Komünist devrimci önder İbrahim Kaypakkaya’nın kaybının 50. yılı anısına Partizan tarafından 27-28 Mayıs’ta Viyana’da düzenlenen Uluslararası Kaypakkaya Sempozyumuna TvP adına katılan yazarımız Jülide Yazıcı’nın bildirisini ilgiye sunuyoruz
Gereksinim, Kılıçdaroğlu cephesini, göksel değerler sonucu değil bayağı zorunlu gerekçelerle HDP ile müzakereye itmektedir. Görece tatminkâr ya da son derece sınırlı olabilecek bu işlemin niteliği demokratiktir. Kılıçdaroğlu cephesinin tarihsel misyonu bu işlemi olanca sınırlı şekilde bitirmek iken, HDP’ninki mümkün olduğunca genişletmektir. Demokrasi atla deve değildir ama HDP dolayısıyla özgül bir gerçektir
Biz, depremin yarattığı felaketin suçlusunun teşhisi konusunda, Demirtaş’a ek olarak Kılıçdaroğlu ve Akşener gibi tarihsel düşmanlarımızı temsil eden figürlerle benzer görüşteyiz, ama sosyalistlerin çoğuyla bu konuda ayrı düşüyoruz. Sosyalistlerin genel görüşüne göre suçlu kapitalizmle, burjuvaziyle, neo-liberalizmle, rant düzeniyle birlikte Tayyip Erdoğan’dır.
Kaypakkaya, kendisini ve çevresini, devrimin güncelliğine motive etmek yoluyla değil, devrim sürecinin nesnel gerçeklerini kavramak ve onları hesaba katarak bir strateji oluşturmak yoluyla özneleştirir.
Türkiye’de devrimcilerin devrimciliğini ancak bu tür söyleme boğulmuşlukla koruyabildiği ve yeniden-üretebildiği söylenebilecektir. Bu, bedeli çok ağır bir işlemdir; bir yandan son derece yanlış yolda edinilmiş ve gerçek hallerde ne yapacağına ilişkin hazırlığı olmayan bir devrimcilik tarzı şekillenecek, öte yandan ezilenler nezdinde gerçeklik duyusu olmayan devrimciler algısı katılaşacaktır.
Çin’deki sorunlardan dolayı özgürlükçü ve demokratik ya da işçici ideolojilerinin bir kez daha parlak bir şekilde kanıtlandığını gören ve kendilerinden bir kez daha ziyadesiyle hoşnut olan sosyalistler, mücadeleyi ve sosyalist iktidarı bu dünyada bu gerçeklik içinde değil zaten zihinlerinde vermekte ve kurmaktadır. Komünizm onların kafasının içindedir.
Althusser, Marx’ın Önsöz’deki akıl yürütmesinde, ekonomik yapıyı, ana nedensel zinciri oluşturan üretim tarzlarının nedensel zincirinin bir aşaması olarak görmesi sebebiyle, Hegelyan kalıntılar tespit eder: Üretim tarzlarının nedensel zinciri Ruh’un yerini almıştır.
Bu durumda, “harf devrimi”nin teknik bir zorunluluğa değil, ideolojik bir tercihe dayandığını söylemek tarihsel olarak yanlış olmayacaktır. Arap alfabesici tarafın sünepelikten başka bir sermayesi olmadığını Töre Sivrioğlu gayet güzel serimlemiş. Ancak bu, Jakoben diye nitelenebilecek tarafın sorgusuz kabulü anlamına neden gelsin?
Okuduğunu anlama yetisine sahip herkesin rahatlıkla kavrayabileceği bu İsrail gerçekliğini dikkate aldığımızda, Erdoğan ve borazanlarının ABD, Batı Avrupa, NATO, BM'ye karşı yaptıkları yaygaranın ve demagojik açıklamaların değerinin hiç mesabesinde olduğu anlaşılır
Son derece kıt bulunan insanoğullarından Garbis gibi biriyle, saygınlığa dayanan kontrollü bir mesafe içinde olmanın tarihsel bir kusur ve belki bir suç olduğunu çoğu zaman sezgisel de olsa sürekli yaşıyordum.
Sınıflı toplum koşullarında yaşıyoruz; dolayısıyla bağlaşma ve anlaşma yapacağımız ülkeler ve rejimler arasında böyle bir seçme ve ayıklama işlemi yapamayız; bunu yapmaya kalkışmamız sadece, ‒bizim saflığımıza gülecek olan‒ baş düşmanımızı / düşmanlarımızı sevindirir.
Günümüz Marksistlerinin önünde yığılı duran dev teorik görevler arasında (belki acil ve öncelikli olmasa da) Mao’nun katkılarının sistemleştirilmesi görevi de bulunuyor.
İbrahim Kaypakkaya şahsında “terör örgütü propagandası” yapıldığı suçlamasıyla TvP’ye açılan davanın 15 Kasım 2021 günü Ankara’da yapılan duruşmasında yazarımız Metin Kayaoğlu’nun savunmasını ilginize sunuyoruz.
Sedat Peker, geçmişi ve geleceği ne olursa olsun, bugün, genel nitelikleri itibarıyla faşist demenin uygun olduğu Türk milliyetçileri içinde bir dinamiğin varlığını göstermesi bakımından önemlidir.
Ermeni Soykırımında Kürtlerin sorumluluğunun ne olduğuna dair tartışma, her yıldönümünde olduğu üzere bu yıl da gündeme geldi. İstisnai denemeyecek sayıda Kürt’ün ‒bölgedeki Türkler ve öteki topluluklarla birlikte‒ Ermeni Soykırımına faal katılımı açık bir tarihsel olgudur. Oysa, bu yalın tarihsel gerçek nadiren bu yalınlıkta dile getiriliyor.
Türkiye devrimci solu, bir yandan alaturka demokrasi, beri yandan Kürdistan devriminin düzen-içi etkinliği aracılığıyla kurulu düzene demokrat olarak eklemlenme tehlikesi içindedir. Kürdistan devrimi için bile riskli olan düzen politikası alanı, Türkiye’nin pek zayıf devrimci solu için ağır tehlikelerle doludur. Düzen politikasının devrimci sol açısından en cazip boyutunu seçimler olgusu oluşturmaktadır.
“Edebiyata hasredilmiş 13 yıllık cezaevi yaşamım.” Aslında bu söz duyulduğu andan itibaren Oruçoğlu’na edebiyat dışında atfedilmiş bütün nitelikler çözüm çözüm çözülecektir. Kendini edebiyata adayan bir insanoğlundan, Kaypakkaya’nın örgütünün merkezi önderlerinden biri olması bir yana, bir politik devrimci olması da doğal olarak beklenemez.
Evrensellikten bahsetmeye cüret eden ender çağdaş filozoflardan biri olan Hegelci-Platoncu Alain Badiou, yaygın rölativizmin ve bugünün sofistlerinin karşısında her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz filozof Platon, diyor. Felsefenin babası için olduğu gibi, Badiou için de yaşanmaya değer tek yaşam, bir hakikatin işareti altında konumlanmış olan yaşam.
Mevcut konjonktürün aklı başında bir değerlendirmesi gerçek bir enderlikte. Çevreciliğin en habersizce mutaassıp kesimlerinin ileri sürdüğü felaketvari vaazlar (Kıyamet gününün eşiğindeyiz) ve dümensiz bir Solun fantazmagoryaları (Emsal niteliğinde ‘mücadeleler’in, durdurulamaz ‘kitle hareketleri’nin, kriz içindeki liberal kapitalizmin ‘çöküşü’nün çağdaşlarıyız) arasında aklı başında herhangi bir yaklaşım kaybolup gitmekte ve aktivist ya da bozguncu olsun, bir tür zihinsel keşmekeş her yanda hüküm sürmekte. Bu yazıda ampirik ve normatif türden birkaç düşünce ileri sürmek isterim.
“Komünistler, tarihin devrimci mücadelede bir silah haline getirilmesini bilirler. Kurtuluş Savaşında canıyla, kanıyla destanlar yaratan halk kahramanları vardır. Mesela bir Karayılan vardır, biz bunların mücadelelerinin mirasçılarıyız.”
[...] Kaypakkaya bu görüşleri erkenden savunuyordu; o halde bu taraftaki ilk özgürlükçü Kaypakkaya’ydı!
Şu ortamda solcuların bazılarından yükselen kibar ve ‘halklar sever’ “ateşkes” çağrıları ne kadar da naiftir!
Kaypakkaya yükseklere çektikleri bayrağın proletaryanın kızıl bayrağı olmasını bir koşula bağlıyordu: Bayrağın üzerindeki lekeler direşken bir çaba ile ortadan kaldırılmalıydı.
Sol âlemin yükselen değeri, indirgenemez bireydir. Kendi bireyliğinin ölçülemez kıymetinin öznelliği ile dünyaya bakan biri iğrenç bir bencildir ve ondan, ne karşımızdakiler bakımından vatana-millete ve devlete, ne de devrim davasına bir hayır gelir.
Bu nesnellikte asıl tehlike, egemen düşmanın kendi nesnelliğinin ürünü olan bu ideolojiyi bizim taraftakilere aşılamasıdır. Can alıcı olan, tehlikenin saflarımıza şu vakte kadar geleceği değil, çoktan gelmiş olduğudur...
Türkiye devrimci hareketi, Garbis Altınoğlu’nun 14 Ekim’de ölümüyle, son elli yılında iz bırakmış seçkin bir simasını kaybetti. Mücadele hayatı ve arkasında bıraktığı teorik miras, ülkemizde devrim ve sosyalizm için mücadele edecek genç kuşaklar için esin kaynağı olacaktır.
Türkiye’nin sıkıştırılmış konjonktüründe isabetli öngörülerde bulunmak oldukça güç. Rejimin birbirine eklenmiş iç ve dış sorunlarına rağmen sürdürülebilirliğini koruması başlı başına devletin temsili olarak Erdoğan’ın lehine bir başarı olarak yazılmalı.
Garbis Altınoğlu, bu karşı-devrimci kampanyaya, illegal koşullarda faaliyet yürüten bir komünist olarak, mensubu olduğu TKP-ML Hareketi’nin yayın organı olduğu kabul edilen Halkın Birliği gazetesinin 28 Mart 1978 tarihli 31. sayısında yanıt vermişti.
Aşağıda sunduğumuz bu metinde, Garbis Altınoğlu’nun, nesnellik satırından kendini hiçbir şekilde sakınmayan açık ve tok tutumu, yüksek etik değeri bir kez daha görülüyor.
"Kürde sıkacağınız iki mermiden birini bana ayırın" diyen Perinçek de solcudur, "Sahte solcular, ABD'nin güdümünde devlete karşı savaşıyor" diyen Perinçek de solcudur.
Gezi Ayaklanmasının hiçbir şekilde devrimci olmayan ama özgürlükçü havasını solumanın sakıncası yokken, içinde bulunduğumuz havanın tehlikeli olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Türkiye solu için uygun politik tutum, dışındaki topluluklar için bir seçenek olmak değildir bugün; Türkiye’nin devrim davası güden solu için, kırk yıl sonra gündem hâlâ kendini bağımsız kılmaktır.
Halkevleri, devekuşu pozisyonunda olmayı seçiyor. İdeo-politik olarak ne olduğu belirsizdir; ya da elbette hem o hem budur, ve ne o ne budur. Politik-örgütsel olarak ne olduğu belirsizdir; ya da elbette hem o hem budur, ve ne odur ne de bu.
Marx ve Engels’in politik pratiklerinin önemli bir kısmını Marksist politik özne, eşdeyişle, parti oluşturmadan, Marksist bir çevre ile birlikte, farklı düzey ve gelişkinliklerde oluşturdukları, dahil oldukları birlikler üzerinden yürüttükleri bilinir.
Sol hareketi inceleyen her tarafsız gözlemcinin dikkatini çeken şey, içindeki kifayetsiz kişilerin yüksek oranıdır. Eskiden sol hareketin bunu bir sorun olarak gördüğünü ve çözüm aradığını ümit edebiliyorduk. Ama son zamanlarda, kifayetsizliği ve noksanlığı ‒sırf solda da değil tüm toplumda‒ normalleştirme eğilimi ortaya çıktı.
Cuma günü, Çin'in güney eyaleti Guangdong'da, Shenzhen'deki yerel bir fabrikada bağımsız bir sendika için kampanya yürüten işçileri destekledikleri için 50 Maocu eylemci gözaltına alındı.
Yanı başımızda Tayyip diktatörlüğüne “Kuzey Kore”deki diktatörle birlikte lanet okuyanlar olacak, devletin şiddetini devrimcinin şiddetini de katarak kınayanlar olacak, özgürlük sloganını Batılı katillerle birlikte haykıranlar olacak…
Türkiye sol hareketinin bir ana bölmesinin vasatının ne kadar gerilediğinin açık göstergesi mahiyetinde iki çağrı metni dolaştı geçtiğimiz haftalarda. Gerilemenin mutlak olmak yanında göreli de olduğunu, kimilerimizin soldan saymadığı CHP’li iki milletvekilinin imzasıyla geçen aylarda yayınlanan bildiriyle karşılaştırdığımızda açıklıkla görüyoruz.
Afrin bölgesinde iki ay uğraştan sonra YPG güçlerinin kent merkezini savaşsız boşaltması Kürdistan Özgürlük Hareketi için jeo-politik ve moral bir yenilgidir. Öncelikle bu açık ve çıplak gerçeğin teslim edilmesi gerekiyor
PYD ve YPG, ABD’nin kışkırttığı ve diğer küresel-bölgesel güçlerin de kendi gündemlerini izlediği karmaşık durumdaki Suriye iç savaşında kartlarını iyi oynadı. Kendi ulusal kaderini tayin edebilme yolunda on yıllardır süren mücadele, Kürt halkına, uzun ve kısa erimli hedeflerini başarma hususunda güçlü ve akıllı olmayı öğretti.
Devlet, 19 Aralık 2000'de Türkiye devrimci hareketine yönelik en ağır saldırılardan birini yaptı. Hapishanelerde süren birleşik ölüm orucu eylemini tasfiyeyi ve devrimci tutsakları F tipi hapishanelere göndermeyi amaçlayan saldırıda 28 devrimci şehit düştü. Aşağıda yer verdiğimiz yazı, o günlerin ağır atmosferinde yazılmış ve TvP'nin Ocak 2001 tarihli 21. Sayısında yayınlanmıştı.
Aşağıdaki derleme, 19 Aralık operasyonu ardından aralarında devrimcilerin de olduğu çok sayıda kesimin değerlendirmesini kapsıyor. O günlerin ağır atmosferinin farklı konumlarda yer alanlarca nasıl görüldüğüne ilişkin tarihsel bir belge niteliğinde olan derleme, TvP'nin Ocak 2001 tarihli 21. Sayısından alındı.
... Üzerlerinde bulunan bildiriler, şüphelilerin, yazının başında söz edilen gerilla eylemini de gerçekleştiren, adı yeni duyulmaya başlayan Halkın Fedai Gerillaları adlı örgütün üyeleri olduklarını gösteriyordu.
Tayyip Erdoğan, TC’nin kurumsal Kemalist varlığına takılıp kalmaya dua etsin, aşağıya, tarihin çöplüğüne düşebilir! Dilek, bu düşman figürün çöplüğe ezilenlerin devrimci tekmesiyle atılmasıdır. Ama bu işi, “tarihin bilinçsiz aletleri” de yapsa, hayırlı olacak!
Belki de Lenin'in en temel başarısı tarihsel ilerlemenin zorunlu uğrağı olarak devrim şeklindeki ortodoks Marksist fikri sessizce bir kenara bırakmasıdır. O, bunun yerine, Louis Antoine Saint-Just'ün devrimciyi “meçhul diyarlarda seyreden bir denizci” olarak kavrayışını takip etmişti.
... Marksizmin büyük tarihsel geçmişi nerede durulması gerektiğini söylemiyor mu bize? Cevap açık; çıkıntılık etmeden, suyu bulandırmadan ‘büyük insanlığın’ değerleriyle yola devem etmek! Türkiye Solunun, Tayyip Erdoğan karşısında Cumhuriyetçiliği dert etmeden kabul ettiği görülüyor.
Egemen medya, konuyu, KDHC’nin nükleer güç edinmesini haksız, ABD’nin ise Trump’ın kişiliğinde bunlara karşı çıkışını haklı gösterecek biçimde ele alıyor... Yaygın bir konformist sol kesim egemen medyanın etkisinde kalarak durumu sessizce geçiştiriyor. Sol kesimlerin bu tür tutumlarının başlıca gerekçesi “yüksek insanlık idealleri” ve “nükleer tehlike” misali yalanlara kendini kaptırmış olmasıdır.
... Anlatmak istediğim, baskın durumdaki etkileri çözümlemek yerine onları kontrol altında tutarak cinsiyetçilik, ırkçılık ve benzer gerçek sorunların üstlerini örterek, onların daha güvenli bir atmosferde yaşamalarına müsaade eden yaklaşım biçimidir.
Marksist kültür ve Paris Komünü'nden alınan derslerle dolu uzun süreli militan deneyimi birleştiren Lenin ve Troçki'yle ve de Ekim 1917'de tüm bunların birleşmesiyle insanlık tarihindeki ilk post-Neolitik devrim zafere ulaştı.
Türkiye Devleti varlık-yokluk sınırına hiç bu denli kesin bir çizgide yaklaşmamıştı; her yeni hamle çıkış imkanı yaratmak yerine yeni açmazları beraberinde getiriyor. Siyaset bu noktada kesin bir düğümlenme yaşıyor. Tercih edilen yol, “siyasala karar verici olarak egemen”in (C. Schmitt) öne alınmasıdır. Bu bağlamda, egemenin, egemen olma konumunu yapısal nedenlerle bir türlü yeteri kadar dolduramaması ayrı meseledir.
Büyük devrimci Ulaş Bayraktaroğlu’nun şehit düştüğü haberinin ‒sağıyla soluyla bütün‒ Türkiye kamuoyunda yarattığı sarsıcı etkinin ayrılmaz bir temel parçası, Türkiyeli devrimcilerin Rakka yolunda ABD’nin piyadeliğini yaptığı görüşü oldu.
Grup henüz kendisine bir isim vermemişken “Baader-Meinhof” olarak damgalandı. Silahlı mücadelenin bağlamı ve politik arka planıyla ilgisi olamayan bir mit inşa edilmeye başlandı...
Emperyalistler kanlı geçmiş ve bugününü aklamak, ezilen halkların kurtuluş hareketlerini itibarsızlaştırmak için kendilerine göre bir ''gerçeklik'' uydurarak tarih yazarlar. Bu ''gerçeklikte'' emperyalist; vahşi barbarı ''uygarlaştıran'', bulunduğu alanda düzeni ve ilerlemeyi sağlayan, zorunlu olmadıkça katliam yapmayan, eğer katliam yapmışsa da ilkel halkların barbarlığının sonucu olarak yapan “medeni”dir.
Politika her zaman bahis konusu üç bileşenin birbirine eklemlenmesiyle ulaşılmaya çalışılan hedeflerden meydana gelir. Böylece ‒geniş anlamıyla‒ modern dünyada faşist, muhafazakâr, reformist ve komünist olmak üzere dört temel politik yönelim olduğunu görebiliyoruz.
“Bir zincirin kuvveti zayıf halkası kadardır” ve bugün Türkiye Cumhuriyeti, Tayyip Erdoğan adında somutlanan zayıf halkaya asılı duruyor. Zayıf halkanın kopma emareleri de çoğalıyor.
Kürdistan Hareketi, düzenin “evetçi” ve “hayırcı” güçlerinin karşı tarafı kötülemek için başvurduğu bir silah / şeytan konumunda olacak denli düzen-dışıdır. Her bir kesim, Kandil’in öteki tarafı desteklediğini ileri sürerek gericilik yarışı yapmaktadır.
Teori ve Politika adlı yel değirmenine, adı “Marksist-Leninist” olan bir örgütten düşen, düşmekte olan, düşeyazan kaçıncı Donkişot’un öttürdüğü kaçıncı savaş borusu bu yarabbi! Bunlar için Teori ve Politika neden bir takıntı haline geliyor?
Başta KHK ile işlerine son verilenler olmak üzere, geniş bir akademisyen topluluğunun işten atılan arkadaşlarına sahip çıkması ve atılanların odalarını terk etmeyecekleri ilanı, Türkiye’de muhalefet hareketinin götürücüsü olmaya aday son derece gözüpek bir karardır.
... Tayyip devleti şu halde geçmiş politikalarından -özellikle asıl kritik etki olarak yaşadıklarından emin olduğu dış siyasette- esneme gibi duran her adımında aslında esneyememenin köşeli zıt hattına doğru itilmektedir. Çubuğun yerini değiştirmek onu esnek kılmaz!
...Siyaset denilen akıl ve özne işi faaliyeti yok eder anında. Akıl ve bilinç ile silah bir arada duramaz. Ya biri, ya öteki! Silah çıkagelince siyaset zail olur. Siyaset öyle her iklimde yeşermeyen nazlı bir bitkidir. Silah sesleri ürkütür siyasal özneyi…
... İçinde bulundukları zamanın üzerinden atlayarak, ya geçmişe dönüyor ve atalarının varsaydıkları koşullarında ışıklar yüzyılında yaşamak istiyorlar ya da torunlarının hayal ettikleri koşullarında yani aydınlık yarınlarda... Ama kesinlikle içinde oldukları karanlık dönemde yaşamak istemiyorlar, bizzat kendi bedenlerinin oluşturduğu engeli özgür bilinçleri ile aşmaya gayret ediyorlar.
Pek çok kişi henüz farkında olmayabilir ama ABD’nin gelecek başkanı olarak Donald Trump’ı seçmesi –ve Hillary Clinton’ı reddetmesi- ile Çarşamba günü dünya rahat bir nefes aldı.
Kayyum meselesini kadın kimliğine sıkıştırmak Kürdistan’ın çok boyutlu engin gerçeğinin görülmesini engeller. Kürdistan’ın engin gerçeği Kürt devrimci kadınlarının mücadelesini de içermektedir elbette.
Kimin Sünni sayılacağını belirlemek için Çeçenistan’da düzenlenen konferansa dâhil edilmeyişlerinin Suudilerde yarattığı infiali izlemek eğlenceli. Suudi Arabistan’da hâkim olan Sünni çıkışlı Vahabilik, İslam tarihinde öbür Müslümanları dinden çıkmış göstermekte başka hiçbir akımın yapmadığı kadar gayret göstermişti. Karşılaştıkları muameleyi hak ediyorlar.
Washington’un politika yapıcılarının gözünde PYD asla ilk müttefik tercihi olmamıştı: PYD-Washington ilişkisi, PYD’nin Esad rejimi dışında Suriye’de İslam Devleti’nin ilerleyişini durdurabilecek tek askerî güç olduğu gerçeğinden kaynaklanan, şartların zorladığı bir ittifak ilişkisi olmuştu.
Riyad’daki yeni yönetim dünya sistemiyle daha fazla bütünleşme uğruna eski dostlarını satmaya hazırlanıyor.
Patrick Cockburn, hareketin Kuzey Afrika’da tekrar yükseleceğini, Türkiye’nin sınırdan silah geçişine göz yumduğunu ve Cerablus’ta hâlâ IŞİD savaşçılarının varlığını iddia eden IŞİD militanıyla röportaj yaptı.
Kemalizmin eleştirisi ve Kemalizme karşı yıpratma savaşı Türkiye Marksizmiyle başlamıştır. İkinci ve yıkıcı eleştiri Kürdistan Hareketinin silahlı eleştirisidir. Kemalizm, baştan beri ama 30 yıldır kesintisizce Kürdistan Hareketi duvarına çarpmaktadır.
Devlet bir patlamayla dağılmamış, adeta içi –bir devletin içi olarak tüm kurumsal alan– boşalmış ve en son taşıyıcı direğin çatırtı ile yıkılmasıyla içine göçmüştür. Ezenler cenahı bu çöküşü varlığını devlete bağlamış kesimlerin seferberliği aracılığıyla bir güç gösterisi; ama daha belirgin olarak derlenen tüm devletli kanatların birliği üzerinden bir konsolidasyon manzarası ile yaşıyor.
Türkiye, 15 Temmuz’u 16’sına bağlayan geceden itibaren, en erken kalkan askerin darbe yapmaya kalkışmasından değil, nesnel ve kurumsal bütün koşulları hazır olduğu halde, rejim içi de olsa bir türlü esaslı bir dönüşüm yaşayamamasından dolayı açık şekilde bir muz cumhuriyetidir.
Türkiye sol ve devrimci hareketinin çeşitli bileşenlerinin hemen hemen hepsi 15-16 Temmuz darbe girişimini, “Her ikisi de kahrolsun! ” biçiminde özetlenecek bir tarzda değerlendirdi. Birkaç örnek üzerinde duralım.
Macaristan’da iş başındaki “milliyetçi muhafazakâr” hükümetin, ülkenin (reel) sosyalist geçmişini silme kampanyası kapsamında ünlü düşünürün Budapeşte’deki arşivini kapatmaya hazırlandığı bildiriliyor.
TC ve İsrail, Mavi Marmara baskınıyla tıkanan ilişkilerin önünün açılması için aylar öncesinden anlaşmışlardı. Ama anlaşma metni, 28 Haziran 2016 Saat 11.00'de Ankara’da Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Tel Aviv'de İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Dore Gold tarafından eşzamanlı olarak imzalandı.
Hedef kitlesinin gözünde sarsılan imajını ve azalan cazibesini düzeltmek amacıyla dikkatleri Irak ve Suriye’de uğradığı yenilgilerden uzaklaştırmak isteyen grubun dünya çapında saldırılarına hız vermesi bekleniyor
Şu IŞİD nelere kadirmiş! Koca bir sol ve sosyalist dünyanın kendini hangi evrenin bileşeni gördüğünü açık etti. IŞİD sayesinde anlaşıldı; sol ve sosyalistlerin savunduğu, meğer kapitalist uygarlığın ideal değerleriymiş!
Halkların kardeşliğine çağıran eski Marksist sloganlara sadakatinden ötürü aynı anda hem “Gereğinden fazla Kürt olmak” hem “Yeterince Kürt olmamak” ile suçlanan PYD güç ve güven kazanmaya devam ediyor.
"Mesela bir Fatih Sultan Mehmet ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa(!), M. Kemal de o ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır(!)."
İbrahim Kaypakkaya
“Erdemsiz terör uğursuzdur; terörsüz erdem güçsüzdür. Acil, katı, bükülmez adaletten başka bir şey değildir terör; dolayısıyla erdemden sâdır olur.” Maximilien Robespierre, Sur les principes de la moralité politique (“Siyasî Ahlâkın İlkeleri Üzerine”) (1794)
... sol hareketin yaygın kesimleri özellikle son yıllarda, onu yalnızlıktan kurtarmak istedi, ama bu Kaypakkaya’ya iyilikseverce yaklaşmaktan başka bir şey değildi. Kaypakkaya Kaypakkaya olarak kalamayacaksa kalabalığa karışmasının ne hayrı olabilir!
... radikal komünist gündemini yeniden canlandırmak üzere on yıl sürecek Kültür Devrimi’ni başlatmasından bu yana elli yıl geçmişken, modern Çin’in kurucusunun ruhu hâlâ güçlü bir çekiciliğe sahip.
Şu eski ikilem ile karşı karşıyayız: Çoğunluk ırkçı ya da cinsiyetçi yasalara eğilim gösterirse demokrasiye ne olur?
Kendisini yeryüzündeki tek gerçek ve meşru İslâmî yönetim olarak gören, “cihad” ve “fetih” hedefleriyle halifelik ilânında bulunan bir örgütün önünde sonunda küfür cephesinde saydığı bir devletle “eşitler arasında bir ilişki”den (o da şimdilik) azına razı olması da beklenemezdi zaten.
Derler ki, yaşarken işledikleri günah ve sevaplar eşit olduğu için öldükten sonra cennete mi cehenneme mi gideceği henüz belirlenemeyenler, bir süre Araf’ta bekletilir. Burası cenneti cehennemden ayıran ve üzerinden iki tarafın da görüldüğü yüksekçe bir yerdir.
Hedefler arasında Türkiye halkının da olmasının TAK’ın resmen olmasa da politik açıdan bağlı olduğunu ilan ettiği Kürdistan Özgürlük Hareketinin politik duruşu açısından savunulurluğu söz konusu olamaz. Değerlendirmenin, bir üst-ilke, etik ilke olarak “masum sivillerin zarar görmemesi”ni içermesi gerekmiyor bu yargıya ulaşmak için;” soğuk” bir değerlendirmeyle, sivillerin hedef olması ya da eylemde sivillerin canının marjinal değerinin kritik ölçüde düşük olması Hareketin amacına aykırıdır.
Bunlar Davutoğlu’nun insan, şahıs, kul (abd) ve vatandaş sıfatlarıyla inandığı şeyler. Davutoğlu’nun başbakan sıfatıyla inandığı başka şeyler de var. Meselâ Davutoğlu, Ankara’da 10 Ekim 2015 tarihinde 102 cana mal olan bombalı saldırının –normalde birbirinin izine kurşun sıkan uzlaşmaz iki düşman olan- PKK ile IŞİD’in ortak eylemi olduğuna, 17 Şubat 2016 tarihinde 29 cana mal olan patlamanın ise Suriye Kürtlerinin örgütü YPG tarafından gerçekleştirildiğine inanıyor.
Olivier Roy siyasal İslam, Afganistan, İran, Orta Asya, genel olarak dindarlık ve kültürler üzerine çalışan bir Fransız akademisyeni, yazarı. Öne çıkan özelliği, masa başı yerine “sahada çalışmaya” ağırlık vermesi. Kitapları, çeşitli makaleleri ve röportajları Türkçeye çevrilmiş, İslamcı ve solcu aydın çevrelerin ilgisini çekmiş. Bunu bir ölçüde, dünyada da ilgi gören “Siyasal İslam’ın İflası” kitabının Türkiye’de laiklik-İslamcılık tartışmalarının yoğun yaşa
Kürdistan tarafında, bölgesel alaşımlarıyla birlikte, Türkiye tarafından bambaşka bir politik oluş yaşanıyor. Türkiye Devleti’nin egemenlik sahasını koruma amacıyla kuşattığı Kürt kentlerinde uyguladığı çıplak şiddetten dolayı değil, tam da devletin bu şiddet olarak varlığının karşısına şiddetle karşı koyabilen net ve esaslı bir politik varlığın bulunmasından dolayı…
Sözle ve/ya da silahla devletin dışında, devlete karşı bir politik öznellik arayışı içinde olanlar Kürdistan Devrimi etrafında isteyerek ya da nesnel olarak birleşiyorlar. Silahla varlık kazanan, silahla yeni politik açılımlara yönelen Kürdistan Devrimi Türkiye liberalizmiyle Türkiye Solunu ihtiyat kuvvetleri haline getirdi. Burada hayırla anılan politik durum Kürdistan Özgürlük Hareketinin devrimciliğidir. Türkiye tarafında sarf edilen eleştirel sözün değeri de ancak bu devrimcilikle beraber ortaya çıkabiliyor.
En yakın müttefiklerimiz bile askerî ve çevresel bir tehlike olduğumuzdan korkuyor. Oluşturduğumuz tehdit gerçek ve ölümcül.
Makalenin yazarı Veliyettin (Hürrem) Ulusoy, Hacıbektaş Çelebileri’nin Mürselli kolunun büyüğü ve farklı pir ve dede ocaklarına bağlı Alevi toplumu içinde en büyük izleyici (talip) kitlesine sahip olduğu kabul edilen Hacıbektaş Dergahı’nın halihazırdaki postnişinidir. Ulusoy, gündelik siyasete mesafeli yaklaşımıyla tanınmakla birlikte, izlediği istikrarlı ve tutarlı çizgisiyle Alevi kesimi içinde saygın bir konuma sahiptir.
Orijinali The Week internet dergisinde 3 Aralık 2015 tarihinde yayımlanan aşağıdaki yazı ABD muhafazakârları arasında giderek yaygınlaşan kanaatin özlü bir ifadesi olması bakımından önem taşıyor.
Değişen konjonktürde tutunma çabaları ya da belki, “binilmiş bir alâmete gidiliyor kıyamete”
Ve bu noktada da Erdoğan, itildiği çaresizliğin zorlamasıyla, talihin yüzüne güldüğü sıralarda dünya siyasetinde bağımsız değilse bile özerk bir oyuncu olmaya çalışırken elinde tutmaya çok önem verdiği üçüncü bir kozu yani Rusya kartını da harcamayı göze aldı.
YDG-H, ango Tevgera Ciwanên Şoreşger û Welatparêz, di warê têkoşînê de qonaxeke nû vekiriye. Nivîskar û edîtorê kovara Teori ve Politika’yê Metin Kayaoğlu, vê hêza nû ya bi navê YDG-H dahûrand û got ku YDG-H, berîdaniyeke şoreşgerî û taktîkî nîne, înîsiyatîfeke bunyadiyeke şoreşger e û digel hin pirsgirêkên destpêkê xelekeke nû li şoreşa Kurdistanê zêde kiriye.
Kürdistan devrimini birleşik bir devrim olarak düşünmek birkaç yıl önce ütopya alanına giriyordu. Ama bugün bu bir realitedir. Kuzey ile Rojava, bir veya birkaç öğedeki benzerlikten öte, birleşik bir sürece girmiştir.
10 ay önce yine Paris’te Charlie Hebdo dergisine saldırının ardından, hedefin düşünce özgürlüğünün sembolü gibi görülmeye uygunluğu nedeniyle, toplumu liberal baskı altına almak zor olmamıştı. Ve pek çok çevre kolaylıkla “hepimiz Charlie’yiz “ diyebildi.
Marx’ın bir sözünden ilhamla söyleyebiliriz: Kürdistan Özgürlük Hareketinin hedefi, onun bugünkü devrimci dinamiğinin kendisidir. Hareket, idealini bugünkü varoluşunda içeriyor.
Hareket, kendi yolunu bir savaş tankı gibi kendi üzerinde taşıyor. Karşısına engel olarak çıkanları yolu yapıyor. Tayyip Erdoğan’ın her bir hamlesi Hareket için üzerinden aşılacak bir yol oluyor.
Son birkaç yıl içinde birçok ezber bozuldu. CHP ve geniş “laik” yığınlar “türban”ı sorun olmaktan çıkardı. Türkiye solundaki anti-PKK damarı çatladı. Türkiye solu, örneği çok az da olsa, muhalif Müslümanlarla tanıştı. “Çözüm süreci” ile şovenist milliyetçilik büyük bir bozunuma uğradı ve bu tepki devlete kapılanan yığınların hareketi olarak billurlaştı.
1 Kasım seçim sonuçlarıyla birlikte iki politik kuvvet, karşımıza bir kez daha ‘kale gibi’ dikilmiş oldu. Tayyip devleti ve PKK Kürdistanı. Türkiye ve Kürdistan adlarıyla bir devlet ve bir devletleşme girişimi, seçim sonuçlarıyla varlıklarını tahkim etmiş bulunuyorlar. 1 Kasım seçiminin temel politik sonucu budur.
Ankara, varlık-yokluk sarkacındaki Tayyip devletinin, Kürdistan Özgürlük Hareketine ve onu destekleyen Kürdistan Türkiyesi’ne karşı açıktan yürütmeye başladığı şiddet-politikanın içimizi dağlayan bir aşamasıdır.
10 Ekim katliamı vicdanımızı kanırtmasın, bu katliamla gerçeğimizin kanırtıldığını anlayalım ve ona göre davranalım sadece. Mazlumlar, mağdurlar, masumlar olmayı reddedelim. Bu tarz, kendine acıyacak, yüce gönüllü başkalarını aramayı içerir.
Kürdistan’ın kentsel yerleşim birimlerinde, yeni bir şeyler oluyor. Yenilik, değil Türkiye’deki ilgililere, henüz Kürdistan Hareketinin öteki bazı bileşenlerine bile anlamlı bir şekilde yansımamış görünüyor. Yeniliğe ilişkin belirtiler, Kürdistan’daki il ya da ilçe statüsündeki bazı küçük kentlerde ve büyük bazı kentlerin varoşlarında çatışmaların sürdüğü ve devletin bildik gaddar operasyonlarını yaptığı şeklinde yansıyabiliyor medyaya…
Çeviri: A. Ercüment Özkaya
İD’ye karşı Amerikan askerî gücünü kullanmayı meşrulaştırmaya gerekçe olarak Hilafetin ABD’ye karşı ciddî bir tehdit oluşturduğu gösteriliyor. Oysa, el Kaide’nin aksine İD zehrini ve şiddetini esas olarak kâfir ilân ettiği öbür Müslümanlara, her şeyden önce de Şiilere yöneltmiş bulunuyor.
Tayyip Erdoğan’ın savaş istediği ve PKK’nin bu tuzağa düştüğü, zayıflara özgü tipik bir argümandır: Başını fazla kaldırma, bugünkü halini mumla ararsın! Kürdistan Hareketi, 7 Haziran genel seçimleri konjonktüründe düşmanın savaş isteğine kararlı ve soğukkanlı savaşmama tutumuyla başarılı bir cevap vermiş ve Tayyip Erdoğan’ın hevesini kursağında bırakmıştı.
Çeviri: A. Ercüment Özkaya
Türkiye’nin IŞİD ile birlikte aynı ânda PKK’ye saldırmasındaki akılsızlığı tanımlamaya en iyi teşbih bile yetersiz kalır. Türk devleti 1984’ten 2013’e dek PKK ile 40.000 cana mal olan sonuçsuz bir çatışma yürüttü. Yeni şiddet sarmalı aynı aptalca savaşın bir tekrarı olsa da Türkiye Albert Einstein’ın tanımladığı gibi bu sefer farklı sonuçlar umuyor.
Gezi Ayaklanmasındaki tarafların ideo-kültürel profili, AKP iktidarının dinselleştirme girişimleri ve Kobane ile IŞİD olguları, solun din ile ilgili manzarasını adeta başa, fabrika ayarlarına döndürdü. Genel olarak sol, sosyalizm ve Marksizmi de katarak, Aydınlanmacı Batı uygarlığının bir bileşeni olarak temayüz etmeye hevesli olduğunu gösterdi. Bu kritik ortamda, din ile ilgili genel akıntıdan ayrı şeyler söylemek, soğuk nazarları göğüslemeye hazır olmaktır.
Türkiye solunda sıkça yurttaşlığa, laikliğe, anayasallığa, hukuka, işçi haklarına vurgu yapıldığı görülür. Bu basitçe gündelik politika dili ya da meşruiyet arayışı değildir. Teorik ve politik boyutlarıyla bir zihniyettir buradaki.
HDP, sadece HDP değildir. Bu parti, Kandil’de kurumlaşan, Kobane’de savaşan, Şengal’de alan tutan, Kuzey’de TSK’yla tepe manevraları yapan ve nihayet, TC hukukî rejimi doğrultusunda örgütlenmiş politik aygıtlar inşa eden Kürdistan Özgürlük Hareketinin arkasında oluşuyla çok değerlidir ve başka nedenlerle değil, bu partiye salt bu nedenle oy verilmelidir.
Komünist Parti, geçtiğimiz günlerde iki dikkat çekici etkinliğe imza attı. Bunlardan ilki 7 Haziran milletvekili seçimine 550 kadın adayla katılmak, ikincisi de plan/proje ve el çabukluğu marifetiyle 2015 1 Mayıs'ında Taksim Meydanı'na ayak basmak. SİP/TKP çizgisini şöyle göz ucuyla takip edenler bu partinin "zihni sinir proceleri"ne yabancı değillerdir.
Bugün, 1915’te Ermenilere yapılanın Birleşmiş Milletler’in 1948’de kabul ettiği bir sözleşmede tanımlanan “soykırım” suçunun kapsamına girip girmediği devrimci sol hareketin gündemi olamaz.
31 Mart 2015, Çağlayan, İstanbul... Acı ve mağrur tarihimizde yerini aldı. Sözler ağzımızdan bir kez daha zorla çıkıyor. Buna rağmen ağıdımız kederle dilimize geliyor; sözden çok çaresiz bedenimizin uzantısı olarak.
Şiddet var bu topraklarda ve ezen-ezilen ayrımının olduğu bütün toplumlarda. Berkin'i öldüren devletin “meşru” şiddeti ve buna karşı parlayıp sönen karşı-şiddet.
Bugün Kemalizm, ideolojik olarak, CHP'nin resmi ideolojisi bile olamayacak kadar çözülmüş durumda. Gezi Ayaklanmasının ideo-politik kuvvetiyle Tayyip Erdoğan AKP'sinin devletlû alanı sıkı bir markajla tutması CHP'yi sol-liberalizme doğru ittirdi.
Tayyip Erdoğan, TC’nin kurumsal Kemalist varlığına takılıp kalmaya dua etsin, aşağıya, tarihin çöplüğüne düşebilir! Dilek, bu düşman figürün çöplüğe ezilenlerin devrimci tekmesiyle atılmasıdır. Ama bu işi, “tarihin bilinçsiz aletleri” de yapsa, hayırlı olacak!
İlkeci laikler, burjuvazinin laikliğinden söz ederken sınırlardan, eksiklerden söz etmeyi pek seviyorlar. Böylece kendilerine sınırsız, eksiksiz laiklik kalıyor. Pek güzel ve başarılı bir akıl yürütme örneği!
Onu yakından tanımayanlar, delişmen ve duygulu biri olduğunu şu sözlerinden çıkarabilirdi:
“Oyumu Sosyalist Parti’ye vereceğim. Sosyalizmi ve devrimi savunan bir parti olarak Sosyalist Parti’yi destekliyorum.”
Laiklik tartışması, depremlerin dünyayı boynuzları arasında taşıyan öküzün hareketiyle olduğu tartışmasına benziyor git gide… Öküzün neyin üzerinde durduğu sorusuna sıra gelmiyor bir türlü. Hatta, görüşler, aslında öküzün, boynuzları arasında tuttuğu dünyaya dayandığını ileri sürmeye kadar götürülüyor.
Devletin, din adına saldırısına uğrayan Alevi’yle birlikte laikiz.
Devletin, “dindar kuşaklar” yaratma gerekçesiyle zorunlu devlet-dini dersi saldırısı altındaki öğrenciyle birlikte laikiz.
Ama...
Marksizmin ideolojik ayıraçlarını güncellemek
Marksizmin tazelenmiş bir ideolojik hegemonya mücadelesi vermesi gereken günlerdeyiz. İdeolojik, çünkü, Marksist politik akımların kısa sürede politika dolayımıyla hegemonya kuracağına ilişkin belirtiler görünmüyor. Ayrıca, Marksizm alanı, liberalizmin yeni ve yaygın bir istilasına uğramış bulunuyor. İstila, sadece yabancının rızamız hilafına alanımıza girmesiyle gerçekleşmiyor, kale kapılarımız içeriden de açılıyor ve liberal ideolojik güçler davet ediliyor.
Konuya girmeden önce politik mücadele açısından kaide niteliğindeki bazı noktaları tekrar hatırlamak ve değerlendirmeyi buradan inşa etmek zorunlu görünüyor. Adım adım ilerlenirse:
a) Ezilen-ezen ilişkisinde önsel olarak ezilenlerin mücadelesinin safındayız.
b) Ezilenlerin “pasif direnişi” değil, “gerçek” bir mücadele içinde devrimci hareket tarzı önemli ve zorunludur.
c) Bu devrimci tarz, ezenin devlet aygıtının ezilen tarafından parçalanması anlamına geliyor.
d) Bu parçalama süreci, devletin tesis edilmiş haldeki örgütlü gücüyle başetmek ve şiddet tekelini kırmak için ezilenin örgütlü bir gücü –yani bir örgütü– ve karşı şiddeti –yani devrimci şiddeti– yaratmasını zorunlu kılıyor.
e) Bu zorunluluk, sadece devrimci durumlar için geçerli değildir. Bilakis, bu zorunlu hareket tarzıyla devrimci durumların yaratılmasına katkıda bulunulabilir veya içinde olunan bir devrimci durum için uygun donanıma sahip olunabilir.
Marksizmi, 18-19. yüzyıl hümanizmini içererek aşmış, doğrusal biçimde bu hümanizmin en ileri aşaması olarak kabul eden konvansiyona dahil değiliz. Devrimci çıkış için her zaman önemli bir zemin olan Orta Doğu'da solun içinde bulunduğu etkisizlik halinin, sol tarafından tekrarlanan dogmatik doğrucu kalıplarla giderilebileceği zannediliyor. Solun pozitivist ideolojik anlayışı değişmediği sürece politik ve pratik tekrar da devam edecektir.
Efsaneye göre, Cengiz Han avcunda bir kan pıhtısıyla doğmuştur. Bu, dünyanın başına musallat edilmiş bir "barbar" bela olacağının da işaretidir "uygarlık"ın yazıcılarına göre. Ama bu pıhtıda bir cihangirin muştusunu görenler de vardı. Nereden baktığınıza bağlı.
Mao adlı kitabın konusu olan Mao Ze-dung'un da, nereden bakıldığına şiddetle bağlı bir niteliği var. Karşı taraftaysanız kesin bir tepkiyle reddetmek durumunda kalıyorsunuz; bu taraftaysanız kesin bir şekilde özdeşleşmek...
IŞİD’le ideolojik mücadelenin ekseni
Genel olarak çağdaş sosyalist hareketin modernitenin devamı ve tamamlayıcısı olduğu kabul edilir. Sosyalizmin içinde yer aldığı kadarıyla Marksizmin de bu bağlamda ele alınmasına itiraz edilmez. IŞİD örneğinde sosyalizmin bu niteliğinin bir kez daha canlandığı izlendi. Bu çalışmada, Marksizmin tayin edici bir iç sorunu olan bu mesele ele alınmakta ve Marksizmin, kapitalist Batı uygarlığının tamamlayıcı ve ilerletici evladı olduğu anlayışının bu “yapı”yı gereksiz bir hale getireceği bir kez daha vurgulanmaktadır.
Halkların Demokratik Kongresi’nin, 15-16 Kasım’da Ankara’da yapılan 5. Genel Kurulunda Teori ve Politika Dergisi adına Metin Kayaoğlu’nun 16 Kasım'da yaptığı konuşmanın gözden geçirilmiş halidir.
Önnot
Bir devrim sürecini götüren özneyi eleştirmek son derece zor bir iş. Sıcak konjonktürün ortasındaki bir büyük öznenin, büyük yürüyüşüne küçük engeller olarak göreceği çakıl taşlarıyla uğraşma lüksü olması da beklenmemeli.
Ancak, Kürdistan Özgürlük Hareketi, içinde bulunduğumuz mücadele birimine ilişkin somut bir yönelim oluşturmaktadır ve bu anda doğru bildiğimizi kaydetmek tarihsel yükümlülüğümüzdür...
İstanbul’da isyan olur da Patrona Halil anılmaz mı!
1730’da İstanbul’da, Patrona Halil’in adıyla anılan devrimciler yaklaşık iki ay iktidar odağı olmuştu. Lale Devri denilen şatafat ve yozlaşma yıllarının içinde patlayan bu devrimci dönem, Türkiye tarihinin kanlı ama muzaffer örneklerinin başında gelir.