikrarsızlık ve çöküşe sebep olarak yeni üretim tarzını doğuran, bu önceki üretim tarzının çelişkili doğasıdır.

Maurice DobbMaurice Dobb

Dobb, bu modeli feodalizmin son yüzyıllarının tanıklık ettiği önemli olgu ve olaylara uyarlar ve bize nedensel bir kronoloji verir: (1) Feodalizmin verimsizliği ve ezen ile ezilen sınıfların çelişen çıkarlarından kaynaklı olarak, feodal üretim tarzının kalbindeki çelişki gitgide gelişmektedir. (2) Zaman içinde, ezen sınıfın gelir ihtiyacı, asil ailelerin doğal büyümesi, savaşlar ve şövalyeliğin sonucu olarak belirli bir sınıra ulaşmıştır.[2] (3) Bu durum, feodal sınıfın serfler üzerindeki baskı ve sömürüsünün yoğunlaşmasını getirmiştir.[3] (4) Sonuç olarak, üreticilerin bir kısmı dayanılmaz sömürüden kurtulmak için köylerinden kaçmış ve kaçan köylülerin durumu geri kalanlara örnek teşkil ettiği için, bu, feodal sınıfı, işgücünü kaybetme korkusuyla koşulları yumuşatmak zorunda bırakmıştır. (5) Küçük üreticiler artı-ürünün bir kısmını kendilerine ayırmaya başlamış, böylece ekimi geliştirme ve yeni topraklara yayma imkânı yakalamıştır.[4] (6) Bu bir yandan belirli bir sermaye birikimi sağlamış ‒ki bu, feodal sınıfın gücünün altını oymuş ve feodal ilişkileri dağıtmıştır‒, öte yandan yoksullaşmış köylüler doğurmuştur ki bunlar geleceğin maaşlı işgücünü teşkil etmiştir.[5]

Paul Sweezy
Paul Sweezy

Sweezy’nin bu modele itirazı, feodalizmin yapısal bir durgunluğa sahip olduğu fikrinden yola çıkar.[6] Sweezy’ye göre, istikrarsızlık yaratan unsurların varlığına rağmen, bu unsurların hiçbiri gerçek bir değişim yaratma ve feodalizmin sonunu getirme kapasitesine sahip değildir; bu nedenle feodalizmin zayıflayarak güç kaybetmesinin kaynağı onun dışında aranmalıdır. Sweezy için bu faktör, kendisiyle birlikte para ekonomisini, şehirlerin yükselişini ve tüketmek için değil satmak için üretmeyi getiren ticaretin yayılmasıdır. Dobb’un bu eleştiriye yanıtı birçok önemli argüman içermekle birlikte ‒bir bölümünü yazının son kısmında göreceğiz‒ şimdilik ticaretin feodalizm üzerindeki etkisine dair yorumlarıyla ilgileneceğiz. Dobb, bir üretim tarzının özüne yönelik Marksist tanıma bağlı kalarak, bir üretim tarzının değişmesi için, özünün değişmesi gerektiğini ve bu değişimin onun özünden kaynaklanması gerektiğini söyler. Haliyle, ona göre, ticaretin yükselişi, sistemi yeniden tanımlamak yerine, feodal sistem tarafından içerilmişti. Dobb, bu durumu, feodal sömürünün ticari başkentlere yakın kimi köylerde zayıflamak yerine güçlenmesiyle örnekler. Ayrıca Dobb, değişimin koşullarını feodalizmin dışında arayan Sweezy’ye, Marksizmin genel geçiş yasasını hatırlatmaktadır:

Gerçi kapitalist ekonomiye karşıt olarak feodal toplumun son derece kararlı ve durağan olduğu doğrudur. Ancak bu, feodalizmin kendi içinde hiçbir değişim eğilimi taşımadığı anlamına gelmez. Bunu söylemek ekonomik toplumun kendi iç çelişkileriyle devindiğini belirten genel Marksist gelişme yasasına bir istisna tanımak olacaktır.[7]

Marksizmin bu genel yasası en özlü biçimde 1859 Önsöz’ünde ifade edilmiştir:

Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. […] Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. […] Geniş çizgileriyle, Asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal-ekonomik şekillenmenin ileriye doğru gelişen çağları olarak nitelendirilebilirler.[8]

Marx’ın bu konumu ekonomik yapının yalnızca –onun içsel hareketiyle ilerlemesini olanaklı kılan‒ kendi nedenselliğine değil, aynı zamanda tüm toplumun temel nedenselliğine sahip olduğunu söylemektedir (altyapı-üstyapı). Böylece Marx, bir toplumda ve toplumların tarihinde baskın bir nedensellik tanımlamaktadır. Dobb, toplumun temel nedensel faktörünü oluşturan özünü arayarak ve başka bir faktörün (ticaret) temel bir rol oynama ihtimalini dışlayarak, Marx’ın akıl yürütmesini takip etmektedir.

***

Kojève ve Althusser’in ikisi de Hegel ve belirli bir tarzda anlaşılmış Marx arasında benzerlikler gördüler (ne var ki ilki Hegelyan Marx’ın takipçisiyken, ikincisi bu Marx’a düşmandı): Bütünlük fikri, tekil nedensellik, tarihin teleolojik kavranışı. Yeraltı Akımı’nın Althusser’i bu listeye belirlenim fikrini de dahil ediyordu.

Kojève bize, teleolojik Hegel okumasıyla bir dönem Fransa’nın felsefe formasyonuna damgasını vuran Hegel Felsefesine Giriş kitabında, Hegel’in tüm bu unsurları Ruh fikri etrafında nasıl tutarlı biçimde eklemlediğini açıklamayı amaçlayan bir yorum sunar. Kojève Hegel’den alıntılar:

Ruh’un oluş’unun diğer özelliğine gelecek olursak, ki bu Tarih’tir, o bilen ve dolayımlanan oluştur; zamanda yabancılaşmış-veya-dışsallaştırılmış Ruh’tur. Fakat bu yabancılaşma-veya-dışsallaştırma bir o kadar da kendisinin yabancılaştırılması-veya-dışsallaştırılmasıdır: olumsuz-veya-olumsuzlayıcı-varlık (Olumsuz) kendisinin olumsuz-veya-olumsuzlayıcı-varlığıdır.[9]

Hegel, bu “diğer özelliğe” gelmeden hemen önce, Ruh’un ilk özelliğini açıklar: Doğa. Bu demektir ki tüm geçmiş, şimdiki ve gelecek varlık, doğal, tarihsel ve sosyal boyutlarıyla birlikte, kendi rasyonalitesiyle her olası varlığı kapsayan tek bir Ruh’a aittir. Tek bir Ruh, başlangıcı ve sonu birleştirir; kendisine ait olan Doğa’dan, yine kendisine varmak ve hareketini tamamlamak için yola çıkar. “İnsan, nihayetinde, ‘Bilim’in’ Hakikatini yarattıktan sonra Hata olarak kendini yok eder.” Böylelikle, her tarihsel moment hüküm süren Ruh tarafından devindirilir; Ruh tarafından itilir ve çekilir. Tarihin kalkış noktası aynı zamanda varış noktasıdır, çünkü Ruh, Tarih’i kendi (Ruh’un) sahip olduğu rasyonalitenin bütünlüğüne ulaşacağı noktaya doğru yönlendirmek üzere, her anda mevcuttur.

Burada, Hegel’in mutlak idealizmi ve rasyonalizmiyle yakından ilişkili bir bütünlük fikri tanımlayabiliriz; ki Hegel’in teleolojisinin altında bu ilişki yatmaktadır. Ruh, bir özne gibi, kendinde bir erek taşır, bir Hakikat tanımlar ve ona doğru yönelir. Nitekim Hegel’in ünlü ifadesi “Rasyonal olan gerçektir; gerçek olan rasyonaldir”, gerçekte gördüğü logos ve telos’u, yani onun özne niteliklerini dile getirmekte, gerçeğe rasyonalitenin varsayılan bütünsel yapısını atfetmektedir.

 

louis althusser
Louis Althusser

Althusser, Marx’ın Önsöz’deki akıl yürütmesinde, ekonomik yapıyı, ana nedensel zinciri oluşturan üretim tarzlarının nedensel zincirinin bir aşaması olarak görmesi sebebiyle, Hegelyan kalıntılar tespit eder: Üretim tarzlarının nedensel zinciri Ruh’un yerini almıştır. Althusser’e göre, bu, ekonomik nedenselliği bütün toplumu kapsayan bir ilke haline getirmesi, ve diğer tüm unsurları bir özün görüngülerine indirgemesiyle, Hegelyan bütünlük fikrini paylaşan bir akıl yürütmedir. Ayrıca bu akıl yürütme teleolojik bir yana da sahiptir; çünkü tek bir nedensel zincirin varlığı, bu zincirin ilk ve son halkaları arasında zorunlu bir ilişki varsayar; zincir zorunlu olarak tek bir sonuca varır, bu bakımdan daha en başından kendisinde nihai sonucu taşımaktadır. Bu sebeplerle Althusser, Marksist determinizmde bir teleoloji, ekonomik belirlenimde karmaşık nedensellikleri dışlayan bir bütünlük fikri görmüştür.

Althusser, Yeraltı Akımı eserinde, tüm teleoloji ve bütünlük felsefelerinden kopmak için, bu ilk setle doğrudan bağlantılı olduğunu düşündüğü baskın nedensellik ve determinizm fikirlerini de terk eder. Althusser, bu eserde, çok sayıdaki nedensel zincirler arasında rastgele karşılaşmalar olduğu ve böylelikle tek bir nedensel zincire indirgenemeyecek sonuçların ortaya çıktığı fikri üzerine kurulu bir olumsallık teorisi önerir.[10] Althusser, tüm bütünlük fikirlerine karşı, boşluk kavramını ortaya çıkarır. Bir nedensel zincirin başka bir zincirle karşılaşması, onun nedensel hareketini yolundan saptırır, gidişatını sekteye uğratır, gelecek aşamayı iptal eder; böylelikle bir boşluk açar. Bu modeli Sweezy’nin feodalizmden kapitalizme geçişe dair ticaretin önemine vurgu yapan anlatısına uyarlamayı deneyebiliriz. Ticaretin yükselişi, feodalizmin nedensel zincirinin dışındaki başka bir zincirin sonucu olarak, 14. yüzyılda feodal yapıyı sekteye uğratmıştı; Sweezy’ye göre, sonuç, kapitalizmin 16. yüzyıldaki doğuşuna kadar iki yüzyıllık bir hiçlik dönemidir. Bu dönem ne feodal ne de kapitalisttir. Althusseryan terimlerle konuşacak olursak, bu iki yüzyıl bir boşluğa tanıklık etmiş ve kapitalizm bir boşluğun içinden doğmuştur. (Şunu not etmeliyiz ki Sweezy’nin kendisi bu tür felsefi modellerle, özellikle de olumsal felsefe modelleriyle ilgilenmiyordu. Geçiş tartışmalarında anaakımın dışında yer almakla birlikte Sweezy Marksist bir ekonomi tarihçisiydi ve daha çok nesnel süreçlerle ilgileniyordu.)

Althusser’in Marx’a bir teleoloji ve bütünlük fikri atfederken, ve kendisi bu fikirlerden kopmak için bir radikal olumsallık teorisine yönelirken ne kadar haklı olduğu sorusunu sorabiliriz. Burada teleolojiye ilişkin, Marx’ın, tarihe bir Hakikat, bir logos ya da telos atfeden (bunlar Marx için ancak bir idealist Özne’nin kiplikleri olabilirdi) rasyonalist tarih kavrayışını hiçbir şekilde paylaşmadığını söylemekle yetineceğiz. Marx için, nedensellik, her şeyin ilk anı olan bir kökende içerilen bir amacın devindirdiği bir hareket değil; her bir aşaması dolaysızca bir önceki aşama tarafından belirlenen bir zincirdi. Bu bakımdan determinist nedensellik ile teleolojinin birbirine karıştırılmasının, Fransız felsefesinin özensiz bir felsefi istismarı olduğu düşüncesindeyiz.

***

Althusser’in Önsöz’ün Marx’ına yakıştırdığı bütünlük fikrine gelecek olursak, bu eleştiriyi Dobb’a geri dönerek, Dobb aracılığıya tartışmak istiyoruz.

Marx Önsöz’de, ve haliyle Dobb kendi eserinde, Hegelyan Ruh fikri gibi, her şeyi çevreleyen ve her şey üzerinde dolaysızca hükmeden bir bütünlük fikrini mi savunmuşlardır? O halde Dobb, Sweezy’ye ticaretin feodalizm dışında gelişebileceğini reddetmediğini neden söylemiştir? Eğer feodal üretim tarzı her şeyi sarıp sarmalayan Ruh’un bir momenti gibi görülseydi, nasıl bir unsuru dışarıda bırakabilirdi? Eğer Dobb böyle bir anlayışı savunsa, ticaretin belirli bir rol oynayabileceğini kabul eder miydi ‒bu rolü, toplumu radikal olarak değiştiren asıl faktör olarak görmese de? Eğer Dobb her şeyi kapsayan tek bir üretim tarzı görüşünü benimsemiş olsaydı, Hobsbawm’ın feodalizmlerin çoğulluğu fikrine hak verir miydi? Geçiş döneminin karmaşık yapısını kabul eder miydi?

Bizce, bu soruların cevaplarının ipuçlarını Dobb’un bazı pasajlarında bulabiliriz. Dobb, ilk kısımda aktardığımız cümlesini şöyle tamamlar:

Her tarihsel dönem, tek bir, az çok homojen, ekonomik biçimin ağır basan etkisi altında şekillenmiştir, ve bu baskın sosyo-ekonomik ilişki türünün doğasına göre tanımlanmalıdır. Bu sebeple, herhangi bir verili dönemden homojen bir sistem olarak bahsetmek ve karmaşıklığını göz ardı etmek daha aydınlatıcıdır, en azından ilk açıklama olarak, inceleme ilerledikçe tam tersi geçerli olmalıdır.

Dobb başka bir yerde ise şöyle der:

Kapitalizmin tek bir tarihinden ve genel bir biçiminden bahsetmek yerine, hepsi genel bir biçim benzerliği taşımakla birlikte, her biri ana aşamalarının [gelişiminin] tarihi bakımından farklı olan kapitalizm tarihlerinden bahsetmek belirli bir anlamda daha uygundur.[11]

Bizce, hiç değilse bu iki pasajdan çıkarılacak sonuç şudur ki Dobb, bir üretim tarzını, Hegel’de olduğu gibi bir metafizik ilkenin parçası olan bütünsel bir moment olarak düşünmemiştir. Dobb, üretim tarzının toplumun altyapısı olarak kavranışını belirli bir yapısallık ve genellik düzeyi için uygun görür. Fakat ikinci pasajda ortaya koyduğu gibi, üretim tarzlarının karmaşıklığını ve çoğulluğunu kabul etsek dahi, genel bir analiz, öne çıkan hatlarıyla bir sistemi tanımlayabilmek için, daha belirleyici ve daha yapılandırıcı roller oynayan faktörleri aramalıdır. Bunların ihmal edilmesiyle bir karmaşıklık vurgusunun içinde boğulmak, feodalizm, kapitalizm, sosyalizm gibi kavramların terk edilmesiyle sonuçlanabilir ki Dobb’un vurguladığı gibi, birçok liberal ekonomistin tutumu tam da bu karmaşıklık argümanına dayanmaktadır. Dolayısıyla, Dobb’da üretim tarzının temel nedensellik olarak belirlenmesi ve çeşitli karmaşık nedenselliklerin tanınması, tutarsızlık yaratan unsurlar değil, farklı düzeylere ait iki açıklama türü olarak görülebilir.

***

Sonuç olarak, Dobb, Önsöz’ün modelini feodalizmden kapitalizme geçişe ilişkin kendi açıklamasının içine yerleştirir ve onu uygularken geçişin ve toplumun karmaşık yapısını ihmal etmez. O böylece, Kojeve ile Althusser’in tanımladığı anlamda bir Hegelciliğe düşmez. Dobb’un bu okuması aynı zamanda Önsöz’ün, karmaşıklıkları ihmal etmeden, belirli bir tarihsel dönemin açıklamasına uygulanabilirliğinin gösterilmesi olarak da düşünülebilir.

[1] Dobb, Maurice. Studies in the Development of Capitalism. Routledge. Londre, 1946. p. 11.

[2] Sweezy, Paul et Dobb, Maurice. “The Transition from Feudalism to Capitalism”. Science & Society, Spring, 1950, Vol. 14, No. 2 (Spring, 1950), pp. 134-167 Published by: Guilford Press. p. 138.

[3] Idem. p. 138.

[4] Dobb, Maurice. “From Feudalism to Capitalism”. Marxism Today. Septembre 1962. p. 18.

[5] Idem. p. 18.

[6] Sweezy, Paul et Dobb, Maurice. “The Transition from Feudalism to Capitalism”. p. 137.

[7] Idem. p.159.

[8] Vurgular bize ait.

[9] Kojève, Alexandre. Introduction à la lecture de Hegel. p. 435.

[10] Bruschi, Fabio. Le matérialisme politique de Louis Althusser. Editions Mimésis. 2020. p. 38.

[11] Dobb, Maurice. Studies in the Development of Capitalism. p. 21.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar