Ana SayfaArşivSayı 44Marx’ın Teknolojik Determinizmi

Marx’ın Teknolojik Determinizmi

William H. Shaw

Çeviri: Atilla Başpınar

 

Teknoloji insanın doğayla uğraşma biçimini, hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan üretim sürecini gösterir; ve böylece sosyal ilişkilerinin oluşum biçimini ve bunlardan kaynaklanan düşünsel kavramları açığa vurur.

Capital 1: 372n

 

Şu ana kadar Marx’ın tarih teorisi konusundaki iki temel kavramını açıklıyordum. Bu önemli kavramların çözümlenmesi için pek dikkat gösterilmediğinden, birinci bölümün kendi başına bir değeri olabilir, tabii Marx’ın düşüncesindeki çeşitli konulara taze bir perspektif sunabiliyorsa. Bu bölümün özel amaçları içinse, tarihsel materyalizmin anahtar kavramları dikkatlice açılmalıdır. Bunların netleştirilmesi, teorinin doğru sunulması için gerekli olmak yanında Marx’ın perspektifinin, en azından, kavramsal olarak anlaşılabilir olduğunu da gösterir.

Şimdi, Marx tarafından görüldüğü şekliyle, her ikisi de üretim tarzı içinde olan ve benim konumla daha alakalı olarak, değişik üretim biçimleri arasındaki geçiş içinde olan, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki bağlantıya dönme zamanıdır. Bu bölüm, Marx’ın üretici güçleri tarihsel gelişimin belirleyici etkeni olarak gördüğünü savunuyor ve Marx’ın aklındakinin ne olduğunu açıklamaya gayret ediyor. Bu konumun (genellikle tarihsel materyalizmin temel terminolojisinin yanlış yapılandırılmasıyla tetiklenen) hatalı kavramsallaştırılması, bazılarının Marx’ın tarihteki temel rolü üretici güçlere verdiğini inkar etmesine yol açmıştır. Öte yandan, inceleme, Marx’ın “teknolojik determinizm”inin sıklıkla söylendiği gibi, açıkça saçma olmaktan uzak olduğunu gösterirse, Marx’ı kendinden kurtarma ihtiyacı daha az hissedilecektir.

Üretici güçler ve üretim ilişkilerinin tarihsel diyalektiğinin doğasını belirlemek kolay değildir. Marx’ın kendisi üretici güçlerin karakterini açıklamaya çok emek harcamamıştır ve yorumcuları da kendisini bu yolda takip etmiştir. Marx en azından enerjisini, bu dinamiğin somut olarak nasıl işlediğini araştırmaya harcama mazeretine sahipti. Buna bağlı olarak, sonraki bölümler, Marx’ın tartıştığı özel tarihsel geçişler bağlamında üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki içsel bağlantıyla ilgilenecektir. Bu çalışmalar benim Marx’ın “teknolojik” yorumumu dökümlemeli ve ne tür bir determinizmin içerildiğini tasvir etmelidir. Buna karşın bu bölümdeki inceleme daha genel ve öncül olacaktır. Bundan sonraki Marx metinleri incelemelerimin hazırlanması için bir dizi konu –üretici güçlerin neyi belirlediği, hangi şekilde, niye vb.– ortaya dökülmeli; ama bunlarla ilgili konuların Marx’ın kendisi tarafından bütünsel bir gözden geçirilmesinin yokluğu, daha önceki konularda yaptığım gibi bir metin yorumlamasına bu bölümde imkan vermiyor.

Buna rağmen, buradaki amacım, Marx’ın teorik çabasının doğasını olabildiğince bütünlüklü ve tutarlı olarak ortaya çıkarmak. Ne yazık ki, böyle bir teori içinde sormak istenebilecek birtakım sorular tatmin edici bir şekilde cevaplanmıyor. Sıklıkla, Marx’ın bir konumu tutuşuna dair ipuçları ve daha net görüşlerini ortaya koyduğu yerlerde bunların sorgulanması ve Marx’ın eksik kalmış noktalarında soruşturmamın sonlanması görülecek. Amacım, buna gücüm olsa bile, tarihsel modelini, çağdaş eleştirilere göğüs gerecek şekilde yeniden parlatmak değil. Amaç, daha çok, Marx’ın tarih içerisinde ayırt ettiği dinamikleri ortaya çıkarmak ve bunun çıktısı olarak, Marx’a –onun da onaylamayacağı- savunulamaz bir görüş atfetmediğimi göstermek.

Marx’ın üretici güçleri tarihte temel neden ve belirleyici etken olarak düşündüğü kanımca ortadadır, fakat (yukarıda da söylendiği gibi) bu belirlemenin doğası ve sonuçları geniş bir şekilde anlaşılmamıştır. Marksistler içinde bile Marx’ın bu şekildeki bir “teknolojik determinizm”inin –ya teknolojik vurgusu ya da determinizmi nedeniyle– reddedilmesi eğilimi vardır. Bu nedenle, üretici güçlerin önceliğinin altını çizen Marx’a ait birkaç pasajla başlayacağım. Bu öncelliğin doğasını açımladıktan sonra, takip eden bölümlerde bunun nedenlerine değineceğim; Marx’ın tarih açıklamasının genel karakterini analiz edeceğim ve üretici güçler determinizmi açısından bunun sonuçlarını inceleyeceğim.

Üretici güçlerin önceliği

İnsanların erişiminde olan üretici güçler çokluğu toplumun doğasını belirler.

Selected Works 1:31

Buraya kadar olan ve “Önsöz”deki[*] tartışma sonucunda açıktır ki, Marx insanlık tarihindeki üretici güçlerin gelişimine ait anahtarı gördü. Bunlar “bütün sosyal kurumların maddi temelidir”; bunların gelişimi toplumun ilerlemesini açıklar[1]. Çeşitli nedenlerle bu tezi görmezden gelen Marx yorumcuları, “Önsöz”ü yok saymıştır ve ona bir anomali gözüyle bakmıştır. “Önsöz”ün, Marx’ın kariyeri boyunca bağlı kaldığı bir görüşü ifade ettiğini kaydetmek gerek. Marx’ın sonraki yıllarda da değer verdiği Felsefenin Sefaleti’nde bile “Önsöz” bölümünün yeri açıktır:

Üretim tarzı, üretici güçlerin içinde geliştiği ilişkiler, ebedi yasalardan başka bir şey değildir, ama [daha çok] … insanların belirli bir gelişimine ve onun üretici güçlerine tekabül ederler, ve … insanların üretici güçlerindeki bir değişim üretim ilişkilerindeki bir değişimi zorunlu olarak getirir.[2]

Bu onun ve Engels’in ilk olarak Alman İdeolojisi’nde şekillendirme çabasında oldukları materyalist konumun iyileştirilmesiydi. Orada, belki de ilk kez, yüksek üretim ilişkilerinin ortaya çıkışı, üretim güçlerine bağlı kılınmıştı.

Böylece, tarihteki bütün çatışmaların kökeni, bizim görüşümüze göre, üretici güçler ve ilişki biçimi arasındaki çelişkidir.[3]

Artık ayak bağı olan eski bir ilişki biçimi yerine daha gelişmiş üretici güçlere ve bireylerin kendi edimlerinin daha ileri biçimine tekabül eden bir yenisi konur –sırası geldiğinde bir ayak bağı olacak ve bir başkasıyla yer değiştirecek biçimde. [4]

Marx ve Engels’in o zamanlar kullandığı Verkehrsform (“ilişki biçimi”) ve ilgili birkaç terim daha sonra “üretim ilişkileri”[5] olarak adlandırıldı. Marx’ın olgun dönem eserlerinde de görülen kavram ortadadır: İnsanlığın üretim ilişkilerinin gelişimi ve değişimi, onun maddi üretiminin gelişiminin, üretici güçlerinin sonucudur. Üç örnek:

Her özel tarihsel [emek] süreci biçimi, kendi maddi temellerini ve sosyal biçimleri daha fazla geliştirir. Belirli bir olgunluk aşamasına ulaşıldığında, özel tarihsel biçim terk edilir ve daha üst birine yol açar… bir yanda dağıtım ilişkileri arasındaki çelişkiler ve antagonizmalar [nedeniyle] ve buna bağlı olarak, buna tekabül eden üretim ilişkilerinin özel tarihsel biçimi, diğer yanda üretici güçler, üretim yetileri ve bunların taşıyıcılarının gelişimi. [6]

Böylece, bireylerin ürettiği toplumsal ilişkiler, toplumsal üretim ilişkileri, değişim, maddi üretim yollarının gelişimi ve değişimiyle, üretici güçlerle değişime uğrar.[7]

Maddi üretim güçlerindeki değişimle birlikte (ekonomik) ilişkiler ve buna bağlı olarak ulusların toplumsal, ahlaki ve politik durumları değişir.[8]

Bu pasajlarda sergilenen “Önsöz” motifi tarihsel gelişmeyle ilgilidir. Üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki karşılıklı ve diyalektik etkilenmeye (ikincil literatürde vurgulu ve yoğun olduğu üzere) rağmen Marx, üretici güçleri tarihsel değişimin uzun dönemde belirleyicisi olarak düşündü. Marx’ın konumunu netleştirmek için, iki benzer tez ayrıştırılabilir (Marx’ın kendisi bunu yapmıyor): (1) üretim ilişkilerindeki değişimler daima üretici güçlerdeki değişimlerin sonucudur; (2) üretici güçlerin değişimi üretim ilişkilerini her zaman değiştirir. İkinci tümce değil ama birincisi üretim ilişkilerinin değişimi için üretici güçlerin değişiminin zorunlu olduğunu iddia eder; birinci tümce değil ama ikinci tümce üretici güçlerin değişiminin üretim ilişkilerinin değişimi için yeterli olduğunu iddia eder.

Üretici güçlerdeki değişimler var olan üretici güçlerdeki iyileşmeleri –yani bir toplumun verili üretici güçleri içindeki değişimleri– ve toplumun üretici güçler olarak sahip olduğu yeniliklerin her ikisini de içerir. Üretim ilişkileri içindeki değişimler, insan doğasının üretici güçler ve diğer insanlarla, çalışma ya da mülkiyet bağlantılarındaki ilişkilerdeki değişimlerdir. Bunlar ilişkilerin öğesi olan tekil insanlar ya da üretici güçlerdeki değişimlerden çok, ilgili ilişkinin doğasında ya da tipinde olan değişimlerdir. Benzer olarak Marx, tikel bireysel ilişkilerdeki değişimle genellikle ilgilenmemiştir. İflas eden bir küçük üreticiyi ele alalım; bu teşebbüsün çalışma ilişkilerinin devam etmemesi (çok küçük de olsa) toplumun ekonomik yapısında, üretim ilişkilerinde bir değişim demektir. Ama Marx, gerçekte sadece ilişkilerin türündeki (çalışma ya da mülkiyetin türündeki) değişimlerle ilgilenmiştir.

Yukarıdaki ikinci iddia, üretici güçlerdeki değişimin, üretim ilişkilerini değiştireceğini söylüyor, fakat bu tez sorunludur. Birincisi, üretici güçlerdeki değişimler var olan üretim ilişkileri tarafından olabilir: bir marangozun yeni ve biraz daha gelişmiş bir çekiç kullandığını ya da daha yetenekli bir marangozun eskisi ile değiştirildiğini düşünün. Söz konusu ilişkiler daha üretken olsa da temelde aynı ilişkilerdir. Öte yandan üretici güçlerdeki ilerlemenin üretim ilişkilerindeki mülkiyet türünde bir değişiklik olmadan olabileceği açıktır.

İkinci olarak, var olan üretim ilişkilerini daha çok oturtmak ya da daha önce kullanılmayanları kullanmak hiçbir şekilde bir anda etki göstermez. Marx kuşkusuz ki üretici güçlerdeki değişikliğin üretim ilişkilerinde değişikliklere yol açtığını savunmuştur; ama tarihsel bir süreç içinde: insanın üretici güçleri geliştikçe, üretim ilişkileri, sosyal ilişkileri de kendini bunlara adapte etmeye zorunludur. Marx’ın öngördüğü şey, herhangi anlamlı yapısal bir dönüşüme öncel olarak üretici güçlerin üretim ilişkileri üzerinde artan basıncıydı.

Sadece temel değişimlerden önce bu baskının kütlesel bir büyümesi değil, buna ek olarak, sosyal ilişkilerdeki temel bir değişikliğin doğası ve kesin zamanlaması (Marx için temel bir gereklilik olmasa da) genellikle üstyapısal hususlara bağlıdır. Böyle bir değişimin etkisindeki insan, diyor Marx, “Önsöz”de, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çatışmanın yalnızca ideolojik düzeyde –yasal, politik ve dini- farkında olur ve bununla savaşır.[9] Bu alanlar ekonomik ilişkilerin basit bir gölgesi değilken, tarihsel değişim içerisinde etkinliklerini –Marx’a göre- üretici güçlerin yarattığı baskıyla kazanırlar.

Üretim ilişkilerinin üretici güçlerin etkisiyle anında değişmeyeceği ve üstyapısal faktörlerce etkilenebileceği fikri, Marx’ın tarihsel evrim kavramında bir şey açığa çıkarır ama bu yeniliklerin ilişkisel değişimlerdeki etkisinin altını oymaz. Üretici güçlerin yeterli olduğu tezini açıkça tahrip eden ilk görüşe göre (ilişkilerin üretici güçlerdeki ilerlemeyi ille de daima takip etmemesi), üretici güçler ve üretim ilişkilerinin herhangi bir kombinasyonu için, ilişkileri değiştirmeye yeterli bir üretici güç gelişimi vardır, tezi (Marx’ın görüşü) savunulabilir. Bu gelişmenin ne olduğunun belirlenmesi ise sadece deneysel araştırmanın konusudur.

Bu, yukarıda ayrıştırılan iki görüşten birincisini bağlar, çünkü Marx, kesinlikle, üretim ilişkilerindeki değişimin üretici güçlerdeki değişiklik için zorunlu olduğu tezine bağlıydı. Bu değişimler için üstyapısal faktörler temelde sorumlu tutulamaz. Bu nedenle tez (1) üretim ilişkilerindeki değişimi anlamak için üretici güçlerdeki değişime bakmayı söyler. Üretici güçlerde bir değişiklik olmadan, üretim ilişkilerindeki değişiklik, gelişmelere karşı etkiye açık olmazdı –değişim için bir uyarıcı da olmazdı. Bu iddia, Marx ve Engels’in zaman zaman üstyapının ekonomik temelden bağımsızlaştığı ve üretim ilişkilerini etkilediği şeklindeki kaydının konusudur.[10] Bu formülasyonlar muğlaklıktan uzak olmakla birlikte, onların bu değişimleri önceden belirlenmiş sınırlar dahilinde gördükleri açıktır –üretici güçlerce önceden belirlenmiş sınırlar. Sonuçta, üretim ilişkilerindeki değişim, üretici güçlerdeki değişimin daima (doğrudan) bir sonucu olmazken, bu genelde ve herhangi bir kütlesel ilişkisel değişim için doğrudur; buna paralel olarak, üretici güçler Marx’ın teorisinde açıklayıcı yükünü taşır.

Üretici güçlerin hükmetmesinin nedeni

Alman İdeolojisi ve başka yerlerde Marx ve Engels, materyalist tarih anlayışlarının altında yatan düşünceleri yansıttılar; ama ne yazık ki önerdikleri argümanlar sıklıkla dayanıksız ve üstünkörüdür. Maddi üretimin insan var oluşunun gerçek öncülü olduğu[11], politika ve felsefeyle uğraşmadan önce insanın yemesi ve barınması gerektiği[12], bu tezlerinin açıklayıcı gücünü çok zor yansıtır. Sosyal yaşamın başka alanları üstünde maddi üretimin açıklayıcı hegemonyasına dair salt inanç, açıkçası bu çıkarımın yetersizliği konusunda onları kör etmiştir.

Argümantasyonlarında zaman zaman görülen sapmalara rağmen, Marx ve Engels en azından genel tarih görüşlerini anlatmaya ve savunmaya devam etmiştir. Tersine, üretici güçlerin maddi üretimin temel sosyal alanı içindeki belirleyici rolüne ilişkin inançlarına aykırı bir görüşleri olmamıştır. Üretim ilişkilerinin üretici güçlerin büyümesini etkilediğini sık sık savunsalar da, bunun nedenlerine dair yalnızca ipuçları vermişlerdir. Bunun gözlemsel bir düzenlilik olduğu ve daha ötesinde bir çalışma gerektirmediği söylenebilir, ama bu çok olası değil. Marx, rasyonalist bilim anlayışıyla, elbette maddi üretimin baskınlığının gözlemsel bir yasa olmadığını ve toplumsal dünyadaki hükmünün bir şekilde zorunluluk içerdiğini düşünüyordu. Buna rağmen yine, Marx ve Engels’in tartışmaları sıklıkla tatmin edici değildir; sosyal bilim için açıklayıcı güç taşıyan maddi üretime bir tür ontolojik öncellik atfettikleri duyumsanabilir. Benzer olarak, üretim ilişkilerinin üretici güçler tarafından belirlenmesinin –olumsal değil– zorunlu olduğunu düşünmüş görünüyorlar. Gözlenen bir düzenliliği tarif etmiş olsalardı, üretici güçlerin tarih boyunca üretim ilişkilerini belirlediğini, yeterli bir inceleme yapmadan, bu derece gelişigüzel varsaymazlardı.

Marx’ın muhtemelen, maddi üretim içindeki üretici güçlerin üstünlüğünü sezgiye dayalı ve aşikar olarak kabul ettiğini düşünüyorum. Üretici güçler determinizminin –Marx’ın genel perspektifindeki– diğer alternatifleri düşünülürse bu daha kolay görülebilir. İlk olarak, üretim ilişkileri ya üstyapısal ya da karma faktörlerce belirlenebilir; ikincisi, üretim ilişkileri kendi kendine gelişiyor olabilir; ya da son olarak, üretim ilişkileri ve üretici güçler birbiri için belirleyici olabilir. Genelde toplumun ekonomik ilişkilerinin toplumsal dünyayı yapılandırdığı düşünülür; eğer üretim ilişkilerinin kendileri temel olmayan etkenlerce belirleniyorsa, ilki (ilişkiler) hangi anlamda daha öncel olabilir? Ekonomik yapının temel olmayan etken veya ilişkilerce sistematik belirlenmesi açıkça Marx’ın teorisinin temellerine karşıdır. Üretim ilişkilerinin (belki de farklı tarihsel koşullarda değişen) farklı türde konu çeşitliliğiyle değiştiğini kabul etmek bile, üretim ilişkilerini tarihsel ya da sosyolojik incelemenin konusu yapmak için yöntemsel gerekçelendirmelere bazen izin vermesine rağmen, Marx’ın programını sulandıracaktır. Maddi üretimin öncelliğiyle tutarlı olarak, üretici güçlerden başka hiçbir şey üretim ilişkilerinin belirleyeni olamaz ve Marx’ın üretici güçler determinizminin doğruluğunu varsaymasının nedeni de bu olabilir.

Elbette, üretim ilişkileri kendi kendini belirleyen olabilir. Bu ikinci alternatif, üretim ilişkilerindeki çelişkilerin Marksçı açımlanmasıyla önerilmiştir ve bir açıdan Marx’a göre geç kapitalizmin kriz ve problemleri kapitalist ilişkilerin kendisinde içerilir. Fakat üretim ilişkileri içsel, bağımsız ekonomik evrimin sonucu olarak gelişmez. O halde neden gelişirler? Neden bunların “içsel çelişkileri” yalnızca zaman içinde bir noktadan sonra çözülemez hale gelir? Yalnızca üretim güçlerindeki değişiklikler, yalnızca insanın üretim kapasitesindeki gelişme (diğerindeki çelişkileri ortaya çıkaran gelişme), onun üretim ilişkilerindeki ilerlemeye izin verir. İnsanın üretim kapasitesi verili bir sosyoekonomik süreçte gelişmediyse –Marx’a göre çok açık olarak– onun üretim ilişkileri de daha yüksek bir seviyeye ulaşmayacaktır.

Üçüncü olasılık –üretici güçler ve üretim ilişkilerinin karşılıklı belirlenimi– çağdaş Marksistler arasında revaçtadır. (Üretici güçler determinizmini onaylamaktan kaçındıkları için, bunu Marx’a atfetmekte isteksiz oldukları düşünülür.) Buna rağmen bu tez metinsel bir dayanaktan yoksundur. Tarihsel materyalizmin ekonomik bir yapının neden belirli bir anda oluştuğunun teorik bir açıklamasını yapmasına izin vermeyen bu tez, açıkça bölümün başındaki pasajların ve örtülü bir şekilde Marx’ın bütün düşüncesinin karşısındadır. Marx, üretici güçlerin üretim ilişkilerine bağımlı olmaması açısından yeni üretim ilişkilerinin ortaya çıkmasının üretici güçler nezdinde olumsallığına inanır. Marx’ın bu konumu savunmasının nedeni açık değildir ama bu onun genel üretim kavramından kaynaklanır –buna biraz sonra döneceğim.

İlk olarak, Marx’ın teorisine göre üretici güçlerin üretim ilişkilerini belirlemesinin müspet nedenleri nelerdir? Hepsinden öte, insanlar sosyoekonomik ilişkilerini neden üretici güçlerin gelişmesiyle uyumlu hale getirmelidir? Marx bu soruya iç içe geçmiş iki cevap veriyor. İlki:

İnsanlar bir kere kazandığını bir daha bırakmaz… [Bu nedenle] uygarlığın meyvelerinin getirdiği sonuçlardan yoksun kalamazlar; ticaret yapma şekli, kazanılmış üretici güçlere tekabül etmediği andan itibaren bütün geleneksel sosyal biçimi değiştirmeye zorunludurlar.[13]

İnsanın sosyal ilişkilerini var olan ve gelişen üretici güçlerle uzlaştırmak için değiştireceği –yani üretimdeki ilerlemeye teslim olmayacağı- inancı, insan doğasına ait bir kabulmüş gibi görünüyor. Marx, şüphe yok ki, buna kesin bir doğru olarak bakıyordu ve insan doğasına dair daha spekülatif iddialardan ayırmak istemişti. Onun teorisi, geniş sosyotarihsel, bir miktar teleolojik, tarihsel sürecin konusu olarak insan türüne ait genelleme olarak görünüyor; bireysel bir davranışa uygulanan bir kural olarak değil.

İkinci olarak, bir toplumun üretici güçleri üretim ilişkileri ile çeliştiğinde, onu daha önceleri karakterize eden temel ekonomik denge bozulur. Bu, örneğin, bazı bireyler ya da sınıfların, toplumun kullanımında olan potansiyel ya da var olan üretici güçleri kendi çıkarları için kullanmalarında (Orta Çağdaki tohum halindeki kapitalist girişimciyi düşünün), ya da baskın sınıf (geç burjuvaziyi düşünün) üretici güçlerin kontrolünü kaybettiğinde görülebilir. Ekonomik dengesizlik toplumun geri kalanını sarsar ve üretici güçlerin tatminkar bir şekilde kullanılması arzusunu büyük ölçüde güçlendirir. Marx toplumun kazanılmış üretici güçleri kurban etmeyeceğine inandığı için, bunun sonucu olarak üretici güçlerin yerleşmesi için yalnızca üretim ilişkilerindeki ayarlamaların toplumu tekrar dengeye oturtacağını düşünür.

Marx’ın buradaki akıl yürütmesi üretim ilişkilerinin neden üretici güçlerin gelişmesine tekabül ettiğini ifade eder; bu ilişkilerin başka (örneğin ideolojik) belirleyenleri olmadığını göstermez. Marx bunu iddia eder ama doğrudan tartışmaz. O üretim ilişkilerinin öncülleri –uygun üretici güçler– olmaksızın yeni üretim ilişkilerinin ortaya çıkmayacağına inanmıştı. Bunu çalışma ilişkilerine bakarak görmek kolaydır, ama Marx mülkiyet ilişkileri konusunda da bunun doğru olduğunu savunur. Diğer önkoşullar var olsa bile, kapitalizm gerekli üretim gelişmesi olmadan ortaya çıkamaz: klasik Roma Marx’ın alışılmış örneğidir. Benzer olarak o ve Engels sınıf farklılıklarının ortadan kalkmasının yalnızca üretici güçlerin belli bir yüksek seviyesinde mümkün olduğunu düşünmüştür. Yeterli bir üretim seviyesi olmadan, komünal üretim ilişkileri yalnızca –sınıf farklılıklarının tekrar belirdiği– durgunluk ve üretim tarzında bir düşüşe yol açar.[14] O bunu kabul etse bile, yeterli bir üretici güçler seviyesinde, hala birtakım üstyapısal öğelerin üretim ilişkilerini değiştirmek için gerekli olduğu şeklinde bir eleştiri getirilebilir. Bir açıdan, Marx da bunu kabul ederdi; o, bu diğer faktörlerin yeni üretici güçlerin varlığından kaynaklandığını iddia eder. Bu güçlerin ortaya çıkışı (insanın bunun bilincinde olması) yeni üretim ilişkilerini uyarır ve onları imkan dahiline getirir.

Öyleyse Marx’a göre, üretim ilişkileri insanın üretici güçlerindeki değişime bağlıdır ve bu değişimin neden ilişkisel bir ayarlamaya yol açtığı öne sürülmüştür. Ama üretici güçler de üretim ilişkilerine bağlı değil midir? Bu tür sorular yukarıda ifade edilen karşılıklı belirlenim tezini güdülüyor. Elbette, üretici güçler, onları kullanan üretim ilişkilerine “bağlıdır”, çünkü üretim ilişkileri olmadan üretici güçler ortaya çıkamaz, ama bu, üretim ilişkilerinin üretici güçleri belirlediği anlamına gelmez.

Üretici güçler doğal olarak insan etkinliğiyle gelişirken (bu ilerleme yavaş olsa da), bu gelişme az veya çok var olan üretim ilişkileri tarafından uyarılabilir. Değişik üretim tarzlarınca karakterize edilen değişik toplumsal formasyonlar, üretici güçlerin gelişmesini çeşitli derecelerde ortaya çıkarır ama bunu kabul etmek üretici güçler determinizmi tezini yıkmaz. Modern endüstri halihazırda kurulu olan kapitalizmin ürünüdür, ama onun ortaya çıkardığı modern üretici güçler, toplumsallaşmış üretim ilişkilerini gerektirir ve var olmalarını sağlar. Dahası, üretici güçlerin hızlı gelişimini güdüleyen bu karakterdeki üretim ilişkilerinin kendileri, var olan üretim gelişimi seviyesine de bir tepkidir. Marx’ın, üretim ilişkilerinin üretim araçlarını güdülemesi fikrine karşı olmaktan uzak olduğu, aslında onun, belli üretim ilişkilerinin, devam eden üretim güçlerine en iyi uyacak şekilde geliştiği için o şekilde olduğu tezinin yaratıcısı olduğu söylenebilir.

Marx’ın düşündüğü üretici güçlerin üstünlüğü, onun maddi güç üretimi tasavvurunun kendisinden kaynaklanır. İnsan varoluşunun öncüllerinin üretimi ve yeniden üretimi sosyal organizasyonun temel işlevini oluşturur. Süregiden bu üretim işleminin sonucu olarak, insanın üretici yetileri artar. Üretici güçler, açıkça yabancı (üretim dışı güçler) faktörlerden etkilenirken, insanın üretim sürecinin, doğaya hakim olma derecesinin en açık ölçüsüdür ve Marx’a göre en anlamlı şey bu gelişmedir.

Üretimin sosyal biçiminden bağımsız olan bu üretici ilerleme, üretici güçlerin gelişmesi, Marx’a göre verili görünür. Ona göre bu gelişme insan doğasının üretken etkinliğinden etkilenen doğal bir oluştur: “Her üretici güç, önceki etkinliğin ürünü olan, edinilmiş bir güçtür.”[15] O ne bunun neden böyle olduğunu sorgular, ne de üretici güçlerin nasıl gelişebileceğine dair daha öncül nedenler arar. Ama sürekli üretim sürecinin bir sonucu olarak, insanın sosyal üretim ilişkileri gelişmek zorundadır. Marx tarihi teknolojik değişimin kaydına indirgemezken, insanlık tarihinin, insanın doğayla çatışmasının diyalektik gelişmesini içinde barındıran doğal tarihle bütünleşmesine izin verir.

Bunlara rağmen, bazıları, üretici güçleri sistemli biçimde belirleyen ya da üretim sürecini daha genel biçimde açıklayacak daha temel olabilecek bir faktör aradılar. Plehanov’un coğrafyayı böyle bir faktör olarak düşündüğü görülür.[16] Öte yandan bu görüş, Marx’ın teorisinin doğru bir yargılaması olarak düşünülemez; Marx’ın eserlerinde coğrafyayı tartışan pasajlar bu tür bir yoruma izin vermez.[17] Coğrafi etmenlerin insanlık tarihinin erken gelişmesindeki etkisi çok önemli olsa da, bunlar çok yavaş değiştiği için üretici güçlerin değişmesinde belirleyici olmaları düşünülemez. Buna ek olarak, çoğu coğrafi ayrıntının kendisi (kömür rezervleri, ırmaklar, toprak, iklim) üretici güçler kategorisine girer. Karl Federn gibi yorumcular ise Marx’ı, üretici güçlerden daha temel ve belirleyici olan “zeka” ya da diğer insan özelliklerini görmezden gelmekle suçladılar.[18] İnsan bilgisi ve üretici zeka Marx’ın üretici güçler kavramına zaten dahil olduğu için, Federn’in eleştirisi çürür. Marx’a göre üretici güçlerden daha ötede bir nedene bakılamamasının nedeni, insan toplumunun incelenmesinde maddi üretimden daha sağlam bir temelin ötesine bakılamamasıdır. Üretim ve yeniden üretim döngüsü kaçınılmazdır, ama insan, diğer hayvanlardan farklı olarak, durağan bir tarzda var olamaz. Tersine, insan üretiminin kendisi, üretim kapasitesinin gelişimini barındırır.[19] Bu nedenle, Marx’a göre üretici güçlerdeki gelişme, üretim ilişkilerinin evriminde olmadığı şekilde, üretimin doğasına bağlıdır; ilişkiler insanın üretici yeteneklerinin yarattıkları olanaklara bir tepki olarak değişir.

Tarihte açıklama ve materyalizm

Üretici güçler determinizmini irdelemek bu bölümün konusu, ama buna olanak tanımak için üretim ilişkileri konusunda Marx’ın çalışmalarının doğasını ve bunların tarihsel materyalizmin daha geniş çerçevesindeki yerini tartışmak gerekiyor.

Şimdilerde (geniş bir anlamda tinsel ya da zihinsel uğraş karşıtı olarak) “materyalistçe” bir gerekçelendirme, Marksist tarih teorisinin herhangi bir bölmesinde sık görülmüyor. Gerçekten de (dar anlamıyla bireysel davranışları yönlendiren) ekonomik hususların üstünlüğü pazar gruplarıyla ya da en azından kapitalist gruplarla sınırlı. Öte yandan, tarihsel materyalizmdeki “materyalizm”in bu kaba anlaşılışı son bulsa da, Marx’ın bakış açısı dar bir ekonomik determinizmle karıştırılır. Bu teori, özünde, “ekonomik değişkenler bütünüyle ekonominin belirleyenleridir” der; diğer sosyal faktörler ve ilişkiler etkileşimde değildir ve ekonomik ilişkilerin yalnızca kuklalarıdır. Tüm gerçeklik ekonomik alana göre oluşurken devlet, yasalar, bilinç ve benzerleri yalnızca daha az seviyede bir gerçeklik değeri taşırlar. Bu teori elbette yanlıştır ve Marx buna itibar etmemiştir; bu teorinin onun eserlerinin ruhuna uygun olduğu düşünülemez. Tarihsel materyalizmin bu yanlış yorumu uzun ömürlü olsa da süreç içinde devamlı düzeltildiği için burada detaylandırılması gereksiz. Engels’in hayatının geç bir dönemindeki ünlü mektupları, teorinin doğru ve net bir biçimde şekillendirilmesi açısından tatminkar olmaktan ne kadar uzak olsa da, ona ve Marx’a, “ekonomik determinizm”in bu şekilde tanımlanmış bir türünün yüklenemeyeceğine ait bir şüphe bırakmıyorlar.[20]

Bu gerçekten hareketle, bazılarının düşündüğü gibi, Marx’ın, yalnızca, bir faktörün diğerleri üstünde etkili olamayan, etkileşimli bir görüşü savunduğunu söylemek çok zordur. Marx’ın ekonomik ilişkiler üzerinde çalıştığı doğrudur ama yalnızca her şeyin her şeyle etkileşim içinde olduğu toplumsal bir sistemdeki haklarını vermek için. Toplumsal gerçekliğin bütün yönlerinin karşılıklı etkileşimselliği üzerine vurgu, idealist ve tarihselci Alman öncelleri olsa da, yirminci yüzyılın bulanık işlevselci ve yapısalcı fikirleriyle de rahatlıkla uyum gösterir. Marx’ın bu şekilde yorumlanması, teorisinin herkesçe kabul edilebilirliği avantajına sahiptir, ama bu da onun teorisini oldukça sulandırır.

İçinde Katolikliği barındıran orta çağlar ya da politikanın üstün olduğu Atina ve Roma için değil de maddi çıkarların ağır bastığı bizim çağımız için, … üretim tarzı toplumsal, politik ve entelektüel yaşamı belirler,

eleştirisine karşı Marx şunu yazar:

Ortaçağın Katoliklik üzerinde yaşamayacağı, antik dünyanın da politika üzerine kurulmadığı açıktır. Tam tersine, burada politikanın, orada Katolikliğin neden yaşam bulduğunu açıklayan üretim tarzı ana rolü oynar.[21]

Marx’ın, üretim tarzının toplumun genel organizasyonunu neden belirlediğine dair ifadelerine rağmen, yalnızca toplumun birleştirilmiş bütünlükler ürettiğine değil, bu işlevsel olarak ilişkilenmiş toplumsal bütünlüğün ekonomik bir temel tarafından belirlendiğine inandığı açıktır. Ekonomik hususlar tarihsel olaylardaki biricik güç değildir ama ekonomik alanın sosyal dünyayı yapılandırma tarzı, insanın güdülerinin neden belli bir şekilde olduğunu büyük ölçüde açıklar. Onbirinci yüzyıldaki haçlı seferleri feodal üretim ilişkilerinin bir gölge olayı değildi, ama Marx’a göre bu ilişkiler, dini seferlerin olabildiği bir dünyayı anlamak için anahtardır.

Marx yüzeysel karşılıklı etkilenimcilik ve kaba ekonomik materyalizm arasında bir alanda yer tutmaya –diğer faktörler arasında sosyoekonomik olanların baskın bir yer tuttuğu bir toplumsal dünya resmi sunarak– çalışıyorsa, bu, Engels’ten beri bütün Marksistleri zorlayan yapı ile üstyapı arasındaki gerçek bağlantı konusunu tartışmalı hale getirir. Bu labirentvari arazinin bütünlüklü bir keşfi bu yazının alanı dışında kalıyor. Bir yandan, soru, “son kertede” belirleyen “görece özerk” bir üstyapıya izin verecek (“yapısal nedensellik” gibi) özel bir tür determinizmin betimlenmesi değildir. Diğer yandan, yanıt da yalnızca, bütün deneysel zenginliğiyle, çalışılmış her bir tikel olayın anlaşıldığı bir şey olarak, temel-üstyapı bağlantısı değildir. Marx ve Engels, teorileri ışığında, bütün tarihin “yeniden yazılması” gerektiğine inanırken, bu teori tarihsel araştırmanın ilerletilmesinden daha fazlasını amaçlıyordu. Temel-üstyapı bağlantısı her bir topluluk için ayrı bir durum incelemesi gerektirecek şekilde hepsi için faklı bir şekilde değişiyorsa, o zaman Marksist metaforun araştırılmasını salık verdiği yol, tarihi bilimsel kılacak şekilde, düzenlilikleri açıklayan bir yöne gitmez.[22]

Marksist model sosyal yaşam tabakalarını bir hiyerarşi içinde sınıflandırır. Bu ona, metodolojik olarak, daha temel ilişkileri incelemek için, birtakım toplumsal var oluş alanlarını bir kenara bırakma olanağı verir; ama bana göre, bu aynı zamanda ikincil ve üçüncül toplumsal alanların ikincil (türetilmiş) karakterinin sistematikliğini de varsayar. Bu nedenle, türetimin doğası bilimsel analiz ve formülasyona duyarlıdır. Laird Addis bu sonucun farkındadır:

Bu nedenle [Marx’ın bütünsel toplumsal karşılıklı etkileşimliği doktrini içinde] ekonomik öğenin baskınlığını iddia etmek, karşılıklı etkileşimin bütün yasalarını ve toplumun kesit yasalarını inceleyeceksek, … (2) ekonomik olandan ekonomik olmayana “eğer – o halde” türündeki istatistiki paralelistik yasalar (örneğin Marx’ın ideoloji analizi) ve belki de (3) ekonomik olanla ekonomik olmayan değişkeleri birbirine bağlayan “eğer – o halde” ya da “yalnız ve yalnızca” türündeki yasaların çıkarsanabileceğini iddia etmektir.[23]

Bu vargının, Marx’ın da kabul edebileceği, iki noktası aydınlatılmalıdır. İlki, Marx toplumsal yaşam alanındaki genel hiyerarşiyi fark etmiş olsa da, söz konusu yasalar sadece genel değil fakat her bir özel tipteki sosyoekonomik kurum için formüle edilebilir. Marx’a göre, her dönemin kendine ait yasalar olsa da, ekonomik yaşamın tözsel genel kanunları olmadığı gibi[24], ekonomik yapı ve üstyapısal ilişkiler arasındaki bağlantıda da bunlar yoktur. Marx a göre, üstyapının temelden türediği yasadır, ama bu, yasalar hakkında bir yasadır: her toplumsal formasyon için, daha özel yasalar bu genel çıkarımın gerçek doğasını yönetir. Engels de bunu kabul etmiş görünür: “Bütün tarih yeniden yazılmalı, toplumun farklı formasyonlarının her biri, varlık koşulları bunlara tekabül eden politik, sivil-yasal, estetik, felsefi, dini vb. sonuçlar çıkarmaya girişmeden önce, tekil olarak incelenmeli.”[25] Burada Engels tarih araştırmasında teoriyi terk etmeyi teşvik etmiyor.[26] Tersine her bir üretim tarzı için üstyapı yasalarının çıkarımının ciddi bir çalışmayla geliştirilmesi gerekir. “Önsöz” teorisi, araştırmaya rehberlik eder, ama doğru, tarihsel olarak özgül ve yasa içeren bağlantıların yerini tutmaz.

İkinci olarak, yasa içeren düzenlilikler toplumsal yaşam düzeyleri içinde açıklansa da (ya da açıklandığı “için”), toplumsal kompleksin çeşitli yönleri bağımsız değişkenler değildir. Labriola ve Plehanov çok önceleri tarih ve toplumun, (kültür ya da ekonomi gibi) değişik, otonom sosyal alanların sonuçları olduğu şeklindeki “etkenler teorisini”, toplumsal hayatın daha bireşimli (sentetik) bir anlaşılışı lehine eleştirmişlerdi.[27] Onlar, buna karşılık, ekonomik ilişkilerin önceliği konusundaki “ortodoks” Marksist ısrarın altını oydukları gibi bir suçlamaya hiçbir zaman maruz kalmadılar. Gerçekten de en azından Plehanov bu geleneğin en büyük destekçisidir. Paranın diğer yüzündeyse, genel karşılıklı etkileşim teorisini kabul etmek, dünyadaki nedensel ilişkilerin tanımlanmasını bertaraf etmez. Engels’in geç dönem yazıları, hem doğal hem de toplumsal alanlar olan “evrensel karşılıklı eylem”e vurgu yapmış olsa da ve “metafizik” ya da statik düşünüş tarzını reddetse de, gözlemsel düzenlilikler ve yasalar konusundaki bilimsel hususları terk etmedi: “Yalnızca bu evrensel karşılıklı eylemden gerçek nedensel ilişkiye ulaşabiliriz. Ayrık olayları anlamak için, onları genel karşılıklı etkileşim içinde düşünmekten koparılmış ve yalıtılmış düşünmeliyiz; burada değişme halindeki hareket belirir, biri neden diğeri sonuç olarak.”[28] Bu pasajda Engels doğayı tartışır, ama toplumsal evreni de konu ediyor olabilirdi. Onun “diyalektiği”, neden ve sonuç gibi dar bir alanı daha kuşatıcı bir dünya görüşüne doğru taşımayı savunmaya dönükken, böyle bir perspektif, olaylar arasındaki yasa içeren düzenliliklerin anlaşılışını içermelidir.

İnsan toplumunda nedenselliğin, var oluşun ilgili yönlerinin tamamıyla birbirinden ayrılmasını gerektirdiği fikri elbette ki yanlıştır, ama bu tür naif düşünceler Marx’ın teorisinin, “geleneksel” nedensellik modelleri açısından uygun olmadığı şeklindeki yaygın düşünceyi besliyor görünüyor. Örneğin Ollman, Marx’ın bütün kapitalist sistemi, ekonomik, toplumsal, politik ve ideolojik yönleriyle, herhangi birine nedensel öncelik atfetmeden organik bir bütün şeklinde gördüğünü söyler. Bu nedensellik yokluğu, Ollman’ın aklına, Marx’ın organik görüş açısının kendisi tarafından yer etmiş gibi görünüyor. Ollman ve benzer kanaatteki diğerleri, yalnızca bilardo topu modelinde bir neden-sonuç ilişkisi düşünmekle kalmayıp, aynı zamanda olaylar ve toplumsal ilişkilerin kavramsal karşılıklı ilişkiselliğinin nedensel bağlantılılığı engellediğini varsayma hatasına da düşüyorlar.[29] Marx’ta gerçekten de toplumun “organik” kavranışı vardı, ama yine de nedensel kavramlar, onun toplumsal ve tarihsel görüşlerinin ve kendisinin de dahil olduğu bilimsel uğraşın bir parçasıydı.

Belirli bir üretim tarzını oluşturan üretim ilişkileri yalnızca kendine değişik derecelerde uygun olan ve bir süreçte değişen üstyapısal ilişkileri belirlediği için, tikel bir toplumun gerçek doğası ve tarihi bilimsel olarak anlaşılmak isteniyorsa, diğer düzenlilikler ve yasalar da devreye sokulmalıdır. Marx’a göre üretim ilişkileri toplumsal dünyayı şekillendirir ama verili bir toplumsal formasyon için biricik olanı açığa çıkarmaz. Üretim tarzının analizi, “Önsöz”e göre, “doğal bilimin kesinliğiyle” tamamlanabilirliğine rağmen, belirli bir toplumda tikel bir şekilde tezahürünün çıkarımına izin vermez. Kapital’in analizine göre tikel tarihsel olaylar olumsaldır –buradaki “zorunlu” ve “olumsal” arasındaki açı Marksist sınıf analiziyle bir ölçüde kapatılmış olsa da.

Marx’a göre sınıflar, belirli üretim ilişkileri içindeki üretici güçlerin kendileriyle olan ilişkilerine göre tanımlanır. Bir sınıfın ekonomik konumunun onun karakteristik fikirlerini ve doğasını belirlediği Marx’ın ampirik iddiasıdır. Üretici güçler genel olarak toplumsal formasyonu yapılandırıyorsa, insan gruplarının toplumsal dünyayı yorumlama eğiliminin nasıl olduğunu ve kendi zeminlerindeki imkanlarını ortaya çıkaran, Marx’a göre, sınıf analizidir: gerçeklik geniş sınıf kesimlerine kendini başka şekillerde “sunar”. (Geniş ölçüde sınıf-belirlenimli) dünya görüşleri ışığında, Marx-benzeri [Marxoid] insanlar kararlarını insani ve yanılmaya açık olarak verirler: işçiler genel grev yapabilir ya da yapmayabilir, karşıtları kararlı bir şekilde mücadele edebilir ya da etmeyebilir ve böyle devam eder. Tarih, önceden takdir edilenin basitçe eyleme geçirilmesini içeren kapalı bir süreç değildir.

Sınıf analizinde, Marx’ın, üretim ilişkilerinin “zorunlu” karakteriyle, tarihteki olayların “olumsal” karakteri ve (Marx’ın sınıfça belirlenmiş insanları her iki ilişki türüne de oturduğu için) “temel” ve “üstyapı” arasındaki uçurumu daraltmasına izin veren bir yön olsa da bir boşluk hala var olur. Toplumu sınıf mücadelesi çerçevesinde anlamak faydalı bir sezgi olabilir, ama davranış bilimlerinin gelişimi yokluğunda, etraflı bir bilimsel açıklama ya da tahmine çok zor izin verir. Elbette tarihsel anlamayla ilintisi olan şey sıklıkla bireysel insan ya da olayın bir yönüdür. Marx’ın tartışması Lord Palmerstone’un dış politikası gibi bir konuya döndüğünde, bu hiç de ayırt edici bir şekilde “Marksist” değildir: açıklaması gazeteci tarzındadır ve sıradanlaşır. Tikel tarihsel olayların bu tür bir analizini üretim tarzının uzun dönem yönelimlerinin derin analizine hemen o anda bağlamak çok zordur.

Eğer haklıysam, Marx gerçekte, “olumsal” tarihsel olayları ve üstyapısal fenomenleri, daha temel sosyoekonomik gerçekleri açıkladığı tarzda açıklamaya girişmiyor. Teorisi, özünde, kendisine, bu gerçekleri ikincil ve üçüncül hususlardan soyutlama ehliyeti veriyor. Marx’ın yaşamı boyunca süren çalışması günlük olaylardan oldukça uzak olan gerçekliğin zorunlu karakterini inceleme yönündeydi. Bu temel ama soyut sosyoekonomik gerçekliğin bakış açısından, tarihin çoğu ve tikel toplumsal dünyanın ayrıntılarının birçoğu tahmin edilemez; teorisinin dikkatini doğrudan yönelttiği ekonomik yapının determinizmi günlerle değil on yıllarla ölçülür. Viktorya döneminin bilimsel iyimserliği ile Marx ve Engels’in, “tarihin olumsal yüzeyi”nin bütün nüans ve ayrıntılarının ilkede bilimsel olarak, tatminkar bir şekilde açıklanabilir olduğuna inandıklarını düşünüyorum; ama tarihe ait bu tür bir tam açıklamanın yapılabileceği yasaların (örneğin kişisel psikoloji) tarihsel materyalizmin inceleme nesnesi olmadığını görmek önemlidir. Onun ileri sürdüğü açıklama düzeyi çok daha yüksektir; tarihsel alana karınca bakışını değil kuş bakışını gerektirir.[30]

Mesela, Marx’ın kapitalist üretim tarzı sunumu çok daha yüksek bir seviyede yer alır. İngiltere onun işaret ettiği noktaları sergiler ama Kapital bir İngiltere incelemesi değildir (kütle çekim teorisinin Newton’un yakınına düşen elmayı incelemek olmadığı gibi). Grundrisse’ye giriş niteliğindeki 1857 elyazmalarında Marx, politik ekonomide soyutlamanın işlevini tartışıyordu.* Marx kapitalist toplumlar incelemesinde, burjuva toplumun en derin bağlantılarını kavramak için deneysel olumsallıklar, kompleks ekonomik biçimler ve fenomenal görünüşler çokluğunda kendini büyülemişti; bunlar bir kez anlaşılınca, daha karmaşık ekonomik kategorilere çıkmak ve sonunda günlük hayatın ekonomik olaylarını çalışmak mümkün olacaktı. Bu programa uygun olarak Kapital, en temel ve soyut ilişkilerle başlar, yavaş yavaş daha “somut” ekonomik fenomenler ve bu derin ilişkilerin yönettiği yüzeysel kategorilere doğru ilerler. Bu durumda bile, tikel bir kapitalist kavrama göre, bu bölüm sadece soyut olan değer üzerine değil ama aynı zamanda “üretim fiyatı” ve “kar oranlarının düşmesi” gibi daha “somut” belirlenimler üzerinedir. Marx’ın modeli sosyoekonomik gerçekliğin birkaç katmanını resmeder ama kapitalist üretim tarzının var olduğu –1860 İngilteresi ya da 1900’lerin Almanyası gibi– gerçek bir toplumsal formasyona göre hepsi yüksek seviyede teoriktir.

Marx’ın, belirli bir türdeki üretimin (mülkiyet) ilişkilerini kendi bütünlüğü içinde yani, politik ekonomi incelemesine konu olan bir sistem ya da üretim tarzı oluşturduğu ölçüde düzenlilikler sergileyen bir bütünlük içinde incelediğini akılda tutmak önemlidir. Bir üretim tarzının sistematik düzenlilikleri Marx’a göre, hem eşsüremli (ücret, emek ve sermaye arasındaki mübadelede olduğu gibi) hem de artsüremlidir (gelişen sermaye birikiminde olduğu gibi). Herhangi bir tikel ve özel üretim ilişkisi büyük ölçüde hakim üretim tarzının bir sonucudur. Örneğin özel ilişkinin varlığı sona eriyorsa, bu büyük olasılıkla başka tikel üretim ilişkilerinin, bir bütün olarak üretimin toplumsal karakterinin baskısının bir sonucudur. Sistemin bir bütün olarak işlemesi açısından üretici güçler baskı uyguladığı, ki –Marx’a göre– genelde böyledir, sürece, özel üretim ilişkileri üretici güç determinizminin sağlayıcısı olamaz.

Üretim ilişkilerinin üretici güçlere tekabül ettiği söylense de, Marx’ın araştırmasının nesnesi üretim ilişkilerinin kendisidir. İlkin, Marx toplumu ya da daha doğrusu onun sosyoekonomik anatomisini incelemekle ilgilenmiştir ve bu da üretici güçler değil, üretim ilişkilerinden müteşekkildir. Marx toplumsal dünyayı ve toplumsal ilişkileri araştırmıştır, ama üretici güçler ilişkiler değildir. İnsanın emek gücü konusunda bile, üretici güç olarak rolü araştırılırken teknik yönlerini değerlendirmek için toplumsal karakteristiği gözardı edilir; üretici güçler toplumsal dünyayı kurmaktan çok, kendi içlerinde, bunlardan yapılan bir soyutlamadır.

İkinci olarak, üretici güçler üretim ilişkilerini belirlese bile ilişkiler onların üretim güçlerine indirgenemez. Üretim ilişkileri insan ve üretici güçler açılarından tanımlanabilir, ama bu anlamda bütünsel değillerken, bireysel davranışın hiçbir yasası –ya da hiçbir teknolojik yasa– üretim tarzına ait yasaları üretemez. Ekonomik ilişkiler, incelenmeleri detaylı ve bilimsel analize açık düzenlilikler içerir; özel olumsal durumları soyutlayarak üretim ilişkilerinin kalıcı yönleri belirlenebilir. Örneğin ücretli emek ve sermaye arasında ilişki biricik bir olay değildir: emek gücü bir gün içinde milyonlarca kez kullanılır ve böylece bu toplumsal ilişkinin değişmez özellikleri analiz yoluyla açığa çıkarılabilir.[31] Bu nedenle –bu da üçüncü husus oluyor–, üretici güçlerin kendilerinin olmadığı biçimde, üretim ilişkileri bilimsel teorinin nesnesi olabilir. Marx’ın gözünde üretici güçlerin belli bir gelişimsel özerkliğe sahip olduğu savunulmuştur; ama bu, teknik evrimin özel bir seyrinin yasal zorunluluğundan çok, geniş bir insan doğası bakımındandır. Marx’a göre, insanın toplumsal ilişkileri ve özelde üretim ilişkileri –üretici güçler değil– toplumsal dünyanın ve doğru toplumbilimsel araştırma ve teorinin yapıtaşlarıdır.

Üretim ilişkileri kendi düzeylerinde anlaşılmalıdır, tekabül ettikleri üretici güçlerin “etkileri” olarak değil.* Diğer yandan üretici güçler tarihin sahnesine, bu üretim ilişkileri toplumu yeni bir Produktionsverhältnisse’e [üretim ilişkileri] taşırken onlarla çeliştikleri ölçüde taşınırlar. Üretici güçlerdeki ilerlemenin derecesi, neden başkası değil de o üretim ilişkileri toplamının, o üretim tarzının ortaya çıktığını açıklar. Marx’ın tarihsel gelişme kavramının doğru anlaşılışı, üretici güçlerin bu belirleyici rolünü kavramayı gerektirir ve şimdi ilgileneceğim şey budur.

Üretici güç momenti

Üretici güçlerin tarihsel düzeyi, var olan ya da olma eğiliminde olan özel üretim tarzını belirler. İlişkiler ve güçler arasındaki karşılıklı etkileşime dair yukarıdaki tartışmanın sonucu, belirli bir toplumdaki artık üretiminin genel biçim(ler)ini açıklayan teorik bir model açısından görülmelidir. Belirli bir üretim tarzının karakteristiği, tarihsel değişimi anlamak için can alıcıyken, evrimin itici gücü, basitçe üretim ilişkilerinin kendi içinde gizli kalmış çelişkilerin üstünü açmakla anlaşılmaz. Daha çok, tarihi ileriye götüren momentum, üretim ilişkileri ve üretici güçlerin çatışma ve uyumundaki değişmelerden kaynaklanır. Elbette bu diyalektiğin doğası üretim tarzının doğası içindeki her tarihsel dönüşümle değişir, ama burada işaret edilen, üretim ilişkilerinin, toplumun üretim kapasitesindeki gelişmeyle daha üst seviyelere evrildiğidir. Marx tarafından ileri sürülen tarihin diyalektiğine yön veren bu tür çeşitli senaryolar daha sonraki bölümlerde incelenecek, ama “Önsöz” bunun genel karakterine dair birtakım sezgiler veriyor.

İlk olarak, eğer bir toplumsal düzen yıkılmışsa, bunun olması için yeterli (für die sie weit genug ist) tüm üretici güçler gelişmiş demektir. Totolojik olmayan bir şekilde okunduğunda, bu, her sosyoekonomik düzene belirli bir üretici güç potansiyelini, üretici gelişmenin maksimum seviyesini atfeder.[32] “Önsöz” bağlamı içinde, bu iddia, üretici güçlerin üretim ilişkileriyle ciddi çatışmalara, yalnızca bu üretim seviyesinin kazanılmasıyla gireceğini ima eder.

İkinci olarak, eğer daha üst üretim ilişkileri eskilerinin yerini alıyorsa (Marx burada yine bütün bir toplumsal formasyon açısından konuşuyor), bunların maddi koşulları eskilerinin dölyatağında zaten olgunlaşmıştır. “Maddi koşullar”la Marx’ın yeni üretici güçleri, yeni filizlenen üretim ilişkilerini ya da her ikisi için gerekli öğeleri kast ettiği varsayılır. Üretici güçleri üretim ilişkileri ile çatışmaya sokan gelişmeler, bu uyuşmazlığı çözecek yeni üretim ilişkilerine neden olan gelişmelerle aynıdır.

Üçüncü olarak, insanın sosyoekonomik evrimi, ayırt edilebilir üretim tarzları tarafından, gelişimi aşağıdaki şablonu izleyen farklı toplumsal düzenler tarafından işaretlenir: (a) üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki uyum toplumun üretici güçleri geliştikçe bozulur; (b) patlama kaçınılmazdır ve kendilerine uygun ilişkileri yaratan üretici güçler lehine çözülür; (c) daha yüksek bir seviyede denge kurulur. Diğer yandan, tarihsel gelişmenin, üretim tarzındaki yükseklik ve düşüşle karakterize edilmesi fikri, yalnızca üretici güçler determinizmi tarafından ifade edilmez. Uygun oldukları için üretici güçlerin koşulladığı üretim ilişkileri, bu düzenlemeyi devam ettirmekten çıkarı olan bir sınıf tarafından korunursa, Marx’a göre, üretim ilişkileri üretici güçlere uyum sağladıkları dönemden daha uzun süre var olmaya devam edecektir; bu nedenle, “Önsöz” tarzı bir antagonizmin, yıkım ve dengelenmenin akla yatkınlığı söz konudur.

Son olarak, “Önsöz”, insanın ilerlemesinde ana aşamaları ve tarihsel dönemleri listeler. Bunların içerdiği birkaç tarihsel dönüşüm bu kitapta daha sonra incelenecek. Marx sıraladığı tarihsel dönemleri (en azından feodalite öncesi olanları), onları değerlendirmeye yeterli çabayı harcamadığı için, gözden geçirmek istemiş gibi görünüyor ve gerçekten de, daha sonra görüleceği gibi, onun ekonomik evrim anlayışı tatmin edici olmaktan uzaktır. Marx’ın, tarihsel evrimin, üretici güçlerin gelişmesinin etkisiyle yerlerini yenilerine bırakan belirli sosyoekonomik tiplerden, belirli üretim tarzlarından geçerek ilerlediği fikrini bıraktığı ise söylenemez.

Marx mülkiyet ilişkilerini, her biri belirli bir üretim sistemi, belirli bir sosyoekonomik üretim tarzı tarafından karakterize edilen birkaç ana kategoriye ayırır. Bu toplumsal çerçeve içinde, üretimin çalışma ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesine oturtulmak için sık sık tadil edilir. Bu ilişkiler toplumun üretim kapasitesini geliştirmek için dönemsel olarak ayarlanmalıdır. Verili mülkiyet ilişkileri bunu –gerekli çalışma ilişkilerine izin verecek şekilde veya zaten değişmiş olan çalışma ilişkilerine tekabül edecek şekilde– sağlayabilir ya da evrilme baskısı altında olabilir. Bu nedenle, üretici güçlere uygun çalışma ilişkileri gerekiyorsa, ekonomik yapının toplumsal biçiminde bir değişim gerekir.

Üretici güçler ve belirli bir üretim ilişkileri toplamı içinde gerçeklendirilebilen çalışma ilişkileri arasında bir uyumsuzluk doğduğunda, ya da yeni çalışma ilişkileri ile bunları işlevlendiren mülkiyet ilişkileri arasında bir çatışma belirdiğinde, üretim tarzının kendisinde değişim için bir baskı oluşur.[33] Bu, sınıf savaşımıyla olabilir, çünkü üretim ilişkilerinde insanlar, değişik maddi nedenlerle sınıflara bölünür. Dahası, Marx’a göre, üretici güçlerin seviyesine uygun üretim ilişkilerini temsil eden sınıf tarihsel üstünlük kazanır: yeni ortaya çıkan üretici güçlerin ihtiyacına dönük üretim ilişkileri yalnızca onun çıkarına hizmet eder ve dengeye kavuşmuş ekonomik yapıda yalnızca o hükmeder. “Belirli üretici güçlerin uygulanacağı koşullar, toplumun belli bir sınıfının hakim olduğu koşullardır”.[34]

Üretim tarzı üzerindeki yaklaşan sınıf savaşımı, tarihin aktörlerinin genelde sahip olmadığı bir tarihsel amaçlılık imgesi çizer.* İnsanlar sıklıkla gerçekte ne yaptıklarının kesin bir şekilde farkında olmadan üretim tarzını değiştirmiştir. Gerçekte, Marx’ın teorisinde tarihsel rolünün bilincinde olarak üretim tarzını değiştirecek tek sınıf proletaryadır (kısmen teorinin kendi rolüne dayanarak). Buna karşın burjuvazi, Marx’a göre, aslında kapitalizmi yerleştirirken, eşitlik ve özgürlük için devrim yaptığını düşünüyordu.

Yalnızca belli dönemler için bu üretici güçler ekonomik yapıyı karakterize eden özel mülkiyet ilişkileriyle açıkça çelişse de (ekonomik krizler veya sınıf savaşımlarında), insanın üretim ilişkileri üretici güçlerine tepki olarak sürekli büyür ve gelişir. Bu, üretim ilişkilerinin, var olan üretici güçlerin gelişimi ve sürekli büyümesine uyacak şekilde kurulmasına neden olur. Üretim ilişkilerinin yeni düzeni toplumun iskeletini şekillendirir ve Marx’ın çıkardığı sonuca göre, toplumun geri kalan ilişkilerini de değişik derecelerde yoğurur. İnsanın üretim kapasitesinin sürekli gelişimine eşlik eden daha yüksek sosyoekonomik biçimlere doğru olan temel tarihsel itilim içindeki üretici güçler ve üretim ilişkilerinin özel dinamiği, özel üretim tarzının tam bir açıklamasının içerildiği bir teoriyi gerektirir.

Böyle bir teorinin herhangi bir topluma göre oldukça soyut kalacağı, Marx’ın kapitalizmden sosyalizme geçişi anlattığı görüşleriyle kolayca görülebilir. Marx, kapitalizmin evrimini, herhangi bir kapitalist ulus-devletin özel fizyonomisinden yalıtarak sunar. Kapital sosyalizmin “kaçınılmaz” olduğunu garanti eder, ama aynı şekilde herhangi bir yer ve zamanda kimseye sosyalizmin gelişini tahmin etmek için güç vermez –yalnızca kapitalist gelişimin eğiliminin onu getirecek şekilde olduğunu söyler. Açıkça, belirli bir sosyalist devrimin tahmini ya da açıklaması kapitalist sistemin işleyiş yasalarından ve işçi sınıfının sosyalizme olan eğilimi bilgisinden daha fazlasını gerektirir (bu tür bir bilgi elbette gereklidir ama yeterli değildir). Öte yandan devrimin belirli bir yerde belirli nedenlerle olması, daha geniş çaptaki üretici güçler determinizmini sabote etmez.

Marx’ın teorisini güçlendirmek için tarihsel gelişmenin genel yöneliminin insanın üretici güçlerinin gelişmesiyle şekillendiğini göstermek yeterlidir. Her bir toplumsal formasyonun tikel gelişimi üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki genel teorik etkileşimin yalnızca bir tekrarı değildir: ne dünyadaki her sosyal topluluk, ekonomik gelişmenin aynı dört beş adımını yürümeye yazgılıdır, ne de her bir tikel toplumsal formasyonun evrimi yalnız içsel üretim olaylarının sorunudur. “Önsöz” bir bütün olarak insan türünün sosyoekonomik evrimindeki genel aşamaları listeler –tarihin ayrımsız bütün ulusların atmasını zorunlu kıldığı adımları değil.* Toplumlar yalıtmış bir şekilde var olmazlar; üretim gelişmeleri diğerlerinde de yankılanır. Marx herhangi bir ülkedeki tarihsel gelişmenin yalnızca ve kesinlikle kendi içindeki üretici güçlerin bir sonucu olduğuna inanmıyordu. Ulus-devletler ekonomik aşamaları atlayabilir. Diğer yandan bunu ne sebeple yapabildikleri, tarihsel gelişmenin tam bir örüntüsüyle açıklanır ve gelişmenin motoru üretici güçlerdir.

Uluslar geri kalabilirler veya geriye bile gidebilirler. Ama onaltıncı yüzyılda (Avrupa’nın doğu tarafındaki) feodalizmin yeniden dirilişi veya Almanya’nın ondokuzuncu yüzyıldaki geriye doğru olan ekonomik konumuna baktığımızda, teori bizi yalnızca üretici güçler düzeyi noktasına zorunlu kılmaz. Marksist bir analizin, bundan öte, bu toplumlardaki farklı üretim tarzları içindeki üretici güçlerin gelişiminin birbirleriyle nasıl kenetlendiğini ve aynı zamanda bunların çevredeki devletlerin ekonomik hareketleriyle etkilenen, farklı ekonomik ilişkilerinin –ve buna eşlik eden sınıf savaşımlarının– nasıl işlediğini tartışması gerekir. Kapitalizmin kurumsallaşmasına bir tepki olarak feodalizmin yeniden güçlenmesi bu ülkelerdeki üretici güçlerde bir düşüşü yansıtmaktan çok, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki diyalektiği etkileyen değişkenlerdeki bir değişikliği yansıtır: örneğin feodal ilişkiler dışsal bir rekabete maruz kalmış zayıf bir kapitalist sisteme göre üretici güçleri daha iyi kullanabilir. Temel Marksist analiz bir üretim tarzının ideal bir tür olarak araştırılmasıyla ilerler, ama herhangi bir özel tarihsel anda, bu üretim tarzı diğerlerinin yanında –bu tikel toplumun hem içinde hem de dışında– işler. Birbirinden farklı türde olabilecek şekilde birçok üretim tarzının karşılıklı etkilenimini ve üretici güçlerin gelişimiyle olan ilişkilerini düşünmek manzarayı karışık hale getirir, ama yalnızca bu tür bir analiz, ideal üretim tarzlarının soyut incelemesini tikel bir ulusun özel ekonomik gelişmesiyle ilişkilendirebilir. (Söylenmeli ki, Marx, özel bir ulusun evriminin sosyoekonomik seyrinin açıklayıcı bir taslağından fazlasını hiçbir zaman sunmadı.)

Üretici güçler tarihsel gelişmenin altta yatan ritmini sağladığı için, Marx’ın tarihin “teknolojik-determinist” bir anlaşılışını önerdiği söylenebilir, ama bu gayet kötü yan anlamlar taşıyor. Bunun nedeni, Marx’ın teorisini teknolojik determinizm olarak tarif edenlerin, ona uygun olmayan yorumlar ileri sürmesidir. Bu tür incelemeler, emek gücünü (yetenek, bilgi, tecrübe) yok sayarak ya da teoriyi üretici güçler veya üretim ilişkilerindeki özel, tikel değişimlere doğrudan uygulayarak, Marx’ın teorisini inandırıcılıktan uzak kılmıştır. Bu tür yorumlar o kadar savunulamazdır ki, Marx’ın arkadaşları, sık sık, Marx’ın üretici güçlerin üretim ilişkilerini belirlediği düşüncesini gerçekte amaçlamadığını düşünmüşlerdir. (Soyut olmasına rağmen) üretici güçlerin üretim ilişkilerini nasıl belirlediğine dair bir sunumu yapmış olduğum için, tarihsel materyalizmin bu tür yanlış formülasyonlarına daha fazla girmeyeceğim. Ne kadar yetersiz olsa da, Marx’ın “determinist” yorumcuları Marx’ın üretici güçlerin gelişmesini, toplumsal gelişmenin en azından itici gücü olarak gördüğünü vurguladılar. Onun bakış açısına özgü olan şeyi, bunun tikel toplumsal biçimler ve sınıf savaşımları ile ilişkisi oluşturur.

Şimdi, Marx’ın teorisi tam olarak anlaşılmak isteniyorsa, her tarihsel dönem için üretimin doğası ve düzeyinin verili bir mülkiyet ilişkileri toplamında, özel bir üretim tarzındaki işleyişi izlenmelidir. Bunun ışığında, genel değerlendirmelerden Marx’ın tartıştığı özel geçişlerin incelemesine dönüyorum: ilk olarak yaşamının teorik alanının ana nesnesi olan kapitalizmden sosyalizme olan bölümü ve ikincisi, önceki dünya tarihinin farklı üretim tarzlarından geçerek gösterdiği evrim. Bu çalışmalar, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki dinamiğin doğasını, tarihsel değişimin itici gücünü ve gelişimini içererek, daha somut biçimde açımlayacaktır. Marx’ın genel materyalist tarih anlayışına göre, bu çalışmanın sonuçları bir sonraki bölümde görülecektir.

 

 

Kaynakça

Addis Laird. “Freedom and the Marxist Philosophy of History.” Philosophy of Science, Vol. 33, Nos. 1 -2, March-June 1966.

Cohen G. A. “Karl Marx and the Withering Away of Social Science.” Philosophy and Public Affairs, Vol. 1, No. 2, Winter 1972.

_______, “Marx’s dialectic of Labor.” Philosophy and Public Affairs, Vol. 3, No. 3, Spring 1974.

Cohen, G. A., and H. B. Acton. “On Some Criticism of Historical Materialism” (symposium). Aristotelian Society, Proceedings, 1970 Supplement.

Croce, Benedetto. Historical Materialism and Economics of Karl Marx. London 1966.

Davidson, Donald. “Action, Reasons, and Causes.” In May Brodbeck, ed., Readings in Philosophy of the Social Science. New York, 1968.

Engels, Frederick. The Conditions of the Working Class in England. London 1969.

_______, Dialectics of Nature. Translated by Clemens Dutt. London, 1941.

_______, Herr Eugen Dühring’s Revolution in Science [Anti-Dühring]. Translated by Emile Burns. Moscow and Leningrad, 1934.

_______, The Peasant War in Germany. Moscow, 1965.

Evans, Charles. “A New Philosophical Interpretation of Marx.” Social Research, Vol. 40, No. 1, Spring 1973.

Federn, Karl. The Materialist Conception of History. London, 1939.

Jones, Gareth Stedman. “Engels and the End of Classical German Philosphy.” New Left Review 79, May-June 1973.

Krieger, Leonard. “Editor’s Introduction” in Friedrich Engels, The German Revolution. Chicago, 1967.

Labriola, Antonio. Essays on the Materialistic Conception of History. New York, 1969.

MacIver, A. M. ”Historical Explanation.” In Antony Flew, ed., Logic and Language (first and second series). Garden City, N.Y., 1965.

Marx, Karl. Capital, Vol 1. Translated by Samuel Moore and Edward Aveling, London 1971.

_______. Le Capital, Vol 2 and 3. Moscow, 1967, 1971.

_______.A Contribution to the Critiqeu of Political Economy. Translated by S. W. Ryazanskaya. London, 1971.

_______. The Ethnological Nootbooks of Karl Marx. Edited with Introduction by Lawrence Krader. Assen (Netherlands), 1972.

_______. Grundrisse. Translated with a Foreword by martin Nicolaus. Harmondsworth, 1973. Penguin edition.

_______. The Poverty of Philosohy. New York 1963.

_______. Theories of Surplus Value, Vol. 1. Translated by Emile Burns. Moscow, 1969.

_______. Theories of Surplus Value, Vol. 2. Translated by Renate Simpson. Moscow, 1968.

_______. Theories of Surplus Value, Vol. 2. Translated by Jack Cohen. London, 1972.

_______. German Ideology (complete text). Translated by Clement Dutts (and others). Moscow, 1968.

_______. Selected Correspondence. Translated by Dona Torr. London, 1936.

_______. Selected Correspondence. Translated by I. Lasker. Moscow, 1965.

_______. Selected Works. Three Volumes. Moscow 1969 and 1970.

_______. Werke. Thirty-nine volumes, with two supplementary volumes. Berlin 1959-60.

Nagel, Ernest, ed. John Stuart Mill’s Philosophy of Scientific Method. New York 1950.

Ollman, Bertell. Alienation: Marx’s Conception of Man in Capitalist Society. Cambridge, 1971.

Pannekoek, Anton. Marxism and Darwinism. Chicago, 1912.

Plekhanov, Georgi V. The Development of the Monist View of History. Moscow, 1972.

_______. Fundemental Problems of Marxism. New York, 1969.

Stalin, Joseph. Dialectical and Historical Materialism. New York, 1940.

Witt-Hassen, J. Historical Materialism: The Method, The Theories. Copenhagen, 1960.

 



[*] Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya yazdığı “Önsöz” kast ediliyor.

[1] Capital 1: 372n

[2] Poverty, p. 122; aynı dönemden, Bkz. Marx’tan Annenkov’a 28 Aralık 1846, s. 162’deki alıntı

[3] Selected Works (SW) 1: 62 (Werke 3: 73)

[4] SW 1: 70 (Werke 3: 72)

[5] Bkz. SW 1: 519, 534 n. 6

[6] Cap. 3: 883 – 84 (Werke 25: 891).ve s. 878 (885)

[7] SW 1: 160, vurgular çıkarıldı.

[8] Theories of Surplus Value (TSV) 3: 430

[9] Bkz. SW 1: 62

[10] Örneğin, Engels’den C. Schmidt’e, 5 Ağustos ve 27 Ekim 1890 (SW 3 içinde)

[11] SW 1: 19 – 20, 30 (Werke 3: 20-21, 28).

[12] SW 3: 162.

[13] SW 1: 518 – 1; Poverty s. 122

[14] SW 2: 387; SW 1: 27, 64; Werke 4: 338 – 39; Bkz. TSV 2: 580; Bkz. Grundrisse, s. 325, 707 (Dietz pp. 231, 594 -95). Bu diğer yandan, SSCB’de sosyal tabakalaşmanın tarihsel materyalist bir açıklamasını önerir.

[15] SW 1: 518

[16] Plehanov, Fundemantal Problems, s. 49 – 50. Monist View of History, s. 129 – 31, 216 – 17. Son alıntıda Plehanov “Üretici güçlerin gelişmesinin kendisi insanı çevreleyen coğrafi etmenlerce belirlenir” diye yazar.

[17] Örneğin, Cap. 1: 512 – 14 (Werke 23: 535 – 37); SW 1: 20

[18] Federn, s. 14 – 16

[19] Marx’tan Annenkov’a, SW 1: 512 – 14; Bkz. Pannekoek, s. 18; Stalin, s. 29 ff

[20] Engels’den Schmidt’e, 5 Ağustos 1890; Bloch’a, 21- 22 Eylül 1890; Schmidt’e, 27 Ekim 1890; Mehring’e, 14 Temmuz 1893; Borgius’a (Starjenburg), 25 Ocak 1894 (hepsi SW 3 içinde).

[21] Cap. 1: 82n (Werke 23: 96n), vurgu bana ait.

[22] Benedetto Croce her özel durumda nedenler ve şartlar değiştiği için, hiçbir neden ya da nedenler toplamının bir sosyoekonomik formdan diğerine geçişe neden olmadığını söyleyerek, burada eleştirilen konumu savunur görünüyor (Croce, s 91-92). Croce tarihsel materyalizmin bilim olmadığı görüşünü selamlardı; ona göre o tarihi anlamakta yalnızca bir dayanaktı. Ne bilim ne de tarih felsefesi, tarihsel materyalizm yalnızca daha önce ihmal edilen tarihin bazı yönlerine (yani ekonomik) vurgu yapmaz. Croce bu konuda doğru olsaydı bile, tarihsel materyalizmin kurucularının niyetinin bu kadar alçakgönüllü olduğunu düşünmezdi.

[23] Addis, “Freedom and the Marxist Philosophy of History,” s 155; Bkz. McMurtry, s. 254 – 61.

[24] Cap 1: 18 (Werke 23: 26); Grundrisse, pp 85 88 (Dietz, pp 6- 10); Bkz Marx’tan Annenkov’a, SW 1: 512, on “economic categories.”

[25] Engels’den Schmidt’e, 5 Ağustos 1890 (vurgu bana ait). Engels devam eder: “Şimdiye kadar çok az şey yapıldı çünkü yalnızca birkaç kişi ciddi şekilde üzerine eğildi.”

[26] Bkz Engels’in temel-üstyapı sorununu belirlemede, ampirik bir tarihyazımı pahasına teoriyi kurban etmesini tartışan Leonard Krieger’in makalesi. “Editor’s Introduction” to Engels. The German Revolutions. Ayrıca bkz. Gareth Stedman Jones, “Engels and the End of Classical German Philosophy.”

[27] Plekhanov, Fundemental Problems, s. 108 – 10, 139 40; Labriola s. 140 – 55.

[28] Engels, Dialectics of Nature, s 174. Antik Yunan’ın diyalektik düşünce yetersizliği onun doğayı analiz etme ve ayrıştırmadaki yetersizliğiydi – ayrık olaylara hakim olmadaki yetersizlik. SW 3: 62-63; Anti-Dühring, s. 27.

[29] Ollman, Alienation, örneğin, s. 17-19, 29-30; Charles Evans, s. 184 – 85, 186. Bkz. Davidson, s. 54: “Nedensel bir ifadenin doğruluğu hangi olayları tanımladığına bağlıdır; analitik veya sentetik olma durumu olayları nasıl tanımladığına bağlıdır.”

[30] MacIver, s. 412

* Grundrisse (Penguin ed.) s. 100 – 108 (Dietz ed., s. 21- 28). Wirr-Hansen Tarihsel Materyalizm’de bu tartışmanın en iyi analizini sergiliyor (Bölüm 4, kısım A.1). Kapital’in yapısı ve soyutlamanın işlevi etkileyici ve önemli olsa da, bugün Marksistler Marx’ın metodolojik düşüncelerini abartıyorlar. İlgili karşıtlığı görmek için, J. S. Mill’in “Politik Ekonominin Tanımı Üzerine’de” (Ernest Nagel, ed. içinde John Stuart Mill’s Philosophy of Scientific Method) yer alan Rikardocu metodla yaptığı sofistike tartışmalarla karşılaştırınız.

[31] Witt-Hansen, Bölüm III, C Kısmı

* “Ekonomi politik” der Marx, “teknoloji değildir”. Grundrisse (Penguin ed.) s. 86

[32] G. A. Cohen’in yayınlanmamış bir elyazması bunu ve sonraki paragrafı netleştirmemi sağladı.

[33] Bkz. Marx’tan Annenkov’a (SW 1: 519): “yeni üretim yeteneklerinin kazanılmasıyla, insan üretim tarzını [dar anlamda – WHS] değiştirir ve üretim tarzının değişimiyle, bu üretim tarzının zorunlu ilişkileri olan bütün ilişkiler…”

[34] SW 1: 40

* Bkz. Engels’ten Sombat’a, 11 Mart 1895: “Marx’ın görüşüne göre şimdiye kadarki bütün tarih, büyük olaylar bilinçsizce ortaya çıkmıştır, yani olaylar ve onların sonuçları amaçlanmamıştır.”

* Marx Kapital’in Alman okurlarına “de te fabula narratur” derken, bununla çelişmiyordu. “Eğilimleri çelikten bir zorunlulukla kaçınılmaz sonuçlara götüren” yasalar, kapitalist üretim ilişkilerinin ekonomik yapıya egemen olduğu ya da egemen olma yolunda olduğu her toplulukta işler. Kapitalist yasaların değiştirilemez olması her ulusun kapitalist yolu izlemesini gerektirmez.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar